Terörü besleyen öğretmenler-1

2016-02-11-246989g

yeniakit.com.tr
Terörü besleyen öğretmenler
Türkiye 32 senedir PKK terörü ile boğuşuyor. Bir nesil 20 senedir. Eğitim
sistemi, öğrencileri imanlı ve inançlı yetiştirseydi bugün terörden eser
kalmazdı. Gençleri Allah’a ve ahirete inanan, adam öldürmenin büyük
günah olduğunu bilen ahlaklı insanlar olarak yetiştirebilmeliydik.
Türkiye’nin böyle bir eğitim politikası oldu mu?
Son beş yıl hariç, evet demek zor ama bundan sonra mutlaka olmalı.
En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed (sav) 23 sene öğretmenlik yaptı.
Putperest ve ahlaksız insanları Allah’a ve ahirete inanan, ahlaklı insanlar
olarak yetiştirdi.
Arabistan’da haksız yere adam öldürme son buldu.
Diri diri kızları toprağa gömme âdeti sona erdi.
Medine’de 120 yıl Buas Savaşları yapmış olan Evs ve Hazrec Kabileleri
arasındaki savaşlar son buldu.
Gönüller Sultanı Hz. Muhammed (sav) ensar ve muhacirleri kardeş ilan etti.
Mekke’den gelen muhacirler Medineli ensar kardeşi ile evini ve bütün
mallarını paylaştı. Dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir kardeşlik destanı
yazıldı.
Nadir Oğulları Yahudileri, Medine Sözleşmesi’ni hiçe sayıp Kâinatın
Efendisi’ne (sav) suikast düzenlemeye kalkınca Yahudilerle Müslümanlar
arasında savaş çıktı. Nadir Oğulları bir süre kalelerine sığınıp savunma
yaptılar. Sonunda teslim olmak zorunda kaldılar. Yahudiler sürgün edildi ve
malları mücahitlere kaldı.
Gönüller Sultanı (sav) ensara şu teklifi yaptı:
“Ganimetleri muhacirlere dağıtayım, onlar size ortak olmaktan
kurtulsunlar, razı mısınız?”
Ensar, fedakârlığın inanılmaz bir örneğini ortaya koydular:
“Ya Resulellah, ganimetleri muhacirlere ver, bizim mallarımıza ortak
olmaya da devam etsinler.”
Ganimetler muhacirlere dağıtıldı, muhacirlerin ensarın mallarına ortaklığı
kaldırıldı fakat kardeşlik devam etti.
Gönüller Sultanı Hz. Muhammed (sav) 23 senede Mekkeli, Medineli, Evsli,
Hazrecli bütün Müslümanları kardeşleştirdi. O, en sevilen öğretmendi.
İslamiyet insanları değiştiriyor, güzel ahlaklı, erdemli ve fedakâr hâle
getiriyor.
HÜKÜMETE, POLİSE, ASKERE SÖVEN ÖĞRETMENLER
Karne tatilinde Diyarbakır’ın bir ilçesinde çalışan genç bir öğretmenle
sohbet etme fırsatı buldum. Kura çekip göreve başlamış. Aşk ve şevkle
öğrencilerini eğitmeye çalışıyor.
Konu döndü dolaştı, öğrencilerin başarısına ve teröre geldi.
Öğrencilerin büyük çoğunluğunun PKK’ya sempati duyduğunu söyledi.
Öğretmenleri sordum.
Eğitim-Sen’li öğretmenlerin okulda çoğunluk olduğunu, terör örgütüne
sempati duyduklarını, öğretmenler odasında bile cumhurbaşkanına,
hükümete sövdüklerini, asker ve polise küfrederek çocuklarımızı
öldürüyorlar, dediklerini aktardı.
Sadece Eğitim-Bir-Sen’li ve dindar bir arkadaşının teröre karşı olduğunu
anlattı.
Donup kaldım.
Geçen yıl mayıs ayında Van, Edremit, Gevaş’ta okullarda başarı
konferansları verdim. Van’daki yatılı bir okulda saat 16’da öğrencilere
konuşacaktım. Eğitim-Sen’li okul müdürü beni bir saat oyaladı. Milli
eğitim müdürü okula gelince programı sabote edemeyeceğini anladı,
öğrencilerin yarısının salona inmesine engel olamadı.
Projeksiyonla sunu yapmak istiyordum fakat salonda projeksiyon yoktu.
Öğrencilere başarıya götüren yolu anlattım; ahlaklı, başarılı, kendinize,
vatana ve millete faydalı insan olun, dedim. Öğrenciler konuşmayı
fevkalade dikkatle dinlediler, konuşmadan sonra resim çekildik, milli eğitim
müdürü öğrencilere kitap hediye etti.
Eğitim-Sen’li müdür, bütün inisiyatifini kullanarak konuşmayı engellemek
istedi.
Bitlis’in Hizan kazası Nurs köyünde doğan Bediüzzaman Said Nursî,
ırkçılığa Frenk illeti (Avrupa hastalığı) kabul ve şöyle der:
“Eski zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe (ırkçılık),
Avrupa’nın bir nevî firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil (öldürücü zehir)
nazarıyla bakmışım. Avrupa, o firenk illetini (Avrupa hastalığı) İslam içine
atmış, tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun.” (Mektubat, 16.
Mektup, s. 66)
Bediüzzaman’ın eserlerini okuyan Kürtler ve Türkler İslam kardeşliği
paydasında birleşiyorlar. Dindar Kürtler teröre karşı çıkıyor. Irkçı ve dinsiz
olan terörü destekliyor.
Diyarbakır’da öğretmenlik yapan dostumun tespiti aynı gerçeğe işaret
ediyor. İnançlı öğretmen terörü tasvip etmiyor, Eğitim-Sen’liler destekliyor.
TERÖRE ÇÖZÜM
Öğretmenleri düzeltmeden eğitimi düzeltemeyiz.
Teröre sempati duyan öğretmenlerin yetiştirdiği öğrenci elbette terörist olur.
Öğretmenlikte 657 kalkanı kaldırılmalı. İmanlı, inançlı, bilgili, becerikli,
vatana ve millete faydalı öğretmenler bu peygamber mesleğini sürdürmeli.
Teröre destek veren, hükümete ve cumhurbaşkanına söven adamlar bu
meslekten ihraç edilmeli.
Öğretmenlerimiz; Hz. Peygamberin (sav) Veda Hutbesi’nde ifade ettiği şu
hakikati benimsetebilirse terörden kurtuluruz:
“Ey insanlar, Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Adem’in
çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap
olmayanın Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, sarı ırkın siyah ırka, siyah
ırkın sarı ırka bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan
korkmadadır. Allah yanında en kıymetliniz ondan en çok korkanızdır.”
Beyin Vitamini: Ahlaklı, bilgili, becerikli öğrenciler yetiştirmek isteyen
öğretmenlerimize En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed (sav) ve
Öğretmeni Başarıya Götüren Yol adlı kitaplarımı tavsiye ederim.
Öğretmenlik peygamber aşkı ve sabrıyla sürdürülürse ahlaklı ve imanlı
nesiller yeştirilebilir. (İrtibat, Nesil, 0212. 551 3225)
Bu makale 4.567
kez okundu
habervaktim.com
İsraf Çılgınlığı - M. Şevket Eygi
Yazarın Tüm Yazıları »
M. Şevket Eygi / Milli Gazete
ANKARA Büyük Millet Meclisi 1920’de çıkarttığı “Düğünlerde Men’-i
İsrafat Kanunu” ile israfı, hiç olmazsa düğünlerde önlemeye çalışmıştı. Bu
kanun artık yürürlükte değil ve Türkiye ikiye ayrılmış vaziyette.
Halkın büyük kısmı sıkıntı içinde yaşarken, küçük mutlu ve putlu bir azınlık
alabildiğine israf yapıyor, lüks çılgınlıkları içinde yaşıyor.
Kötü ve ahlaksız medya halkı israfa ve lükse özendiriyor.
Vatandaşın 60 bin liralık bir otomobile ihtiyacı var, gidiyor, faizli banka
kredisiyle 160 bin liralığını alıyor. Çünkü otomobil onun için bir ihtiyaç
olmaktan çıkmış, bir statü haline gelmiştir.
Günde dört beş milyon ekmeği çöpe atma israfını devamlı yazıyorum.
Allahın aziz nimetine karşı bu ne korkunç nankörlüktür.
Cep telefonu konusundaki israfa korkunç demek pek hafif kalır.
İstanbulda çöp kamyonları israf çöplerini toplamakta zorlanıyor.
Atılmaması, saklanması, tüketilmesi gereken nice maddeyi sorumsuzca ve
vicdansızca çöpe atıyoruz.
Ekmek mi bayatladı, at çöpe… Yemek henüz bozulmamış ama pişireli üç
gün olmuş, at çöpe… Bu kazak yepyeni duruyor, daha yenisini alacağım, at
çöpe…
Okulda okuduğum yıllarda, bir ülkede fert başına ne kadar çok su
tüketiliyorsa, orada medeniyetin o kadar yüksek olduğu hezeyanı
anlatılırdı. Sonra anlaşıldı ki, asıl medeniyet suyun israf edilmemesi,
dikkatli ve iktisatlı bir şekilde kullanılmasıymış.
