KURT DUMANLI HAVAYI SEVER – OYUN İÇİNDE OYUN
Şubat 22, 2016

KURT DUMANLI HAVAYI SEVER – OYUN İÇİNDE OYUN
Güçlü devletlerin, kendi inançlarını yaymanın bir yolu da, o
milletin içinde fitne, anarşi çıkarmak; insanlar birbirleri ile
uğraşırken, kendi düşüncesini, kültürünü yaymaktır. Batılı devletler,
kendi “Hıristiyanlık” inançlarını yaymak için Osmanlının son zamanları
bu yol çok defa denendi. Bunlardan biri de, “Otuzbir Mart Vak’ası” dır.
Gazeteci yazar Ahmet Altan’ın ortaya attığı, “Otuzbir Mart Vak’ası” nın
perde arkası, günlerdir gazetelerde, TV’lerde tartışılıyor. Yılların
gazetecisi sayın Altan, bugüne kadar bu olay, “Dincilerin ayaklanması”
olarak öğretildiği için, toplum olarak “aldatıldığımızı” söylüyor.
Bu olayı ve Osmanlının son devrindeki diğer olayları, hatta
zamanımızdaki siyasi olayları tam anlayabilmek için “İttihat ve Terakki”
hareketini bilmek gerekir. Bu bilinmedikçe, olayları doğru olarak
yorumlamak, anlamak mümkün değildir. Bunun için önce, kısaca İttihat ve
Terakki’yi tanıtmak, yarın da Otuzbir Mart olayına değinmek istiyorum.
Osmanlı Devleti, “Hasta Adam” durumuna düşünce, Batılı devletlerin
iştahı kabardı. Devleti içeriden yıkarak kendilerine daha çok pay
sağlayacak gizli cemiyetler kurdular ve bunlara gizli destek verdiler.
İşte bunlardan biri de, 21 Mayıs 1889’da gizli kurulan, İttihâd-ı Osmânî
cemiyetidir. Daha sonra İttihat ve Terakki adını aldı. İtalyan
Karbonari mason teşkîlâtını örnek alarak kurulan bu gizli cemiyet,
hücreler hâlinde teşkilâtlandı. Cemiyet üyeleri, Pâris’te bulunan Jön
Türklerle irtibatlı çalışıyorlardı.
Nihai hedef olarak Osmanlı Devletini yok etme gayesini güden, ihtilâlci
bir kimliğe sâhip olan ve kurucularının ekseriyetinin mason olması ile
dikkat çeken bu cemiyet, ülke içinde veya dışında aynı gaye ile kurulan
cemiyetleri kendine çekerek kaynaştırmayı başardı. Her konuda olduğu
gibi, bu konuda da basın kendilerine büyük destek verdi. Zaten
İttihatçıları iktidar yapan da basındı.
İttihat ve Terakki, görevi gereği, Devletin başına büyük gâileler açtı.
Bir oldu- bittiye getirilerek Osmanlı Devletini, Birinci Dünyâ Harbine
soktu. Pek çok vatan toprağı elden gitti; yüz binlerce Müslüman-Türk
evlâdı şehid düştü.
İktidarda kaldıkları on senede, üç kıtaya yayılmış altı yüz senelik koca
bir imparatorluğu, korkunç bir ihtiras ve cehâlet ile târihin
derinliklerine gömen İttihat ve Terakki’dir. En az iki milyon kişiyi
cephelerde kar ve tipi altında veya kavurucu çöller ortasında çıplak,
aç, susuz bırakarak şehid olmalarına sebeb olan İttihat ve Terakkinin
ileri gelenleridir. Birkaç milyon kilometre kare olarak devraldıkları
bir memleketi, birkaç yüz bin kilometre kareye kadar küçülttüler.
Bu küçük toprak parçasını da düşman çizmelerinin altında bırakarak
kaçtılar. İlk olarak Enver, Talat ve Cemâl paşalar ile doktor Bahaaddîn
Şâkir, doktor Nâzım, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesini imzâ ettikten
bir gün sonra gece yarısı koca Osmanlı Devletini yıktıktan sonra,
hıyanetlerine bir yenisini ekleyerek kaçtılar. Enver Paşa Türkistan’da,
Talat Paşa Berlin’de, Cemâl Paşa da Tiflis’te, Ermeniler tarafından
öldürüldüler.
