İran Fitnesi İran Tehlikesi

Uzun yıllardır İran Şialarına karşı “sapık” “kafir” “dinden çıkmışlar” gibi bir çok nitelemeyi reddetmiş onların da Müslüman olduğunu iman halinde olduğunu ancak bir takım konularda farklı düşündüklerini ve bu konuda ki farklılıklarının hesabını da bizlerin kesemeyeceğini düşünüyordum.
Hala öyle düşünmekteyim
Bu işin itikadi yönü
Burada ise İran tehlikesinden bahsederken İTİKADİ olarak değil siyasal olarak takip ettiği yoldan bahsedeceğiz.
View original 902 more words
Kürt istilasının 95 yılı – BÖYLE GİDERSE 20 SENE’YE KALMAZ TÜRKIYE YOK OLUR !
Kürt istilasının 80 yılı
Elbette bunun üzerine çokça yazılacak, değerlendirme yapılacaktır. Burada sol partilerin eksiklikleri öne çıkartılabilir ya da sağcı güçlerin arkasındaki dış destek.
Bunların hepsi de önemli doğrulardır.
Ancak Türkiye’nin toplumsal yapısını analiz ederken, gerçek mesele üzerine nedense hiç eğilinmez.
Bu, ülkenin tabusudur.
En son Türk Tarih Kurumu Başkanı Halaçoğlu’nun yaptığı gibi, bu ülkenin nüfus yapısı üzerine bir fikir beyan etmek isterseniz, ne ırkçılığınız kalır ne bölücülüğünüz; oracıkta ipinizi çekiverirler.
Ancak ülkemizin toplumsal yapısı üzerine ve geleceğimiz üzerine konuşacaksak işe nüfus yapımızla ve bu nüfus yapımızın değişimiyle başlamalıyız.
İnsan hakları, halkların kardeşliği gibi vicdani kategorileri bir kenara bırakıp, doğrudan rakamlara bakarak, ülkemiz nereye gidiyor bunu değerlendirmemiz artık zorunluluk halini almıştır.
Teorinin, hikâyenin yerini biraz çıplak gerçeğin…
Rakamlarla Türkiye gerçeği
22 Temmuz seçim sonuçlarını pek çok kesim
şaşkınlıkla karşıladı. Türkiye’de 1950 ile başlayan sağ iktidarların son
aşamasıydı bu. %47’lik AKP oyuna diğer sağ partilerin oylarını da
eklediğinizde neredeyse %70’i geçiyor. Elbette bunun üzerine çokça yazılacak, değerlendirme yapılacaktır. Burada sol partilerin eksiklikleri öne çıkartılabilir ya da sağcı güçlerin arkasındaki dış destek.
Bunların hepsi de önemli doğrulardır.
Ancak Türkiye’nin toplumsal yapısını analiz ederken, gerçek mesele üzerine nedense hiç eğilinmez.
Bu, ülkenin tabusudur.
En son Türk Tarih Kurumu Başkanı Halaçoğlu’nun yaptığı gibi, bu ülkenin nüfus yapısı üzerine bir fikir beyan etmek isterseniz, ne ırkçılığınız kalır ne bölücülüğünüz; oracıkta ipinizi çekiverirler.
Ancak ülkemizin toplumsal yapısı üzerine ve geleceğimiz üzerine konuşacaksak işe nüfus yapımızla ve bu nüfus yapımızın değişimiyle başlamalıyız.
İnsan hakları, halkların kardeşliği gibi vicdani kategorileri bir kenara bırakıp, doğrudan rakamlara bakarak, ülkemiz nereye gidiyor bunu değerlendirmemiz artık zorunluluk halini almıştır.
Teorinin, hikâyenin yerini biraz çıplak gerçeğin…
View original 3,410 more words
Türk oğlu, Türk kızı Türklüğünü koru!
Türk oğlu, Türk kızı
Türklüğünü koru!
Türklüğünü koru!