En utanç verici israflardan biri, doyduktan sonra yemektir.
Ya devletin ve belediyelerin israfları… Lüks makam otomobilleri… Lüks
konaklama mekanları… Lüks yemekler… Sekiz sene önce bir tanıdığım
vardı, bir belediyede danışman idi… Makamına gitmiştim… Bir sürü
sekreteri, bir şoförü, lüks bir makam otomobili vardı. İsraf kere israf…
Bugünkü ekonomimiz bir israf ekonomisidir ve sonunda çatır çatır
çökecek, gümbür gümbür yıkılacaktır.
Halkımız mesken konusunda ölçülü değil. İlle de büyük olacak. Evin en
şerefli yeri olan salon saçma sapan kitsch mobilya ile dolu. Kadın, buraya
kocasını ve üniversitede okuyan oğlunu sokmuyor. Misafir gelecek, temiz
dursun diye. Bu ne aptallık ve beyinsizliktir. Hür ve medenî bir insanın
kedisi bile salondaki kanepe üzerinde sere serpe yatabilmelidir.
Lüks, pahalı, israflı otomobillere, meskenlere, ev eşyalarına yatırdığımız
yüz milyarlarca doları sanayie, üretime yatırmış olsaydık ve biz de o çekik
gözlüler gibi adam gibi çalışsaydık, Türkiye Ortadoğunun Japonyası
olabilirdi.
Geçen sene resmî bir ziyafete gitmiştim. Mönüde iki ana yemek vardı: Biri
biftek, ötekisi lüfer ızgara. Biri yetmez miydi?
Kanaatli ve iktisatlı olmak başkadır, cimri olmak başka. Bunun
anlayamıyoruz.
Kaç sene oluyor, bir gazeteci İKEA’nin milyarlarca dolarla oynayan süper
zengin sahibine sormuştu:
- Otomobiliniz biraz eski değil mi?.. Gülmüş ve şu cevabı vermişti:
- Hiç de eski sayılmaz, 15 senelik bir Volvo’dur.
Bizdeki lüks otomobil sevdalılarının güdük ve kısır akılları bu bilgeliği
anlayamaz.
Müslümanlar, iman sahipleri için yazıyorum: Kur’anda israf kötüleniyor.
Allah müsrifleri, israf edenleri sevmiyor. Kitabullah müsrifler için “Onlar
şeytanın kardeşleridir” buyuruyor. Roma imparatorluğunun yıkılış
sebeplerinden biri israf olmuştur.
Romanın azgın zenginleri ve ekabir tabakası, süslü sofralarda hayvanlar
gibi yer, midelerinde yeni bir lokma için yer kalmayınca, biraz öteye gider,
bir kaz tüyü ile kurcalar kusar, tekrar sofraya otururdu.
Günde milyonlarca aziz ekmeği çöpe atan Türkiye ıslah olmaz, israftan
kanaate ve şükre dönmezse Romanın akıbetine uğrayabilir.
İsraf sadece yemede içmede olmaz. Zaman israfı olur… Ömür israfı olur…
Meskende, yazlıkta, otomobilde, mobilyada, her şeyde israf olur…
Bilgelik sahibi vicdanlı bir insan israf etmez.
İyi bir Müslümanın, gerçek bir dindarın israf etme şansı yoktur.
Cenab-ı Hak hepimizi israf azgınlıklarından korusun.
İsraf gurura kibre yol açar… Gurur ve kibir küfre köprüdür…
11.02.2016
habervaktim.com
Amerika Neden Türkiye’ye Düşmanlık Ediyor? - D.Mehmet Doğan
Yazarın Tüm Yazıları »
Bizim neslimiz ABD düşmanlığının zirvede olduğu bir dönemi yaşadı.
Sokaklar Amerikan karşıtı gösterilerle dolup taşardı. Türkiye bağımsız
değildi… Bağımsızlığımızın önündeki engel Amerika idi. Her şeyi
emperyalistlerin, ABD’nin kontrolü altında bir ülke idi. Asıl kararlar
Türkiye dışında alınıyor ve mahalli komprador idareciler eliyle
uygulanıyordu. Bu idareciler halkı hiçe sayarak emperyalistlerle gizli
anlaşmalar yapıyor, vatan topraklarının bir kısmını “üs” adı altında onlara
peşkeş çekiyordu….
O günlerde “Bağımsız Türkiye” sloganından sonra “Go home” yani “evine
dön” diye bağırmak da vazgeçilmezler arasında idi…
Soğuk savaş şartlarında ABD düşmanlığının nereden kaynaklandığını
bilmemek saflıkla açıklanamaz. Amerikan karşıtlığının arka planında güçlü
bir Sovyet/komünist dünya vardı. İki ülke fiilen savaşmıyordu, ama
propaganda savaşı her yerde sürüyordu.
Peki Türkiye gerçekten Amerika’ya bağımlı mı idi? “Değildi” denemez!
Türkiye- Amerika ile ilişkilerinde hakim gücün borusu ötüyordu.
Türkiye’nin yönetimi, siyaseti üzerinde ABD’nin görünür bir tesiri vardı.
Bu sadece sağcı iktidarlar döneminde değil, kendini solcu ilan eden
Ecevit’in döneminde de bariz olarak hissedilebiliyordu.
Türkiye’nin ABD’ye mahkumiyeti, Kıbrıs meselesi dolayısıyla apaçık
ortaya çıkmıştır. İşe bakın ki, Türkiye’nin bağımsızlığını Lozan’da sağladığı
iddia edilen İsmet Paşa da Başbakan’dır. ABD Başkanı Kıbrıs’a
müdahaleye hazırlanan Türkiye’ye “benim silahlarımı kullanarak böyle bir
harekat yapamazsınız” mesajı İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye
de bu dünyada yerini alır” sözünü sarfetmesine yol açmıştı.
İnönü yeni bir dünya kurulmasına giden bir başlangıç yapacak kıratta bir
lider miydi? Değildi elbette. Onunki batı sistemine bir serzenişten öte anlam
taşımazdı. Nitekim yeni bir dünya kurulması için ilişkiler filan bozulmadı.
Yalnız Türkiye bütün ordusunu NATO emrine vermenin ne anlama geldiğini
öğrendi, kendi silah ve malzemeleriyle Ege Ordusu’nu kurdu. Kıbrıs
meselesinin Türkiye’ye birçok yararından biri de bu olmuştur.
Bizim ABD’ye nasıl baktığımız elbette önemli, fakat ABD’nin Türkiye’ye
nasıl baktığı daha da önemli. ABD’nin Türkiye’ye bakışının yalın bir bakış
olmadığı şüphesizdir. İsrail faktörünün bu bakışı en fazla etkileyen unsur
olduğunu söyleyebiliriz.
Türk-ABD dayanışması her zaman siyasetin gündemindedir. İşe bakın ki,
Amerika, bu dayanışmayı, “Muavenet” zırhlımızı bombalayarak
anlamsızlaştırmıştır, hem de 1990’larda… Bu arada şimdi bilinmeyen bir
kelime olan muavenetin bugünkü karşılığının “Dayanışma” olduğunu
açıklayalım!
Ege’de yapılan NATO tatbikatı sırasında “dost ve müttefik” ABD uçak
gemisinden yollanan iki güdümlü mermi donanmamızın en önemli
gemilerinden birini, Muavenet’i batırıyor. Yıl 1994... Amerikan savaş
gemisi Saratoga’dan iki güdümlü füze atılmak suretiyle Muavenet gemisi
bombalanmış ve gemi komutanı ile 4 rütbeli denizci şehit edilmiştir…
Kaza olması mümkün değil! Tesadüf olması mümkün değil!
Mermiler güdümlü; nereye gideceği hesaplanabilen mermiler. Gelip
Muavenet’i batırıyorlar. Amerikalılar “pardon!” diyorlar! Türkiye’nin
yetkilileri “dost ve müttefik” ABD’den gelen bu darbeyi mecburen “kaza”
olarak ilan ediyorlar…
Büyük güçlerle yapılan tatbikatlarda bile böylesine kazalar oluyor!
Tatbikatta bu olursa, gerçekte ne olur?
ABD, Türkiye ile “muavenet” içinde olmadığını, olmayacağını son
zamanlarda her fırsatta ortaya koyuyor. ABD’nin Suriye siyaseti,
Türkiye’yi oyun dışı bırakmak üzerine kurulmuş. Bunu Türkiye’ye gelir
gelmez sivil toplum adı altında her türlü Türkiye karşıtı unsurla bir araya
gelen “Cobaydın” açıkça söylemiş. Biz ABD’nin çıkarına olanı biliyoruz
da, bizim çıkarımıza olanın Türkiye’nin menfatine olup olmadığını
bilmiyoruz!
Biz de şunu biliyoruz: Türkiye’nin menfaatine olanı bilmeyen böyle bir söz
sarfetmez!
