Mustafa Kemal ve Atatürk Farkı Üzerine

Mustafa Kemal ve Atatürk Farkı Üzerine

Evet bu yazıda konumuz Atatürk . Konu son derece sıkıcı bende  farkındayım. Dürüst olmak gerekirse bu konuda bir şeyler  yazılmasını bile artık enerji kaybı olarak görüyorum. Muhtemelen ilk ve  son yazım olacak. Çünkü Kemalizm öldü. Hakkında yazılmayan, söylenmheyen pek bir şey kalmadı. Çankaya arşivleri ve Latife Hanım’ın günlükleride açıldığı zaman efsanelerden geriye pek bir şey kalmayacak. Artık tüm Kemalistler ‘ama’ ve ‘fakat’lı cümleler kurmaya başladı. Bu eskiden yoktu. Atatürk eleştirilemezdi ve eleştirilmesi teklif dahi edilemezdi. Kemalizm diye bir ideolojinin bile olmadığını anladılar. Yani yaptığım şeyde yeni bir şey yok. Az çok bu konuları araştıranlar yazıyı okursa zaten ne demek istediğimi anlayacaktır. Duvar yıkıldı belki ama bir kaç tuğla kırmakta eğlenceli olabilir diye düşünüyorum. Hem de yarattığım bu sanal karakterin iyi veya kötü bu konuda bir yazısı olmalı.
Bu konu eskisi kadar marjinal bir şey değil artık. Atatürk’de herkes gibi eleştiriliyor. Andımızı okutan öğretmen bile artık eski neşesiyle çocuklara bunu okutamıyor, yakasında kocaman Atatürk rozeti taşıyan rejim bekçisi Fen bilgisi öğretmeni huzursuz, iş yerinde döner koltuğunun arkasındaki duvara kocaman Atatürk portresi asan tembel işletmeci ürküyor, tek ayrıcalığı ‘Atatürkçü’ olmak olan siyasetçiler, akademisyenler, kahvehanedeki sıradan vatandaş hepsi hepten bitikleri oynuyor. Tarihten silinecekler, bunun farkındalar. Üniversitelerde, siyasette, sanayide her köşede yetenekli insanları göreceğiz artık. Atatürkçülük kılıfıyla yeteneksizliklerini daha fazla gizleyemezler. Hayır çağ buna uygun değil.
kemalizm
Aslında şahıs olan ‘Atatürk’ çok önemli bir figür değil tarihsel anlamda. Büyük resme bakınca en azından. Türklerin tarihindeki en küçük liderlerden biri. Bu konuma nasıl geldi? İşte kilit nokta bu. Cevabı bize doğru yolu gösterecek. Peki buraya nereden geldik? Hangi etkilerle buralara kadar sürüklendik. Kemalizmin bize artıları ve eksileri neler oldu? Hangi bedelleri ödedik/ödüyoruz. Kürt sorunu, demokratikleşme çabaları, darbeler… Aslında çok daha fazlası. Bunlar sadece görünen kısmı.
En baştan başlayalım.
Mustafa Kemal Kimdir?
alir_zaefendi2Doğduğu evden babasının adına, doğum tarihinden etnik kökenine kadar birçok çelişki mevcut. Annesinin Zübeyde hanım olduğunda fikir birliği var. Ancak çokça tartışılan Falih Rıfkı Atay‘ın Çankaya kitabının ilk baskısında -sonrasında bu söz çıkartılmış- Atatürk’ün Ali Rıza Efendi‘nin resmine bakıp ‘bu bizim peder değildir‘ dediğini yazar. Kitapta anlatılan resmin arşivlerdeki bir Osmanlı subayının resmi olduğu ve gerçek babası olmadığı iddia edilir.
Abduş konusuna ise bilerek değinmiyorum. Gereksiz. Ama yinede  bu baba konusunun ilerdeki öfkesinin temellerini oluşturduğunu düşünüyorum.