Türk oğlu, Türk kızı
PKK teröründen bağımsız bir Kürt sorunu
varsa ve siz bu sorunu PKK sorunundan ayırarak, demokratikleşme yolu ile
çözeceğiz diyorsanız bunun ne anlama geldiğini de açık seçik ortaya
koymalısınız. Türklüğünü koru! Bu şu anlama gelir: 1- Türkiye’de Kürtlere demokrasi tanınmamıştır. Bu nedenle Kürt sorunu bir demokratikleşme sorunudur. 2- Kürtler demokrasi istemektedir. 3- PKK, Kürtler demokrasi istediği için ortaya çıkmıştır. 4- PKK terör uygulamıştır ama bunu da demokratik hakların elde edilmesi için yapmıştır. 5- O halde PKK terörünü ortadan kaldırmanın yolu açıktır: Devlet teröre engel olmak için demokratikleşecek, PKK ise demokratikleşmenin önünü açmak için terörü bırakacaktır. 6- Böylelikle Demokratik Cumhuriyet’e gidilecektir. 7- Terörden vazgeçmiş bir terör örgütüne siyaset yolu açmak, onun bir daha teröre başvurmasına engel olacak bir yöntemdir. Bu nedenle PKK’ya siyasi af çıkarılacaktır. 8- PKK terörden vazgeçip siyaset yapacağına göre, PKK’ya bağlı militan güçleri yatıştırmak için bu örgütün elebaşısı da… |
View original 1,590 more words
Kürt sorunu yok, Kürt istilası var! VATANIMZI KAYBEDİYORUZ !
Kürt sorunu yok,
Kürt istilası var!
Kürt istilası var!
Terörle mücadeleyi yasalar değil ABD kısıtlıyor
Ordu ve Hükümet kanadından Kürt meselesi üzerine açıklamalar gelmeye devam ediyor.
Genel Kurmay İkinci Başkanı’nın “sınır ötesi”
açıklamasından sonra bu defa da Genel Kurmay Başkanı’ndan “Yetkilerimiz
kısıtlı. Bu kısıtlı yetkilere karşın terörle mücadele ediyoruz”
açıklaması geldi.
Ordu kanadının terörle mücadeleye vurgu yapan
açıklamalarına karşın Hükümet sorunu bir “terör” ve “terörle mücadele”
sorunu olarak değil, “demokratikleşme” sorunu olarak gördüğünü, hatta
“milli bir mesele” olarak gördüğünü bizzat Başbakan’ın ağzından
açıkladı.
Öncelikle Ordu kanadının görüşleri üzerinde biraz
durmakta fayda var. Genel Kurmay, mevcut yasaların kendilerinin terörle
mücadelesini kısıtladığından bahsediyor. Hükümet ise askerin terörle
mücadele etmesi için herhangi bir kısıtlama olmadığı cevabını veriyor.
Terörle mücadele hukuki bir mesele değildir. Çünkü
ortada terör varsa, hukuk dışı bir olguyla karşı karşıyayız demektir.
Böyle bir durumda, yapılacak iki şey vardır, birincisi hukuk dışına
çıkan terör güçlerini yakalamak ve hukuka teslim etmek. İkinci yol ise
hukuk dışına çıkan terör güçlerini, silah yolu ile engellemek, yani
askeri yol.
Ordu, terörle mücadelede silahı kullanır. Onun
görevi, devlete silah çeken teröristi etkisiz hale getirmek, silah
bırakmaya zorlamak, yakalamak, en son seçenek olarak da yok etmektir.
Ordu’nun şikayeti eğer mevcut yasalarla
teröristlere, onların destekçi ve yandaşlarına caydırıcı bir veza
verilemediği ise bunda elbette haklıdır. Bir terör örgütünün, örgüt
üyelerinin ve yandaşlarının serbestçe hareket etme hakkına sahip
oldukları bir ülke durumundadır Türkiye. Ama bunun böyle olması,
Ordu’nun terörle mücadele etmesinin kısıtlanması değildir. Siz teröristi
yakalarsanız ve onu hukuk bırakırsa yapmanız gereken teröristleri
yakalamaya devam etmektir. Zaten serbest bırakılıyorlar diye bir bahane
olamaz.
Burada Ordu’nun, terörle mücadelede en büyük
kısıtlayıcı gücü açıklamadığını belirtmeliyiz. Bugün Türk Ordusu terörle
yeterli şekilde mücadele edememektedir çünkü Ordu’nun terörle
mücadelesi ABD tarafından kısıtlanmaktadır. Türk Ordusu, arkasında
ABD’nin bulunduğunu bildiği teröristlerle mücadele edememektedir. Çünkü
böyle bir mücadelenin sonunda ABD ile savaşma riski bulunmaktadır.