Şu sıralar Türkiye’nin varlığı Amerika’nın menfatine aykırı!
yeniakit.com.tr
25 yıl önce porno sanığı Akbay, şimdi de Gülen’in hakimleri!
1990’lı yıllar..
Cuma dergisine açılan ceza davalarını beklerken..
O tarihlerde porno türünden dergilerin sahipliğini yapan Ertuğrul Akbay da
(Şimdi Sözcü’nün patronu olan Burak Akbay’ın babası), müstehcen
neşriyat suçundan yargılanıyor..
Akbay’ın avukatı..
Burhan Apaydın..
İstanbul Barosu’nun en tanınmış avukatlarından..
Ben de avukatlığımın ilk yıllarındayım..
“Tecrübeli avukattan neler öğrenebilirim” diye, dikkat kesilerek izliyorum..
Ama..
Sergilenen tavır, bir şeyler öğrenmeyi bırakın, avukatlığın saygınlığına zarar
verici boyutta..
Pratik yargılaması ile İstanbul Adliyesi’nin en gözde hakimlerinden
Mustafa Kutluk, usûl kurallarının kötüye kullanılmasına, sonunda isyan
ediyor, “Ben sizi tanıyorum.. Bir cebinizde reddi hakim, diğer cebinizde
istifa.. Böyle savunma olur mu” diyordu.
Gerçekten de..
Müdafiliğini yaptığı Ertuğrul Akbay..
Hiçbir şekilde savunulamayacak çirkinlikte porno resimleri, dergisinde
basmış..
Cezayı yemesi garanti..
O zaman ne yapacaklar?
Davayı uzatacaklar..
Bir de, hakimin hata yapmasını sağlamak için, değişik usûli itirazlarda
bulunacaklar..
Bunların en yoğun kullanılanları da..
“Reddi hakim..”
Eğer onda netice alınamazsa..
“Müdafilikten istifa..”
Ne kazandırıyor, bunlar?..
Reddi hakimlik itirazının incelenmesi için duruşmanın ertelenmesi..
Sonrasında..
Sanığın avukatı istifa ettiği için.
Kendisine yeni bir avukat tutabilmesi için süre verilmesi amacı ile
duruşmanın ertelenmesi..

Bunları niçin hatırladım?
Dün Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde yargılanan iki hakimin davasında,
benzer görüntüler yaşandığı için..
Gülen’ci emniyet müdürleri ile Samanyolu televizyonunun yöneticisi
Hidayet Karaca’yı cezaevinden çıkarabilmek için..
Skandal bir kararla, kanunu bypass ederek tahliye kararı verenler..
Hakim Mustafa Başer ve hakim Metin Özçelik, sanık olarak
yargılanıyorlar..
Tam da 25 yıl önceki, porno dergi sahibi Ertuğrul Akbay’ın avukatının
yaptığı oyunlar..
İki hakimin sanık olarak yargılandığı davada tekrarlanıyor..
Hakimlerin reddi isteniyor...
Bununla ilgili ret kararı verilince..
İstifa değil ama..
Salondan çıkılarak..
Sanıkları avukatsız bırakarak..
Sonraki itirazlarda kendilerine malzeme olması için..
“Müvekkilimiz avukatsız olarak ifade vermiştir, bu ifade geçersiz” demek
için..
Salondan çıkıyorlar..
Ne kadar çirkin oyunlar..
Ne kadar kötü niyetli uğraşlar..

Burhan Apaydın’ın numaraları, benim görebildiğim kadarı ile “hakimin
reddi” ve “istifa” idi..
Bugünküler, o metodları daha da geliştirmişler..
Yargılananlar hakim olmasına rağmen..
Benzer suçu işleyecek kişiler yerel mahkemelerde yargılanırken..
Onlar, hakimlikte belli bir süreyi doldurdukları için..
Yargıtay’da yargılanıyorlar..
Yani apaçık bir ayrıcalıktan yararlanıyorlar..
Yine yetinmiyorlar..
Uluslararası Yargıçlar Birliği eski başkanı Gerhurd’u..
O da yetmiyor, Hollanda Yargıçlar Birliği eski başkanı Gerritjan’ı
duruşmaya getiriyorlar..
Gerhurd ile Gerritjan ne yapacak ise?
“Duruşmayı izlesinler, ne olur ki” diye itiraz edeceksiniz..
Haklısınız, benim için de sorun yok.
Ama sorunu, sanık hakimlerin avukatları çıkartıyorlar..
“Salonda uluslararası gözlemciler var.. Bunların varlığı duruşma zaptına
geçirilmelidir” diyor..
Benim kafam karışıyor..
“Uluslararası gözlemci” dedikleri..
Şu derneğin eski başkanı.. Bu derneğin emekli başkanı..
Olsun..
Adamların isimleri yabancı ya..
Burdakiler de.. Onların pisliklerinde boncuk arıyorlar..
“Duruşma zaptına isimleri mutlaka geçirilmeli..” diyorlar..
Hani biraz yüz bulsalar..
“Misafirlere çay kahve servisi yapılmalı.. Sauna hizmetlerinden
yararlanmaları sağlanmalı” da diyecekler ama..
İsimlerin duruşma zaptına geçirilmesi kabul edilmeyince..
Artık sonrasını getiremiyorlar..

Ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak..
Bu ülkede yıllarca hakimlik yapan o iki sanığın..
Avrupa’dan gelen iki yabancının isimlerinin duruşma zaptına
geçirilmesinden medet ummalarını..
Utançla karşıladım.
Buna rağmen..
Yargılamanın yapıldığı o dairenin başkanı ben olsaydım.
Sanık avukatlarının bu isteğini kabul ederdim..
Sanıkların kimlerle işbirliğinde olduklarını ispat açısından.
Sonraki nesillere, bir ibretlik vesika olması için..
“Duruşma salonunda, Gerhurd ile Gerritjan’ın da bulunduğu.. İlaveten
CHP milletvekili Mahmut Tanal’ın da sanıklara destek amacı ile hazır
olduğu görülmüştür” ifadesini, zapta geçirirdim.
Yıllar sonra..
Bugünlerde neler yaşandığını öğrenmek isteyenler.
Gülen’cilerin kimlerle kol kola olduklarını.. Kimlerden destek aldıklarını
böylece görmüş olurlardı..
Görüyor musunuz:
Gülen, hayatı boyunca eleştirdiği CHP’den medet umuyor.. CHP’liler,
siyasi hayatları boyunca boğmak istedikleri Gülen’in sempatizanlarını
cezadan kurtarmak için, desteğe geliyor..
Ne güzel..
Yazın duruşma zaptına..
Herkes bilsin, Gülen’cilerin düştükleri durumu..
“Dindar bir Cumhurbaşkanı’nı devirebilmek” için..
Kimlerle işbirliğine girdikleri, duruşma zaptı ile tescillensin..
Bu makale 18.076
kez okundu
yeniakit.com.tr
ABD-Rusya-PKK hain ittifakının bahar planı
Terör örgütü PKK/PYD’nin Suriye’de bahara kadar devlet kurup, ardından
tüm güçleriyle Türkiye’ye saldırmayı planladığı ortaya çıktı.
Yabancı ajanların desteğiyle operasyonlara karşı direnmeye çalışan PKK,
verdiği ağır kayıplara rağmen, güvenlik güçlerini Türkiye topraklarında
oyalayarak Suriye’de terör devleti kurulması için zaman kazanmanın
peşinde. PKK’nın Güneydoğu’da sadece üç ilçede bine yakın kayıp
vermesine rağmen hala direnmesinin arkasında, ‘Baharda Türkiye’ye
saldırma planı’nın olduğu ortaya çıktı.
‘ÖLÜN’ EMRİ
Şehirlerdeki saldırıları yönetmek üzere dağ kadrosundan gelen teröristler,
verilen kayıpların ardından Kandil’e hendek siyasetinden vazgeçilmesini
önerdi. “Gerekirse ölün ama teslim olmayın. Yaralıları da ambulanslara
vermeyin. Baharda Irak ve Suriye’den 10 bin PKK’lı Türkiye’ye gelecek”
talimatı veren Kandil şehirdeki teröristleri ölüme terk etti.
İstihbarat yetkililerinden alınan bilgiye göre, PKK’lıların hendek
siyasetindeki amacı Kürtlere özgürlük getirmek değil, yeni Suriye haritası
çizilirken Türkiye’nin masada olmasını engellemek. Plana göre Türkiye
şehirlerdeki hendeklerle uğraşırken, Suriye’nin kuzeyine bir güvenlik
operasyonu düzenleyemeyecekti.
PKK’YA MÜKAFAT
Örgütün iç haberleşme trafiğine göre, elebaşları şehirlerdeki teröristlere
‘Çok kayıp verseniz bile devam edin, karşılığında ödüllendirileceksiniz’
mesajını iletti. ABD’de ve Batılı ülkelerden gelen ‘PYD’yi terör örgütü
olarak görmüyoruz’ açıklaması bu ödülün bir parçası oldu. PKK’nın PYD
üzerinden legalleşeceği ve Suriye’nin kuzeyinde fiilen özerk bölge
yönetimlerine kavuşabileceği dile getiriliyor. İki terör örgütü bu çatı
birlikteliğini resmen kabul ediyor.