Bu o dönem düşünüldüğünde önemsiz bir ayrıntı gibi gözükebilir. Bu bilgi net değilse bile babasız büyüdüğü kesin. Ama Atatürk farklı olarak annesini de hayatı boyunca pek sevmedi. Öldüğünde cenazesine dahi gitmiyor. Savaş boyunca annesinin yanına uğramaktansa Pera Palas’ta kalmayı tercih ediyor. Annesi hakkındaki iddiaları ve internette bulunan Selanik mahkemesinin karar metnini yazmayı ve o yoldan iddialarda bulunmayı ise etik bulmuyorum.
Hakkında bilmediğimiz şeyler çok. Mesela doğum tarihini bile tam olarak bilmiyoruz. Hicri ve miladi takvim arasındaki farktan dolayı bu 1881 yada 1880 olabilir yani tam olarak bilinemez. Bu yüzden doğum tarihi ilk posta pullarında 1880 olarak yazar. ataturkun-dogum-tarihiSanıyorum bu tarihin sonra ‘birilerince’ 1881 olarak değiştirilmesindeki tek amaç ‘19 mucizesi‘ ni tutturma çabası. Konuyu bilmeyenler internete bakabilir. Özellikle 2007 yılında basılan birçok kitapta ‘Atatürk mucizeleri‘ üzerinde durulması tesadüf değil. Tamda bu noktayla ilgiliyim işte. Birileri yarı-tanrı yaratmak istedi ve buna uygun tarih yarattı. O ‘birileri’ bugünkü sorunlarımızın temelini oluşturuyor bana göre. Atatürk değil. Olaya bu açıdan bakıyorum. O olmasaydı başka bir ‘aktör’ mutlaka bulunurdu.
Etnik Kökeni
Etnik kökeni hakkında da bildiğimiz bir şey yok. Osmanlı kayıtlarında etnik köken kısmının olmayışı işleri zorlaştırıyor. ‘İslam’ ya da ‘gayrimüslim’ olarak tutulmuş kayıtlar. 2 dönem bakanlık yapmış, koyu bir Türkçü olan Dr. Rıza Nur‘a göre Makedon yada Sırp olması muhtemel. Uşağı olan Cemal Granda‘nın ‘sansürlenmemiş’ anılarına bakacak olursak Yahudi.  Bektaşi diyenlerde var. Hatta şu bile var:
hz-ali-ataturk-olarak-geri-dondu_280353
Reşit Galip‘in Türk Tarih kongresindeki ‘Türk’ tanımı bir yerlerden tanıdık: ‘Orta boylu, düz veya kemerli ince burunlu, muntazam dudaklı, çok kere mavi gözlü ve göz kapakları çekik değil, badem gözlü bir ırk‘. Sanki tarif biraz tanıdık geldi.
Yani kökeni şu anlık bilemiyoruz. Ancak gerçek her ne ise bizden saklandığını anlamamız zor değil. Ailesinden neden hiç kimseyi bugün bilmiyoruz? Osmanlı hanedanının üyeleri televizyonda bazen de gazetelerde görünüyor. Yaşadıkları yerler, işleri her şey açık. Ama Musta Kemal‘in ailesinden ‘tek bir kişinin’ bile ortalarda olmaması biraz garip. Amca oğlu, kuzen, dayı tarafı, uzak akrabalar… Hiç kimse yok. Bir tek manevi oğlu vardı bir ara. Abdurrahim Tuncak adında. Can Dündar‘la ölmeden önce röportaj yapmıştı ve Can Dündar’ın ‘Atatürk’ün öz oğlu musunuz?’ sorusuna ‘Bazı sırlar mezara gider’ demekle yetinmişti. Bu bile bu kadar önemsiz bir şey iken neden saklanıyor ve neden bilmiyoruz anlamak zor. Yani çocuğunun olması neden devlet sırrı? Yada uzak akrabaları.. Yoksa! Evet.. Bence de öyle.