Ancak gerçek bu olduğu halde Ordu, terörün
arkasındaki esas güç olan ABD’nin askeri gücünü ortaya koyacağına, tam
tersi kaçamak bir yol tutmakta ve AB Uyum Yasaları’nı hedef almaktadır.
Ordu burada açıkça hedef saptırmaktadır. Bunun siyasi izdüşümü ise, AB
karşıtı ABD’ciliktir.
|
ABD uluslararası Kürt meselesinde dümeni ele aldı
PKK’nın son dönem artan silahlı eylemliliğinin
arkasındaki gücü Ordu doğru bir şekilde tespit edebilmiş midir? Ya da
bunu açıklayacak cesarete sahip midir acaba?
PKK eylemliliğini, Türkiye’nin AB sürecini
baltalamakla açıklayan teoriler, özellikle iktidar içindeki Kürtçüler
tarafından ve bir kısım medya tarafından yüksek sesle dillendirilmeye
başlandı.
PKK’nın silahlı eylemleri, AB Uyum Yasaları’nı
hedef konumuna getirecektir. Çünkü gerçeken de mevcut yasal düzenlemeler
terörü cezasız bırakmakta, hatta devlete karşı terörü korumaktadır. Bu
nedenle PKK eylemleri, nesnel bir şekilde, toplum içinde AB’ye ve AB
Yasaları’na tepkiyi yükseltecektir.
Bu işin doğasıdır. Bu eylemlere girişen PKK da
elbette bunun bilincindedir. Ancak PKK’nın eylemleri, Türkiye’nin AB
sürecinde tam olarak nereye düşmektedir?
PKK’nın son silahlı kampanyası dikkat edilirse
ABD’nin tüm Orta Doğu’da PKK’ya yüklediği yeni misyonla doğrudan
alakalıdır. PKK’yı uluslararası operasyonel güç olarak değerlendiren
ABD, bu gücü Türkiye, İran ve Suriye’nin üzerine salmıştır. Artan PKK
terörünün nedeni, ABD’nin uluslararası Kürt meselesinde dümeni ele almış
olmasıdır.
Kuzey Irak merkezinde denetimi ele alan ABD, bölge
ülkelerine ve elbette Kürt meselesinde söz sahibi olmak isteyen rakibi
AB’ye karşı önemli bir avantaj elde etmiştir. Bu avantajı
değerlendirerek, uluslararası Kürt hareketinin ikinci ayağı olan PKK’yı
da tümüyle ele geçirmiştir. PKK’nın ABD tarafından tümden ele
geçirilmesi, uluslararası Kürtçülüğün hamiliğinin Avrupa’nan ABD’ye
geçmesi demektir. Bu bakımdan ABD, çok önemli bir uluslararası mevzi
kazanmış bulunmaktadır.
PKK saldırıları neyi hedefliyor?
Böyle bir mevzide başlayan PKK saldırıları, doğrudan ABD’nin lehine bir süreci tetiklemektedir.
Şöyle ki:
1- PKK saldırganlığı Türkiye’de
AB’ci çevreleri tecrit etmektedir. Böylece ABD, AB’ye karşı
güçlenmektedir. Türkiye’nin AB üyelik görüşmelerinde sıkışacağını gören
ABD, PKK’yı Türkiye’ye saldırtarak Türkiye’yi AB’dern kopartmakta ve
kendine bağlamaktadır.
Bu noktada Kıbrıs’taki gelişmelerle Kürt
meselesindeki gelişmeler birbirini doğrulamaktadır. ABD’nin Kürt
meselesinde inisayatifi ele almasına Fransa, Rumların hamiliğine
soyunarak ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışarak cevap vermektedir.
Ancak bu silah da geri tepmekte, Türkiye’de AB karşıtlığını
arttırmakta, Türkiye’yi daha çok ABD’ye itmektedir.
2- PKK saldırıları Türk
hükümetini bir çıkmaza sokmaktadır. Terör, bir hükümet için olabilecek
en önemli sorundur. Terörle mücadelede yetersiz kalan hütkümet ayakta
kalamaz.