İttihatçılar, gerçek yüzlerini hep sakladılar. Menfaatleri neyi
gerektiriyorsa, öyle göründüler. Türk ve İslâm düşmanlarıyla işbirliği
yaptıkları, bünyelerinde bunlara yer verdikleri halde, Müslüman, Türkçü
ve milliyetçi bir çizgi takip eder göründüler. Fakat, Türk ve Müslüman
düşmanı Yahudi Emanuel Karaso ve Ermeni Hallaçyan gibileri İttihat ve
Terakkinin ileri gelen elemanlarındandı.
Cemiyet; kuruluş, teşkilâtlanma ve faaliyet bakımından farklı özellikler
taşıyordu. Cemiyetin yöneticilerinin çoğu masondu. Cemiyeti yöneten
genel merkez üyesi yedi kişinin kimlikleri, meşrûtiyet îlân edildikten
sonra bile açıklanmadı. Üyeler, masonların merâsimlerine benzer
usûllerle cemiyete alınırdı. Rehber üyelerce tavsiye edilen ve uygun
görülen kişiler, tahlif heyeti (yemîn kurulu) önünde yemin ederlerdi.
Heyet başkanı, önce cemiyetin gayesini, cemiyet üyeliğinin taşıdığı
sorumluluğu aday üyeye anlatır, sonra yemini okurdu. Aday üye, hangi
dine inanıyorsa kutsal kitabına, hançer ve tabanca üzerine el basarak
yemini tekrarlardı.
Cemiyete giren üye, teşkilâtın gayesi uğruna gerektiğinde canını fedâya
hazır olduğunu bu yeminle kabul ediyordu. Ayrıca cemiyetin vereceği özel
görevleri yerine getirmek için fedâî şûbeleri kurulmuştu. Fedâîler
görev sırasında öldükleri takdirde, cemiyet, âilelerine bakmayı taahhüt
ediyordu. Cemiyetin amaçlarına aykırı hareket eden, ihanet eden üyeler
için merkez heyetleri, mahkeme gibi yargılama yaparlar ve suçluyu ölümle
cezâlandırırlardı.
İşte İttihat ve Terakki buydu. Nihayet on yıllık korku ve zulüm devri
bitti. Fakat, geride zihniyetleri kaldı. Halk düşmanlığı, bölücülük,
partizanlık hastalıkları, İttihatçıların cemiyetimize adapte ettiği
alışık olmadığımız kötü örneklerden sâdece birkaçıdır.
OYUN İÇİNDE OYUN
Hıristiyanlığı yaymadan en büyük engel olarak gördükleri Osmanlı
Devleti’ni bir an önce yıkmak için, Batılı güçler, özellikle İngilizler
oyun içinde oyun oynuyorlardı. İttihat ve Terakki, Dış güçlerin ve
basının desteği ile halka zulmediyor, ordu içinde de kendisine karşı
olan, milletini, dînini ve vatanını seven subayları, orduda gençleştirme
bahânesiyle tasfiye ediyordu. Bu, halkta ve orduda büyük bir
huzursuzluğa sebep oldu.
Bu fırsatı değerlendiren dış mihraklar, Derviş Vahdetî ve arkadaşlarına
İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti’ni kurdurdular. Yayın organı olan Volkan
Gazetesi ile de İttihat ve Terakki aleyhinde faaliyet gösterdiler.
Bugüne kadar bu faaliyet, hep Sultan İkinci Abdülhamîd Han ile
irtibatlandırılmak istenmiş ise de hiçbir ilgisinin olmadığı artık kesin
olarak anlaşılmıştır. Sultanın aleyhinde olanlar bile bunu itiraf
etmektedirler. Aslında, İttihat ve Terakki’yi de, ona karşı hareketi de
çıkartan dış güçlerdir. Onların menfaat çatışmasıdır.