Atatürk ve Mustafa Kemal Farkı
Aslında köken konusunu çok fazla önemsemiyorum. Birçok farklı etnik kökende Osmanlı subayı mevcuttu. Kürt, Rum, Arap, Sırp, Ermeni… Asıl ilgilendiğim şey Atatürk’ün ‘Türkçü’ fikirlerinin temelini nelerin oluşturduğu ve bu fikirlerin ‘kimlerin’ isteklerine göre şekillendiği. 1923’e kadar Mustafa Kemal’in –Atatürk’ü bilerek kullanmıyorum- Türkçü söylemleri hiç yok. Aksine tüm coğrafyayı kapsayıcı bir söylem içinde. 1923’ten sonra Atatürk ise aksine tektipleştirici ve Türkçü bir görünüm izledi. Ancak ben gerçek anlamda Türkçü olduğunu sanmıyorum. Bir bilim adamı edasıyla inceleme ve zamanın şartları söz konusu. Mu kıtası, Güneş Dil Teorisi gibi aslında kendisinin inanmadığı ama etraftan destek görmek adına geliştirdiği söylemleri mevcut. Türkçü subayları yanına çekmek için başka yol düşünülemezdi.
Mustafa Kemal ile Atatürk arasındaki farkı anlamak için Mustafa Kemal’den birkaç örnek verelim:
Mustafa Kemal’in, Ankara’dan, Çerkes Ethem’in ağabeyi Reşit Bey’e gönderdiği 7 Ocak 1920 tarihli telgrafından:
“Konu dışı olarak, şunu da belirteyim ki, Anzavur’un alçaklığı, kendisine ve kışkırtıcı olan İngilizler ile ayakçılarına yöneliktir.Bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan Çerkez kardeşlerimiz, hepimizin övdüğümüz baştacımızdır. Asıl, bugün düşmanlarla çevrili Türk, Kürt, Çerkez ve diğer din kardeşlerimizin elele vermesi, sarsılmaz bir bütün oluşturmaları, namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur…”(Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 34, Belge no: 849 )
Mustafa Kemal’in, Nutuk adlı eserinde yer alan ve 6. Kolordu Komutanı’nın, Padişah’a gönderdiği mektuptan söz ettiği bölümden:
“…komutanlar, mektupta hükümetin savaş yoluna gidip kongreyi basarak Müslümanlar arasında kan dökmeye kalkıştığı ve Kürdistan’ı ayaklandırarak, yurdu parçalatma planını da para karşılığında yüklenmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından, hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak kaçmak zorunda bırakıldıklarından söz ediyorlar…”(Nutuk, İnkılap Yayınevi, Ankara,1966, Sayfa: 100)
Mustafa Kemal’in, Adana’dan, 24 Mart 1919 günü, kendisi ve arkadaşlarıyla ilgili olarak ortaya atılan bir iddiaya karşılık, İstanbul’a Savaş İşleri Bakanlığı’na gönderdiği mektuptan:
“Arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalnız kendi adıma açıklıyorum ki; Benim Anafartalar’da, Kürdistan’da, Suriye’de, başlarında bulunmaktan kıvanç duyduğum kahraman ordular, haydutların değil, Osmanlı ulusunun namuslu çocuklarından kurulmuştur..”(Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1980, Sayfa: 139)
Evet Mustafa Kemal 1923’e kadar defalarca ‘Kürdistan’ kelimesini kullanıyor. Tabi bu bir devletten ziyade bölgesel bir terim. Rumeli gibi. Tarih okumayan biri Kürdistan lafını duyduğu an devletten bahsedildiğini sanabilir ve sizi ‘bölücü’ ilan edebilir. Kısacası Kürdistan Kürtlerin yaşadığı bölge anlamında kullanılıyor. Bu neden önemli? Şundan; yıllarca kendisine Atatürkçü diyen Kemalist çevreler bırakın Kürdistan diye coğrafi bir bölgeden bahsetmeyi Kürt diye bir halk olduğunu bile inkâr ettiler. Üstelik bu binlerce insanın kanına mal oldu. Ne adına yaptılar bunu peki? Gölgelerin gücü adına mı hayır! ‘Atatürk adına’. Atatürk olarak bu doğru olabilir ama Mustafa Kemal asla böyle bir şey yapmazdı/yapmadı.
İnancı
Peki Mustafa Kemal’in dini inancı neydi? Neye inanırdı. Karanlıktan korktuğu gibi gayet insani bir bilgiyi bile ‘Mustafa’ belgeselinde öğrendiğimiz bir liderin inancını bilmek baya garip olurdu. 1923′e kadar Müslüman. Hem de en koyusundan.