CERABLUS NEDEN ÖNEMLİ
Türkiye’nin Cerablus’ta oluşturulmasını istediği güvenlik bölgesi, Türkiye
ve Avrupa’ya yönelecek yeni yüz binlerce mülteciyi önlemenin yanı sıra,
Suriye’nin Akdeniz’e açılan bir PKK koridorunu da kesecek. Türkiye,
hendek terörüyle enerjisi alınmak istense de, bölgede yaşayan halkın da
desteğiyle PKK’ya yönelik operasyonlarda başarı sağlayarak koridor
planının önüne geçti.
HDP’DEN HAİNLERE DESTEK
Cizre ve Sur’da dağ kadrosundan geriye kalan az sayıda teröristin belli
evlerde sıkıştırıldığı ortaya çıktıktan sonra HDP dün, buradaki PKK’lılara
destek olmak için “Üç gün hayatı durdurma eylemi başlattı. HDP’li
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı otobüsler kontak kapattı, çöpler
de toplanmadı. Şehrin en işlek caddelerinde bile çöp dağlarının oluşması,
Diyarbakırlıların tepkisine yol açtı. (Star)

tgrthaber.com.tr
Cumhurbaşkanı Erdoğan resti çekti
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Genç İşadamları
Konfederasyonu (TÜGİK) Genel Kurulu'ndaki konuşmasında BM'ye çok
sert sözlerle yüklendi.Türkiye'ye gelen göç akımının en büyük sebebinin
Rusya'nın saldırıları olduğunu belirten Erdoğan "BM'nin tedbir almak
yerine ülkemize çağrıda bulunması samimiyetsizliktir. Demiş ki 'kapınızı
açın onları alın'. Peki ey BM sen ne işe yarıyorsun? Şu ana kadar 10
milyara yakın para harcayan bu ülkeye ne kadar destek verdin? "dedi.
İşte o konuşmadan satır başları
TÜGİK'in ekonomi politikalarının yanında ülkemizin en büyük sorunlarında
koyduğu yerli duruşu takdir ediyorum. Türkiye içeride ve dışarıda
topyekün bir savaş veriyor. Bu sabah Akit ve Yeni Şafak gazete binalarına
saldırı düzenlendi. Saldırıyı şiddetle kınıyorum. Geçmişte bir başka
gazetemizin giriş kapısının camları silahlı saldırıda değil, arbede de
kırılmıştı. Dünyayı o zaman ayağa kaldıranların tepkisini şimdi çok dikkatle
izleyeceğim.
TÜRKİYE YÜZDE 4 BÜYÜDÜ
Ülkemizde geçmiş yılda ve bu yılda yaşanan gelişmeler birilerini
karamsarlığa soktu. Türkiye şuan istikararlı bir şekilde devam etmektedir.
Genç iş adamlarımız hiçbir şekilde morallarini bozmasın. Tatillerinizi yurt
dışında yapmayın, Türkiye'de yapın. Türkiye'nin durumu kötü değil,
2015'in ilk çeyreğinde Türkiye yüzde 4 büyüdü. 2015'te açılan şirket sayısı
bir önceki yıla göre 59 binden 68 bine yükseldi. Beyaz eşya satışlarımız
arttı. Cari açığımız azaldı. Turizm gelirlerindeki düşüş küresel piyasayla
ilgili gözüküyor. Bu sorunuda çözeceğiz.
FAİZ YÜKSEK OLURSA YATIRIM DURUR
Dünyanın diğer ülkelerinde faiz oranları eksi değerlerde. Faizin yüksek
olduğu Türkiye'de yatırım nasıl olacak. Yatırımın durduğu yerde istihdam
durur ve uluslararası rekabet gücünüz biter. 2015'te Türkiye'nin
tökezleyeceğini umanlar bir kez daha hüsrana uğradılar. Uluslararası
kuruluşların açıkladıkları değerlendirmeler siyasi kaynaklıdır. Biz neler
yapabileceğimizi biliyoruz. Kararlılıkla hedeflerimize büyüyoruz.
SURİYE
Suriye meselesi canımızı acıtmaya, yüreklerimizi dağlamaya devam ediyor.
Son haftalarda Esed rejimi ve destekçileri başta Halep sivilleri hedef alan
saldırılarını artırmış bulunuyor. Rusya ve rejimin ağır bombardımanın
maruz kalıyorlar. İran destekli Şii milislerin ve Şebbihaların acımasız
katliam haberlerini alıyoruz. Suriye kirli ittifakların kurulduğu, insanların
canı üzerinden kirli pazarlıkların yapıldığı bir ülke haline geldi. Rejim, rejim
destekçisi ülkeler, DAEŞ ve PYD gibi örgütler sürekli palazlandırılıyor.
600 BİN MÜLTECİ GELEBİLİR
Sınırlarımıza gelen kardeşlerimizde acil olanları misafir ettik. 35 bin ise
sağladığımız imkanlarla bekleyişleri sürüyor. Rusya'nın, Esed'in saldırıları
devam ederse bu sayı 600 bini bulabilir.
BM SEN NE İŞE YARIYORSUN?
Bu göç akımının en büyük sebebi Rusya ve Esed'in sivil halkı alan
saldırılarıdır. Buna rağmen BM'nin tedbir almak yerine ülkemize çağrıda
bulunması samimiyetsizliktir. Demiş ki 'kapınızı açın onları alın'. Peki ey
BM sen ne işe yarıyorsun? Şu ana kadar 10 milyara yakın para harcayan bu
ülkeye ne kadar destek verdin? 455 milyon dolar, ayıptır ayıp. Bizim
anlımızda enayi yazmıyor kusura bakmayın. Gereği neyse bunu yaparız.
Herhalde otobüsler boşuna durmuyor, uçaklar boşuna durmuyor. Biz de
göndeririz.
NEREDE 3 MİLYAR AVRO?
Suriye'de uçuşa yasak bölge ilan edelim dedik. Bir adım atın dedik,
görüşüyoruz dediler. Şimdi bir 3 milyar avro mevzusu var. Nerede 3 milyar
avro. Şimdi de plan proje getirilsin diyorlar. Yahu neyin plan projesi. Gel
bizim bütün sahilleri dolaş, yapılan harcamalar zaten ortada. Biz senden
Türkiye'nin milli bütçesi için para istemiyoruz. Samimi değiller.
ABD'YE TEPKİ
Bakın en son NATO müttefikimiz 'PYD ile biz dostuz' diyor. PYD ile
PKK'yı ayrı görmeyecek kadar gözleri kapalı. Kalkıp kendi uluslararası
güvenlik elemanına Kobani'de plaket veriyorlar. Bun rağmen hala PYD'yi
YPG'yi 'terör örgütü değil' diye değerlendiriyorlar. Tüm bu gerçekler
ortadayken Türkiye'ye çağrı yapmak ikiyüzlülüktür. Uluslararası
yükümlülükleri hatırlaması gereken varsa o da BM Güvenlik Konseyi'dir.
BU KURUM KENDİ SONUNU HAZIRLIYOR
Hem Rusya'nın Esed'in saldırılarına bir şey demeyecek hem de Türkiye'ye
kalkıp çağrı yapacaksınız. Görevini yerine getirmeyen, mağdurun değil
zalimin yanında yer alan kurum kendi sonunu hazırlıyor demektir. Bizim
medeniyetimiz bir merhamet medeniyetidir. Bizim en büyük geleneğimiz
misafirperverliğimizdir.Mültecilerin yanlarında getirdikleri ziynet eşyalarına
göz dikiyorlar. Bugün çoğu Avrupa ülkesinde ırkçı akımların mültecilerle
ilgili politika belirlediğine şahit oluyoruz.
JUNKER VE TUSK'LA GÖRÜŞMENİN TUTANAĞI
Avrupa Konseyi Başkanı Sayın Junker'i davet ettik. Tusk'u da tanırım. Her
ikisiyle yaptığım görüşme Suriyelilerle ilgili çalışmalar. Birileri bu
görüşmenin tutanaklarını servis ederek bize saldırmaya çalışıyor.
Okumuşsunuzdur orada ne yapmışız biz. Ülkemizin ve Suriyelilerin
haklarını savunmuşuz. Yayınlanan tutanaklar bizim için utanç değil bir ibra
belgesidir aslında.
KAPILARI AÇAR , 'HAYIRLI YOLCULUKLAR' DERİZ
Biz şu ana kadar sizden para gelecek diye 9 milyar dolar harcamadık. O
bizim misafirperverliğimizin gereğidir. Bu bizi yıkmaz, bundan sonrada
ayakta durmaya devam ederiz. Edirne'de sığınmacıları otobüslere bindirdik
ondan sonra geri gönderdiler. Kusura bakmayın, o zaman biz de kapıları
açarız 'Haydi hayırlı yolculuklar' deriz.

habervaktim.com
Avrupalı kafası ve bizimkiler - Haşmet Babaoğlu
Yazarın Tüm Yazıları »
Bu gözler neler gördü!