Bunu gören Hükümet, ister istemez ABD taleplerine
boyun eğmek zorunda kalacaktır. Terörün bitmesi karşılığında teröre ve
arkasındaki ABD’ye belli bazı tavizlerin verilmesi gerektiği düşüncesi
güç kazanacaktır. Nitekim öyle de olmaktadır.
3- PKK saldırıları sadece
Hükümeti değil aynı zamanda Ordu’yu da yıpratmaktadır. Teröre karşı eli
kolu bağlı bir asker görüntüsü Ordu’nun prestijini düşürmektedir.
Ancak Ordu üzerindeki asıl etkisi prestij
kaybından ziyade askeri bir tehdittir. ABD, PKK’yı saldırtarak Türk
Ordusu’na bir savaş durumunda ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.
Teröre karşı mücadelede bile yetirsiz kalan bir ordunun ABD’ye karşı
savaşı göze alması elbette beklenemez.
4- Son olarak PKK saldırıları
Amerikancı bir darbenin ön koşullarını sağlamaktadır. Artan terör, ister
istemez sivil idareden askeri bir idareye geçişi zorlar. Dünyanın her
yerinde yoğun şiddet olan ülkelerde askeri önlemler çoğalır. Türkiye’de
artan terörün askeri önlemleri arttıracağı beklenmelidir.
Ama sadece önlemler değil aynı zamanda askerin
siyasal varlığı da artacaktır. Bu ise, ABD’nin tam da 12 Eylül
stratejisidir. Terörü önce tetiklemek, sonra ise onu dizginleyecek bir
komuta kademesine olur vermek! Artan terör kampanyasının böyle bir
sonucu da beklenmelidir.
|
Türkiye’yi Apo ve PKK’ya
muhtaç etme operasyonu
muhtaç etme operasyonu
Türkiye’ye böylesi bir stratejik saldırı başlatan
ABD aynı zamanda kendi denetimindeki medyayı da manipülasyon için
devreye sokmaktadır.
1- Amerikancı Akşam gazetesi,
artan saldırıların Türkiye’yi sınır ötesine çekmeye çabaladığını, bu
tuzağa düşülmemesi gerektiğini yaymaktadır.
2- Amerikancı Yeni Çağ gazetesi, artan ladırıların Türkiye’ye Kerkük’ü unutturmak için başlatıldığını yaymaktadır.
3- Amerikancı Aydınlık dergisi ve
Amerikancı Başyazarı Perinçek artan terörün Türkiye’yi Barzani ile
ittifaka zorlamak için yapıldığını yaymaktadır.
Enteresandır bu üç Amerikancı yayın organı da,
terörün arkasında ABD’nin olduğunu söylemekte ama ısrarla Türkiye’nin
Apo ile ve PKK ile mücadele etmesinin yanlış olacağını iddia etmektedir.
Hatta hedef saptırma olduğunu söylemektedir.
Oysa asıl hedef saptırma, PKK’yı ve elebaşısı
Apo’yu aklayan, olumlayan, destekleyen bu teorilerdir. Böylece Türkiye
tek bir şeye zorlanmakatadır. Sınır ötesinde, Kerkük’te, Kuzey Irak’ta
başını belaya sokmak istemeyen Türkiye, kendi Kürdü ile, yani PKK ve Apo
ile barışmalıdır. Ne de olsa Apo, yine de olabilecek en iyi Kürttür!
Bu teorileri, mevcut AB karşıtlığı, PKK içindeki
AB’ci bölünme haberleri ile birlikte ele aldığımızda oyun daha net
ortaya çıkar. Amerikancı medya, Türkiye’yi Apo’ya gül vermeye
zorlamaktadır. Bu kampanyada kullanılan Amerikancılardan Perinçek’in
zaten Apo’ya gül vermişliği vardır. Yani ABD doğru insanı
kullanmaktadır!
Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’dan verdiği mesaj
Bu noktada Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gezisi
devreye girmektedir. ABD’nin tehdidini gören Tayyip, Kürt meselesinde
isteneni yapmaktadır. Şimdilik PKK ve elebaşısı ile görüşemeyen Tayyip,
PKK destekçisi aydıncıkları makamında toplayıp onlarla barış sözleşmesi
yapmaktadır. Bu sözleşme gereğince Diyarbakır’a gitmekte ve orada da
aynı barış çağrısını yinelemektedir.