Az bilinen fotolarından (Diyarbakır Camisinde imamlık yaparken) ‘Şeriatçılarla beraber’
457224796
‘Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selameti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamber efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizami, hepimizin bildiği Kur’ân-ı Azimüşşan’daki açık ve kesin hükümlerdir. İnsanlara manevî mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilahî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır’ (7 şubat 1923 Zagnos Paşa Cami)
dghw9‘Kanun-u Esasi, cümlemizce malûmdur ki, Kuran’ı azümüşşan’daki nusustur.’ (7 şubat 1923 Zagnos Paşa Cami)
‘Manevî kuvvetler, özellikle bilim ve iman ile yüksek bir şekilde gelişir.’ 1922 (Atatürk’ün s.d.j, s. 223)
‘İnsanlar dünyaya alınlarında yazılı olduğu kadar yaşamak için gelmişlerdir.’ 1923 (Atatürk’ün s.d.1ı, s.85)
‘Ölüm, yaradılışın en doğal bir yasasıdır.’ 1923 (Atatürk’ün s.d.ıı, s. 74 – 75)
Bunun gibi onlarca sözü mevcut. Ancak Atatürk’ün de sözleri var. Aradaki fark oldukça ilginç.
‘Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz.’ (Kazım Karabekir ‘Paşaların Kavgası’ 1991 sf 143)
‘Natür (tabiat) insanları türetti, onları kendisine taptırdı da. İnsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki, insan tabiatın mahlûkudur.’ (Atatürk’ün söylev ve demeçleri ı1, s. 279) yıl: 1935
‘İnsanlar sularda kaynaşıp çırpınan bir varlıktan bugünkü şekline geldi. İnsanın bugünkü yüksek zekâ, idrak ve kudreti, milyonlarca ve milyonlarca kuşaktan geçerek hazırlandı. Artık insan bugün, doğanın sonsuz büyüklüğüne ve doğa içinde kendi türünün yazgısına, gittikçe büyüyen bir irade ve bilinç ile bakıyor.’ 1930 (Afet İnan, Atatürk hakkında h.b., s. 267)
‘Bizim dünyamız -bilirsiniz- topraktan, sudan ve havadan oluşmuştur. Yaşamın da esas unsurları, bunlar değil midir? Bu unsurlardan birinin eksikliği, yalnız eksikliği değil, sadece bozukluğu, yaşamı imkânsız kılar.’ 1935 (Atatürk’ün s.d.ıı, s.278)
‘Yaşam, herhangi bir doğa dışı etkenin karışması olmaksızın dünya üzerinde doğal ve zorunlu bir kimya ve fizik seyri sonucudur.’ 1930 (Afet İnan, Atatürk  hakkında h.b., s. 267)
Fark etkileyici. Tabi ki insanlar zamanla değişiyor gelişiyor. Bu mümkün ama ben öyle olduğunu düşünmüyorum.
Mustafa Kemal’den Atatürk’e geçiş uzun soluklu olmadı. Oldukça sert ve çabuk oldu. Dönemin anıları okunduğunda ‘Mustafa Kemal böyle böyle diyordu nasıl bu hale geldi’ gibi oldukça fazla cümle okursunuz. Avrupa zekasına sahipti. Çok iyi siyaset biliyordu. Ama arkadaşları da aynı oranda saftı. Buna herkes şapka çıkartmalı. Silah arkadaşlarını ve halkı kandırdığı kısmı bir kenara atacak olursak ‘Mustafa Kemal‘ oldukça başarılı bir liderdi. Sivrilebilecek kişileri saf dışı bıraktı ve nispeten daha zararsız İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak’ı yanında tuttu. -Fevzi Çakmak ilginç biri. Mustafa Kemal için Kazım Karabekir’e ‘diktatör olmak istiyor, güvenilmez biri’ gibi görüşler bildiriyor ancak daha sonra yanından ayrılmıyor-. Üstelik şanslıydı. Sakarya savaşı öncesi alkollü bir şekilde teftişte attan düşüp kaburga kemiğini kırması, savaş sırasında askeri geri çekerken Fevzi Çakmak’ın taktiğini dinleyip savaşın seyrinin değişmesi, bunun üzerine meclisten ‘Gazilik’ ve ‘Mareşallik’ -iddialara göre biraz da altın- istemesi akabinde meclisin ‘bu adam padişah olmak istiyor’ söylentileri altında bunları alması ve Nutuk’ta ‘Meclis bana Gazilik verdi’ diye yazması sadece şansla açıklanabilir. Sakarya Savaşından ‘zaferle’ dönerken genç bir mebus meclis tahtasına şunu yazdı: ‘Her millet kendi putunu kendi yapar, kendi tapar’. Bunu yazan mebusun adı Ziya Hurşit’ti ve 1926 yılında İzmir Suikasti davasında idam edildi.