Bodrum'da tatil yaparken önüne gelen servis elemanını aşağılayarak
zenginliğini ve gücünü kanıtladığını sanan insanların Berlin'de üzerine
yemek döken garsonu teselli etmek için boynuna sarıldıklarını...
Buradayken pek ağır abi ve pek sert solcu olanların yurtdışındayken tren
kondüktörlerine bile selam duruşlarını falan anlattırmayın!
Bu adamların medyası şimdi kalkmış Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AB
Başkanı Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker'e ayar verişini
eleştiriyor.
Şaşırmadım.
Fakat içlerindeki ezikliği halka özgür yorumculuk diye yutturacaklarını
düşünüyorlarsa, bu kaçıncı aldanış!
Söz konusu toplantının bir Yunan internet sitesi tarafından sızdırılan notları
ortada işte!
Dün Hilal Kaplan bizde, Murat Çelik Star'da yazdılar; o toplantıda
Erdoğan'ın söyledikleriyle insan ancak gurur duyar.
***
Ben iki noktaya takıldım...
Birincisi...
Jean Claude Juncker "Size prens gibi davranıyoruz" demiş Erdoğan'a.
Bizim paralel ezikler ve solcu rolü yapan satılmışlar bu yaklaşımdaki iğrenç
pazarlığıgörmüyorlar da, Erdoğan'ın diplomatik klişeleri yıkan ve AB'nin
mültecilere ilişkin samimiyetsiz tavrını yüzlerine çarpan yaklaşımını
"pazarlık" olarak göstermeye kalkışıyorlar.
Kalkışsınlar. İyidir!
Çünkü bu halleriyle her gün milletten biraz daha uzaklaşıyorlar.
***
İkinci nokta önemli...
Avrupa'nın, belli ki "yeni Türkiye"yi ve ülkede gerçekleşen sosyolojik
dönüşümü kavramaya bir süre daha niyeti yok.
Bunu nereden anlıyoruz?
Juncker'in "ilerleme raporunu 1 Kasım'dan sonraya bıraktık" diyerek
Erdoğan'a şirin görünmeye çalışmasından...
Aklı sıra seçimi bu sayede kazandınız, demeye çalışmış, cevabını da almış.
Demek ki, Avrupa'nın tepe yöneticilerinin kafaları eski günlerde kalmış.
Düşünün, kendilerine bağlı besleme medyanın sandık sonuçlarını
belirleyebileceğine hâlâ inanıyorlar.
İnansınlar.
Bekleriz.
Dünya hızlı dönüyor; yani akıllarını başlarına toplamaları uzun sürmez.
habervaktim.com
Açık sınırın nesi açılacak?.. - Abdulkadir Özkan
Yazarın Tüm Yazıları »
DÜNYA üzerinde çatışmaları ve savaşları önleme iddiası ile kurulmuş olan
BM’nin kuruluş gayesi istikametinde ciddi bir çabasının olmadığını
sanıyorum söylemeye bile gerek yok. Çünkü artık açıkça görülüyor ki,
BM’nin asli görevi Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin dünya
üzerindeki işgal ve sömürülerine hukuki zemin hazırlamak ikincisi,
önleyemediği çatışmalarda ölenler ve yurtlarını terk etmek zorunda kalan
insanların çetelesini tutup arada bir yayınlamak. Kısacası, BM’nin öyle
Birleşmiş Milletler gibi bir fonksiyonu yok. Güdümlü yapısı sebebiyle ciddi
bir fonksiyon icra edemiyor. Bu bakımdan öncelikli olarak BM’nin
yapısının değiştirilmesi, 5 daimi üyenin son sözü söylemesinin önlenmesi
gerekiyor. Bu yapılmadığı/yapılamadığı sürece bu teşkilattan dünya
üzerinde barışı sağlamak, çatışmaları önlemek gibi bir işleve sahip olmasını
beklemek boşuna olur.
Meseleye bu açıdan bakıldığında Türkiye’ye yaptığı, ‘Suriye’den gelen
mültecilere sınırı açın’ çağrısını ciddiye almanın, ‘Bu da ne demek,
sınırlarımız zaten açık, açık sınırın yeniden açılması nasıl oluyor’ diye
düşünmenin anlamı kalmıyor. Bu çağrı BM’nin yapısındaki ciddiyetsizliğin
açıklamaya yansımadan ibaret kalıyor. Aynı durum NATO için de geçerli.
Gerek BM gerek NATO kuruluşlarında birkaç sömürgeci ülkenin
kontrolüne terk edilmiş ve buna pek çok ülkede rıza göstermiş. Belki barışı
sağlamak gibi bir düşünceye duyulan saygıdan, belki de yapabilecekleri
başka bir şey olmadığından sessiz kalınmış, üyelik çağrısına uyulmuş
olabilir.
Gerçekten icra gücü var ise BM’nin öncelikli olarak Suriye’deki çatışmaları
önlemesi bunu yapamıyorsa ya da yapmıyorsa yeniden yapılandırılması için
harekete geçilmesi gerekiyor. Sorunun kaynağını çatışmaların oluşturduğu,
insanların canlarını kurtarmak için her şeylerini geride bırakarak ölümü,
açlığı ve soğuğu göze alarak yurtlarını terk etmelerinin önlenmesi
gerekiyor. Türkiye sınırlarını zaten baştan beri açık tutuyor. Ne var ki,
ülkemize sığınmış ve sığınacak olanların gelecekleri iyi görünmüyor.
Ülkemize yönelik göç devam edecek olursa işler giderek daha da içinden
çıkılmaz hal alacak. İnsanımız elinden gelen desteği veriyor. Buna devletin
desteği de eklenmesine rağmen milyonlarla ifade edilen insanların ne
kontrolü mümkün oluyor ne de ihtiyaçlarının karşılanmasına yetişilebiliyor.
Ülkemizin her köşesinin Suriyeli mültecilerle dolmuş olması da bunu
gösteriyor. Öncelikli olarak bu sorunun ele alınması ve dünyanın topyekun
mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanmasına odaklanması gerekirken sanki bu
iş sadece Türkiye’nin sorumluluğundaymış gibi BM’nin Türkiye’ye
sorumluk çağrısı yapması sadece bir sorumsuzluk örneği değil, aynı
zamanda ciddiyetsizliğin göstergesidir. Bir an evvel çatışmaların önlenmesi
ile ilgili sorumluluğunu üstlenemeyen, bu konuda ciddiyetini koruyamayan
bir örgütün sorumluluk çağrısı sadece bir ciddiyetsizlik örneğidir. Açıkçası
BM başlangıçta deklare edilen kuruluş gayesine yönelik görevini
yapamamakta olduğu için bir an evvel iptal edilmesi, barışı sağlamak gibi
iddialarla dünyanın daha fazla oyalanmaması gerekiyor. Çünkü mevcut
dünya düzenini gizli örgütleri saymazsak BM ve NATO oluşturmaktadır. Bu
düzenin iflas ettiği yeni düzene ihtiyacı olduğu da görülüyor. Yeni düzenin
kurulması eski kurumların kapısına kilit vurulması ile mümkün olur. Yeni
bir dünya kurulup Türkiye’de orada yerini alacaksa önce yeni düzenin
kurulması için yıllarca Erbakan Hocamın dile getirdiği ve temelini de attığı
İslam Birliği’nin hayata geçirilmesi için harekete geçmek gerekiyor.
yeniakit.com.tr
Bölgesel ve küresel vahşetin ortak savaşı
Suriye’de son günlerde özellikle Halep ve çevresinde yoğunlaşan savaş
gerçekte insanlığın; günden güne hırçınlaşan, her gün daha da vahşileşen,
çıkarlarını koruyabilmek ve hâkimiyetini sürdürebilmek için bir ülke halkını
toptan sürgüne hatta imha etmeye bile cüret edebileceğini gösteren
vahşetle karşı karşıya geldiği bir savaştır. Dolayısıyla bu savaşta canavarlar
cephesinin galip gelmesi sadece Suriye direnişinin ve halkının, Halep
ahalisinin değil bütün insanlığın kaybetmesi olacaktır.
Bölgedeki sömürgeci güçlerin küresel emperyalist güçlerle ittifak kurarak
oluşturduğu saldırı cephesi Türkmen bölgesinden sonra Halep bölgesi
üzerinde yoğunlaştı. Ancak burası bir merkez olarak hedefe yerleştirilmiş
durumda. Saldırı ve operasyonlar ise geniş çaplı bir şekilde, insanî
değerlerden, savaş hukukundan ve tamamen vahşet temelli korkunç
stratejilerle çok yönlü yürütülüyor. O yüzden biz de Allah’ın izniyle bu
haftaki yazılarımızda Suriye’de son günlerde iyice şiddetlenen vahşi
saldırılar, arka planında duran ve küresel emperyalizmin perde arkasındaki
ittifakına dayalı stratejiler üzerinde durmak istiyoruz.