Tayyip Erdoğan’ın böyle hareket etmesi bizleri hiç şaşırtmadı. Tam da yapması gereken hamleyi yaptı.
1- Kürt sorununu kabul etti.
Bilindiği gibi PKK terör örgütünün temel çıkış noktası Türkiye’de bir
Kürt sorunu olduğu ve bu sorunun demokrasi içinde çözülmesi
gerektiğidir. Başbakan tam da bunları ifade ederek PKK ile aynı çizgide
olduğunu belirtti.
Ancak bu işte Tayyip’ten önce, Perinçek ve
Demirel’in katkıları unutulmamalı. Bilindiği gibi Perinçek dergisi
aracılığı ile Kürt sorununu kabul ettirmek için onca çabalamış ve
Demirel de “Kürt realitesini” tanıdığını açıklamıştı.
Bu üç Amerikancının, Tayyip, Perinçek ve
Demirel’in Lozan’da buluşması gayet manalıdır. ABD, has adamlarını AB’ye
karşı mevziye sürmektedir.
2- Tayyip Erdoğan Kürt sorununu
tanımakla kalmamış bunu İrlanda meselesine benzetmiştir. Bilindiği gibi
İrlanda yüzyıllardır İngiltere’nin sömürgesidir.
Türk olmasa bile Türkiye’nin Başbakanının kendi
ülkesi için bula bula bu örneği bulması anlamlıdır. Aynı Başbakan’ın
yarın bir Pontus meselesinden bahsetmesi ve bu sorunun demokratik yoldan
çözümünü savunması herhalde hiç bir Rumu şaşırtmayacaktır!
3- Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’ı
seçmesi de gayet anlamlıdır. Geçtiğimiz ay gerekirse sınır ötesine
geçeriz efelenmesinin arkasından gelen bu gezi, Başbakan’ın sınır
ötesinden kastının Diyarbakır olduğunu ister istemez
düşündürtmektedir!..
|
PKK’ya ve ABD’ye mesaj
Görüldüğü gibi Türkiye her halükarda Kürt sorunu
adı altında PKK’yı tanımaya ve onunla barışmaya zorlanmaktadır. Böyle
bir zorlanma karşısında neler yapılması gerektiğine gelince…
Öncelikle silahlı eylemlerin en sert şekilde
karşılanması gerekmektedir. Ordu’nun herhangi bir yasal yetkiye ihtiyacı
yoktur. Bunu göstermesi için Ordu’nun ABD’ye savaşırım mesajını
iletmesi gerekmektedir.
PKK son dönemde özellikle mayın saldırıları
düzenlemektedir. Mayın saldırısı, yüksek teknoloji kullanılan bir
saldırı türüdür. Doğrudan ordu gücü göstermektir. ABD, PKK’ya NATO
mayınlarını vermekte, Türkiye’nin mayın tarama araçlarını etkisiz
kılacak teknolojik desteği sağlamakta ve Türk devletini açıkça tehdit
etmektedir.
Türkiye bu saldırıya karşı öncelikle yurt içinde
geniş çaplı bir operasyon başlatmalıdır. Bir kaç yüz PKK teröristinin
leşini yere sermeden ABD’ye mesaj verilemez.
PKK saldırılarının kesilmesi için İmralı
umursanmalıdır. Terörün elebaşısı İmralı’dadır. İmralı’daki elebaşını
tam tecride almak, dışarıyla tüm bağını kesmek, ABD’ye ikinci mesaj
olaccaktır.
Kürt istilasının nüfus kayıtları
Ancak bu tür askeri önlemlerle bu mesele
çözümlenemez. Öncelkle Türk milletinin Kürt meselesi konusunda
bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye Başbakanının tersine biz
Türkler Türkiye’de bir Kürt meselesi değil bir Kürt istilası olduğunu
düşünüyoruz. Yaşadığımız en önemli sorun budur.
PKK terör eylemlerini 15 Ağustos 1984’te
başlatmıştı. Terör örgütünün arkasında emperyalist bir güç bulunmakla
birlikte terörün sonuç alınacağı toplumsal dokunun yaratılması da önemli
bir meseleydi. Yani bölücülüğün sosyal, siyasal ve herşeyden önce de
demografik zemininin yaratılması gerekiyordu.
Bu amaçla Özal iktidarı ile birlikte Türklere
yönelik doğum kontrol kampanyası başlatılırken Kürtlerin nüfusunun
arttırılması için özel çaba harcandı. 2005 yılı nüfus istatistikleri
bugün karşı karşıya olduğumuz tehlikenin boyutlarını ortaya çok acı bir
şekilde koymaktadır.
1- PKK’nın aktifleştiği 1990’dan
2005’e geçen on beş yılda Türkiye nüfusu toplam %24 artmıştır. Ancak bu
nüfus artışının üstünde kalan bir bölge bulunmaktadır: Güneydoğu.
Güneydoğu nüfusu son onbeş yılda %40 artmıştır.
Güneydoğu’daki bu artışla birlikte Türk
bölgelerdeki nüfus azalması da dikkat çekicidir. Karadeniz, İçanadolu ve
Doğu Anadolu’nun Türk nüfusu artış göstermemiştir.
2- PKK, sadece Güneydoğu’da Kürt
nüfusu arttırmakla kalmamıştır. Aynı zamanda Güneydoğu’dan Batı illerine
doğru istila halinde bir Kürt göçü yapılmıştır.
Kürt istilası iki ana hattan ilerlemiştir.
Birinci hat Antep’ten Muğla’ya hatta Kuşadası’na
kadar giden sahil şerididir. Bu hatta kalan tüm iller Kürt akınına
uğramıştır. Nüfus yapısı tümüyle değişmiş kentler Kürtleştirilmiştir. Bu
hat, kıyı şeridi olarak, uluslarası ticaret, turizm ve tarım alanında
Türkiye’nin en önemli bölgesidir. Şu anda buraya yerleşen Kürt
istilacıların eline geçen bölge PKK’nın ekonomik gücünün önemli
kaynağıdır.
İkinci hat doğrudan büyük şehirlere, sanayi
merkezlerinedir. İstanbul, Ankara, İzmir, hatta Bursa ve Kocaeli gibi
şehirler büyük oranda Kürtleştirilmiştir.
Bu iki hatta başarıya ulaşan Kürt istilacılığı şu anda iki yeni hat daha açmış bulunmaktadır.
1- Sivas-Tunceli hattından Doğu Anadolu, İçanodolu ve Karadeniz’e çıkma.
Nitekim Erzincan, Sivas, Tokat, Ordu, Samsun şu an bu yeni hattın hedefi durumundadır. Bu yoldan PKK Karadeniz’e açılacaktır.
2- Çanakkale, Tekirdağ, Kırklareli hattından İstanbul’u Trakya’dan kuşatmak.
PKK’nın uzun yıllardır süren Trakya’ya yerleşme çabası özellikle Trakya’nın sanayi bölgesinde gerçekleşmiştir.
Böyle bir istila hareketi kaçınılmaz bir şekilde
Türkiye yöneticilerini olmasa bile Türkleri rahatsız etmekte ve
uyandırmaktadır. Yıllardır topraklarını, mahallelerini, evlerini bu
istilacılara açan Türkler yavaş yavaş bu komşuların hiç de iyiniyetli
olmadığını görmekte ve gördüğü yerlerde de tepkisini oltaya koymaktadır.
Son aylarda, Gönen’de, Çerkezköy’de, Bursa’da, İstanbul’da yaşanan
gerginlikler bu durumun habercisidir.
Böyle bir olasılık tüm Amerikancıları
ürkütmektedir. Hükümet provokasyon önlemleri alırken, diğer taraftan
Amerikancı medya devreye girmekte ve Türk-Kürt kardeşliği mavalı
okumaktadır. Lozan’da Tayyip Erdoğan’ın himayesinde konuşan Perinçek o
nedenle biz Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle Kürtler birlikte verdik
demektedir.
Böylelerine hadi ordan diyoruz. Kurtuluş Savaşı’nda 33 bin şehit verdik, bunun ancak 700 tanesi Kürttü: Yani %2!