Aylarca Ankara’dan ayrılmadı. Türkçü söylemden uzak durdu. Meclis başkanı olduğu gün ışığı gördü ve ‘Yeni devleti kurdum‘ dedi. Ve kurdu. Küçük bir operasyonla kendini yeni devletin devlet başkanı ilan etti. 29 Ekim 1923 günü, 334 vekilin çoğunluğunun haberi dahi olmadan 158 oyla Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu. Bu meclis darbesi 100 yıl sürecek olan darbeler tarihimizin temelini oluşturdu.
Siyasi olarak tarihteki en kurnaz liderlerden biri. Ve aynı oranda acımasız olduğu görülüyor. Düzmece İzmir suikasti davasıyla son kalan muhalifleri temizliyor. Üstelik bir çoğu ‘Kurtuluş Savaşını’ beraber yaptığı arkadaşları iken. Yani o ortalarda yokken İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde savaşı başlatan kadroları bir bir temizledi. Oldukça ‘vatansever’ bir hareket. İnsan arkadaşlarını ölüme göndermemeli. Nasıl biri liseden beri beraber okuduğu ve en parasız zamanlarda oda arkadaşı olan birinin-Arif Bey- idamını imzaladığı gece sabah kadar dans etti ve herkesin dans etmesini istedi. Sanıyorum bunu bir başkası yapamazdı. İşte Mustafa Kemal’in büyüklüğü tam olarak bu nokta.
izmir
Kazım Karabekir bile silah arkadaşlarının mahkeme salonunu basması sonucu kurtuldu. O da asılacaktı. Korktular. Asamadılar ama 1938’e kadar ‘hainler’ sınıfında yer aldı. Nutuk’da da  Suikast korkusuyla yıllarca evinden çıkamadı. Rauf Orbay son anda yurt dışına kaçarak asılmaktan kurtuldu. Nasıl bir hırs nasıl bir öfke anlamakta güçlük çekiyorum. Cumhuriyet’in ilanından sonra onu ‘diktatörlükle’ suçlayan Ali Şükrü Bey’i Topal Osman’a öldürtüyor – Topal Osman daha sonra kullanıldığını anlayıp köşkü basacak ve ‘malum çarşafla kaçma’ hikayesi gerçekleşecekti-. Daha sonrada Topal Osman’ı öldürttü. Müthiş bir siyasi satranç ustası.
Fikriye’nin Çankaya’daki intiharı bugün bile bir sır. Atatürk’ün uşağı mezarın köşkün bahçesinde büyük çam ağacının altında olduğunu yazar. O dönem Çankaya köşkünde ‘intihar’ sıradan bir olaydı. Dönemin yakışıklılarından Vedat Uşaklıgil- Latife hanım’ın amca oğlu-yine Çankaya’da intihar edenlerden. Yakışıklı, sanatçı yönü olan bir genç. Sebeplerini Rıza Nur hatıratlarında anlatır. Muhtemelen Latife Hanım’ın saklanan günlüklerinde de olay ‘gerekçesiyle’ yazıyordur. Boşanma sebeplerinden biri olarak. Ben değinmek istemiyorum çünkü benimkiler tahmin. Zavallı Latife ömrünün sonuna kadar bu konuda tek kelime edemedi. Üzücü. Kazım Karabekir’in İstiklal Harbimizin Esasları kitabında da benzer bir konu vardır.