İşgal güçlerinin Halep ve çevresini boşaltma amaçlı saldırıları yoğun bir
şekilde sürüyor. 8 Şubat Salıyı Çarşambaya bağlayan gece Halep ve İdlib’in
kırsal alanına yönelik saldırılarda, çoğu kadın ve çocuk 33 sivilin
öldürüldüğü açıklandı. Çok sayıda da yaralının olduğu saldırılarda onlarca
ev harabeye çevrilmişti.
Ölenler ve yaralananlar arasında kendi evlerini terk ederek, biraz daha
güvende olduğunu düşündükleri köylere sığınan mülteciler de vardı. İşgalci
canavarlar, evlerini terke zorlanan mültecileri tamamen Suriye’yi terke
zorlamak amacıyla ülke içinde özellikle de kuşatmaya alınması planlanan
yerleşim alanlarının çevresinde kurulan mülteci kamplarına kasten ve planlı
bir şekilde saldırıyorlar.
Son dönemlerde Halep, İdlib ve Der’a gibi önemli şehirlerin etrafındaki
kırsal alanların ve bu bölgelerdeki sivil halkın vurulmasının amacı bu halkı
göçe, evlerini terke zorlamak ve böylece bölgelerde kontrolü sağlayan
direniş güçlerini çevreden kuşatmaya almak için kara operasyonları
düzenleyen güçlere yer açmaktır. İşgalci saldırganlar böylece buralara gıda
yardımı dâhil tüm insanî yardımların ulaşmasının engelleneceğini ve şehir
merkezlerinde kıskaca alınan ahalinin açlığa mahkûm edileceğini böylece
onları himaye için direnişi sürdüren gerilla güçlerinin de teslim olmak
zorunda kalacağını düşünüyorlar.
Bu yöntemi stratejik olarak direniş güçlerini teslim olmaya zorlamak için
uyguluyorlar. Fakat onları teslim olmaya zorlama amaçlı vahşi yani “aç
biilaç bırakma” stratejilerinde yüz binlerce hatta milyonlarca sivil kalabalığı
kıskaca almaya çalışıyorlar.
Bu vahşi yöntemin Madaya’da ne derece korkunç manzaraların ortaya
çıkmasına neden olduğunu bütün dünya gördü. Aslında bu şehir aylardan
beri kuşatma altında tutuluyordu ve insanlar aç ve ilaçsız bırakılmışlardı.
Fakat yine de onların karşı karşıya olduğu durumdan son döneme kadar
dünyanın pek haberi olmuyordu. Çünkü vahşi canavarlar şehri çok sıkı
kıskaca aldıklarından içeriye yardım desteğini engelledikleri gibi dışarıya
bilgi akışına da büyük ölçüde engel olmuşlardı.
Şimdi Suriye’nin Şam’dan sonra en önemli merkezi olan Halep’i kuşatmaya
alma operasyonu üzerine ortaya çıkan durum karşısında; “acaba
Madaya’daki o korkunç manzaraların dışarı çıkmasına bilerek mi imkân
tanıdılar?” sorusu akla geliyor. Çünkü o manzaralar gerçekten insanların
gözlerini korkuttu ve aynı durumun kendi bölgelerinde de ortaya
çıkabileceği korkusuyla evlerini terk ederek yollara döküldüler. Vahşette
sınır tanımayan anlayışın bu tür yöntemlere başvurması ihtimal dışı değildir.
Çünkü onun için önemli olan karşısındakini teslim olmaya ve şartsız bir
şekilde başındaki diktayı kabule zorlamaktır. Bunu başarabilmek için sonuç
vereceğini umduğu her araçtan yararlanır. Dolayısıyla Madaya’da kıskaca
aldığı insanların maruz kaldığı korkunç manzaraları gösterip “teslim olmaz
veya buraları terk etmezseniz sizin de başınıza gelecek olan budur?” mesajı
verebileceği araçları kullanması mümkündür. Nazi saldırganlar ve 1948’de
Filistin’i işgal eden Siyonist teröristler bunu açıktan yapıyorlardı. Putin -
Esed - İran ittifakının da dolaylı yollarla yapması muhtemeldir.
Bu makale 2.975
kez okundu

yeniakit.com.tr
Arınç Olayı
Arınç olayı, AK Parti’ye zarar vermek isteyen çevrelerin sanki bir fırsata
dönüştürmeye çalıştığı bir olay halini aldı. Arınç’ın kastının bu olduğunu
sanmıyorum. Ama öte yandan Arınç’ın dışlanmışlık duygusu ile
öfkelendiğini sanıyorum..
Bu tavır, Arınç’a da yakışmıyor, Arınç’ın bu açıklamalarına karşı tepki de o
tepkiyi koyanlara yakışmıyor.
Evet Arınç bazı şeylerden rahatsız. Ama peki bu rahatsızlığını niçin
görevdeyken dile getirmedi de, bugün görevden ayrıldıktan sonra dile
getiriyor?..
Arınç yaş olarak benden yaşlı, ama siyasette ben birçok kişiden daha fazla
geçmişe sahibim. Bugüne kadar eleştirdim de, savundum da. Hiç görev
istemedim. Ne memur oldum, ne de MNP Gençlik teşkilatı, MSP
zamanında Genel Merkez Basın danışmanlığı, RP zamanında aday
bulmakta zorlanıldığı bir zamanda sadece destek olmak için bir adaylık
dışında parti kademelerinde bir görev aldım.
Milli Gazete’yi, Yeni Devir’i çıkaran ekipteydim, Milli Gazete ile ilişkim
kesildiğinde de kişisel bir hesaplaşmam olmadı.
AK Parti’nin ilk yıllarında tezkere konusunda tavrım belli idi, bugün nerede
durduğum da ortada. Eleştirirken ya da savunurken, bunu kimse için
yapmadım. Sadece Allah rızası için yaptım. Günde 5 defa, haftada 5 gün
yargılandığım günlerde de mağduriyet üzerine bir söylemim olmadı.
Ödemem gereken faturaları kendim ödedim, kimseye fatura etmedim. Ve
Allah her şeyi bana layık olduğumdan daha fazlası ile verdi. Şükürler olsun.
Birilerinin bedel ödetmek, diyet ödetmek, intikam almak, iktidar
nimetlerinden yararlanmak konusundaki ihtiraslarını görünce üzülüyorum..
Bunlar bize yakışmıyor. Hesap sormayı ne kadar çok seviyoruz. Kazanmak
yerine suçlamayı tercih ediyoruz.
Bizim boşa geçirecek bir saniye zamanımız, boşa harcayacak bir kuruş
paramız ve feda edecek tek bir insanımız yok. Ama kazanmamız gereken
çok insan var..
Mahkeme kadıya mülk değil. Keşke insanlar ısrarla makam istemeseler.
İhtirasla istenen bu makamlar bakarsınız dua ile istenen belaya dönüşür.
Kendi yaşlanınca çocuklarını kendilerinin yerine hazırlayan kişiler bilirim..
Kendi varken sesini kısıp, olmadığında kıyameti kopartarak, tehdit eden,
meydan okuyan adamları bilirim. Gülen’e baksanıza, sahi o hoşgörü ve
diyalog hikayesi ne oldu?!
Öte yandan biri yanlış yapınca, başkasının da ona yanlış yapma hakkı yok.
Güzel örnek olmamız gerek. Yanlışı büyütmemek gerek.
Bana kalırsa Arınç’ın üslubu da, o şekilde konuşması da doğru değildi. Ama
ona yapılan da doğru değil. Toplum önünde ağız dalaşına girmek de yanlış,
Arınç’ın yarı yaşında bile olmayanların, boyundan büyük laflarla bu
yangına körükle gitmesi de..
Bülent Arınç da bu tür öfkeli açıklamalarla hem karşısındakilere, hem de
kendine zarar verir. Varolan yanlışlıklarla mücadelenin yolu da bu değil.
Eğer daha önce şahit olduğu birtakım yanlışlıkların üzerine gitmek
istiyorsa, Akil bir adam olarak ağırlık, inanılırlık, ciddiyet ve güven
duygusunu koruması gerekirdi.. Eleştirirken, bunu aba altından sopa
göstererek, meydan okuma havası içinde yapmaması gerekirdi. Yanlış işler
ve yanlış kişiler konusunda izlenmesi gereken yol, basına, ya da
muhalefetin ağzına laf vermek şeklinde olmaması gerekirdi..
Düne dair eleştirdiği her konuda kendisi de bir şekilde bu yanlışın bir
parçası idi. O zaman bir özeleştiri üslubunda, “ben”, “biz” diye yapması
gerekirdi.
Arınç’ın zor zamanda önemli görevler üstlendiğini de unutmayalım.
Herkes, her kurum eleştirilebilir. Ama bu eleştiri yanlışların düzeltilmesi,
daha iyiyi gerçekleştirme yönünde, sahiplenerek olmalıdır. Yoksa bu iş
sen-ben kavgasına döner ki, herkesin herkes hakkında söyleyecek bir sürü
lafı olabilir..
Bir yanlıştan yola çıkarak, kimsenin yanlış yapana yanlışlık yapma hakkı
yok.. Hele bu işi bir meydan okuma ve linç kampanyasına döndürmek de
hiç doğru değil. Bunun kimseye faydası olmaz. Yok etmek istediğiniz şeyi
büyütürsünüz. Bu işler şuyuu vukuundan beter hadiseler haline gelir.