Volkan gazetesinde Derviş Vahdetî, Orduda erleri, İttihatçı
subaylara karşı kışkırtarak isyan ettirdi. Yüksek seviyede din adamları
ayaklanmada yer almadıkları gibi, bu isyana karşı çıkarak beyanname
neşrettiler. Sadece din cahili birkaç yobaz destek verdi. 31 Mart
gecesi, erler, isyan ederek subaylarını hapsettiler.
Görüşmelerle isyan yatıştırılmışken, kasıtlı olarak çıkartılan “
Meşrutiyet elden gidiyor “ yaygaraları üzerine, isyanı bastırmak için
Selanik’teki Üçüncü Ordu mensubu askerlerin ve Edirne’deki İkinci
Ordu’nun katılımıyla “Hareket Ordusu” İstanbul’a hareket etti. Zaten
esas maksat da buydu. Bu maksatla aylar öncesinden yol güzergahındaki
erzak depoları doldurulmuştu. Bunu çok az kimse biliyordu. Askerlerin
büyük bir kısmı gerçek durumdan haberdâr olmayıp, padişahı kurtarmaya
geldiklerini zannediyorlardı.
Hareket Ordusu İstanbul’a gelince, önce Yıldız Sarayı muhâsara edilerek Abdülhamîd Han hal edildi.
Otuzbir Mart Vak’asının gizli tertipçilerinden filozof Rızâ
Tevfik’in aşağıdaki îtirafı bu olay hakkında Türk târihine ışık
tutmaktadır: “1908 İhtilâlinden evvel, bizleri başta İngiliz sefiri
olmak üzere Fransız, İtalyan sefirleri de çok teşvik ettiler. Onlardan
büyük ölçüde fikri destek ve teşvik gördük. Nihâyet hürriyeti îlân
ettik!
Bir gün Talât Paşa’ya dedim ki: “Biz bu ihtilâl için ecnebi sefirlerden
hayli teşvik gördük. İşte hürriyeti îlân ettik. Gidelim, bu elçileri
ziyâret edelim, teşekkür edelim.”
Evvelâ İngiliz sefâretine gittik. Galatasaray’daki o muhteşem binâyı tam
bir ölü sessizliği içinde bulduk. Ben emindim ki sefir de dâhil olmak
üzere bütün sefâret erkânı içerdeydi. Fakat bizi karşılayan sefâret
kavası, kimi sorduksa “Yok!” dedi. Bir mânâ veremeden döndük.
Oğlum Said, İngiltere’de oturuyordu. Onu ziyârete Londra’ya gitmiştim.
Said’e İskoç asilzâdelerinden Lord Nicholson hayli yardım etmişti. Hem
bu alâkalarına teşekkür etmek, hem de eski dostluğu bir daha ihyâ
eylemek üzere ziyârete gittim. Sohbet sırasında İstanbul sefâretinin
bize gösterdiği o soğuk karşılama hatırıma geldi. Lord’a sebebini
sordum:
“Dostum Rızâ Tevfik Bey… Biz sizleri teşvik ettik. Büyük bir netice
bekliyorduk. İhtilâl olacak; Sultan’la beraber temsil ettiği hilâfet
müessesesi de alaşağı edilecekti. Beklediğimiz neticeyi tam alamadık.
Zîrâ ihtilâl yaptınız, fakat saltanat ve hilâfet müessesesi de yerinde
duruyor.” Lord’a tekrar sordum: “İngiltere devletini, hilâfet müessesesi
bu derece şiddetle neden alâkadar ediyor?
“Ha… Dostum Rızâ Tevfik Bey… Biz Mısır’da bilhassa Hindistan’da İslâm
kitlelerini idâremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık,
muvaffak olamadık. Halbuki Sultan, yılda bir defâ bir “selâm-ı şâhâne”,
bir de “Hafız Osman Kur’ân-ı kerîmi” gönderiyor, bütün İslâm ümmetini,
hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor.
İşte biz, ihtilâlden ve sizlerden ihtilâl sonunda, sultanların da, hilâfetin de, yâni bir selâm-ı şâhâne ve bir Hâfız Osman Kur’ân’ıyla kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık. İşte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz…”
Kaynak : (Ahmed Kabaklı-Temellerin Duruşması)Kaynak : Dinler Arası Diyalog Tuzagı – Mehmet Oruç