Rıza Nur‘un anılarını önemserim. Lozan’a Türk heyetiyle beraber giden Rıza Nur hatıralarını yazmadan önce gayet aklı başında siyasi bir figür iken-bakanlık da yaptığına göre- anılarını yazdıktan sonra rejim tarafından dışlandı. Deli ilan edildi. Bu bile okumam için yeterli bir sebep.
‘Milli kıyam ve milleti kurtarmak uğrunda nice canlarını vermiş, nice kellesini koltuğuna alarak çalışmış adamlar var. Bunların bir hatırasını bile yadetmeyip, onların kanları pahasına aldıkları şerefleri bir adam kamilen kendine alıyor, hem bir katre bile kanını zayi etmeden… Alçak dünya’ (Dr.Rıza Nur, Hatıratım, 3. cilt sayfa 25) Gayet başarılı tespitleri var bana göre. Lozan hakkında da ondan baya şey öğreniyoruz. Bunlar başka konular tabi.
zehra vesikalıkBirde intihar eden ‘üvey evladı’ vardı. Zehra Aylin. Amasya’da bir yetimhaneden alınan ve Çankaya’ya getirilen güzel bir kız. ‘Evlatlık’ olarak. İnsan niye intihar eder ki? Avrupa’dan ‘üvey babasının’ yanına dönerken üstelik, trenden atlayarak. Hadi etti mezarı niye olmaz? Atatürk’ün ‘üvey evladı’ olmak kötü bir şey midir? Kim bilir…

Başarılı bir diktatör olduğu yönündeki yaygın kanının aksine bana göre pek de başarılı bir diktatör olduğu söylenemez. Hatta çoğu zaman aldığı kararlarda sofradaki alkışların tesiri olduğunu düşünüyorum. Geçmişi incelendiğinde bir ideali yada bir davası olmadığı görülüyor. Başarılı bir asker de değildi. Bugün bile çözülememiş Filistin hezimetinde baş aktör olarak adı sıklıkla geçer. 57.000 askerin silahlarıyla esir alındığı, Mustafa Kemal’in birkaç yüz askerle beraber Adana’ya kadar ‘geri çekildiği’, İsmet Paşa’nın ‘başkasının atını alarak’ bölgeden uzaklaştığı bir hezimet. Her açıdan ilginç. Mustafa Kemal‘in komutan sözü dinlememek gibi bir tarafı olduğu araştıranlar tarafından bilinir.  Filistin cephesinde de bu hastalık nüksetmiş olabilir. Tabi İngilizlerin cephedeki diğer kumandan olan Ali İhsan Sabis‘i cepheden alıp yerine Mustafa Kemal‘i getirilmek istedikleri bilgisini de bir kenara not almakta fayda var. Bir de 1919′da tüm üst rütbeli subaylar Malta’ya sürgüne gönderilirken 2 kişinin ‘unutulduğunu’ görüyoruz. Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak. Her ikisi de daha sonra kurulan ülkede en üst mevkilerde oldular. Tesadüf olmasa gerek.
Daha da ilginç olan 1918′de İngiltere dış işleri bakanı Lord Curzon‘un günlüklerinde başkenti Ankara olan bir Türk devletinin kurulmasından bahsetmesi. Müthiş bir öngörü olsa gerek…
Tarihçilik açısından da büyük bir gücün her zaman Atatürk’ün yanında olduğunu görüyoruz. Buna rağmen Enver Paşa’nın yeğeni Halil Paşa’nın komutanlığında İngilizlere en büyük bozgunu yaşatan Kutü’l Amare savaşının tarih kitaplarında yer almayışını anlamakta güçlük çekiyorum. Sanıyorum Enver Paşa‘nın savaşlarını küçümseme ve silme operasyonunun bir parçası. Tıpkı Çanakkale gibi. Başkomutanın adını anmayıp savaşta bulunan yüzbaşıyı ön plana çıkarmak gibi.  ‘Ben size ölmeyi emrediyorum‘ diyerek ‘herhangi bir emir almaksızın’ ağır makinelilerin üzerine gönderilen yüzlerce insan basit bir egonun kurbanı olabilir mi? ‘Dönmeyi düşünmediler…’ Öyle ya!