Birbirinizle uğraşırsanız, elin-günün oyuncağı olursunuz, sonra rüzgarınız
kesilir. Bu tartışmaya birtakım gençlerin bu üslubla katılması en azından
edebe mugayirdir. Ağız dalaşı ile kimse haklılığını isbatlayamaz..
Şimdi Arınç’a düşen, media üzerinden birilerine göndermelerde bulunmak
değil, anılarını yazmak. Özeleştiri de yapmalı, başkalarını da eleştirmeli.
Belki birçok konuda eleştiri yaparken “biz” demeli, bu anılar bizden
sonrakiler için baht kaynağı olmalı.
Olan oldu. “Keşke” diyerek hiçbir sorunu çözemeyiz. Hiç olmazsa bundan
sonrası için dikkatli olalım. Bu olay, başka arkadaşlar için ders olsun. Arınç
ve ona cevap verirken haddi aşanlar açısından ise, bir an evvel bu
tartışmanın bir şekilde sona erdirilmesi gerek.. Kimsenin kimseyi tehdit
etmeye, iftira atmaya, gıybetini ve dedikodusunu yapmaya, şantaj
yapmaya, aba altından sopa göstermeye hakkı yok. Mahkeme de kadıya
mülk değil. Kimse işin başında var diye sonunda da olması diye bir
mecburiyet yok. Akıl, fikir, tecrübe ile varolmak elbette mümkün. Bunun
ille de bir makamla tescil edilmesi gerekmez. Bu ateşe körükle gidenlerin
ise ben iyi niyetli olduklarını düşünmüyorum.. Bu kirli oyuna alet
olmayalım derim.. Yanlışın neresinden dönülürse orası kârdır. Bu üslubla
kazanılacak hiçbir şey yok, kaybedilecek çok şey var. Şimdi susmak,
konuşmaktan daha hayırlıdır. Ya hayır söyleyin lütfen, ya da susun.. Selâm
ve dua ile..
Bu makale 41.510
kez okundu
gazetevahdet.com
Söz Türbelerden Açılınca… - Dursun Gürlek.
Dursun Gürlek
Türk milletinin İslam büyüklerine, Osmanlı padişahlarına ait türbelere ne
büyük bir hürmet ve saygı gösterdiği öteden beri biliniyor. İşte bundan
dolayıdır ki, türbeler kültür dünyamızın en önemli malzemelerinden birini
teşkil ediyor. Ne acı bir gerçektir ki bu sevgi ve ilgi arada bir kesintiye
uğradı. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında ilgisizlik had safhaya çıktı.
Tekkelerin, türbelerin kapatılmasıyla ilgili kanunun yürürlüğe girmesiyle
beraber ecdat kabristanları nisyana terk edildi. Eyüp Sultan hazretlerinin
mübarek türbesiyle İstanbul fatihi Fatih Sultan Mehmet’in türbesi de
kapatıldı. Bir zamanlar ziyaretçi akınına uğrayan bu yerler yıllarca toz
toprak içinde bırakıldı. Nihayet Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle
birlikte kapılarına kilit vurulan türbeler de birer birer açılmaya başlandı.
Fetret devri diyebileceğimiz işbu zaman diliminde türbelerin hazin
manzarasını canlı tablolar halinde gözler önüne sermek için cilt cilt kitaplar
yazılması gerekiyor. Yani yakın tarihimizin bir çok konusu gibi bu mevzu da
araştırmacılarını bekliyor.
Garabete bakınız ki, İslam büyüklerine ait türbelere olan alakanın
azalmasına – bazen de – orada bulunan görevliler sebep oluyorlar. Hüseyin
Vassaf Efendi’nin “Sefine-i Evliya” isimli külliyatının ikinci cildinde buna
şaşırtıcı ve düşündürücü bir örnek veriliyor. Merhum, Hacı Bayram-ı Veli
hazretlerinin hayat hikayesini anlatırken şunları söylüyor:
Ankara halkında Hazreti Pir’e muhabbet duygusu yoktur. Herhalde bir
zamanlar büyük bir muhabbet söz konusuymuş ama sonra ortadan kalkmış.
Sebebi ise şeyhlik makamında oturan zatların tasavvuf zevkinden, ilim ve
irfandan mahrum olmaları ve dünya zevklerine dalmalarıdır. Görevliler bu
halleriyle halkın o ulvi makama duyduğu saygıyı ve hürmeti azaltmış
oluyorlar. Bugün oraya kamil bir insan gelmiş olsa, Hacı Bayram-ı Veli
hazretlerinin ne büyük bir zat olduğunu onlara anlatsa, orası halkın ziyaret
akınına uğrar. Ankara’da altmış yaşına gelmiş bir ihtiyarla görüştüğümde
‘Efendi, bu yaşa geldim, oraya girmedim’ demesi fakiri hayrette bırakmıştı.
Burada görev yapan seccadenişinlere ‘çelebi’ diyorlar. Bayramiye
tarikatine ait vakıfların geliri çok ama işte bu çelebiler oraya gelen
fakirlerle, ziyaretçilerle ilgilenmeyip kendilerine harcıyorlar. Hatta bu
yakında Ankara’dan gelen bir arkadaşım ‘Hazreti Pir’in türbesi toz, toprak
içindedir. Muvacehe penceresi o kadar kirli ki, içerisi görünmüyor.
Dışarısını da badana yapmak, silmek, süpürmek bile kimsenin aklına
gelmemiş. Bu harap manzara, insanı büyük bir üzüntüye sevk ediyor’
deyince o büyük dergahın gelirleriyle yaşayan çelebi efendiye lanet ettim.
Zevk u safaya dalmışlar, dergahı unutmuşlar. Bu durum karşısında
üzülmemek elden gelmiyor.”
İşte sırf bu anekdot bile tekkelerin, türbelerin niçin kapatıldığına dair bazı
ip uçları veriyor. Malum ya, bir mekanı şereflendiren orada bulunan insan
veya insanlardır. Hacı Bayram-ı Veli hazretleri ise Ankara’nın medar-ı
iftiharıdır. Maneviyattan nasipsiz oldukları halde sırf maddi kazanç
sağlamak için orada görev yapan kimselerin bu hazin manzaraya sebep
oldukları yukarıdaki iktibastan açık seçik anlaşılıyor.
Tekke, dergah, türbe düşmanı Vahhabi zihniyetli kimseleri bir tarafa
bırakacak olursak bugün bile Müslümanlar adı geçen manevi mekanlara
gerekli ilgiyi göstermiyorlar. Bu alakasızlık – tabii ki – cehaletten
kaynaklanıyor. Sevmek için bilmek, tanımak gerekiyor. Geçen gün,
Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Ahmet Aytemur’un cenaze
namazını kılmak için Fatih Camii’ne gittim. Büyük bir kalabalıkla
karşılaştım. Namazdan sonra herkes birbiriyle konuşmaya, muhabbet
etmeye başladım. Kadim dostum Vehbi Vakkasoğlu’na şu cenazeler de
olmasa, bir araya gelemeyeceğiz diye takıldım. Yanımdaki arkadaşlara,
hazır buraya gelmişken, haydi Fatih Sultan Mehmet Hanı ziyaret edelim
dedim. Bazıları bu da nereden çıktı dercesine yüzüme baktı. Bir kısmı da
isteksiz adımlarla türbeye yöneldi. Hazireye girince bakın, şurada Ahmet
Mithat Efendi’nin kabri var. Az ileride Ahmet Cevdet Paşa’nın mezarı
görülüyor, daha dipte de Ali Emiri Efendi yatıyor dediysem de kimse
dinlemek istemedi. Asıl şaşırdığım konu şu ki, türbeye tam yaklaşınca
gruptakilerden biri Fatih burada mı yatıyor dedi. Hayret ettim. Bu arkadaş
öğretmen olduğu ve kırk yıldır İstanbul’da yaşadığı halde Fatih türbesini
bilmiyor. Demek ki hiç ziyaret etmemiş.
Bu kısa ziyaret esnasında ortaya çıkan garabet nümunelerinden bir kere
daha anladım ki, İstanbul konusundaki cehaletimiz tahminlerimizin çok
üstündedir.

gazetevahdet.com
Çağdaş Makyaveller - Lütfü Şehsuvaroğlu
Lütfü Şehsuvaroğlu
Makyavel çok zor şartlarda yaşadı ve öldü. Eserinin ecrini göremedi.
Fakat onun Hükümdar adlı kitabı Avrupa başta olmak üzere hemen bütün
dünyada yönetici rehberi oldu sanki…
Raymond Aron bizim neslimizin anti-marxist kaynakçasında önemli bir
işlev görmüştür.
Sanayi Toplumu kitabı handiyse sağcıların başucu kitabıydı.
Onun Sosyolojik Düşüncenin Merhaleleri adında da bir eseri vardır.
Çoğu eserleri verdiği derslerin ve konferansların metinleri babında…
Makyavelciliği şöyle tanımlar Aron:
“İçtimaî komedyanın iki yüzlülüklerine ışık tutmak, insanları harekete
geçiren hisleri ortaya çıkarmak, tarihî oluşun dokusunu yapan gerçek
çatışmaları kavramak toplumun içyüzünü her türlü vehimden uzak bir
görüşle kucaklamak için harcanan bir çaba..”
Makyavel’in meşhur Hükümdar adlı eseri krallara, başkanlara, kral
başkanlara ve başkan krallara rehber mahiyetinde bir eserdir. Aron’un
değişiyle iktidarın formülü ve fakat aslında toplumun ondan beklentilerinin
arka-planını kavramaya çalışan bir cehd…
Bizde de var Makyavel türü isimler ve Hükümdar gibi eserler…
Vezir Nizamülmülk de bizim Makyavelimiz.
Sonra Koçi Bey’imiz var.
Günümüzde binlerce Makyavel türedi.
Nasıl Konuşulur, Nasıl Kampanya Yapılır, Parti Çalışmalarında Gözönüne
Alınması Gereken İşler, bir sürü Hükümdar kitapları… Onların ikiz
kardeşleri de kişisel gelişim kitapları…
Ya her akşam televizyonlarda sahibinin sesi plaklar?.. Siyaset yorumcuları,
stratejistler, çok bilmiş baylar ve bayanlar?..

Zavallı Makyavel eserinin saltanatını süremedi.
Fakir doğdu, öyle de yaşadı. Ama kimileri onu Floransa’nın Başbakanı bile
sanır.
Fakat bütün Avrupa’ya yol gösteren Makyavel eserinin şöhretini bilemedi.
Herkes Makyavel’e saldırsa da Makyavelcilik oynadı.
Bizde saltanata formül veren el üstünde tutulmuştur hep.
Koçi Bey de öyle, Nizamülmülk de…
Hükümdar’ı ilk okuyan padişahımız Dördüncü Murad’dır.
O yüzden Hükümdar, Kösem’in oğlu olmanın dışında ayrı bir meziyete
sahiptir.
Bağdat’a giderken devleti yeniden kurmuştur.
Göç yolda dizilmiştir.
Re-organizasyon bir nevi...
Şimdi Bağdat Şam tehdidi karşısında kuzeyden, doğudan ve batıdan da
çevrilmiş Türkiye yeni bir devlet yapılanmasına ihtiyaç duyuyor.
Böyle gitmiyor.
Yeni Anayasa lâzım... Yeni devlet konsepti, yeni tehdit, yeni düşman ve
milli güvenlik algısı, yeni milli güvenlik stratejileri şart.
Parti çalışanlarına rehberlik yazanların eliyle yeni devlet yapılanmasının ve
bu saydıklarımızın hayata geçirilmesi mümkün mü?
Makyavellerimiz, Koçi Beylerimiz, Nizamülmülklerimiz hani?
Bizim akademyamızdan modern Makyaveller çıkar mı?
Bildiri yazanlar Hükümdar gibi kolay okunan bildiri mahiyetindeki
metinden niçin birkaç tane yazmasınlar ki?
Totalitarizm
Totaliter rejimlerin “veyl mağluplara” faslından sanki tarih öncesinde
yaşadıkları kabulü var günümüz toplumlarında.
Oysa her rejim totaliter olma eğilimine girebilir.
Faşizm yalnızca İtalya’daki eski bir rejimin adı değildir. Hitler Almanya’sı,
Franco İsyanya’sı, Salazar Portekiz’i, Peron Arjantin’i… gibi rejimler de bir
zamanlar faşizm ile suçlanırdı.
“Brzezinski totalitarizm için altı kıstas kabul eder” diye yazdı Cemil Meriç.
Şunlar onlar:
1. Resmi bir ideoloji: Başka bir tabirle insan hayatının bütün alanlarını
kapsayan resmi bir doktrin
2. Bir diktatörün yönettiği tek parti sistemi
3. Bir polis kontrolü sistemi
4. Bütün propaganda araçlarının tek elde toplanması
5. Silahlı kuvvetlerin tek elde toplanması
6. Bütün ekonominin merkezden kontrol ve idaresi
“Bu kıstaslardan beşi müessesevî, yalnız birincisi ideolojiktir. Birçok
totaliter ülkelerin müesseseleri birbirine benzer, ama ideolojileri
benzemez.”
Totalitarizmi incelediği makalesinde Cemil Meriç Hitler’in şu sözünü de
aktarır:
“Biz faşistler geleneğe dayanan bütün siyasi doktrinleri reddedecek kadar
cesuruz. Hem aristokratız, hem demokrat, devrimciyiz de, gericiyiz de,
proletaryadan yanayız, proletaryaya karşıyız; barışçıyız, barışa karşıyız.
Sabit bir nokta olması yeter: millet…”*
Milleti tek referans göstermenin de faşizme yol açabileceğini idrak ediyor
mu günümüzün siyasileri acaba?
Ya da ekonomiyi polis teşkilatını, orduyu, propaganda araçlarını tek elde
toplama merakı nereye gidiyor?
Bir zamanlar bir cemaatin pek de merak sardığı bu altı ilkeyi hayata
geçirme hevesi, başkalarına da örnek olmasın sakın…
*Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim, İstanbul 2015, s.128
LÂ HAVLE…
Lâ havle velâ kuvvete illâ billâ...
Balyoz gibi yumrukları olsun illâ!
İllâ ki, getirsin nidâ her vuruşla!
Allah Allah!
Ak saçlı erenler gibi pür pâk oldun;
Hamdım beni pişsin diye çâk çâk kıldın.
Allah Allah!
Sabreyledi hûşû ile vallâ billâ!
Hayret ki, nasıl oldu fesüphanallah?!
Allah Allah!
Rüzgâr gibi, şimşek gibi atlar bizde;
İz yok şehsuvardan ama gönlümüzde…
Allah Allah!
Eyvah bu ne hâl böyle, bu hâl ne hâldir?
Müslim misin, kâfir mi; çetin sûaldir.
Allah Allah!

gazetevahdet.com
Feminizm Terörü - M. Şevket Eygi
M. Şevket Eygi
FOTOGRAFINI gördüm, hem üzüldüm, hem öfkelendim. Doksan beş
yaşında bir ihtiyar, iki bastonla ayakta duruyor. Zavallı adamcağızı hapse
atmışlar. Ona orada kim bakacak?.. Suçu neymiş biliyor musunuz? Karısına
şiddet uygulamış!.. Yahu onun âhı da gitmiş, vahı da gitmiş. Şiddet
uygulayacak hali mi kalmış?
Kadınlara pozitif ayrım yapacağız diye nerelere geldik, ne hallere düştük.
Aşırı Feministler terör estiriyor.
Bazı liseli kızlar dekolte kıyafetlere bürünmesin dersiniz, aşırılar yaygaraya
başlar.
Zina yeniden suç sayılsın, cezalandırılsın dersiniz, yaygaralar yeniden
başlar.
Çok açık ve seçik konuşuyorum: Hakların ve hürriyetlerin de sınırı vardır.
O sınırlar aşılınca kötülük olur, fertlere ve toplumlara zarar ziyan ulaşır,
İsviçre Medenî Kanunu’nun tercümesi olan eski Türk (!) Ceza Kanunu da
kötüydü ama bugünkü kadar kötü değildi.
Bizim ailemizin mutlaka bir reisi olması gerekir. Bugünkü Ceza Kanunu
ailede reis tanımıyor. Kadını reis yapmış olsalardı bu kadar kötü ve yıkıcı
olmazdı.
İslamî kriterlere göre Feminizm, Darvinizm Komünizm gibi sapık bir
ideolojidir. Türkiye’yi yıkacak faktörlerden biri işte bu sapık ve bozuk
ideolojidir.
Aile yıkılırsa Türkiye de yıkılır.
Millî kimlik ve kültürümüze uyumlu olmayan yeni Medenî Kanun
yüzünden aile kurumu sarsıntı içindedir. Boşanmalar anormal şekilde
artmaktadır.
Kadın cinayetlerinin ana sebebi bu kanundur.
Bugün on binlerce ayrılmış koca, işleri bozulduğu ve eski eşlerine nafaka
ödeyemedikleri için hapis cezası tehdidi altında titriyor.
Çocuklar için ödenen nafakaların yerli yerinde harcandığına dair hiçbir
denetim yoktur.
Aile konusunda alarm zilleri çalıyor.


ew2016-02-11-tugik-01-12016-02-11-tugik-05-640x36412654449_181230765575077_8942560085681892974_n12662485_599680106853377_7205134720589768456_n12669500_599680646853323_1227000274729600961_nCa4lLIzWwAQ9VexCa9AVkOUkAAQGjUCa9bpkmW8AA40UrCa9dl8RWAAEmWyKCa9Ep8DW4AAm6E_Ca9OaiUW4AAG36TCa9t_0bW8AMFL0sCa9vuymXEAAr7WXerdogan-gazetelere-saldirilari-siddetle-kiniyorum-2h1455187457-2bb5eberdogan-hurriyet-icin-yaygara-koparanlar-nerede-2h1455197839-8ac7betesettur-modasi