‘Ben Size Ölmeyi Emrediyorum’un gerçek Hikayesi:
1917′de Mustafa Kemal‘in genelkurmaya sunduğu raporda ‘hatıralarından’ aktardığı bir cümle bu. Savaş dönemi Enver Paşa’yla çekişme ve liderlik çabaları 1915′te olan bu savaştan yıllar sonra Mustafa Kemal’in hatıralarını biraz süslemiş ve kendi yorumunu da muhakkak katmıştır. Zaten yakın tarihimizin ‘legal yazılı’ birçok kısmının Mustafa Kemal’in hatıralarına dayandığını bu konuları az çok araştıran herkes bilir. Ancak bir gerçek vardır ki oda koca bir alayın ‘yanlış bir komutayla’ tamamına yakınının nispeten rahat savunma pozisyonundan, amaçsız ve tehlikeli saldırı pozisyonuna geçip siperlerde savunmada duran Anzak ağır makinalıları tarafından şehit olduğu gerçeğidir. Olay sonrası alayın tamamının bir emir sonucu öldüğü kısmı yine olayı biraz daha duygusallaştırmak amaçlı. Daha sonra bu birlikten arta kalanlar başka cephelerde de savaşmış hatta bir kısmı da Irak cephesinde İngilizlere esir düştüğünü öğreniyoruz. 57. alayın komutanı Enver Paşa olsaydı adım kadar eminim tarih kitaplarında ‘yanlış bir emir sonucu bütün alay şehit oldu’ gibi ifadeler görmek içten bile değildi. Her türlü başarının Mustafa Kemal’in müthiş öngörüsüne ve zekasına yüklenmesi gibi ‘koca bir alayın tamamına yakınının ölmesi’ gibi bir başarısızlığı da resmi tarihin büyük bir başarı olarak yutturulması ayrıca takdire değer.
Hasıl-ı kelam Mustafa Kemal‘e atfedilen Çanakkale kahramanlıklarının birçoğu savaş yıllarında değil savaştan çok sonra Yeni Mecmua isimli bir dergide ‘anlattıklarına’ dayanmaktadır. Üstelik Çanakkale savaşında bir ‘geçememe’ söz konusu olmayıp savaştan 3 yıl sonra İngilizler İstanbul’a girmişken ‘Çanakkale geçilmedi’ diye iddiada bulunmak gülünç. (bkz:İstanbul’un işgali)
Her neyse konu dağılıyor. Ne diyorduk? Evet diktatörler. Hitler’in bile bir samimiliği vardı. Yahudilere özgürlük vaadedip sonra onları öldürdüğünü sanmıyorum. En başından fikirlerini açıkça belli etti. Kafası zehir gibi çalışıyordu, çalışkandı ve prensipleri vardı. Bu ruh inkar etseler bile Almanlara işledi. En büyük sanayi şuan onlarda. 1. Dünya savaşında milyon sayıda askerini kaybetti, tüm ordusu dağıtıldı ama 18 yıl sonra tüm Avrupayı işgal edebilecek bir orduyu kurdu. Bunu başka bir devlet yapamadı. 2. dünya savaşında da yenildi, farkında olmasa da İsrail devletinin kurulması için gereken finansmanı sağladı ama bugün yine Avrupa’nın en büyük ekonomisi olmayı başardı. Müthiş bir başarı bu.
Dönemin ‘Dictatorship’ karikatürü: Mussolini-Stalin-Kemal..
391715_182717588481273_117153511704348_411881_1721733171_n
Her dönemin kendince şartları var bunu biliyorum. Diktatörlerin bile oraya gelene kadar çeşitli tesadüflerle karşılaşmaları doğal. Ama Mustafa Kemal’de durum çok farklı geliyor. Sanki büyük bir güç onu oraya getiriyor. Ama o bunun farkında bile değil. Zaten son yıllarında ülkeden haberdar bile değil. Halkın açlık ve sefalet içinde olduğu bir dönemde Savarona gibi o dönem dünyanın en lüks yatlarından birini devlet bütçesiyle alıyor. Hindistan müslümanlarının savaş için gönderdikleri para ile kendi bankasını kuruyor. Her açıdan lükse düşkün. ‘Halkçı’ olduğu yönündeki iddialar atmasyondan ibaret. Kötü bir ‘burjuva devrimcisi’. Bu yüzden en büyük desteği bugün bile burjuva oluşturuyor.
Her dönem farklı bir hareket ve söylem içinde. Padişahın kızını alarak saraya girme çabası içinde de olabiliyor, halife olup hiç değilse bir kaç yıl yönetici olmak arzusu içinde de. 17 Kasım 1918′de Minber gazetesinde çıkan söyleşisinde “İngilizlerden daha hayırhah (iyiliksever) bir dost olmayacağı” mesajını veriyor. Yada İngilizlerin Daily Mail Gazetesi’nin muhabiri G. Ward Price ile Pera Palas’ta görüşmesinde ‘İngiliz idaresinde sömürge valisi olmak istemesi‘ bunlara örnek. Ama bunları önemsemiyorum. Savaş sırasında düşmana söylenen her şey zaman kazanma ve farklı stratejik hesaplara hizmet etme amacında olabilir. Ama ölmeden önce dönemin Ankara İngiliz büyükelçisi Sir Percy Loraine tarafından  İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderilmiş bir telgrafı ‘bitirici vuruş’ olarak oldukça önemli buluyorum.
Bu telgrafta Loraine, Lord Halifax’a şunları yazıyordu:
”… Huzuruna vardığımda ekselanslarını yastıklara yaslanmış vaziyette, iki tabib ile, hemşirenin tedavisi altında gördüm. Ben girdiğimde, Reis (Mustafa Kemal), hizmetinde bulunanların ve hemşirelerin dışarı çıkmalarını istedi ve ihtiyaç anında kendilerini çağırabileceğini ifade etdi.
Ondan sonra, ekselansları benimle yavaş yavaş, fakat dikkatlice konuşmaya ibtida etdi. Beni hiç bir zaman bana layık olmayan makamda görmek istemediğini, “Beni daima en layık makamlarda görmek istediğini” ve beni buraya onun için çağırdığını söyledi. Hakkımda arzuladıklarını gerçekleştirmem için çok ricada bulundu. Kendisine müsbet bir cevab vermemi taleb ediyordu.
Şüphesiz ben geçmişte onunla bir arada çok bulundum ve çok görüşmeler yaptım. Fakat bu, son  görüşmelerim olabilirdi. O, uzun ve mâcerâlı hayatı boyunca beraber çalıştığı en yakınlarıda dahil, arkadaşlarından bir çoğunu, kendisinden uzaklaştırarak, kaybetmiş ve yapılan tavsiyelerin bir çoğunu da reddetmişti. Sadece benim dostluğuma ve nasihatlarıma güveniyor ve bu dostluğun pekişmesine ehemmiyet veriyordu.
Ben sanki Türkiye’nin başbakanıymışım gibi, benimle çok sade ve serbest bir vaziyetde devlet sırlarıda dahil herşeyi istişare ediyordu.
Onun bir reis olarak vefatından evvel, kendi makamı için birisini, İngiliz Hükumetine takdim etme selahiyeti vardı. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra “Türkiye’nin Reisi, (Cumhurbaşkanı)” olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karşısında benim nasıl bir cevab vereceğimi bir an evvel bilmek istiyordu…”
İngiliz tarihçi Martin Gilbert tarafından neşredilen “How Our Man Declined To Rule Turkey” isimli makalede bulunan bu telgrafı önemsiyorum-internette de bulunmakta-. Bu telgraftaki bilgiler gerçek ise İngilizlerle mücadele eden büyük anti-emperyalist lider ülkesini yine bir İngiliz’e emanet etmek istiyor. Tek kurşun atmadan üstelik…
Her ulus devletin tarihi yalanlarla doludur biliyorum. Ama sanıyorum bu kadar yalanı bu ülke kaldıramaz. Er yada geç gerçek tarihimizle ve gerçek liderimizle tanışacağız. İsteseler de istemeseler de…

Share this: