habervaktim.com Akan her damla kanda Haçlıların da payı var - Abdulkadir Özkan
yeniakit.com.tr
Moda ile tesettür BAĞDAŞMAZ!
İŞTE O YAZI:
(...) Tesettürde namahreme bakmama ve baktırmama esastır. Yani tesettürlü bir kadın tesettürü ile ‘bana
bakma!’ demiş olur. Oysa moda ‘bana bak’ demenin ifadesidir.
(...)
Tesettür ucu Hz. Âdem’e dayanan bir geleneğin devamıdır. Oysa moda eskiyi çöpe atmanın adıdır, yarın
tekrar değişecek olan şu anı yaşamaktır.
Tesettürde şöhret, istenmeyen bir şeydir. Resulüllah (sav) ‘şöhret libasını’ lanetlemiştir. Şöhretin her iki ucu
da yerilmiştir.
Tesettür israfın haram olduğu bir düşüncenin ve ihtiyacın ürünüdür. Oysa moda safi israftır.
Tesettür bir kişiliği, kimliği ve aidiyeti sembolize eder. Oysa moda özentinin ve öykünmenin ürünüdür.
Tesettürün asıl boyutu manevi yönüdür, o bir ibadettir, moda ise gösterişten, riyadan ve görünenden
ibarettir.
(...) Moda ve gösteriş tarzındaki tesettür modernliğin ve dünyevileşmenin bir tezahürüdür.
Bütün bu sebeplerden ötürü moda ile tesettüre bağdaştırma imkânı gözükmemektedir. (...)
Faruk Beşer / YENİŞAFAK
habervaktim.com
Akan her damla kanda Haçlıların da payı var - Abdulkadir Özkan
Yazarın Tüm Yazıları »
Ülkemiz yıllardan beri PKK terörü ile uğraşırken Haçlılar onun yanına bir de PYD’yi eklediler. Bunun için
de Suriye’yi karıştırdılar. Irak’ı karıştırıp istikrarsızlaştırdıktan sonra Suriye’yi karıştırmak daha kolaydı.
Çünkü Irak’ı istikrarsızlaştırmak için işgal etmeleri gerekirken Suriye’de böyle bir durumda söz konusu
değildi. Bölgemize ve özellikle de Türkiye’ye iki terör örgütünü musallat etmeyi yeterli bulmayan Haçlılar
devreye bir de IŞİD denen İslam kimliğini ön plana çıkartan bir başka örgütü sürdüler. Böylece hem daha
çok Müslüman kanı akacak hem de Haçlılar İslam düşmanlığını körüklemek için gerekçe bulmuş
olacaklardı. Bu örgüt özellikle devreye sokuldu ki, PKK ve PYD isimli terör örgütlerinin işlediği
cinayetlerden dikkatin başka yöne çekilmesi, bir bakıma PKK ve PYD’nin cinayetleri masum gösterilmeye
çalışıldı. Böyle olmasaydı ABD’den sıkça PYD’nin terör örgütü olarak görülmediği açıklamaları gelir
miydi? Tüm bunları başta ABD olmak üzere onların Avrupa kolu bazı AB ülkelerinin ikiyüzlülüğüne -
isterseniz buna sahtekârlıklarına diyelim- dikkat çekmek için vurguluyorum. Vurguluyorum ki artık Haçlı
ittifakının üyelerinden Türkiye’ye hayır gelmeyeceğini herkes görsün. Yüze karşı söylenenler ile gerçek
niyetlerin farklılığı anlaşılsın. Anlaşılsın ki, ülkemizde dökülen her damla kanda olaylarla hiçbir ilgileri
yokmuş görüntüsü veren ABD ve AB ülkelerinin payı olduğu anlaşılsın.
Terör örgütlerine destek verenlerin işlenen cinayetlere ortak olduklarını söylemenin gerekli olduğunu, artık
bu gerçeği herkesin ve özellikle de ülkemizi yönetenlerin görmesi gerekiyor. Çünkü gelen her şehit haberi
yüreğimizi dağlıyor.
ABD başta olmak üzere Haçlı ittifakından terörle mücadele konusunda samimi bir destek beklemenin
yanlış olacağını görüp artık insanımızın hayatına kasteden, ülkemizin bütünlüğünü parçalamak üzere
harekete geçirilmiş örgütlere her konuda destek verenlerle dost olunamayacağını anlamak gerekiyor. Aksi
halde katillerin suç ortakları ile aynı çizgiye düşülmüş olur ki, bu da büyük bir yanlış olur.
Artık, yüz yüze görüşmelerde özellikle ABD’li yetkililerin PYD diye bir Kürt devletinin planlarında
olmadığı şeklindeki sözlerinin gerçeği yansıtmadığı, yüze gülüp arkadan kuyu kazdıklarını doğru tespit
etmek gerekir. Bu tespit Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Batı terörle mücadelede Türkiye’yi yalnız bıraktı”
değerlendirmesi ile yapılmıştır. Ancak, bu tespiti yaptıktan sonra hâlâ katillerle ortaklıklarını sürdürenlerle
ilişkilerin dostluk seviyesinde yürütüldüğü iddialarının terk edilmesi gerekiyor. Aksi, halde arada bir
duymak istediğimiz sözlerin dile getirilmesine aldanmak kanlı katilerin işine yarayacaktır. Çeşitli kereler bu
köşede hatırlattığım bir hususu ülkeyi yönetenlerin de bildiğini düşünüyorum. Bu husus terör örgütlerinin
arkasında bir takım yabancı ülkeler ve istihbarat örgütleri bulunmadığı takdirde uzun ömürlü
olamayacakları gerçeğidir. Eğer bir PKK terör örgütü 30 yılı aşkın bir süreden beri cinayetlerini
sürdürebiliyorsa akan kandan bu örgütlerin arkasındaki devletlerin de paylarına mutlaka düşecektir. Çünkü
destekleri sürdüğü müddetçe ABD ve AB ülkeleri terör örgütlerinin suç ortağıdırlar.
Sözü daha fazla uzatmadan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ndeki temasları sırasında dile getirdiği şu
hususu aktarmak istiyorum:
“Ankara’daki saldırılar YPG kamplarında eğitim gören PKK’lılar tarafından, İstanbul’daki patlama da
DAİŞ mensubu bir canlı bomba tarafından PKK ve YPG’lilerin desteği ile yapıldı.”
Bu tespit yapılıp ilan edildikten sonra söz konusu terör örgütlerini destekleyip besleyenlerle aynı konuyu
konuşup destek istemenin sonuç vermesini beklemek mümkün olabilir mi?
Küçük Cümleler
M. Şevket Eygi
02 Nisan 2016 Cumartesi 09:59
ÇOK önemli ve hayatî bir seçimdir: Rahmanîler dairesi içinde olmak, Tâgutîler safında olmamak.
**
Üst üste küp dizmişler, en yukarıya Sarraf küpünü koymuşlar. En alttaki küpü bir çekerlerse sen seyreyle
şangırtıyı ve gümbürtüyü.
**
Din ve mukaddesat sömürüsü: Karı satmaktan, uyuşturucu ticareti yapmaktan, haydutluktan daha kötü bir
meslek.
**
Hiç lüzumu olmadığı halde hoparlörü sonuna kadar açan: Hoparlör fetişisti.
**
Faydalı kitaplar okumayan: Cahil kalmaya mahkum biri.
**
Cemaatini dinini üzerinde tutan: Dengesiz… (Birine: Üzerine alınma. Sen cemaatini İslam’ın üzerinde
tutmuyorsan, bu sözüm sana değildir.)
**
Kaba kırıcı hoyrat kendini beğenmiş sofu. Böylesinden kaç bucak bucak.
**
Fâsık ve bid’atçide görülen olağanüstü hal: Keramet değil, istidractır.
**
Telefonu bin liralık, dolmakalemi iki bin lira: Aferin ona.
**
Cep telefonu kullanmıyor: Bilge ve çok akıllı kişi.
**
Ben iyiyim demek eşittir ben kötüyüm…
**
Camiler: Beş vakitte erkeklerle dolu olması gereken kutsal mekanlar. Kadınların namazlarını evlerinde
kılmaları hayırlı ve efdaldir.
**
Sonradan görmüş türediler: Cenab-ı Hak onları ıslah buyursun.
**
Karşısındakine öfkeyle “Allah seni ıslah eylesin!” diye bağırana: Niçin “Allah seni, beni, hepimizi ıslah
eylesin” demiyorsun?
**
Turizm sektörü: Turist gelmeyince işi bitiktir.
**
Büyüklerine saygı gösteriyor, küçüklerine merhamet ediyor… Terbiyeli ve vicdanlı kimsedir o.
**
Lüks, pahalı, masraflı, şatafatlı, gösterişli bir otoya binmiş ama kendisinin ciğeri beş para etmez…
**
Doktora yürüyerek gitmiş, muayene ve tahlilden sonra sedyeyle çıkartılmış!..
**
Kimyevî ilaçlar: Çoğu kaşığıyla yedirir, sapıyla göz çıkartır.
**
Ölmekten korkuyormuş… Korkunun ölüme faydası yoktur.
**
En iyi hapishane: Senin, içinde tutuklu veya mahkum olarak yatmadığındır.
**
İktidar ve riyaset: Ateşten gömlek.
**
Korkma bize bir şey olmaz… Başlarına taş düşmeden önce ahmakların söylediği söz.
**
Herkes kötü, ben iyiyim… Merkepçe bir lâf.
**
Benim şeyhim çok büyüktür, senin küçük şeyhini döver… Tasavvuf ve tarikat terbiyesinden bîhaber geri
zekalı dangalakların sözüdür.
**
Hiç durmadan, her öğünde doyduktan sonra tıka basa yiyenler: Sahiplerine söyleyin, yem torbalarını
onların boyunlarında asılı bıraksınlar.
**
Fazla parası yoktu, büfeden üç liralık yarım ekmek tavuklu döner aldı, parkta yerken, yanına gelen aç
kediye de birkaç lokma verdi. Merhametli ve cömert adam, Allah onun işini rast getirsin.
**
El yazısı inci gibi, çok düzgün ve estetik… Medenî insan.
**
Galatadan Eminönüne köprüden geçerken tepedeki Süleymaniye camiine alıcı gözle bakmayan kimse…
Gözleri var ama bakmıyor, görmüyor.
**
Bendenize bir soru: Sen kimsin?... Cevap: Ben bir Müslümanım.
**
Sen nasıl bir Müslümansın?... Cevap: İyi bir Müslüman değilim.
**
Bunu tevazudan mı, söylüyorsun?.. Cevap: Hayır tevazudan değil, gerçekten iyi Müslüman olmadığım için
böyle diyorum.
**
Tolgaç Olgaç gibi isimlere sahip genç Müslümanlara: Sizin kabahatiniz yok, bu isimleri siz seçmediniz.
İsminizin başına Şâkir… Vehbi… Murtaza ve benzeri İslam isimleri koyunuz.
**
Ziyaretine gittiğiniz bir büyüğünüze saygısızlık etmek mi istiyorsunuz, onunla görüşürken aynı zamanda
cep telefonunuzla konuşma yapınız.
**
Komşusunu rahatsız eden, ona eza veren, ona çile çektiren Müslüman eşittir kötü Müslüman.
**
Kendini beğenmek, zatını dev aynasında görmek, zerre kadar günahı, kusuru, eksiği olduğunu kabul
etmemek, suçu hep ötekilerin üzerine atmak… Bunlar günah olarak yeter de artar.
**
Yalnızlık: En iyi arkadaş.
**
Ümmet ve Hilâfet… Bu iki temel değeri bilmeyen, bunların şuuruna sahip olmayan Müslüman gaflet
içindedir.
**
“Ben ihlaslıyım…” Böyle söyleyen kimse ihlaslı değildir.
02.04.2016
http://www.habervaktim.com/ sitesinden 02.04.2016 tarihinde yazdırılmıştır.
Engin Ardıç / Sabah
Yeni bir köprüye ve yeni bir havaalanına karşı olanlar... Nükleer santral istemeyenler... "Kent
dönüşümüne" ve yeni inşaata gıcık kapanlar... Haydarpaşa Garı merdivenlerinde "kara trenimi isterim"
diye gitar çalan Kadriye...
Bir zamanlar Süleyman Demirel'le de "baraj yapıyor" diye dalga geçerlerdi.
Türkiye'de solcular ilerlemeye de değişime de karşıdırlar.
Onları her fırsatta döne döne ezmiş olan Kemalizm'e kul köle olmalarını ayrı ve özel bir hamşoluk
sayıyorum ve bugünlük üstünde durmuyorum.
Fakat sanayi ve teknolojiye karşı olmak... Yani "üretim güçlerinin" gelişmesini istememek...
"Üretim araçları özel kişilerin olacaksa hiç olmasın" diye bir felsefe...
"Kalkınma kapitalist yoldan olacaksa hiç olmasın" huysuzluğu.
"Sermaye emekçiyi sömürüyor, dolayısıyla hiç birikmesin" mantığı.
Kahrolsun süpermarket, yaşasın kahraman bakkal...
Bunlar ara ara "eski meslekler elden gidiyor" diye de ağlarlar.
Kapımızın önünden geçen yoğurtçu, macuncu, dondurmacı, iyi sucu... Bozacı, şıracı, kalaycı, bileyci...
Araba beygiri, saka katırı, ada eşeği...
Deniz otobüsü iskelesi ve tren istasyonuna giden Langa bostanları ve onların buz gibi kuyu suyuyla
yıkanan mis gibi hıyarları...
İki milyon Türk'ün yaşadığı (bunların burada en az sekiz -on milyon da akraba ve yakını vardır) Almanya
gerçeğine "başka işi yok da benim emekçi halkım telefon mu edecek" diye dudak bükenler ve haberleşme
devrimine, iletişimin çağdaşlaşmasına itiraz edenler...
İşin matrağı, kendileri teknolojiyi bayıla bayıla da kullanırlar. Karşı çıkmaları laftadır. Hep "başkaları"
adınadır.
Bir dönem, halkı "toplu taşımacılığa" teşvik eden her solcu gazetecinin altında kendi özel arabası vardı!
Gece üstlerine polyester "duvet" çekip yatarlar ama bir yandan da pamukları atan hallaca özlem dolu
yorgancılık şiirleri yazarlar.
Ressamın biri "kaybolan meslekler" tabloları yapmış, bunlardan bir sergi açmış da oradan aklıma geldi:
Aba dokumacısı, fırça tabelacısı, bastoncu, süpürgeci, macuncu, lambalıradyo tamircisi, arzuhalci,
kürsücü, sandalyeci...
Dünyanın hiçbir yerinde lambalı radyoyu özleyen de kalmadı, kullanan da, isteyen de. Hiçbir ülkeden "ah
nerede o atlı tramvay" diye bir ses duymadık. İnsanlık ilerledikçe bazı meslekler kaybolacak, yeni
meslekler çıkacaktır. Bugün sokakta bağırarak atlı tramvayın yolunu açan bir "vardacı" yoktur.
Jane Austen'in romanlarında olduğu gibi arabanızın arkasında (yani şimdiki bagajda) bir "footman" yani
ayakçı taşımak ister miydiniz?
Ama bunlar renkli televizyona da karşı çıkmışlardı, özel radyo istasyonlarına da.
Rivayet ederler ki, şimdi FETÖ'ye teslim olmuş bir gazete, bundan yirmi küsur yıl kadar önce, o sıralar
bizim televizyonculuk başarılarımıza da gıpta ederek, bir televizyon kanalı kurmak istemiş... Daha ortalıkta
ne RTÜK var ne bir şey...
Toplantı yapmışlar, tartışıyorlar. İçlerinden biri kalkmış demiş ki: "Arkadaşlar, bir dakika yahu... Biz ne
yapıyoruz? Biz özel televizyonlara karşı değil miyiz?"
İş yatmış tabii...
Okur kitlemizin fırlama kesimi, isterse yazının başlığını "el arabasına binen solcular" şeklinde de
okuyabilir.
Yazarın Diğer Yazıları
avazturk.com
Batı Emperyalizmi, Siyonizm ve şizofren devlet: RUSYA
Türkiye'nin Suriye sınırında bir Rus uçağını düşürmesiyle birlikte tüm dünyanın ve özelliklede Türkiye
Cumhuriyeti’nin, siyasal gündemi değişmiş dış politikada yeni bir siyasal krizle karşı karşıya kalmıştır.
Soğuk savaş döneminden sonra iki ülke ilk defa bu kadar ciddi bir şekilde karşı karşıya gelmişlerdir. Türk
devleti milli sınırları ihlal edildiği gerekçesiyle kendini savunurken, Rusya uçağın kesinlikle bir sınır ihlali
yapmadığını öne sürerek meydana gelen siyasal gerilimi önemli ölçüde tırmandırmıştır.
Böylece soğuk savaş sonrası iki ülke arasında meydana gelen yakınlık ve NATO'ya karşı bir yeni pakt
oluşturma gayretleri sona ermiştir.
Hatta iki ülkenin birbirini suçlayan açıklamaları, ortamı gerginleştirerek iki devleti sıcak bir savaşın eşiğine
getirmiştir. Son üç yüz yılda karşı karşıya gelen ve savaşan iki büyük devlet yeniden merkezi coğrafyada
bir çatışma ortamına sürüklenmesi yeni yüzyılın en önemli gerginliği olarak hızla tırmanmaya devam
etmektedir. Soğuk savaş boyunca her iki devlet dengeleri büyük oranda gözeterek sıcak bir savaşın eşiğine
gelmemişlerdir.
Küreselleşme denilen yeni siyasal Emperyal sistemin dünyaya egemen olmaya başlamasıyla birlikte
sosyalist sistem dağılırken, Türkiye’deki devlet yapısı da batılı emperyalist merkezler tarafından ortadan
kaldırılmak istenmiş, fakat bir türlü her yol denenmesine rağmen Türk devleti tarih sahnesinden
kaldırılamamıştır. Batı tipi kapitalist emperyalizm model olarak Rusya Federasyonuna dayatılırken,
Türkiye'de bir çok manevralarla bu değişime zorlanmış ama istenen sonuç bir türlü elde edilememiştir.
Küreselleşme dönemine geçilirken Kuzey yarım kürede önemli sınır değişiklikleri olmuş, Balkanların en
büyük devleti olan Yugoslavya, insan hakları ve demokrasi görünümlü bir etnik çatışmayla tasfiye
edilmiştir. Kuzey yarım kürede istediği o değişiklikleri başarıyla gerçekleştiren batı emperyalizmi, sıra
güney yarı küreye gelince başarılı olamamış, bocalamıştır.
Güney yarım kürede olan devletleri dönüştürememiştir. Merkezi coğrafyada ikinci Dünya savaşı
sonrasında kurulmuş olan Yahudi devleti işin içine karışınca her şey alt üst olmuştur. Batı kapitalizminin
küreselleşme modeli eski Osmanlı ülkelerine taşınmak istenirken, bu sefer İsrail üzerinden Siyonizm öne
çıkarak, tarihten gelen Büyük İsrail imparatorluğu oluşumunu yeni aşamada "Orta Dünyanın” kutsal
toprakları üzerinde yeni bir siyasal düzene dönüştürmek istemiştir. Böylece yeni bir kaos döneminin önü
açılmıştır.
Küresel sermaye ABD üzerinden bütün dünya devletlerini kendi hegemonyası altına almaya çalışırken, bu
durumdan faydalanmak isteyen iki bin yıllık Siyonizm akımının "Orta Dünyada” kurmayı başardığı Yahudi
devletinin, Siyon tepesinde Hz. İsa'nın dünyaya dönerek kuracağı bir küresel imparatorluk ideali çizgisinde
yeni bir imparatorluk dönüştürülmesi çabaları bütün bölge devletlerini hedef alırken, doğu ve batı
güçlerinin merkezi alanda bir Üçüncü Dünya savaşı tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Irak
üzerinden çıkartılamayan Üçüncü Dünya savaşı bu defa Suriye üzerinden çıkartılmaya çalışılırken, kutsal
metinlerde(!)dile getirilen Armegeddon savaşının Suriye sınırları içerisinde yer alan Megiddo ya da diğer
adıyla Amik ovası bölgelerinde çıkabileceği ilgili kişilerce dile getirilmeye başlanmıştır.
Basra körfezi, Irak ve Suriye gibi ülkelerde çıkartılamayan Üçüncü Dünya savaşı, bu kez doğu ve batının
önde gelen büyük devletlerinin karşı taraflar olarak yer alabileceği bir kıyamet savaşı senaryosuna doğru
yaşanan olaylar aracılığıyla yönlendirildiği görülmüştür. Siyonizm Türkiye-İran üzerinden bir mezhep
gerginliği ile bir savaş meydana getiremeyince yeni bir senaryo olarak Türkiye-Rusya çatışması
planlanarak yürürlüğe konulmuştur. Büyük İsrail imparatorluğunun kurulabilmesi için bölgede ki büyük
devletlerin savaştırılması oyununda, birinci aşama gerçekleştirilemeyince ikinci aşama olarak Türkiye-
Rusya çatışması ön plana çıkarılmaya başlanmıştır. Rusya'nın özellikle yanlış Suriye politikası ve batı
karşısında yeni bir soğuk savaş arayış çabası içerisine girmesi, Türk-Rus savaşı çıkartmak isteyen
Siyonist-Emperyalist merkezlerin işine yaramıştır.
Yeni dönemde Irak ve Suriye iç savaşlarını terör örgütleri aracılığıyla bütün bölge ülkelerine yaymak
isteyen emperyalizm ve Siyonizm ittifakı, asıl amaç olan kıyamet senaryosunun gerçekleştirilebilmesi için
bölgenin büyük devletlerini savaşa doğru kışkırtmış ama bunun bir türlü gerçekleştirilemediği anda, bir Rus
uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi yepyeni bir durum ortaya çıkartmıştır. (Hele şu günlerde Hava
Kuvvetleri içinde ki Haçlı-Siyonist güdümlü FETÖ'nün varlığının ciddi şekilde kanıtlandığı düşünülürse)
Bir tarafta Rusya'nın yeni Emperyal güç olarak yayılma planları, diğer yanda ise batılı ülkeler ile İsrail'in
Orta Doğu ülkelerini yeniden şekillendirme ve bu doğrultuda yirmiden fazla Müslüman ülkenin sınırlarının
değiştirileceği gerçeği, aynı anda dünyanın siyasal gündemine oturmaktadır. Merkezi alana demokrasi
getirme numaraları ile bölgeye giren batılı emperyalistler, kutsal topraklarda ki güçlerini artırma
doğrultusunda atağa geçerken, bir doğulu güç olarak Rusya da bu bölgede harekete geçmiştir. Merkezi
coğrafyada kesişen bu iki inisiyatif son aşamada bir Türk-Rus savaşı ile yeni bir gündem belirleyebilir.
Emperyal destekli bir kırk yıllık terör yüzünden bütünlüğünü kaybetme noktasına gelen Türkiye'yi üyesi
bulunduğu NATO hiç korumazken, Rusya'nın Suriye'ye askeri birlik göndermesi üzerine Türkiye'yi
korumak için her türlü yola başvuracağını NATO yetkilileri açıklamıştır. Tam bir ikiyüzlülük olarak
adlandırılabilecek bu durum bile, merkezi alanda batı emperyalizminin savaş istediğini bu doğrultuda
Türkiye'yi bir cephe olarak kullanmaya hazırlandığını açıkça ortaya koymaktadır. Bir taraftan da Rusya
tam anlamıyla şizofrenik bir uluslararası politikanın takipçisi durumundadır.
Rusya bu şizofrenik yapısı nedeniyle çok kolay savaş senaryolarının içine sürüklenebilecek bir devlettir.
Ayrıca Rusyanın, Hazar ve Kafkasya üzerinde ki enerji yatakları ile ilgili Türkiye'nin milli menfaatlerine
ters politikaları da başka bir sıkıntılı durumdur. Sonuç olarak Türkiye ne Siyonist-emperyalist batının nede
Suriye sınırı dan, Kafkaslara kadar Türkiye için tehdit içeren politikalara sahip Rusya'nın bu oyunlarına
düşmeden yeni, milli, dengeli, hassas fakat bir o kadar da cesur ve kararlı iç ve dış politikalar geliştirmesi
ve uygulaması kaçınılmazdır.
habervaktim.com
Bir Gence - M. Şevket Eygi
Yazarın Tüm Yazıları »
M. Şevket Eygi / Milli Gazete
SİZE, şifahî (sözlü) kültürlü bir Müslüman olmamanızı, mutlaka yazılı kültür sahibi olmanızı tavsiye
ediyorum.
Okuyan ve yazan bir Müslüman olunuz.
Okumak demek faydalı kitapları, mânalarını bilerek okumak, sonra öğrendiklerini hayata uygulamak
demektir.
Güzel ve düzgün yazı sahibi olunuz.
Siz Müslüman olduğunuz için Osmanlıca bilmeniz şarttır. İstersem öğrenirim, istemezsem öğrenmem
şeytanî kuruntusunu bırakınız ve bin yıllık millî ve islamî yazımızı mükemmel surette öğreniniz.
Osmanlıca bilmenin kemali şu iki maddede hülasa edilebilir:
1. Özel notlarınızı Osmanlıca rik’a yazısıyla tutabileceksiniz.
2. Fuzulî Divanı’nı, Osmanlıca metninden kolayca okuyup şerh edebileceksiniz.
Hayatta hangi mesleğe sahip olursanız olun, din ilimlerini, size yetecek derecede öğreneceksiniz.
Akaid (İnançla ilgili bilgiler)… Fıkıh… Usûl-i fıkıh… Usul-i hadîs… Usul-i tefsir… Kelam… ve diğer âlî
ilimlerin özetleri.
Arkadaşlarınıza, sizin seviyesindeki kimselere imamlık yapacak kadar kıraat ilmine sahip olmanız da
şarttır.
Ahlak ve karakter meselesi çok önemlidir. İslam, Kur’an, Peygamber (Salat ve selam olsun ona) ahlak
sistemini öğreneceksiniz ve bu ahlakla ahlaklı olacaksınız.
Türkiye ikliminde yaşadığınıza göre İstanbul kültürüne, görgüsüne, edebine, terbiyesine, nezaketine,
kibarlığına, mürüvvetine sahip olmanız gerekir. Bunları iyi bilen ve öğretmeye icazeti olan ehliyetli ve
liyakatli bir üstattan öğreniniz. (Bendeniz böyle bir kimse değilim)
Bazı güncel konularda özel dersler almanız gerekir. Bunlardan birkaçını sayıyorum:
1. Cep telefonu fetişisti, hastası, manyağı, kaçığı, delisi, bağımlısı olmama dersleri.
2. Otomobili bir ihtiyaç olarak görmek, bir statü olarak kabul etmemek, binit konusunda israftan ve
şatafattan kaçınmak dersleri.
3. Mesken, yazlık, döşeme mobilya; Müslüman evi nedir, ev mal değil, yuvadır dersleri.
4.Yeme içme, sağlığını koruma, iyi tıp, kötü tıp, tıp ve ilaç mafyası, ölümden başka her derdin çaresi vardır.
Doyduktan sonra yemeyerek sağlıklı yaşamak dersleri.
Size sanat, güzellik, estetik boyutuna sahip olmanızı önemle tavsiye ederim.
Mutlaka, geleneksel sanatlarımızdan birini öğreniniz, öğrendikten sonra ürün veriniz. Sanat insanı hayata
tutundurur, dinlendirir, huzurlu kılar, itibar kazandırır
Şu kural düsturunuz olsun: Asıl fazilet, düşmanların kabul ettiğidir.
Kendinizi övmeyiniz, dost ve yakınlarınızın övgüleri sizi aldatmasın. Düşman ve karşıtlarınız (hiç olmazsa
bir kısmı) sizin üstünlüklerinizi, faziletlerinizi kabul ediyorsa işte o zaman gerçekten üstünsünüz demektir.
Para ve maddî menfaat konusunda etkili eğitim görmelisiniz. Dini imanı para ve menfaat olan düşük ve
rezil bir kimse olarak yaşarsanız yanarsınız.
Helal kazanmak, helal yemek; haram kazançlardan uzak durmak konusunda da yetiştirilmeniz şarttır.
Haram yiyenler belalarını bulurlar.
Şu konuda da özel dersler almalısınız: Kaç çeşit nefs vardır?.. Nefs-i emmaresinin kölesi olanlar çok kötü
durumdadır… İnsan kendi başına nefs-i levvâme derecesine çıkabilir, ondan sonrası için icazetli mürşid ve
rehber gerekir…
Ümmet, Hilafet, Büyük İmam’a itaat ve biat, zamanındaki İmam’a biat etmeden ölenlerin sanki cahiliyet
ölümü ile ölmüş olacakları, Ehl-i Sünnet’in Fırka-i Nâciye olduğu konularında da bilgi sahibi olmanız
şarttır.
İyi insan, iyi Müslüman, adam olabilmeniz için yukarıda saydığım konularda yetişmelisiniz.
Yetişmeden adam olunmaz.
Doktor, mühendis, hukukçu, iktisatçı olmak yeterli değildir. Bunların üzerinde iyi insan, iyi Müslüman
olmanız gerekir.
Bu konuda iki şeye sahip olunuz: Adam olma NİYETİ… Bu niyeti hayata geçirebilmek için gerekli güçlü
İRADE… Adam olabilmek için, yeterli bir PLAN ve PROGRAM.
Ellerinde imkân ve fırsat olan Müslüman bilenler ve büyükler, sizi ve diğer Müslüman gençleri; iyi
Müslüman, iyi insan olarak yetiştirmek, adam etmek için yapılması gereken bütün hizmetleri yapmaya
mecburdur. Yapmazlarsa siz ve öteki kardeşleriniz harcanırsınız ve bunun vebali yapmaları gereken,
yapabilecekleri halde yapmayanların üzerine olur.
Selam ve hürmetlerimle. 31.03.2016
habervaktim.com
Haçlı İttifakını Memnun Etmek Mümkün Olmaz - Abdulkadir Özkan
Yazarın Tüm Yazıları »
ABD ve AB ülkeleri ile ilişkilerin bir dost ve müttefiklik çerçevesinde gitmediğini söylemek için son
zamanlardaki gelişmelere bakmak yeterlidir. Türkiye’de Paralel Yapı etrafında operasyonlar birbirini takip
ediyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu başta olmak üzere tüm yetkililer paralel
yapılanmadan ülkenin kurtarılması gerektiğini söylüyor, her gün yeni bir operasyon yapılıyor, yeni bir
mahkeme açılıyor ama Paralel Yapı’nın başı olarak ilan edilen kişi ABD’de rahat bir şekilde hayatını
sürdürüyor. Bunu söylerken yapılan operasyonların doğruluğu ya da yanlışlığını belirtiyor değilim. Buna
ancak mahkemeler karar verir/vermelidir. İktidarın birinci öncelikli müttefiki olan ABD’nin tüm bu
gelişmeleri kenardan seyretmesi, yapılan müracaatlar konusunda kayıtsızlığını sürdürüyor olmasının iki
ülke arasındaki ilişkilerin dostluk çerçevesinde sürmediğini gösterir diye düşünüyorum. Bunun yanında
Suriye’de de ABD sergilediği tavır ve politikalarla Türkiye’nin söylem ve çıkarlarına uygun
davranmadı/davranmıyor. Sadece Suriye’de Türkiye’nin ABD politikalarını desteklemesi
isteniyor/bekleniyor. Türkiye ısrarlı bir şekilde ABD’nin önce Paralel için adım atmasını, Suriye’de ise
PYD konusunda somut ve organize destek beklediği ifade edilmesine rağmen ABD’nin sağırları oynağını
söylemek yanlış olmaz. Tüm bu Türkiye aleyhine tavırların nedenleri üzerinde duran bazı medya
organlarında, “ABD, AK Parti hükümetini düşürmeye çalışıyor” şeklinde çıkan haberler konusunda ABD
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby’ye düzenlediği basın toplantısında bu konu sorulduğunda verdiği,
“Öylesine saçma sapan bir iddia ki, bunlara yanıt verip onurlandırmaya bile değmez” şeklinde cevap
veriyor. Verilen cevabın haberlerden çok daha saçma ve gayriciddî olduğunu sanıyorum söylemeye bile
gerek yok. Kaldı ki, ABD’nin sadece Türkiye’ye yönelik geçmişteki tavırları değil, gelişmekte olan
ülkelerin pek çoğunda darbelere destek verdiğini bilmeyen kalmadığına göre bir Dışişleri sözcüsünün
meseleyi böylesine küstah bir tavırla cevaplandırması aslında itiraf mahiyetinde diye düşünmek yanlış
olmaz.
Bu arada, Brüksel’de düzenlenen AB Zirvesi öncesinde toplantının yapılacağı salonun hemen arkasında
PKK çadırı açılması ve çadırın güvenliğinin Belçika emniyet güçleri tarafından sağlanmasına Türkiye sert
tepki göstermiş ve bunun üzerine çadır kaldırılmış ise de kısa süre sonra aynı çadır aynı yerde yine Belçika
emniyet güçlerinin koruması altında açılmış ve faaliyetini sürdürüyor. Bu arada medyaya yansıyan bir
başka haberde de Sabancı suikastı sanığı DHKP-C’li Fehriye Erdal’ın Brüksel’de serbestçe dolaştığı
belirtiliyordu. Aslında Fehriye Erdal’ın Belçika’da yaşadığı bilinmiyor değildi. Sanırım haberin bugünlerde
yeniden manşetlere taşınması Belçika’nın sadece PKK değil, diğer terör örgütlerini de koruması altına
aldığını göstermeye yönelikti.
Aynı günlerde Türkiye, Almanya’da yayınlanan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sert biçimde eleştiren video
klip nedeniyle Almanya Büyükelçisi Martin Erdmann’ı Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak protesto notası
veriyor. Buna rağmen aynı klip bir başka Alman kanalında tekrar yayınlanıyor. Tüm bunlar gösteriyor ki,
Haçlı ittifakı ile Müslüman bir ülke olan Türkiye’nin dostluk ilişkileri kurması ve geliştirmesi mümkün
değildir. Kurulan ilişkiler bir takım günlük çıkarlara dayanmakta, bunun ötesine geçmemektedir. Sözün özü
ayıdan post Haçlıdan dost olmayacağı gerçeği sürekli hükmünü icra etmektedir. Elbette böyledir diye
herkese savaş açılması gerekmeyebilir ama bu küstahlıklara son vermenin yolunun İslam Birliği’nden
geçtiğini gerçeğini görmek ve ne pahasına olursa olsun bunu gerçekleştirmekten geçtiğini görmek
durumundayız. Hiçbir bedel ödemeden Haçlıların saygınlığını kazanmak mümkün değildir.
mecmerkezi.org
M. Es'ad Coşan Araştırma ve Eğitim Merkezi
Tarih: 12.01.2001 | Yer: | İzlenme:548
Videoyu istediğiniz yerden başlatmak için metin üzerine tıklayınız.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Allah'ın selâmı, rahmeti üzerinize olsun. Râmûzü'l-ehâdîs kitabımızın bir cildinden kura ile çekilmiş bir
sayfasından üç tane hadîs-i şerîf size okuyorum.
Birincisi Câbir radıyallahu anh'den, İbn Sinnî rahmetullahi aleyh tarafından kitabına kaydedilmiş. Bu
hadîs-i şerîfte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki:
Ye'tî 'ale'n-nâsi zemânün yestahfî fîhimü'l-mü'minü kemâ yestahfi'l-münâfiku fî-kümü'l-yevme.
Sadaka Resûlullâh fî mâ kâl ev kemâ kâl.
Bu sayfadaki bu hadîs-i şerîfler hep aynı şekilde başlıyor. Alfabe, elif-be sırasıyla olduğu için bu sayfanın
hadîs-i şerîfleri hep aynı ibareyle başlıyor. İstikbâlde olacak şeyleri beyan buyuruyor Peygamber
Efendimiz.
Ye'tî 'ale'n-nâsi zemânün. "İnsanların üzerine bir zaman gelecek ki… Gelir ki..." "İstikbâlde şöyle olacak..."
demek. Sanki insanlar duruyor da zaman üstlerine geliyormuş gibi, ifade öyle. "İnsanların üzerine öyle bir
zaman gelir ki..." Yestahfî fîhimü'l-mü'min. "O zaman insanların içinde mü'min, kendisini saklamaya çalışır,
gizlenir." Kemâ yestahfi'l-münâfiku fî-kümü'l-yevm. "Şu gün, şu anda, bu asr-ı saâdette, sizin aranızda
münafığın kendisini gizlemeye çalıştığı, saklandığı gibi, o zaman da mü'min saklanmaya çalışır, kendisini
gizler." buyuruyor Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.
Bu neden olacak?
Âhir zamanda, dünyanın sonu geldiği, kıyametin kopması yakın olduğu zaman toplum bozulacak. Ahlâkî
değerler tepe taklak olacak. Ahlâk küçümsenecek, ahlâksızlık yayılacak... İyi insanlar horlanacak, ayaklar
altına alınacak, ezilecek. Kötüler hakimiyeti ele geçirecek, başa geçecekler... İyi şeyler aptallık, yanlış ve
kötü gibi değerlendirilecek. Kötü şeyler, günahlar vesaire de açıkgözlülük ve iyiymiş gibi değerlendirilecek.
Her türlü ahlâksızlık artacak, her şey bozulacak. O zaman mü'minin de kıymeti bilinmeyecek. Mü'minin
kıymeti bilinmediği, toplum bozulduğu için, mü'min toplumun içinde garip olarak kalacak.
Bir başka hadîs-i şerîfte de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu istikbâlde olacakları Allah kendisine
bildirdiği için yine naklediyor;
"İslâm garip olarak başladı, garip olarak sona erecek; tekrar garip hâle gelecek. Ne mutlu gariplere!"
buyurmuş.
Garip ne demek?
Kendi vatanından, ehlinden, akrabasından, tanıdıklarında uzakta diyâr-ı gurbette olan kimse demek.
Müslümanın garip olması ne demek?
Toplumda kendisinin ehlî, ahbâbı, arkadaşı, kendisini anlayan, seven insanlar kalmadığı için, toplumun
içinde diyâr-ı gurbetteki bir yolcu, yabancı gibi; az ve sevilmeyen, tanınmayan bir insan durumunda
kalacak.
Onun için toplum bozulunca, kötü insanlar hakim olunca, bu sefer mü'min saklanacak. İmanın ızhar ettiği
zaman çeşitli sıkıntılara uğradığı veya ızhar edemediği için veya başka sebeplerden dolayı...
Peygamber Efendimiz neye benzetiyor?
Asr-ı saadette münafıkların, içi inanmayan insanların mü'minlerden korktukları için mü'min gibi
davranmalarına benzetiyor, teşbih buyuruyor. Münafık içinden inanmıyor, dışından mü'minmiş gibi
davranıyor, Allah'ın ahkâmına tam ihlasla teslim olmuyor.
Münafıklığın iki mertebesi var: Bir, imanda münafıklık. İmanda münafık, kâfirlerin en azılılarındandır,
daha tehlikelidir. Çünkü kâfir hiç olmazsa âşikâredir, biliniyor, tedbir alınır. Münafık insanların içindedir.
Bilinemediğinden zararı daha çok olabilir.
Bunlar hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de;
İnne'l-münâfikîne fi'd-derki'l-esfeli mine'n-nâri.
"Münafıklar cehennemin en aşağı derekesinde, tabakasındadır." buyuruluyor. Demek ki cehennemlik
olacaklar ve hem de en aşağısında, en çok azap olunan yerinde.
Bir de amelde münafıklık vardır. Mü'mindir, iyi niyetlidir de bu tip insan; ama arada, mü'mine yakışmayan
amelleri yapıyor, günahları işleyiveriyor, sonra pişman oluyor vesaire... İhlaslı bir mü'min gibi
davranamıyor.
Sahabe-i kirâm, kendilerinin zaman zaman hallerine bakıp, kusurlarını gözlerinde büyütüp de Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e gelip kendilerinden şikâyet ederlerdi;
"Yâ Resûlallah! Ben münafık mı oluyorum, ben münafık oldum, galiba münafık durumuna düştüm yâ
Resûlallah!" diye dertlerini açarlardı.
Peygamber Efendimiz "Niye?" diye sorduğun da durumlarını anlatırlardı;
"Senin yanında olduğumuz zaman, ne güzel duygular içinde oluyoruz. Mânevî hazlar, zevkler, feyizler,
bereketler içinde... Eve gittiğimiz zaman çoluk çocuğumuzla düşüyoruz, kalkıyoruz derken dünyaya
dalıyoruz." filan diye, kendi hallerini devam ettirememekten dolayı kendilerini münafık sanıyorlardı.
Sonra, bazı hatalı hareket ettikleri zaman da, gerçek mü'mine yakışmadığı için kendilerini kınıyorlardı,
kendi kendilerini levm ediyorlardı. Bu çeşit hatalı durumlara, amelde münafıklık deniliyor. Bu tip insanlar
hatalarından döndüğü zaman, kusurları bırakıp tevbe edip iyi hâle büründükleri zaman; Cenâb-ı Hak
gaffârü'z-zünûb'tur, settârü'l-uyûb'tur, günahları bağışlar, ayıpları kusurları setreder, örter, göstermez,
bildirmez, saklar. Cenâb-ı Hak onu yine cennete sokabilir. Çünkü mü'mindir, hatalıdır; hatalı mü'mindir.
O devirde münafık, aslında inanmamış, Peygamber Efendimiz'e kızıyor, ashâbına kızıyor ama bu
kızgınlığını ortaya vursa toplum içinde vaziyeti fena olacak; saklıyor. Ona benzetiyor, onun durumuna
benzetiyor. Demek ki âhir zamanda da toplum öyle bozulacak ki mü'min halini ızhar ettiği zaman çeşitli
hücumlara mâruz kalacak. İşte Çeçenistan, Rusya, Kosova, işte Kıbrıs'ın Rum kesimi...
Şöyle düşünün. Oralarda bir zaman Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye'nin teb'ası olarak rahat, sarı metin huzur
içinde yaşarken dindaşlarımız, kardeşlerimiz; Boşnak veya Arnavut veya Pomak veya başka... Sonra
Bulgarlar geldiler, baskı yaptılar, kişilerden dinini değiştirmesini, ismini değiştirmesini istediler. Karşı
koyanları öldürdüler.
Rusya'da ihtilâl olduğu, Türkistan'ı vesaireyi istilâ ettikleri zaman, çok korkunç zulümler yaptılar. Şimdiki
Özbekistan'da Fergana vadisi diye bir vadi var, hafızlar diyarıymış. Hocalar yetişen, çok ihlaslı insanların
olduğu yermiş. Ruslar oralara girdikleri zaman, çok korkunç katliamlar yapmışlar. Rus istilâsının şiddetli
olduğu zamanlarda da dindarlıklarını yapamadılar, saklamak zorunda kaldılar.
İspanya yedi asır müslüman yaşadı, Endülüs... Ondan sonra siyasî çekişmelerden, kıta katoliklerin,
hıristiyanların eline geçince çok büyük katliamlar yaptılar. Oradaki müslümanlar da çok zor durumlara
düştüler.
Allah hürriyetimizi, istiklâlimizi kaybettirmesin. Çünkü hürriyet ve istiklâl olmayınca, onunla beraber
İslâm'ı yapabilme imkânları da kayboluyor ve mü'minler çok zor durumlara düşüyorlar. Allah alnı açık,
göğsünü gere gere mü'min olduğunu söyleyerek, inancının gereğini her yerde, her zaman çekinmeden, tatlı
tatlı duyarak, Cenâb-ı Hakk'a güzel kulluk ederek, tam bir serbestlik içinde, müslümanlığı yaşamayı bize
nasip eylesin.
Bu sayfadan ikinci hadîs-i şerîf, yine aynı kelimelerle başlıyor. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'dan rivayet
olunmuş. Ebû'ş-Şeyh kitabında kaydetmiş ki Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor;
Ye'tî 'ale'n-nâsi zemânün yüşârikühümü'ş-şeyâtînü fî-evlâdihim. Kîle: Eve kâinün zâlike yâ resûlallah?
Kâle: Ne'am. Kâlû: Ve keyfe na'rifü evlâdenâ min evlâdihim? Kâle: Bi-kılleti'l-hayâi ve kılleti'r-rahmeti.
Sadaka Resûlullâh fî mâ kâl ev kemâ kâl.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
"Ye'tî 'ale'n-nâsi zemânün. "İnsanların üzerine bir zaman gelir ki ileride, âhir zamanda öyle bir devre
ulaşacak, öyle bir devir gelecek ki..." Yüşârikühümü'ş-şeyâtînü fî evlâdihim. "Evlatlarında şeytanlar
insanlarla ortaklaşacaklar." Yani, insanların evlatlarının bazıları şeytan evladı olacak.
Meselâ sofra kuruldu. Sofrada yemeğe başladı bir kimse, besmele çekmedi, yedi. O zaman yemek yemesi
besmelesiz olduğu için şeytan da onun tabağından yiyor. Su içti besmelesiz; onunla beraber su içiyor.
Yemesine, içmesine ortak oluyor. Öyle olduğu gibi, evlatlarına da ortak olabiliyor. Başka hadîs-i
şerîflerden de biliyoruz. Bir zaman gelecek ki şeytanlar insanların evlatlarına ortaklaşa olacaklar. Anne
babası ile ortak olacak.
Kîle: Eve kâinün zâlike yâ rasûlallah? Denildi ki: "Bu olacak mı yâ Rasûlallah?" Dinleyenler hayret ettiler.
Kâle: Neam. Peygamber Efendimiz "Evet, olacak." buyurdu. O zaman sordular ki;
Ve keyfe na'rifü evlâdenâ min evlâdihim? "Peki, o zamanki müslümanlar olarak bizler, böyle bir durum
olmuşsa, kendi evlatlarımızı şeytanların evlatlarından nasıl ayıracağız? Ortada çocuk var ama 'Bu evlat
benden mi oldu, şeytandan mı oldu?' diye bahis konusu olunca şeytanın evlâdını, oğlunu, kızını -neyse-
kendi kızımızdan nasıl ayırt edebiliriz? Alâmeti nedir?" diye sormuşlar.
Kâle. "Peygamber Efendimiz buyurmuş ki..." Bi-kılleti'l-hayâi ve kılleti'r-rahmeti. "O çocuğun utanmasının
azlığından ve merhametinin, acımasının azlığından..."
Demek ki şeytanın çocukları hayâsız oluyor; utanması, arlanması yok, ar damarı çatlamış oluyor ve
merhametsiz oluyor, acıması olmuyor. Kırıyor, döküyor, vuruyor, öldürüyor, bağırtıyor, can yakıyor, can
alıyor, işkence ediyor, vesaire... Şeytanın çocuğu... Arsız, yüzsüz, edepsiz, hiçbir şeyden utanması yok.
"Yüzü Fransız köselesi gibi." derler, yüzü kızarmıyor. "O hayasızlığından ve merhametsizliğinden anlaşılır."
buyuruyor.
Nasıl olması, bu duruma düşmemek için ne yapmak lazım?
Bir kere düğünün dinî bir düğün olması lazım! Dinî olmayan bir düğün, şeytanın katılacağı bir düğün; dinî
esasları çiğneyerek, günahlara dalarak, haramları yiyerek, içerek yapılan bir düğün böyle bir şeye sebep
olur.
Ondan sonra namaz niyaz, abdest olmazsa, besmele olmazsa, bu gibi durumlar olur.
Ne yapmamız lazım gelir?
Her işimizi, yememizi içmemizi, düğünümüzü derneğimizi, gerdeğimizi, her işimizi besmeleyle, Allah'ın
adını anarak, Allah'ın rızasını düşünerek, dindarâne duygularla, halis duygularla, temiz duygularla, dualarla
yapmamız lazım ki işimizde hayır olsun, bereket olsun.
Hani, meselâ Avrupalılar gemi yapıyorlar, denize indirecekleri zaman geminin burnunda şampanya şişesini
kırıyorlar.
Ne düşünürler, niçin yaparlar?
Kendilerinin örfleri, adetleri... Kendi dinlerinde bile zaten içki haram değil; kutsal şarap filân diyorlar,
şaraplı ekmek yiyorlar. Halleri öyle...
Biz nasıl yapıyoruz? Bir hayırlı açılış, bir fabrika vesaire olduğu zaman, "Bismillâhi Allâhu ekber" diyerek
kurban kesiyoruz. Etini fakirlere dağıtıyoruz, fukaranın dualarını alıyoruz. Hayırlı bir şey yaparak
başlıyoruz. Kur'ân-ı Kerîm'ler okuyoruz, bazı işlere hatimlerle başlıyoruz. Dükkânımızı açarken besmele ile
açıyoruz. Levha asıyoruz, hatta birçok dükkânlarda görüyorum, hoşuma gidiyor:
Her sabah besmeleyle açılır dükkânımız.
Falanca zât-ı muhterem pîrimiz, üstâdımız!
Diye artık her esnafın, her meslekten insanın bir pîri varmış. O pîrinin adını yazarak dükkânını besmeleyle
açıyorlar. "Bismillâhirrahmânirrahîm" diyerek, "Yâ Rabbi! Hayırlı rızık ver bize!" diyerek işlerini ibadetle,
taatle yapıyorlar. Yola çıkacağı zaman iki rekât sefer namazı kılıyor; duayla, namazla, abdestli çıkıyor.
Yaptığı hayırlı bir işi abdest alıp yapıyor. Bayramda, hayırlı bir iş yapacağı zaman temiz olayım diye gusül
abdesti alıyor...
O zaman hayırla başlayan, Allah adıyla başlayan, Allah'ın rızası düşünülerek yapılan şey hayırlı oluyor.
Bunu biz örfümüzden, tarihimizden, edebiyatımızdan biliyoruz. Süleyman Çelebi ne kadar güzel halka
öğretmiş, yaymış Mevlid'iyle:
Allah adı olsa bir işin önü
Hergiz ebter olmaya ânın sonu!
"Bir işin önü, başlangıcı Allah adı olursa, yani 'Bismillâhirrahmânirrahîm' diye başlanırsa; asla o işin sonu
ebter olmaz; güdük, kesik, bozuk, çürük olmaz; iyi olur." diye güzelce şiir halinde ifade etmiş.
Her işimizi besmeleyle yaparız. Arabamıza besmeleyle bineriz, arabanın anahtarını besmeleyle çeviririz.
Her işimizi besmeleyle yaparız, o zaman hayır olur. Yemeği besmeleyle yersin, yediğin hayreder, faydasını
görürsün.
Düğünü besmeleyle, gerdeği besmeleyle yapan, hayrını görür. Evlatları hayırlı olur, annesine babasına iyi
bakar, hürmet eder, ihtiyarlığında rahat ettirir. Çalışkan olur, hayatta başarılı olur, anasını babasını
sevindirir, yüzünü güldürür, iftihar ettirir. Vatanına milletine faydalı olur.
Onun için, aman her yaptığınız işi Allah'ı düşünerek, Allah'ın rızasını düşünerek, Allah'ın adıyla, Allah
nâmına... Hani meselâ diyorlar ya, kapıyı çalıyor:
"Kanun nâmına kapıyı aç!" diyor.
Nâm ne demek?
Ad demek.
Kanun adına söylüyorum sana aç kapıyı." diyor. Kanunu ifâ etmek için geldim demek istiyor. Biz de
mü'minler olarak, her yaptığımız işi Allah adına, Allah adıyla, Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla
yapalım!
Bu sayfadan üçüncü hadîs-i şerîf. Hz. Ali radıyallahu anh'dan, Ebû Abdirrahman es-Sülemî kaydetmiş.
Hz. Ali Efendimiz tarif edilmeyecek kadar, güneş gibi aşikâr bir mübarek büyüğümüz, başımızın tâcı. Ebû
Abdirrahman es-Sülemî de çok büyük bir alim ve sofî. Onların kitabına yazdıklarına, Hz. Ali'den rivayet
olunduğuna göre Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
Ye'tî 'ale'n-nâsü zemânün. "İnsanların başına, üzerine bir zaman gelir ki… İleride gelecek ki..."
Ne olacak?
Hemmühüm bütûnühüm ve şerefühüm metâ'uhüm ve kıbletühüm nisâühüm ve dînühüm derâhimühüm ve
denânîruhüm, ülâike şerrü'l-halkı lâ halâka lehüm indallâh."
Yine bu kıyamete yakın zamanı anlatan bir hadîs-i şerîf. Peygamber Efendimiz neler olacağını şöyle
buyuruyor;
"O zamanda..." Hemmühüm. "İnsanların tasası, gayreti..." Bütûnühüm. "Karınları olacak." Akılları, fikirleri
hep karınlarının ihtiyaçlarını gidermekle ilgili olacak demek. Tasaları; karınları...
Karın denilince karından maksat iki şey olabilir: Bir, mide olur; akılları, fikirleri, "Ne yiyeceğim, ne
içeceğim?" Yemek içmek... Bir de, cinsel konular kasdedilmiş olabilir. Cinsî duyguları esir almış, cinsel
manyak gibi; akılları, fikirleri o... Tabii kötü bir durum.
Çünkü insanın hemminin, gayretinin, tasasının, fikrinin, düşüncesinin, amacının yüksek şeyler olması
lazım! Böyle basit, süflî, âdî şeyler olmaması lazım! Amaçlarının yüksek olması, himmetinin âlî olması
lazım! Aksine insanlar kötüleştiği için, o devrin insanları kötü olduğundan bu kötülüğün vasıfları... Böyle
olacak durumları. Akılları, fikirleri belden aşağısı... karınları...
Ve şerefühüm metâ'uhüm. "Adamların şeref telakkisi, anlayışları da malları, mülkleri olacak." Yanında ne
kadar metaı varsa; yani emtia, mal mülk cinsinden varlığı varsa şerefi öyle... Parası kadar şerefi... Çok
parası olan, çok şerefli; parası olmayan şerefsiz.
Halbuki İslâm'da böyle değil. Takvası olan şerefli, takvası olmayan şerefsiz. Dindarlığı, hâlis duyguları olan
Allah indinde kıymetli; günahları, hataları olan, ne kadar zengin olursa, ne kadar makamı yüksek olursa
olsun, ne kadar dış maddî imkânları çok olursa olsun, İslâm'a göre kıymetsiz.
Ama artık her şey maddîleşmiş olduğundan o devirde adamların şeref anlayışları da değiştiğinden, malı
mülkü şeref ölçüsü oluyor; zenginliğine göre itibar görüyor. Halbuki zengin olmadığı halde, namuslu
olduğundan çok para kazanamadığı halde, çok iyi, melek gibi, altın, som altın gibi, elmas, pırlanta gibi
insanlar olabilir. Öyle düşünmüyorlar. Çünkü herkes maddiyata dalmış, her şeyi maddeyle ölçüyorlar.
Ve kıbletühû nisâühüm. "Kıbleleri de karıları..." Kâbe'ye dönmüyorlar, karılarına yönelmişler. Karılarına
tapıyorlar, akılları fikirleri onlar olmuş oluyor. Bu da dindarlığın bozulması, amaçların sapması, insanların
süflîleşmesi demektir.
Ve dînühüm. "Dindarlıkları da dinleri de..." Derâhimühüm ve denânîruhüm. "Altın gümüş paraları..."
Dinleri imanları para. O devirde dinleri imanları para para para olmuş oluyor.
Bu durum, yani maddecilik, şehvetperestlik, mideperestlik, her şeyi maddî, materyalist ölçülerle görmek,
ölçmek... olunca, insanlar artık her şeyi unutmuşlar. Faziletleri, mânevî değerleri, yüksek erdemleri
unutmuşlar. O zaman artık çok kötü bir durum olmuş oluyor. İnsanların bu zihniyette olanları çok kötü
olmuş oluyor. Peygamber Efendimiz Onlar için buyuruyor ki;
Ülâike şerrü'l-halk. "Bunlar halkın en kötüleridir." Halk, dar manasıyla insanlar demek, geniş mânasıyla
Allah'ın yarattığı bütün varlıklar demek. Bütün varlıkların en kötüleri. Çünkü taşın toprağın, otun yaprağın,
ağacın hiç olmazsa suçu, günahı yoktur. Allah ne için yaratmışsa, o işte bulunuyorlar, devam ediyorlar. Bir
insana kızdık mı "Odun!" deriz ama odunun bir kabahati yok. Ama adam çok kötü vasıflara düşmüşse,
sahip olmuşsa, çok fena durumlara düşmüşse; o zaman odundan, kütükten de daha fena...
Bazen bir hayvan ismi söylüyoruz kızdığımız adama; o hayvan masum, onun bir suçu günahı yok, nihayet
bir hayvan, yaratılışı öyle... Ama insan, kötü sıfatlarla, kötü işlerle ondan da daha aşağılara düşüyor.
Şerrü'l-halk. "Bunlar halkın, mahlûkatın en kötüleridir."
Lâ halâka lehüm indallâh. "Onların Allah yanında hiçbir nasipleri yoktur." Hayır, mükâfat, ecir, sevap gibi
bir şey almaları mümkün değildir.
Nasıl olmamız lazım?
Himmetimizin âlî olması lazım! Aklımızın fikrimizin, dünyamızın, âhiretimizin Allah'ın rızasına göre
olmasına yönelmesi lazım! Hem dünyamız Allah'ın istediği gibi tertemiz olsun hem de âhiretimiz azapdan
uzak, tam saadet olsun diye himmetimizin o tarafa sarf edilmesi lazım! İnsanlığın selâmeti, iyiliği için
âhirette de Allah'ın rızasına erip, cennetiyle cemaliyle müşerref olmak için gayret etmeli, insan ona tasa
çekmeli, onun için uğraşmalı!
İnsanın şerefi ilmiyle, irfanıyla, faziletiyle olmalı! Bir insan fakir olabilir. Yunus Emre'nin hakkında
anlatılanları doğru kabul edelim; oduncu olabilir, fakir bir köylü olabilir... Ama Yunus Emre gibi olunca en
şerefli insan oluyor. İnsan mânevî değerleriyle, gönül zenginliğiyle, iman kuvvetiyle, kalbinin altın gibi
olmasıyla kıymetli olur. Ama parası olmayabilir, kulübede oturuyor oturabilir, dağda bir mağarada yaşıyor
olabilir. İşin doğrusu, asıl şerefin takvada olması lazım!
Ve kıbletühüm nisâühüm. Evet, çok tabii, İslâm da teşvik ediyor; elbette insan aileseni sever, sevmeli!
Allahu Teâlâ hazretleri sevmeye de sevap veriyor ama insanın kıblesi Kâbe olmalı, din olmalı; maddî,
geçici ve fâni bir şey olmamalı!
Evet, insan annesini, kızını, hanımını sever, çoluk çocuğunu sever... İyi arkadaşlarını sever... Ama bu
sevgilerin hiçbirisi tek başına hayatın amacı olmaz. Çünkü onlar fâni...
Hayatın asıl amacı, insanın asıl yöneleceği yüksek şeyler olması lazım! Allah indinde geçerli şeyler olması
lazım! Yönünün, kıblesinin ulvî şeyler olması lazım!
Dininin de para para para... dininin imanının para olması insanın iyice materyalist olması demek… Para
buldu mu babasını bile satar, vatanını, vatanın sırlarını satar. Çok kötü bir şey...
Nasıl olması lazım?
Dünyaları verseler, bazı faziletlerden, bazı güzelliklerden vazgeçmemesi, onları vermemesi lazım! Ne diyor
Mehmet Akif:
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı!
Ne kadar güzel! Dünyaları alsan bile, dünya kadar rüşvet verseler; Amerika'dan, Rusya'dan, Avrupa'dan
rüşvet gelse, bir karış toprağı verilmez!
Onun için ölür, canını verir ama vatanını vermez. İşte bu, şerefli, hakîkî mü'min insanların amaçlarının çok
yüksek olmasından... Maddeye tenezzül etmez, maddeyi teper, elinin tersiyle iter.
"Ben böyle yakışıksız teklifleri kabul edemem! Ben böyle maddiyat için, çok değer verdiğim mübarek,
mukaddes şeyleri satamam!" diye söyleyecek sağlamlıkta olması lazım!
Öyle olmazsa, dünyada çok zengin devletler var, parayla herkesi alırlar. Herkese her şeyi yaptırırlar. İyi ki
para ile satın alınamayacak insanlar var, olmalı ki, -halen de ülkemizde var, başka ülkelerde var- Allah
onları hakim eylesin, işlerin başına onları getirsin. Sarsılmayan, sapasağlam, dürüst, dosdoğru insanlar
olmak lazım! "Öyle olmayan insanlar mahlûkatın en kötüleridir. Allah onlara hiçbir mükâfât vermeyecek.
Allah indinde hiçbir nasipleri yoktur." buyuruluyor.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi, dinimizden, güzel ahlâkımızdan, sağlam imanımızdan, pırıl pırıl ahlakımızdan
milletimizi, çoluk çocuğumuzu, nesillerimizi mahrum eylemesin. Allahu Teâlâ hazretleri ümmetimizi
korusun. Düşmanların topluca birlikler, ittifaklar kurarak yaptıkları zulümleri karşılamayı, müşterek
çalışmalarla yenmeyi Allah nasip eylesin!..
Mazlum insanların imdadına koşmamızı, onları zulümden kurtarmamızı nasip eylesin! Esir kardeşlerimizi
esaretten, mazlum kardeşlerimizi zulümden, mağdur kardeşlerimizi gadirden kurtarmakta bizlere gayret
versin, yardım eylesin! Tevfîkını refîk eylesin!
Cümleten bizi her yönden mansur, müeyyed, muzaffer ve galip eylesin.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû!
Sayfa Başı
saidnursi.de
Hz. Adem'i kandırmak için şeytan cennete nasıl girdi?
Halil Akgünler
İblis adı ile anılan şeytan, Hz. Adem'e secde emrine muhalefet edip Allah'a isyan etikten sonra cennetten
kovuldu. Bu kovulma ebedi olarak gerçekleştiği için elbette şeytanın geri cennete girmesi mümkün değildi.
Peki bu durumda nasıl Hz. Adem ve Havva'yı kandırmış olabilirdi? Cennete girmesi mümkün olmadığına
göre nasıl bir yol ile cennetin içinde huzurlu bir hayat süren Hz. Adem ve eşini aldatıp ayaklarını
kaydıracaktı?
İşte bu sual İslam uleması ve hatta diğer dinlerde de ciddi bir müzakere konusu olmuş. Ayet ve hadislere
isnat edilerek çeşitli izah ve yorumlar yapılmış. Hatta işin içine bir miktar da yalan yanlış bilgiler karışmış.
Ancak ulema iki mühim görüşte karar kılmışlar.
Bu hususta Elmalılı Tefsirinde geniş izahlar vardır. Bir bölümünü sunuyoruz:
A'raf suresi 10-25. ayet Elmalılı tefsirinden bir bölüm:
“Bu iskân ve tebliğ üzerine şeytan, kendilerinden örtülüp gizlenen yerlerini meydana çıkarmak: cinsel
organlarının bulunduğu yerleri açmak için ikisine de bir vesvese (kuruntu, şüphe) verdi.
VESVESE lugatte hışırtı, fışırtı, fısıltı gibi gizli ses demektir. Bu münasebetle gönülde birbiri arkasından
gelip tekrar eden gizli söze vesvese ve bir nefse böyle söz bırakmaya da vesvese vermek denilir.
Şeytan, Âdem'e ve Havva'ya böyle bir vesvese verdi ve dedi ki: Rabbiniz sizi bu ağaçtan başka bir sebeple
değil ancak iki melek olacağınızdan veya ebedî kalacağınızdan dolayı men etti. Yani bundan yerseniz, ya
yemek içmek ihtiyacından melekler gibi müstağnî olursunuz (ihtiyaç duymazsınız), yahut ölüm yüzü
görmez, ebedî kalırsınız, diye bir taraftan onları Âdem'e secde ile emredilmiş olan meleklere imrendirmek,
bir taraftan da maddî sebebin, ilâhî takdiri değiştirebileceği şüphesiyle ne olursa olsun bir sonsuzluk ve
devamlılık sevdasına düşürmek istedi. Burada meşhur bir suâl vardır: Şeytan cennetten kovulup çıkarılmış
olduğu halde cennetteki Âdem ve Havva'ya nasıl vesvese verebilmiştir?. Buna karşı, bir yılan aracılığıyla
girdi diye bir kıssa nakli şöhret bulmuş ise de, bunu büyük tefsirciler uygun görmemişler ve başlıca üç
şekilde cevap vermişlerdir:
1- Hasan Basrî hazretleri demiştir ki: Yüce Allah'ın vermiş olduğu bir kuvvet ile, yerden göğe veya cennete
vesvese ulaştırabilmiştir. Bu mânâya göre "hayye" (yılan) tabirinin, insan için yılan gibi zehirli bir hayatî
kuvvetten kinâye olması söylenebilir.
2- Ebû Müslim İsfehânî: Bu cennetin, yeryüzü cennetlerinden biri olduğu görüşünde olduğu için, Âdem ve
İblis ikisi de cennette idi demiş. Ancak bunun suâle uygun olmadığı açıktır.
3- Diğer bir takım tefsirciler de demişlerdir ki: "Âdem ve Havva, bazan cennetin kapısına yakın gelirler,
İblis de dışarıdan gözetir, yaklaşırdı; vesvese bu şekilde meydana geldi." Âyetlerin delaletine bakarak,
İblis'in kovulması ve çıkarılmasının, dört yönden vesvese vermesi imkânını yok eder bir şekilde olmadığı
anlaşılıyor. Bunun için vesveseye imkân bulup o maksatla öyle yaptı.”
Burada geçen “yılan aracılığı ile girdi” bilgisi ise Tefsir-i Kebirden nakille şöyle izah ediliyor:
“Şeytanın Hz. Âdem ve Hz. Havva’yı kandırmak için cennete girip girmediği hususunda görüş ayrılıkları
vardır.
Fahreddin-i Razi, tefsirinde; tefsircilerin farklı görüşlerini şöyle sıralar:
Birinci görüş kıssacıların görüşüdür:
“Vehb b. Münebbih el-Yemani ve Süddi'den, onlarında İbn Abbas (ra) ve onun dışında başkalarından
kıssacıların rivayet ettiği şu haberdir. İblis cennete girmek istediği zaman cennetin bekçileri ona mani
oldular. Derken yılana geldi. O, dört ayağı olan bir hayvan idi, bir Horasan devesine benzerdi. O adeta
hayvanların en güzeli idi. Şeytan bütün diğer hayvanlara başvurdu, fakat kimse onu kabul etmedi, ama
yılan onu kabul etti ve yuttu. Cennet bekçilerine göstermeden onu cennete soktu. Yılan cennete girince,
iblis onun ağzından çıkıp vesveseye başladı. İşte böylece yılan lanetlendi, ayakları yok oldu ve karnının
üstünde sürünmeye başladı. Onun rızkı toprakta kılındı ve bundan dolayı da insanoğluna düşman oldu.”
Diğer görüş ise:
İblis, cennetten çıkartıldıktan sonra Âdem’in (as) yanına cennete girebilmiş değildir. O şeytanlığı ile bu
konuda kendisine verilen imkân ile yüce Allah'ın kendisine verdiği vesvese gücü ile bunu yapmıştır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) de şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz şeytan kanın akması gibi insanın içinde akar." (Kurtubi Tefsiri, Camiu li-Ahkamil Kuran)
Usulcü bazı âlimler:
“Hz. Âdem ve Havva belki de cennetin kapısına kadar gelmişler, iblis de kapıya dıştan yaklaşmış ve onlara
vesvesesini vermiştir.” demiştir.
...
İlk görüşe (yani şeytanın yılanın ağzında cennete girmesi meselesi) tefsir kitaplarında yer verilse de
âlimlerin çok üzerilerinde durdukları bir mesele değildir. Fahreddini Razi ve Hasan Basri gibi zatlar ise
şeytanın cennetin kapısının dışından vesvese vererek Hz. Âdem ve Hz. Havva’yı kandırdığı görüşünü
benimsemişlerdir. (http://www.sorusorcevapbul.com/soru-cevap/muhtelif/seytan-hz-adem-ve-hz-havvayi-
kandirmak-icin-cennete-girdi-mi)
Bu noktada şeytanın cennete nasıl girdiği hususunda iki temel görüş ortaya çıkıyor:
Birincisi:Şeytan yılını kandırdı,onun içine girdi,bu yolla cennete girip Hz. Adem ve Havva'ya yılanın
ağzından vesvese verdi ve onları kandırdı.
İkincisi:Şeytan cennetin dışından, bilmediğimiz bir yol ile Hz. Adem ve Havva'ya vesvese vererek onları
aldattı. Bu ikinci görüşü tercih edenlerin istinat noktaları ise yine A'raf suresi 44-50. ayetlerinde geçen
bilgilerdir. Zira Kur'an, cennet ve cehennem halkının birbirleri ile konuşmasını mezkur ayetlerde bize
bildiriyor. Deme ki, cennet ve dışındakiler ile bir türlü iletişim var. Tam mahiyeti bizlere meçhul olsa da her
iki tabaka arasında konuşmalar mümkün. Bu noktada şeytan da cennet dışından Hz. Adem ile konuşmuş,
ona vesvese vermiş olabilir.
Bu noktaya kadar naklettiğimiz her görüş sahih kaynaklara dayanmaktadır. Ve bu nedenle her görüş de
doğru olabilir. Şimdi bu meseleyi Risale-i Nur bilgileri ışığında ve günümüz fen bilimlerindeki son verilere
göre tekrar bir izaha tabi tutacak olursak her iki görüşün de ne kadar doğru ve birbirini tamamlayıcı bir
unsur olduğunu açıkça görebiliriz.
Meselenin izah ve yorumuna geçmeden önce Nurlardan, 14. Lema'dan İkinci Esası takdim ediyoruz:
“İKİNCİ ESAS : Teşbih ve temsiller, havastan avâma geçtikçe, yani, ilmin elinden cehlin eline düştükçe,
mürur-u zamanla hakikat telâkki edilir. Meselâ, küçüklüğümde kamer tutuldu. Ben valideme dedim:
"Neden ay böyle oldu?"
Dedi: "Yılan yutmuş."
Dedim: "Daha görünüyor."
Dedi: "Yukarıda yılanlar cam gibi olup içlerinde bulunan şeyi gösterirler."
Bu çocukluk hatırasını çok zaman tahattur ediyordum. Ve derdim ki: "Bu kadar hakikatsiz bir hurafe,
validem gibi ciddî zatların lisanında nasıl geziyor?" diye düşünürdüm. Tâ, felekiyat fennini mütalâa ettiğim
vakit gördüm ki, validem gibi öyle diyenler bir teşbihi hakikat telâkki etmişler. Çünkü, derecât-ı
şemsiyenin medârı olan "mıntıkatü’l-burûc" tabir ettikleri daire-i azîme, menâzil-i kameriyenin medârı
bulunan mâil-i kamer dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire, herbiri iki kavis şeklini vermiş. O iki
kavise felekiyun uleması, lâtif bir teşbihle, büyük iki yılan namı olan "tinnîneyn" namını vermişler. İşte, o
iki dairenin tekatu’ noktasına, "baş" mânâsına "re’s," diğerine "kuyruk" mânâsına "zeneb" demişler. Kamer
re’se ve şems zenebe geldiği vakit, felekiyun ıstılahınca "haylûlet-i arz" vuku bulur. Yani, küre-i arz, tam
ikisinin ortasına düşer. O vakit kamer hasf olur. Sabık teşbihle, "Kamer tinnînin ağzına girdi" denilir. İşte
bu ulvî ve ilmî teşbih, avâmın lisanına girdikçe, mürur-u zamanla, kameri yutacak koca bir yılan şeklini
almış.
, Sevr ve Hût namıyla iki büyük melek, bir teşbih-i lâtif-i kudsî ile ve mânidar bir işaretle, Sevr ve Hût
namıyla tesmiye edilmişler. Kudsî, ulvî lisan-ı Nübüvvetten umumun lisanına girdikçe, o teşbih hakikate
inkılâp etmiş, adeta gayet büyük bir öküz ve dehşetli bir balık suretini almışlar.
(http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=94)”
Bu tabire göre yılan bir temsil ve teşbihi ifade ediyor. Bir önceki ifadede yılanın “Horasan devesine”
benzetilmesi bu hayvanın sembolik bir dili, misali bir hali ifade ettiği daha net gözükür. Şeytanın yılanın
içine girmesi ve yılanın ağzını açarak vesvese vermesi mühim bir ilmi hakikate işaret ediyor. Hatta A'raf
suresi 20. ayette geçen "Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî
kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti." ifadesindeki “şu ağaç” tabiri şeytanın o ağaç yanında
ve yakınında olduğunu göstermesi bu ilmi gerçeği daha da kuvvetli bir ihtimal olarak zihinlere ilham
ediyor.
Şimdi gelelim o ilmi gerçeğe:
Cennetteki ağaç yaratılış ağacı ise ve bu ağacın Big Bang sürecinden sonra mühim bir dalı cennete
uzanmış ise, bu yaratılış ağacının içinde şeytan da, şeytanın hayatı da vardır. İşte şeytan bu ağacın içinde
tünelleme yolu ile cennetin sınırına varmış. Kendi tüneli içinden, tünelin ağzına gelerek bir suret ve
şekillenme yolu ile o ağacın bir kesim ve noktasından Hz. Adem ve Havva ile iletişim kurmuştur. Ve bu
sayede onlara vesvese vererek onları aldatmıştır. Her mahlukun ve her insanın kendine ait bir tünel süreci
olduğunu bu gün modern fen bilimleri bize ifade ediyor. Hatta Risale-i Nurun muhtelif yerlerinde bu
tüneller izah edilmiştir. İşte şeytanın da yaratılış ağacı içinde kendine ait bir tüneli vardır. Belki de her
insana uzanan binlerce tüneli vardır. Bu yolla günümüzde her insana vesvese üflemektedir. Vesvese
üflemek bir boru aracılığı ile olur. Boru tabiri ise modern bilimde tünel sürecidir. Şimdi rivayetlerdeki yılan
tabirine geri dönersek: Yılan tam da bir tüneli gösteren teşbihli bir ifadededir. Şekli bir tüneli
andırmaktadır. Yılanın ağzının açılması ise tünelin ağzının açılması ile tam bir benzerlik göstermektedir.
Şeytanın yaratılış ağacının içinden kendi tüneline girmesi ve bu tünelin açılması ve bu yolla tünel ağzına
kadar gelerek Hz. Adem ve Havva ile konuşma fırsatı yakalaması ve onara vesvese vermesi de bu yolla
olmuştur. İşte bu izah ile tefsirlerdeki iki farklı görüş, makul ve mantıklı bir şekilde birleşmiş olur. Demek
ki, şeytanı yılanın içine girdirenler mühim bir ilmi gerçeği görmüşler, ancak misal ve teşbih yolu ile
anlatabilmişler. Risale-i Nurda ise bu teşbihli ifadelerin nasıl yorumlanacağı ifade edildiği için bizler de
günümüz fen bilimlerine göre meseleyi izah edebilmekteyiz.
Bu tünel süreci hakikaten çok mühim bir meseledir. Bu konuda araştırmalarımız sürmekle birlikte şunu
ifade edebiliriz ki:Hz. Adem'in yasak meyveyi yemesi neticesinde dünya ile cennet arasında bir tünel
girdabı açılmıştır. Hz. Adem ve eşi bu tünel süreci içinden dünyaya intikal etmiştir. Belki de bu tünelden
ayağı kayarak inmiştir. Bu tünel ise dünya ve cennet arasında açık tutulmaktadır ki iyi ameller cennete
yükselsin ve orada ebedi bir şekilde hayat bulsun. Bu konular elbette ki, üzerinde durulması ve kafa
yorulması gereken konulardır.
Bu hususta bir fikir ziyafeti olarak Araf Suresi 10-25 ayet meallerini zihinleri tam olarak doyuracaktır:
10- Doğrusu Biz sizi yeryüzünde, yerleştirdik, orada size geçimlikler verdik; ne kadar da az
şükrediyorsunuz!
11- Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: "Âdem'e secde edin" dedik; hepsi secde
ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı.
12- (Allah) buyurdu: "Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis): "Ben, dedi,
ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."
13- (Allah) buyurdu: "Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen
aşağılıklardansın."
14- (İblis) dedi: (Bari) bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver."
15- (Allah) buyurdu: "Haydi sen süre verilmişlerdensin."
16- "Öyleyse, dedi, beni az dırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru
yolunun üstüne oturacağım."
17- "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını
şükredenlerden, bulmayacaksın."
18- (Allah) buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki,onlardan sana kim
uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım."
19- (Sonra Allah, Âdem'e hitab etti): "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette durun, dilediğiniz yerden yeyin;
fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."
20- Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı:
"Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz
diye sizi şu ağaçtan men etti." dedi.
21- Ve onlara: "Elbette ben size öğüt verenlerdenim." diye de yemin etti.
22- Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı (önceki mevkilerinden indirdi). Ağacı(n meyvesini) tadınca,
çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerini örtmeğe başladılar.
Rableri onlara seslendi: "Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim
mi?"
23- Dediler ki: "Ey R abbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele
etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!"
24- (Allah) buyurdu: "Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz
gerekmektedir."
25- "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (dirilip) çıkarılacaksınız!" dedi.
Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Rh.A
12. 01. 2001 AKRA CUMA SOHBETİ
AHİR ZAMANDA OLACAK HALLER
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Allah'ın selâmı, rahmeti üzerinize olsun. Râmûzül-Ehàdîs
kitabımızın bir cildinden, kur'a ile çekilmiş bir sayfasından üç tane hadis-i şerif size okuyorum.
a. Mü'minin Kendini Gizlemesi
Birincisi Câbir RA'den, İbn-i Sinnî (Rh.A) tarafından kitabına kaydedilmiş. Bu hadis-i şerifte Peygamber
SAS Efendimiz buyuruyor ki:
RE. 504/1 (Ye'tî alen-nâsi zemânün yestahfî fîhimül-mü'minü kemâ yestahfil-münâfiku fîküm elyevm.)
Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Bu safyadaki bu hadis-i şerifler hep aynı şekilde başlıyor. Elifbe sırasıyla olduğu için, hep aynı ibareyle
başlıyor bu sayfanın hadis-i şerifleri. İstikbâlde olacak şeyleri, beyan buyuruyor Peygamber Efendimiz:
(Ye'tî alen-nâsi zemânün) "İnsanların üzerine bir zaman gelecek ki, gelir ki..." Yâni "İstikbâlde şöyle
olacak..." demek. Sanki insanlar duruyor da, zaman üstlerine geliyormuş gibi, ifade öyle: "İnsanların
üzerine öyle bir zaman gelir ki, (yestahfî fîhimül-mü'min) o zaman insanların içinde mü'min kendisini
saklamaya çalışır, gizlenir; (kemâ yestahfil-münâfiku fîkümül-yevm) şu gün, şu anda, bu asr-ı saadette
sizin aranızda münafığın kendisini gizlemeye çalıştığı gibi, saklandığı gibi, o zaman da mü'min saklanmaya
çalışır, kendisini gizler." buyuruyor Peygamber SAS Efendimiz.
Bu neden olacak?.. Ahir zamanda, yâni dünyanın sonu geldiği zaman, kıyametin kopması yakın olduğu
zaman, toplum bozulacak. Ahlâkî değerler tepe taklak olacak. Ahlâk küçümsenecek, ahlâksızlık
yayılacak... İyi insanlar horlanacak, ayaklar altına alınacak, ezilecek. Kötüler hakimiyeti ele geçirecek,
başa geçecekler... İyi şeyler aptallık, yanlışlık, kötü gibi değerlendirilecek. Kötü şeyler, günahlar vs. de
açıkgözlülük ve iyiymiş gibi değerlendirilecek. Her türlü ahlâksızlık artacak, her şey bozulacak.
O zaman tabii, mü'minin de kıymeti bilinmeyecek. Mü'minin kıymeti bilinmediği için, toplum bozulduğu
için, mü'min toplumun içinde garip olarak kalacak. Bir başka hadis-i şerifte de, Peygamber SAS, tabii bu
istikbâlde olacakları, Allah kendisine bildirdiği için yine naklediyor:
"--İslâm garip olarak başladı, garip olarak sona erecek. Yâni tekrar garip hâle gelecek. Ne mutlu
gariplere!" buyurmuş.
Garip ne demek?.. Biliyorsunuz, kendi vatanından, ehlinden, akrabasından uzakta diyâr-ı gurbette olan
kimse demek. Müslümanın garip olması ne demek?.. Yâni kendisinin ehlî, ahbâbı, arkadaşı, kendisini
anlayan, seven insanlar kalmadığı için toplumda; diyâr-ı gurbetteki bir yolcu, yabancı gibi, o şehrin içinde
az ve sevilmeyen, tanınmayan bir insan durumunda kalacak.
Onun için, toplum bozulunca, kötü insanlar hakim olunca, bu sefer mü'min saklanacak. İmanın izhar ettiği
zaman çeşitli sıkıntılara uğradığı için, veya izhar edemediği için veya başka sebeplerden dolayı...
Neye benzetiyor Peygamber Efendimiz? Asr-ı saadette münafıkların, yâni içi inanmayan insanların
mü'minlerden korktukları için mü'min gibi davranmalarına benzetiyor, teşbih buyuruyor. Yâni münafık
içinden inanmıyor, dışından mü'minmiş gibi davranıyor, Allah'ın ahkâmına tam ihlâsla teslim olmuyor.
Tabii münafıklığın iki mertebesi var: Bir: İmanda münafıklık... İmanda münafık, kâfirlerin en azılılarından
daha tehlikelidir. Kâfir çünkü, hiç olmazsa âşikâredir, biliniyor, tedbir alınır. Münâfık insanların içindedir.
Bilinemediğinden zararı daha çok olabilir.
Bunlar hakkında buyruluyor ki Kur'an-ı Kerim'de:
(İnnel-münâfikìne fid-derkil-esfeli minen-nâr) "Münâfıklar cehennemin en aşağı derekesinde, yâni
tabakasındadır." (Nisâ: 145) buyruluyor. Demek ki cehennemlik olacaklar ve hem de en aşağısında, en çok
azap olunan yerinde kalacaklar.
Bir de amelde münafıklık vardır. Yâni mü'mindir, iyi niyetlidir de bu tip insan. Ama arada, mü'mine
yakışmayan amelleri yapıyor. Günahları işleyiveriyor. Sonra pişman oluyor vs. filân... İhlâslı bir mü'min
gibi davranamıyor.
Sahabe-i kiram, kendilerinin zaman zaman hallerine bakıp, kusurlarını gözlerinde büyütüp de Peygamber
SAS Efendimiz'e gelip kendilerinden şikâyet ederlerdi:
"--Rasûlallah! Ben münafık mı oldum, galiba münafık durumuna düştün yâ Rasûlallah!" diye dertlerini
açarlardı.
"--Niye?.." diye sorduğunda Peygamber Efendimiz, durumlarını anlatırlardı:
"--Senin yanında olduğumuz zaman, ne güzel duygular içinde oluyor. Böyle manevî hazlar, zevkler,
feyizler, bereketler içinde... Eve gittiğimiz zaman çoluğumuzla, çocuğumuzla düşüyoruz, kalkıyoruz derken
dünyaya dalıyoruz." filân diye, kendi hallerini devam ettirememekten dolayı kendilerini münafık
sanıyorlardı.
Sonra, tabii bazı hatalı hareket ettikleri zaman, gerçek mü'mine yakışmadığı için kendilerini kınıyorlardı,
kendi kendilerini levm ediyordu. Bu çeşit hatalı durumlara, amelde münafıklık deniliyor. Bu tip insanlar
hatalarından döndüğü zaman, kusurları gördükleri, iyi hâle büründükleri zaman; Cenâb-ı Hak Gaffâr-ı
zünûb'tur, Settârül-uyûb'tur, günahları bağışlar, ayıpları kusurları setreder, örter, göstermez, bildirmez,
saklar. Cenâb-ı Hak onu cennete sokabilir yine. Yâni mü'mindir çünkü, hatalıdır.
O devirde münafık, meselâ aslında inanmamış, Peygamber Efendimiz'e kızıyor, ashabına kızıyor. Bu
kızgınlığını ortaya vursa toplum içinde vaziyeti fena olacak; saklıyor. Ona benzetiyor, onun durumuna
benzetiyor.
Demek ki ahir zamanda da, toplum öyle bozulacak ki, mü'min hâlini izhar ettiği zaman çeşitli hücumlara
maruz kalacak. İşte Çeçenistan, işte Rusya, işte Kosova, işte Kıbrıs'ın Rum kesimi... Yâni şöyle düşünün:
Oralarda bir zaman Devlet-i Aliyye-yi Osmâniye'nin teb'ası olarak rahat, huzur içinde yaşarken
dindaşlarımız, kardeşlerimiz, Boşnak veya Arnavut veya Pomak veya başka... Sonra Bulgarlar geldiler,
dinini değiştirmesini, ismini değiştirmesini istediler kişilerden. Karşı koyanları öldürdüler.
Yâni Rusya'da ihtilâl olduğu zaman Türkistan'ı vs.yi istilâ ettikleri zaman, çok korkunç zulümler yaptılar.
Fergana vadisi diye bir vadi var şimdiki Özbekistan'da, hafızlar diyarıymış. Hocalar yetişen, çok ihlâslı
insanların olduğu yermiş. Ruslar oralara girdikleri zaman, korkunç katliamlar yapmışlar. Rus istilâsının
şiddetli olduğu zamanlarda da tabii dindarlıklarını yapamadılar, saklamak zorunda kaldılar.
İspanya'da yedi asır müslüman yaşadı, Endülüs... Ondan sonra siyasî çekişmelerden, kıta katoliklerin,
hıristiyanların eline geçince, çok büyük katliamlar yaptılar. Oradaki müslümanlar da, çok zor durumlara
düştüler.
Allah hürriyetimizi, istiklâlimizi kaybettirmesin... Çünkü hürriyet ve istiklâl olmayınca, onunla beraber
İslâm'ı yapabilme imkânları da kayboluyor ve mü'minler çok zor durumlara düşüyorlar.
Allah, alnı açık, göğüsünü gere gere mü'min olduğunu söyleyerek, inancını gereğini her yerde, her zaman
çekinmeden, tatlı tatlı duyarak, Cenâb-ı Hakk'a güzel kulluk ederek, tam bir serbestlik içinde,
müslümanlığı yaşamayı bize nasib eylesin...
b. Şeytanın Evlâtlara Ortak Olması
İkinci hadis-i şerif bu sayfadan, yine aynı kelimelerle başlıyor; Ebû Hüreyre RA'dan rivayet olunmuş.
Ebuş-Şeyh kitabında kaydetmiş ki, Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:
RE. 504/4 (Ye'tî alen-nâsi zemânün yüşârikühümüş-şeyâtìnü fî evlâdihim. Kìle: E ve kâinün zâlike yâ
rasûlallah? Kàle: Neam. Kàlû: Ve keyfe na'rifü evlâdenâ min evlâdihim? Kàle: Bikılletil-hayâi ve kılletir-
rahmeh.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
(Ye'tî alen-nâsi zemânün) İnsanların üzerine bir zaman gelir ki, ileride, ahir zamanda öyle bir devir gelecek
ki, (yüşârikühümüş-şeyâtînü fî evlâdihim) evlatlarında şeytanlar insanlarla ortaklaşacaklar. İnsanların
evlâtlarının bazıları şeytan evlâdı olacak.
Biliyorsunuz, meselâ sofra kuruldu. Sofrada yemeğe başladı bir kimse, besmele çekmeden yedi. O zaman
yemek yemesi besmelesiz olduğu için, şeytan da onun tabağından yiyor. Su içti besmelesiz; onunla beraber
su içiyor. Yâni yemesine, içmesine ortak oluyor.
Yemeğine ortak olduğu gibi, evlâtlarına da ortak olabiliyor. Başka hadis-i şeriflerden de biliyoruz. Bir
zaman gelecek ki, şeytanlar insanların evlâtlarına ortak olacaklar. Yâni anne babası ile ortak olacak.
Bunu söyleyince, dinleyenler hayret ettiler. (Kìle: E ve kâinün zâlike yâ rasûlallah?) Denildi ki: "Bu olacak
mı yâ Rasûlallah?.." (Kàle: Neam.) "Evet, olacak." buyurdu Peygamber Efendimiz
(Kàlû) O zaman sordular: (Ve keyfe na'rifü evlâdenâ min evlâdihim?) "O zamanki müslümanlar olarak
bizler, böyle bir durum olmuşsa, kendi evlâtlarımızı şeytanların evlatlarından nasıl ayıracağız?.. Ortada
çocuk var ama, 'Benden mi oldu, şeytandan mı oldu bu evlât?' diye bahis konusu olunca, şeytanın evlâdını,
oğlunu, kızını kendi evlâdımızdan nasıl ayırt edebiliriz?.. Alâmeti nedir?" diye sormuşlar.
(Kàle) Buyurmuş ki Peygamber Efendimiz: (Bikılletil-hayâi ve kılletir-rahmeti) "Utanmasının azlığından ve
merhametinin, acımasının azlığından..."
Demek ki, şeytanın çocukları hayâsız oluyor; utanması, arlanması yok, ar damarı çatlamış oluyor ve
merhametsiz oluyor, acıması olmuyor. Kırıyor, döküyor, vuruyor, öldürüyor, bağırtıyor, can yakıyor, can
alıyor, işkence ediyor... Arsız, yüzsüz, edepsiz, hiç bir şeyden utanması yok... Yüzü Fransız köselesi gibi
derler, yâni yüzü kızarmıyor. "O hayasızlığından ve merhametsizliğinden, şeytanın çocuğu olduğu
anlaşılır." buyuryor.
Nasıl olması lâzım, bu durumla düşmemek için ne yapmak lâzım?.. Bir kere düğünün dînî bir düğün olması
lâzım! Dînî olmayan bir düğün, şeytanın katılacağı bir düğün; dînî esasları çiğneyerek, günahlara dalarak,
haramları yiyerek, içerek yapılan bir düğün, tabii böyle bir şeye sebep olur.
Ondan sonra namaz niyaz olmazsa, abdest olmazsa, besmele olmazsa, bu gibi durumlar olur. Ne yapmamız
lâzım gelir?.. Her işimizi, yememizi, içmemizi, düğünümüzü, derneğimizi, gerdeğimizi, her işimizi besmele
ile, Allah'ın adını anarak, Allah'ın rızasını düşünerek, dindarâne duygularla, hàlis duygularla, temiz
duygularla, dualarla yapmamız lâzım ki, işimizde hayır olsun, bereket olsun...
Hani, Avrupalılar meselâ, gemi yapıyorlar, denize indirecekleri zaman geminin burnunda şampanya şişesini
kırıyorlar. Ne düşünürler, niçin yaparlar? Kendilerinin örfleri, adetleri... Kendi dinlerinde bile zâten içki
haram değil; kutsal şarap filân diyorlar, şaraplı ekmek yiyorlar. Yâni halleri öyle...
Biz bir gemiye denize indirdiğimiz zaman, bir hayırlı açılış, bir fabrika vs. olduğu zaman, "Bismillâhi
Allàhu ekber" diyerek kurban kesiyoruz. Etini fakirlere dağıtıyoruz, fukaranın dualarını alıyoruz. Hayırlı
bir şey yaparak başlıyoruz.
Kur'an-ı Kerimler okuyoruz, hatimlerle başlıyoruz bazı işlere... Dükkânımızı açarken besmele ile açıyoruz.
Levha asıyorlar hattâ, bir çok dükkânlarda görüyorum, hoşuma gidiyor:
Her sabah besmeleyle açılır dükkânımız,
Falanca zât-ı muhterem pîrimiz, üstâdımız!
Her esnafın, her meslekten insanın bir piri varmış. O pirinin adını yazarak dükkânına asıyor. Yâni
besmeleyle açıyorlar. "Bismillâhir-rahmânir-rahîm" diyerek, "Yâ Rabbi hayırlı rızık ver bize!" diyerek
yapıyorlar. İşlerini böyle ibadetle, tâatle yapıyorlar. Yola çıkacağı zaman iki rekât sefer namazı kılıyor; dua
ile, namazla, abdestli çıkıyor. Abdest alıp yapıyor, yaptığı hayırlı bir işi... Gusül abdesti alıyor cumada,
bayramda; hayırlı bir iş yapacağım zaman temiz olayım diye...
O zaman, hayırla başlayan, Allah adıyla başlayan, Allah'ın rızası düşünülerek yapılan şey hayırlı oluyor.
Bunu biz örfümüzden, tarihimizden, edebiyatımızdan biliyoruz. Süleyman Çelebi ne kadar güzel halka
öğretmiş, yaymış Mevlid'iyle:
Allah adı olsa bir işin önü,
Hergiz ebter olmaya ânın sonu!
"Bir işin önü, başlangıcı Allah adı olursa, yâni 'Bismillâhir-rahmânir-rahîm' diye başlanırsa; asla o işin sonu
ebter olmaz, güdük olmaz, kesik olmaz, bozuk olmaz, çürük olmaz; iyi olur." diye güzelce şiir halinde ifade
etmiş.
Her işimizi besmeleyle yaparız. Arabamıza besmeleyle bineriz, arabanın anahtarını besmeleyle çeviririz.
Her işimizi besmeleyle yaparız, o zaman hayır olur. Yemeği besmeleyle yersin, yediğin hayreder, faydasını
görürsün.
Düğünü besmeleyle, gerdeği besmeleyle yapan, hayrını görür. Evlatları hayırlı olur, annesine babasına iyi
bakar, hizmet eder, ihtiyarlığında rahat ettirir. Çalışkan olur, hayatta başarılı olur, anasını babasını
sevindirir, yüzünü güldürür, iftihar ettirir. Vatanına milletine faydalı olur.
Onun için, aman her yaptığınız işi Allah'ı düşünerek, Allah'ın rızasını düşünerek, Allah'ın adıyla, Allah
namına yapın!.. Hani diyorlar ya, kapıyı çalıyor meselâ:
"--Kanun nâmına kapıyı aç!" diyor.
Kanunu ifa etmek için geldim demek istiyor yâni. Biz de mü'minler olarak, her yaptığımız işi Allah adına,
Allah adıyle, Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla yapalım!..
c. Niyetlerin Bozulması
Bu sayfadan üçüncü hadis-i şerif. Hazret-i Ali RA'dan, Ebû Abdurrahman es-Sülemî kaydetmiş. Hazret-i
Ali Efendimiz tarif edilmeyecek kadar, güneş gibi aşikâr bir mübarek büyüğümüz, başımızın tâcı. Ebû
Abdurrahman es-Sülemî, çok büyük bir âlim ve s™fî. Onun kitabına yazdığına göre, Hazret-i Ali'den
rivayet edildiğine göre Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:
RE. 504/7 (Ye'tî alen-nâsü zemânün) "İnsanların başına, üzerine bir zaman gelir ki, ilerde gelecek ki..." Ne
olacak? (Hemmühüm butùnühüm ve şerefühüm metâuhüm ve kıbletühüm nisâühüm ve dînühüm
derâhimihim ve denânîruhüm, ülâike şerrül-halkı lâ halâka lehüm indallàh.) Kıyamete yakın zamanı
anlatan bir hadis-i şerif. Neler olacağını şöyle buyuruyor Peygamber Efendimiz: "O zamanda,
(hemmühüm) insanların tasası, gayreti, (bütùnühüm) karınları olacak." Yâni akılları, fikirleri karınlarının
ihtiyaçlarını gidermekle ilgili olacak demek. Tasaları, karınları...
Karından maksat iki şey olabilir: bir mide olur. Yâni akılları, fikirleri, "Ne yiyeceğim, ne içeceğim?" diye,
yemek içmek. Bir de cinsel konular kasdedilmiş olabilir. Yâni cinsî duyguları esir almış, cinsel manyak
gibi; yâni akılları, fikirleri o... Tabii kötü bir durum.
Çünkü insanın hemminin, gayretinin, tasasının, fikrinin, düşüncesinin, amacının yüksek şeyler olması
lâzım!.. Böyle süflî, âdî şeyler olmaması lâzım!.. Amaçlarının yüksek olması lâzım, himmetinin âlî olması
lâzım!.. Aksine insanlar kötüleştiği için, o devrin insanları kötü olduğundan bu kötülüğü yapıyor. Zor
olacak durumları... Akılları, fikirleri belden aşağısı, karınları.
(Ve şerefühüm metâühüm) "Adamların şeref telakkisi, anlayışları da malları, mülkleri olacak." Yanında ne
kadar metaı varsa; yâni emtia, mal mülk cinsinden varlığı varsa... Yâni parası kadar şerefi oluyor. Çok
parası olan, çok şerefli; parası olmayan şerefsiz.
Halbuki İslâm'da böyle değil: Takvâsı olan şerefli, takvâsı olmayan şerefsiz. Dindarlığı, hâlis duyguları olan
Allah indinde kıymetli; günahları, hataları olan, ne kadar zengin olursa, ne kadar makamı yüksek olursa
olsun, ne kadar böyle dış maddî imkânları çok olursa olsun, kıymetsiz İslâm'a göre.
Ama artık her şey maddîleşmiş olduğundan o devirde adamların şeref anlayışları da değiştiğinden, insanın
malı mülkü şeref ölçüsü oluyor; insan zenginliğine göre itibar görüyor. Halbuki zengin olmadığı halde,
namuslu olduğundan; çok kazanamadığı halde, çok iyi, melek gibi, altın gibi, som altın gibi, elmas gibi,
pırlanta gibi insanlar olabilir. Öyle düşünüyorlar. Çünkü her şey maddiyata sarmış, her şeyi maddeyle
ölçüyorlar.
(Ve kıbletühû nisâühüm) "Kıbleleri de karıları..." Yâni Kâbe'ye dönmüyorlar, karılarına yönelmişler. Yâni
karılarına tapıyorlar, akılları fikirleri onlar olmuş oluyor.
Bu da dindarlığın bozulması demektir. Amaçların sapması demektir. İnsanların süflîleşmesi demektir.
(Ve dînühüm) "Dindarlıkları da, dinleri de (derâhimihim ve denânîruhüm) yâni altın gümüş paraları..."
Dinleri imanları para, para olmuş oluyor o devirde.
Bu durum olunca, yâni maddecilik, şehvetperestlik, mideperestlik, her şeyi maddî, materyalist ölçülerle
görmek, ölçmek... Bu durum olunca, insanlar artık her şeyi unutmuşlar. Faziletleri, manevî değerleri,
yüksek erdemleri unutmuşlar. O zaman artık çok kötü bir durum olmuş oluyor. İnsanların bu zihniyette
olanları çok kötü olmuş oluyor. Onlar için buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
(Ülâike şerrül-halk) "Bunlar halkın en kötüleridir." Halk, dar manasıyla insanlar demek, geniş manasıyla
Allah'ın yarattığı bütün varlıklar demek. Bütün varlıkların en kötüleri. Çünkü taşın toprağın, otun yaprağın,
ağacın hiç olmazsa suçu, günahı yoktur. Allah ne için yaratmışsa, o işte bulunuyorlar, devam ediyorlar. Bir
insana kızdık mı "Odun!" deriz ama, odunun bir kabahati yok... Ama adam çok kötü vasıflara düşmüşse,
sahip olmuşsa, çok fena durumlara düşmüşse; o zaman tabii odundan, kütükten de daha fena...
Bazan bir hayvan ismi söylüyoruz kızdığımız adama; o hayvan mâsum, onun bir suçu günahı yok, nihayet
bir hayvan, yaratılışı öyle... Ama insan, kötü sıfatlarla, kötü işlerle ondan da daha aşağılara düşüyor.
(Şerrül-halk) "Halkın, yâni mahlûkatın en kötüleridir bunlar... (Lâ halâka lehüm indallàh) Onların Allah
yanında hiçbir nasipleri yoktur." Yâni hayır, mükâfât, ecir, sevap gibi bir şey almaları mümkün değildir.
Nasıl olmamız lâzım?.. Himmetimizin âlî olması lâzım! Aklımızın fikrimizin, dünya ve ahiretimizin Allah'ın
rızasına göre olmasına yönelmesi lâzım!.. Hem dünyamız Allah'ın istediği gibi tertemiz olsun; hem de
ahiretimiz azabdan uzak, tam saadet olsun diye, himmetimizin o tarafa sarfedilmesi lâzım!.. Yâni insanlığın
selâmeti, iyiliği için; ahirette de Allah'ın rızasına erip, cennetiyle cemâliyle müşerref olmak için gayret
etmeli, insan ona tasa çekmeli, onun için uğraşmalı!..
İnsanın şerefi ilmiyle, irfanıyla, faziletiyle olmalı!.. Bir insan fakir olabilir. Yunus Emre hakkında
anlatılanları doğru kabul edelim; oduncu olabilir, fakir bir köylü olabilir... Ama Yunus Emre gibi olunca en
şerefli insan oluyor. İnsan mânevî değerleriyle, gönül zenginliğiyle, iman kuvvetiyle, kalbinin altın gibi
olmasıyla kıymetli olur. Ama parası olmayabilir, kulübede oturuyor oturabilir, dağda bir mağarada yaşıyor
olabilir. İşin doğrusu, asıl şerefin takvâda olması lâzım!..
(Ve kıbletühüm nisâühüm) Evet, çok tabii, İslâm da teşvik ediyor; elbette insan ailseni sever, sevmeli!..
Sevmeye de sevap veriyor Allah-u Teàlâ Hazretleri ama, insanın kıblesi Kâbe olmalı, din olmalı; maddî,
geçici, fâni bir şey olmamalı!..
Evet, insan annesini sever, kızını sever, hanımını sever, çoluk çocuğunu sever... İyi arkadaşlarını sever...
Ama bu sevgilerin hiçbirisi, tek başına hayatın amacı olamaz. Çünkü onlar fâni...
Hayatın asıl amacı, insanın asıl yöneleceği yüksek şeyler olması lâzım! Allah indinde geçerli şeyler olması
lâzım!.. Yönünün, kıblesinin ulvî şeyler olması lâzım!
Dininin, imanının para olması, insanın iyice materyalist olması demek. Para buldu mu babasını bile satar,
vatanını satar, vatanın sırlarını satar. Tabii, çok kötü bir şey...
Nasıl olması lâzım! Dünyaları verseler, bazı faziletlerden, bazı güzelliklerden vazgeçmemesi lâzım; onları
vermemesi lâzım!
Ne diyor Mehmet Akif:
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı!
Ne kadar güzel!.. Dünyaları alsan bile, dünya kadar rüşvet verseler; Amerika'dan rüşvet gelse, Rusya'dan
rüşvet gelse, Avrupa'dan rüşvet gelse, bir karış toprağı verilmez!
Onun için ölür, canını verir ama, vatanını vermez. İşte bu, şerefli insanların, hakîkî mü'min insanların
amaçlarının çok yüksek olmasından... Maddeye tenezzül etmez, maddeyi teper, elinin tersiyle iter:
"--Ben böyle yakışıksız teklifleri kabul edemem! Ben böyle maddiyat için, çok değer verdiğim mübarek,
mukaddes şeyleri satamam!" diye söyleyecek sağlamlıkta olması lâzım!..
Dünyada çok zengin devletler var, parayla herkesi alırlar. Herkese her şeyi yaptırırlar. İyi ki para ile satın
alınamayacak insanlar var... Halen de ülkemizde var, başka ülkelerde var.
Allah onları hakim eylesin, işlerin başına onları getirsin... Sarsılmayan, sapasağlam, dürüst, dosdoğru insan
olmak lâzım! "Öyle olmayan insanlar mahlûkatın en kötüleridir. Allah onlara hiç bir mükâfât vermeyecek.
Allah indinde hiçbir nasipleri yoktur." buyruluyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi, dinimizden, güzel ahlâkımızdan, sağlam imanımızdan milletimizi, çoluk
çocuğumuzu, nesillerimizi mahrum eylemesin... Ümmetimizi korusun... Düşmanların topluca birlikler
kurarak, ittifaklar kurarak yaptıkları zulümleri karşılamayı, yenmeyi Allah nasib eylesin...
Mazlum insanların imdadına koşmamızı, onları zulümden kurtarmamızı nasîb eylesin... Esir kardeşlerimizi
esaretten, mazlum kardeşlerimizi zulümden, mağdur kardeşlerimizi gadirden kurtarmakta bizlere gayret
versin, yardım eylesin; tevfikını refîk eylesin...
Cümleten bizi her yönden mansur ve müeyyed, muzaffer ve gàlib eylesin... Aziz ve sevgili izleyiciler ve
dinleyiciler!
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
12. 01. 2000 - AKRA
Kıyâmet Alâmetleri | Dervişân
Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Rh.A
27. 11. 1998 CUMA SOHBETİ-AKRA
ÖYLE BİR ZAMAN GELECEK Kİ...
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!
Aziz ve sevgili Ak-Radyo dinleyicileri ve Ak-Televizyon izleyicileri!.. Allah'ın selâmı, rahmeti bereketi
üzerinize olsun... Cumanız mübarek olsun...
a. Şeytanın Evlâtlara Ortak Olması
Peygamber SAS Efendimiz'den Ebû Hüreyre RA'ın rivayet ettiğine göre, buyurmuş ki Peygamber SAS
Efendimiz:
RE. 504/4 (Ye'tî alen-nâsi zemânün yüşârikühümüş-şeyâtìnü fî evlâdihim. Kìle: E ve kâinün zâlike yâ
rasûlallah? Kàle: Neam. Kàlû: Ve keyfe na'rifü evlâdenâ min evlâdihim? Kàle: Bikılletil-hayâi ve kılletir-
rahmeh.)
İlginç bir hadis-i şerif, tabii hadis-i şeriflerin hepsi ilginçtir. Bu hadis-i şerifin mânâsını söylediğim zaman,
siz de ilginç bulacaksınız. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Ye'tî alen-nâsi zemânün) İnsanların başına devirler geçip bir zaman gelecek ki, Peygamber Efendimiz'in
yaşadığı zamandan sonra, ileride insanların üzerine bir zaman gelecek ki, (yüşârikühümüş-şeyâtînü fî
evlâdihim) şeytanlar onlarla çocuklarında ortaklık yapacaklar. Şeytanlar bu kişilerin çocuklarına ortak
olacaklar."
Bunu duyunca sahabe-i kirâm --rıdvânullàhi aleyhim ecmaîn, Allah hepsinden razı olmuştur, şefaatlerine
erdirsin cümlemizi-- (Kìle: E ve kâinün zâlike yâ rasûlallah?) şaşırarak, hayret ederek dediler ki: "Bu
olacak mı?.. Yâni biz evleniyoruz, bizim çocuklarımız oluyor, olan çocukların bir kısmı şeytanın çocukları
nasıl olacak; bu olacak mı yâ Rasûlallah?"
(Kàle) Buyurudu ki Peygamber Efendimiz: (Neam) "Evet, olacak." Doğan çocukların bir kısmı sizin
çocuğunuz, bir kısmı şeytanın çocuğu... Bakın ne kadar ilginç.
(Kàlû: Ve keyfe na'rifü evlâdenâ min evlâdihim?) "Yâ Rasûlallah, biz doğan her çocuğu kendi evlâdımız
biliriz. Doğan çocukların arasından hangisi bizim evlâdımız, hangisi şeytanın evlâdı; bunu nasıl ayıracağız,
tefrik etmek için bir işaret, bir emâre var mı?.."
(Kàle: Bikılletil-hayâi ve kılletir-rahmeh.) "Utanmalarının azlığından, yâni hayâsızlıklarından,
utanmamalarından ve merhametlerinin, acımalarının azlığından, gaddar, zâlim, merhametsiz oluşlarından
anlayabilirsiniz."
Aziz ve muhterem kardeşlerim! Bu hususta konunun açıklanmasını sağlayacak bazı bilgiler vererek
konuyu genişletmek istiyorum. Peygamber SAS Efendimiz'in huzurunda birisi yemek yiyordu. Yemeğe
başladı, bir zaman sonra aklı başına geldi, besmele çekti yediği yemeğe... O zaman Peygamber SAS
Efendimiz buyurdu ki:
"--Sen besmele çekmeden önce, senin tabağından seninle beraber şeytan da yemek yiyordu. Sen o
besmeleyi çektikten sonra, bıraktı."
Hattâ, (Bismillâhi min evvelihî ve âhirihî) "Evvel anından ve şimdiden bismillâh!" demiş o zât-ı muhterem;
o zaman şeytan daha evvelinden beri yediklerini de çıkarmış diye rivayet var.
Tabii, şeytanları biz göremiyoruz. Kur'an-ı Kerim'de şeytanlar hakkında:
(İnnehû yerâküm hüve ve kabîlühû) "O ve onun avanesi, şeytanın ordusu, evlâtları, maiyyetindeki küçük
şeytanlar vs; (min haysü lâ teravnehüm) onlar sizi görürler, siz onları görmediğiniz halde..." buyruluyor.
Şeytan böyle bir yaratık, ama şeytanın olduğuna dair çok ayet-i kerîmeler var...
Bizim görmediğimiz ama varlığı olan pek çok varlık var ki, aletlerle ölçüyoruz veya emârelerinden
anlıyoruz, sezinliyoruz. Aletler gösteriyor. Meselâ hiç bilmediğimiz radyoaktiviteyi aletler farkedip, "Ooo,
çok fazlalaştı!" diye ikaz edebiliyor, kırmızı noktaya gelebiliyor.
Demek ki, biz yemeği besmelesiz yemeye başlarsak, şeytan da bizim tabaktan başlayacak yemeye...
Şeytan beslenecek, biz zarar göreceğiz. Onun için ezü besmele çekmek lâzım!
Sonra evlendiği zaman insan, müslüman her yaptığı işe ezü besmele çekerek başlayacak. Ezü çekmek
müstehab, besmele çekmek Allah'ın emri... Hattâ Kur'an-ı Kerim derslerimizde de sizlere ilk hafta
açıkladık; Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin ilk inen emri:
(İkra' bismi rabbikellezî halâk) "Yaratan Rabbinin adı ile oku!" Yâni bir işe başlarken Allah'ın adı ile
başlanılacak, "Bismillâhir-rahmânir-rahîm" denilecek. Allah'ın rızası düşünülecek, Allah'tan yardım
istenilecek, öyle başlanacak.
Tabii yemeğe de besmele ile başlayacak insan; düğüne, derneğe, gerdeğe de besmele ile başlayacak. O
zaman her şeyi hayırlı olacak. Dükkânını da besmele ile açacak, işine de besmele ile başlayacak; o zaman
işi rast gidecek. Ama besmelesiz başladığı zaman;
(Ve şârikhüm fil emvâli vel-evlâdi ve iddu vemâ yaizühümüş-şeytànü illâ gurûrâ) Öyle başlanmadığı zaman
şeytan, kabiliyeti dolayısıyla, yaratılışındaki hünerleri dolayısıyla insanın besmelesiz başladığı işlerine
iştirak ediyor, katılıyor, ortak oluyor. Böylece evleniyor insan, çoluk çocuk sahibi oluyor, ama çocuğu
şeytanın çocuğu olabiliyor. Onun farkında değil... Çünkü işler hayırlı yapılmıyor, besmeleli yapılmıyor,
günahla oluyor, haramla oluyor. Haramla yuva kuruluyor, haramla düğün yapılıyor. Eğlenceler haramlarla,
yasaklarla, içkilerle devam ediyor. Ondan sonra tabii şeytan ortak oluyor.
Böyle çocuklar nasıl anlaşılır?.. Huyu değişik, çocuk merhametsiz, çocuk gaddar, çocuk utanmaz,
arlanmaz... İşte o şeytanın çocuğu.
Demek ki aziz ve muhterem kardeşlerim, her işimizde besmele çekeceğiz, her işimizde şeytandan Allah'a
sığınacağız. Her işimizin başlangıcında, o işimizin Allah'ın rızasına uygun olup olmadığını düşüneceğiz.
Uygun değilse, yapmayacağız. Uygunsa, Allah'ın rızasını kazanmak için yapacağız o işi...
Eğer hayırlı bir işi yapmağa başlamışsak, biliyoruz ki güç kuvvet Allah'ın elinde, o yardım ederse olur,
yardım etmezse olmaz. Kudret verirse olur, men ederse insan kolunu kıpırdatamaz, gözünü açıp
kapayamaz. Ondan yardım dileyeceğiz, ona tevekkül edeceğiz.
İş çocukarın oluşmasına şeytanın iştirakine kadar varıyor ve bazı çocuklar şeytanın çocukları olabiliyorlar.
Çok ilginç bir konu bence... Çok korkmak lâzım, çekinmek lâzım, tedbir alma lâzım ve her işi besmeleli
yapmak lâzım! Şeytandan sakınmak ve şeytana karşı dâimâ Allah'a sığınmak lâzım!
b. İslâmî Hayatın Zorlaşması
İkinci hadis-i şerif... Aziz ve muhterem kardeşlerim! Peygamber SAS buyuruyor ki:
RE. 504/6 (Ye'tî alen-nâsi zemânün lâ tütàkul-maìşetü fîhim illâ bilma'sıyeh, hattâ yekziber-racülü ve
yahlif; feizâ kâne zâlikez-zemân fealeyküm bil-herab. Kìle: Yâ rasûlallàh, ve ilâ eynel-mehrab? Kàle:
İlallàhi ve ilâ kitâbihî ve ilâ sünneti nebiyyihî.)
Bu mübarek kelimelerini okuduğumuz hadis-i şerifi, Deylemî Enes RA'den rivâyet etmiş. Şimdi kısa kısa
bu ikinci hadis-i şerifimizi açıklamaya geçelim:
(Ye'tî alen-nâsi zemânün) "İnsanların üzerine bir zaman gelecek; mübarek asırlar geçecek, devirler
değişecek, zaman ilerleyecek; toplumlar İslâmî yapısından ayrılacak, bozulacak, kokuşacak, tefessüh
edecek... (Lâ tütàkul-maìşetü fîhim illâ bilma'sıyeh) Müslüman toplumlarda bile yaşam, kazanç o zamanda
ancak günah işleyerek sağlanacak. Geçim yalan dolan ve günahla olacak. Allah'a isyanla hayat ve geçim
temin edilecek ve sürdürülecek."
(Hattâ yekziber-racül) Hattâ adam yalan söyleyecek." Halbuki yalan söylemek müslümanın en yapmadığı
şey... Müslüman doğru sözlüdür, aslâ yalan söylemez. Yalan söyleyecek. (Ve yahlif) "Ve yemin edecek,
'Vallàhî, billâhî, tallàhî...' diye Allah'a yemin ediyor ama, doğru değil. Yâni yalan yere, kandırmak için
yemin ediyor." Öyle bir kötü zaman... Halbuki müslüman böyle şeyi yapmaz.
Müslüman her işi Allah'ın rızasına uygun yapardı, günah olan şeyden kaçardı. Doğru sözlü, doğru özlüydü
eski devirlerde... Sözün aslâ yalan olmamasına, doğruyu söylemeye dikkat ederdi. Boş yere yemin etmezdi
ve yalan yeminden kaçınırdı. Ama çağlar değişip de huylar bozulunca, toplumlar tefessüh edince böyle
şeyler olacak diye Peygamber efendimiz bildiriyor.
(Feizâ kâne zâlikez-zemân) "Eğer benim bu hadisimi işitenler veyahut rivayetlerini okuyanlar,
ümmetimden birileri böyle bir zamana ulaşmışsa; (fealeyküm bil-hereb) o zaman firar edin, kaçın!" diyor
Peygamber Efendimiz. (Herebe, yehribü; kaçmak demek.)
(Kìle: Yâ rasûlallah, ve ilâ eynel-mehreb?) "Kaçış nereye? Yâ Rasûlallah, öyle bir durumla karşılaşırsak
nerden nereye kaçalım? O devirde yaşayan bir kardeşimiz nereye kaçsın, ne yapsın?.." dediler.
Peygamber SAS Efendimiz yine ilginç bir cevap veriyor: (Kàle: İlallàhi) "Allah'a kaçsın! (Ve ilâ kitâbihî)
Allah'ın kitabına, Kur'anına kaçsın! (Ve ilâ sünneti nebiyyihî.) Allah'ın peygamberinin sünnetine kaçsın!"
Bu ne demek?.. Yâni, "Allah'ın sözünü dinlesin, Kur'an'a uysun! Peygamber Efendimiz'in sünnetinin gereği
neyse onu yapsın! Öyle yaşamını, kazancını yalana, dolana dayatmasın! Onlarla kazanç sağlamaya, geçim
sürdürmeye, ömrünü devam ettirmeğe sapmasın!" demek olur bu...
Aziz ve muhterem kardeşlerim, bana çeşitli telefonlar geliyor. Kaldığım, misafir olduğum evdeki telefonu
buluyorlar, soruyorlar:
"--Başımızda şöyle bir sıkıntı var hocam, sizin fikrinizi almak istiyoruz; ne yapalım?"
İşte Peygamber SAS Efendimiz söylüyor: Müslüman günaha sapmayacak, yalana sapmayacak, boş yere
yemin etmeyecek, Allah'ın rızasını düşünecek. Allah'a sığınacak, kötülüklerden Allah'a kaçacak. Yâni
Allah'ın rızasını tercih edecek. Mahrumiyetli de olsa, kayıplı da olsa, sıkıntılı da olsa Allah'a ilticâ edecek.
Allah'ın Kur'an'ına sığınacak. Kur'an ne diyorsa bakacak ona, ondan sonra gönül hoşluğu ile, huzur-u kalb
ile, "Kur'an böyle söylüyor, kardeşim ben o günahı işleyemem, işlemem! Eksik olsun ordan gelecek
fayda..." diyecek ve sapasağlam, kale gibi dik duracak, merdâne duracak ve Peygamberimizin sünnetine
sarılacak.
Tabii, Peygamber SAS Efendimiz'in sünneti çok büyük bir hazine, çok teferruatlı bir hazine... Kur'an-ı
Kerim'i okuyacaksınız, öğreneceksiniz. Tefsirlerini okuyacaksınız. Hocalara rica edeceksiniz, "Aman bize
Kur'an-ı Kerim'i anlat, öğrenelim!" diyeceksiniz.
Biz de, arkadaşlarımız bizden rica ettiği için salı akşamları [Akra'da] tefsir derslerine başladık. Haftada bir
de olsa, ne yapalım seyahatte hiç olmazsa haftada bir, bir ders yetiştirelim diye...
Kur'an-ı Kerim'e çalışacaksınız. Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerini okuyacaksınız. Büyük ariflerin,
müttakî salih kimselerin hâlis muhlis, ilâslı kimselerin davranışlarını okuyacaksınız, tercihlerini göz önünde
bulunduracaksınız. Siz de günahlardan kaçınacaksınız, Allah'ın rızası tarafına geleceksiniz. Allah'ın
Kur'an-ı Kerim'de emrettiklerini öğrenip, o tarafı tercih edeceksiniz. Şeytânî tarafı terk edeceksiniz.
Toplum bozulmuş, her şeyi hoş görüyor. Hayır! Siz Allah'ın istediği, Kur'an'da yazılı, ahlâk kurallarına
uygun tarzı seçeceksiniz. Peygamber Efendimiz'in sünnetini öğreneceksiniz. Hayatınızı, iş hayatınızı,
kazancınızı sünnet-i seniyye-i nebeviyyeye göre tanzim edeceksiniz. Harama, günaha dayalı bir kazanç,
yaşam aslâ düşünmeyeceksiniz, sağlam duracaksınız.
Çünkü dünya hayatı bir imtihandır. Günahlar câzibedardır, çekicidir; onun için insanlar günahlara dalıyor.
Onların bir de öyle şeytânî lezzeti vardır; insanın canı ister, ağzının suyu akar, kendini zor tutar. Oraya
meyli olur herkesin... Koşmak, kaçmak ve oraya gitmek ister. Ama sonunda zarar vardır.
Meselâ bu esrarkeşler o esrarı para vererek, hatta hırsızlık yapıp para tedarik ederek, her türlü tehlikeyi
göze alarak yapıyorlar. Parayı temin ettikten sonra alıyorlar, kullanıyorlar. Buralarda [Avustralya'da]
görüyoruz, çok yaygın olduğu söyleniyor. Bunu yapıyorlar, isteyerek yapıyorlar, adam parasıyla alıyor.
Sonra kısa zamanda vücut tahrib oluyor, beyin tahrib oluyor, insan ölüyor. Yâni kısa bir zevk, arkasından
fecî bir akıbet...
Günaha dayalı, yalana dolana, boş yere yemine dayalı kazanç, geçim yolları; onlar da öyle... Tatlı gibi
görünür, sonu kârlı gibi görünür; maddî ve mânevî, dünyevî ve uhrevî felâketle, hüsranla, ziyanla
sonuçlanır.
Onun için Allah'a döneceğiz, Kur'an'a sarılacağız. Peygamber Efendimiz'in sünneti çizgisinde, o cadde-i
kübrâ-yı Muhammediyyede yürüyeceğiz. Bozuk yollara, çamurlu, uçurumlu, çukurlu, tehlikeli, yol
kesicilerin olduğu, haramîlerin olduğu taraflara sapmayacağız. Dinimizin ana caddesinden, dümdüz sırat-ı
müstakîminden gideceğiz, sevgili dinleyiciler, izleyiciler!..
c. Niyetlerin Bozulması
Bugünkü sohbetimizin üçüncü hadis-i şerifini de, okuduğumuz kitap Hazret-i Ali (RA ve kerramallàhu
vecheh) Efendimiz'den rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:
RE. 504/7 (Ye'tî alen-nâsü zemânün) "İnsanların başına bir zaman gelecek ki; yâni devirler değişecek,
asırlar geçecek, toplum değişikliklere uğrayacak, iyilikler azalacak, kötülükler çoğalacak... Ahir zamanda,
dünyanın bozulmasına yakın zamanda olacak bunlar. Öyle bir zaman gelecek ki, (hemmühüm bütnuhüm)
insanların bütün gayretleri, çalışmaları, çabalamaları mideleri, yâni karınlarını doyurmak olacak. Bütün
gayretleri bu olacak, ne yiyelim diye düşünecekler."
Halbuki eskiler böyle yapmazdı. Eskiler haram yememeğe çok dikkat ederlerdi, haram yemektense aç
durmaya gayret ederlerdi. Hattâ helâl yiyecekleri bile azaltarak, orucu çok tutarak nefislerini ıslah etmeye
dikkat ederlerdi.
Demek ki o devir geldiği zaman, insanların akılları, işleri, güçleri karınlarını doyurmak olacak. Ha babam,
ye babam... Doyuncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yemek...
Bütün gayretleri mideleri, karınları, işkembeleri olacak. (Ve şerafühüm metâuhüm) Şerefleri de sahib
oldukları malları, mülkleri olacak. "Şu kadar evim var, şu kadar otomobilim var, şu kadar bilmem neyim
var." diye onunla öğünecekler. Halbuki onlar, İslâm'a göre doğrudan doğruya şeref sebebi değil; haramdan
kazanılmış ise, aksine şerefsizlik sebebi ve insanın kötü insan olduğunun alâmeti olur. Malın çokluğuyla,
azlığıyla değildir insanın şerefi, asâleti; dürüstlüğüyledir, güzel ahlâkıyladır, takvâsıyladır, ihlâsıyladır,
topluma, insanlara yaptığı iyiliklerledir.
Ama toplum bozulunca, onların işleri güçleri maddiyat olduğu için, materyalist kişiler oldukları için,
şerefleri ellerindeki eşyalar, mal mülk olduğu için, "Şu kadar yüzüğüm var, bu kadar pırlantam var, şu
kadar otomobilim var, bu kadar malım var, mülküm var, köşküm var, Mercedesim var vs." diye
öğüneekler.
(Ve kıbletühüm nisâühüm) '"Ve kıbleleri de kadınları olacak." Yâni müslüman dağbaşında, tarlada, bayırda,
çayırda, seyahatte bile olsa, namaz kılacağı zaman, "Aman kıble ne tarafta?" diye araştırır. Mekke-i
Mükereme tarafını bulup, Kâbe-i Müşerrefe kıblemiz olduğu için o tarafa döner. Ama o bozuk zamanın
insanlarının kıblesi ne olacak buyuruyor Peygamber Efendimiz?..
Söyleyen güzel, nakleden güzel; sözler de acı da olsa haklı... Dost acı söyler, düşman güldürür.
(Kıbletühüm nisâühüm) O zamanın insanlarının kıbleleri karıları olacak. Yâni, kadının ağzına bakıyor, ne
derse tamam... Gerdanlık isterim!.. Tamam... Bilezik isterim!.. Tamam... Pırlanta isterim, tamam... Güzlük
isterim yazlık isterim!.. Tamam...
--Bunları nerden kazanacak?..
--Ne yaparsa yapsın, bana ne?.. Getirirse, getirir; getirmezse boşanırım, anamın babamın evine giderim.
Ben arkadaşlarımın yanında mahcub oluyorum. Kıyafetim şöyle olacak, böyle olacak... Geçen nişanda,
düğünde giydiğimi bir daha giymem!..
Bunları hep duyuyoruz. Bir tantana, bir şâşaa, bir debdebe... "Peki hanımcığım, olur efendim, derhal
efendim!" diye, erkekler de hanımların ağzının içine bakıyor; haram mı istiyor, günah mı istiyor, yanlış mı
istiyor, hiç itiraz yok...
Halbuki onları yönetecek ailenin reisi erkek... O dengeyi tavsiye edecek, ölçüyü tavsiye edecek, iktisadı
tavsiye edecek, ahlâkı tavsiye edecek... Onları frenleyecek, yönlendirecek, Allah'ın rızası yönünde
yönetecek. Sorumluluğu var... Ama o, kıbleye döner gibi yönünü hanımına çevirmiş, hanımı ne derse onu
yapıyor. Hanımı dine aykırı, Allah'ın emrine aykırı, sünnet-i seniyyeye aykırı, ailenin bütçesine aykırı, akla
mantığa, mâkul çizgilere aykırı, ölçüye aykırı, ölçüsüz, sınırsız kaprislerle, tavırlarla, yıkıcı isteklerle erkeği
parmağında oynatıyor, avucunun içinde oynatıyor; günahlara sevkediyor, baştan çıkartıyor ve mahvediyor.
Öyle tipler var ki, hattâ bazıları av avlar gibi peşinden koşup, maalesef evli erkekleri bile baştan çıkartan,
mahveden kimseler olabiliyor. Allah şerli olanların şerrinden cümlemizi korusun...
"Kıbleleri kadınları olacak. (Ve dînühüm derâhimühüm ve denânîruhüm) Dinleri de altın gümüş paraları,
dinarları, dirhemleri olacak." Dini imanı para deriz, bir insanın gözü başka bir şey görmüyorsa... Aklı fikri
parada ise, arkadaşlık, ahbaplık, dürüstlük, kanun, insaf, merhamet, acıma diye bir şey yok... Adamın
gözünü hırs bürümüş; para, para, para... İşte dinleri imanları, dinarları dirhemleri oluyor. Yâni aslında din,
iman kalmamış oluyor, dünya hırsı gözlerini kaplamış oluyor.
(Ülâike şerrül-halk) İşte bu sıfatlarla, Peygamber SAS efendimiz'in çizdiği bu çizgilerle tasvir edilen
kimseler; aklı fikri karınlarını doyurmak olan; övünçleri, şerefleri ellerindeki zenginlikler, mal mülk olan,
takı, süs, zînet olan; kıbleleri kadınlar olan, dinleri imanları da para pul, dinar dirhem olan kimseler...
"Bunlar Allah indinde mahlûkàtın en kötüleridir." Çünkü İslâmî bütün değerlerden yoksun bunlar...
(Lâ halâka lehüm indallàh) "Allah indinde onların hiçbir kıymeti, değeri, nasîbi, mükâfâtı, ecri, sevabı
olmayacak." Tabii ahirette bu vurdum duymazlıklarının, günahkârlıklarının, sınır tanımazlıklarının, dinden
imandan uzaklaşmalarının, ahlâksızlığa sapmalarının, yaptıkları kötü şeylerin mutlaka cezasını çekecekler.
Tabii aziz ve muhterem kardeşlerim, bu seferki okuduğumuz hadis-i şerifler, hepsi alfabetik sırayla
sıralanmış olduğu için, (Ye'tî alen-nâsi zemânün) diye başlayan hadis-i şerifler geldi karşımıza... Biz de
Peygamber Efendimiz'in asr-ı saadetine göre o ilerideki zamanda; yâni insanların bozulduğu, toplumların
dejenere olduğu, artık kıyametin yaklaştığı zamanda neler olacağını öğrenmiş olduk. Bunlardan bizim
çıkartacağımız hisseler nelerdir?..
Bu hadis-i şeriflerin ana fikrini anlamaya çalışmalıyız. Buna benzer durumlar varsa, tehlikeler varsa,
çevremizde oluşmağa başlamışsa, kendimizi onlardan korumalı, Peygamber SAS'in tavsiye ettiği çizgiye
gelmeliyiz.
Bir müslümanın aklının, fikrinin karnını doyurmak olmaması lâzım! Aklının, fikrinin Allah'ın rızasını
kazanmak olması lâzım!.. (Hemmühüm bütnühüm) yerine, (hemmühüm tahsîli rıdà rabbihim) diyebiliriz.
Yâni her mü'minin asıl gayreti, Allah'ın rızasını kazanmak olmalı...
(Şerafühüm metâühüm) "Şerefleri, öğünçleri, itibarları paralarındadır, mallarındadır." cümlesinin karşılığı
ne olmalı?.. (Şerafühüm ilmühüm ve irfânühüm ve ahlâkuhüm ve âdâbühüm) demek lâzım. Yâni insanın
şerefi ahlâkıdır, ilmidir, irfanıdır.
(Kıbletühüm nisâühüm) "Kıbleleri hanımlarıdır." cümlesinin karşılığı olarak; müslümanın kıblesi Kâbe-i
Müşerrefe'dir. Sözünü dinlediği kaynak da Allah'ın kitabıdır, Peygamber Efendimiz'in tavsiyeleridir,
dinimizin emirleridir.
Dinleri altın, gümüş parası, dinar, dirhem olan bu insanların karşısında müslümanın durumu ne olur?..
Müslümanın dini takvâya dayalı, ihlâsa dayalıdır. Cenâb-ı Hakk'ın bir gün huzuruna varıp da, bu dünya
hayatındaki her şeyden hesap vereceği ahiret günün düşünür. Mâliki yevmid-dîn olan Allah'ın, bir gün
kulları huzuruna çağırıp, onları mahkeme-i kübrâda muhakeme edeceğini düşünür ve dindarlığını hâlisâne
yapar, ihlâsla yapar.
Böyle insanlar, aklı fikri Allah'ın rızasını kazanmak isteyen mübarekler; ilim, irfan, edeb, ahlâk sahibi
insanlar, yapacakları işlerin neler olmasını, hanımlarını ağzına bakarak değil de, dinimizin emirlerine,
Kur'an'a bakarak tesbit eder. Ahiret gününü, mahkeme-i kübrâyı düşünüp de, her işini Allah'ın emrine,
yasağına, Peygamber Efendimiz'in sünnetine yapmağa çalışırlar.
Hazret-i Ali Efendimiz RA'ın rivayet ettiği hadis-i şerifleri çok seviyorum ve Hazret-i Ali Efendimiz'i çok
seviyorum. Efendimiz'in bu hadis-i şerifi de Hazret-i Ali tarafından rivayet edilmiş. Hepimize herhalde çok
şeyler hatırlatacak ve çok uyanıklığa sebep olacak. Yeni şevk ile inşaallah dînî yaşantımızı Allah'ın rızasını
kazanmaya yönelik tarzda düzenleyeceğiz.
Ramazan yaklaşıyor. Şa'ban ayının birinci haftası gitti; ikinci haftasının sonunda, Şa'banın ondördünü
onbeşine bağlayan gece Berat Gecesidir, çok önemli bir gecedir. Kulların said mi, şakî mi olduğunun
divanlara kaydedildiği, bir senelik işlerin, mukadderatın teferruatının semâ-yı dünyaya nüzûl ettiği bir
gecedir.
Ondan sonra da mübarek Ramazan... O günleri, o geceleri, o mübarek Ramazan ayını düşünerek zâten
kendimize bir çeki düzen vermemiz gerekiyordu. Üçaylar insanın gafletten uyanması, iyi müslüman olmaya
yönelmesi mevsimiydi; ortasına gelmiş bulunuyoruz. Bu hadis-i şerifler de tam Şa'ban ayına ve mevsimin
özelliğine uygun oldu.
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi Şa'ban ayının feyzinden, bereketinden en yüksek derecede faydalananlardan
eylesin... Bu ayıda güzel geçirip, Ramazana da erişip, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin "Bin aydan daha
hayırlıdır." diye medhettiği Kadir Gecesine de isabet ederek ihyâ etmeyi nasib eylesin... Böylece bir ömür
boyu çalışarak kazanılacak mânevî sevapları kazanmayı nasib eylesin...
Hàsılı sonuç olarak hüsnü hàtimeler ile ahirete göçüp, şu can emanetimizi Allah'ın sevdiği vech ile teslim
edip, ahirete Allah'ın sevdiği kul olarak varmayı, cennetiyle cemâliyle müşerref olmayı, Allah cümlemize
nasib eylesin...
Allah hepinizden razı olsun... Yardımcı olsun hepinize, tevfikını refîk eylesin...
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû, aziz ve sevgili Ak-Radyo dinleyicileri ve Ak-Televizyon
izleyicileri ve seyircileri!..
27. 11. 1998 - AVUSTRALYA
Kıyâmet Alâmetleri | Dervişân
Türkiye’nin kilit taşı Erdoğan
30 Mart 2016 Çarşamba 18:30 - Bu haber 417 kez okundu.
Türkiye’nin kilit taşı Erdoğan
215 2
Türkiye’nin kilit taşı Erdoğan..
Türkiye kritik bir dönemden geçiyor. Hemen yanı başımızda cereyan eden gelişmeler ülkemizi çok çetin
sınavlarla karşı karşıya bırakıyor. Tarih yapıcılar, gelecek nesillere bugünü aktaracak olan tarih yazıcılar
için oldukça zengin bir malzeme veriyor. Öte yandan, tarih yapıcıların temel oyun alanı olan bölgemiz, bu
aktörler arasındaki olağan dışı yeni ilişki dinamiklerine şahitlik ediyor.
ATEŞ ÇEMBERİNİN ÖTESİ
Her bakımdan dünya tarihinin seyrini değiştirebilecek gelişmeler Türkiye'nin yakın coğrafyasında vuku
buluyor. Yaşananları şöyle kabaca anlamlandırmaya çalışanları dahi karamsarlığa itecek birçok faktör var.
Ateş çemberi tabiri hafif kalıyor…
Yönetilemeyen ülkelerin sayısına her gün bir yenisi daha ekleniyor. Terörün sadece Türkiye'nin sorunu
olduğunu zannedenlerin oynadığı çadır tiyatroları Avrupa'nın göbeğinde patlayan bombalarla yerle bir
oluyor. Mezhep çatışmalarını körükleyenler belki de hiç olmadığı kadar bu çabalarına maalesef İslam
dünyasından karşılık buluyor. Suriye'deki vahşet, yaşanan insani trajedinin boyutunu her geçen gün daha
da derinleştiriyor. Bu vahşetin sorumlusu olan rejim, uğruna yüz binlerce masum insanı katlettiği
koltuğunun arkasına, çıkarları ölümden ve zulümden geçenlerin hesaplarını da saklıyor.
TÜRKİYE DİRENCİNİ MUHAFAZA EDİYOR
“Üç Maymun”, film olarak yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan'a Cannes Film Festivali'nde ödül
kazandırmıştı… Şimdi bölgemizdeki tehditler karşısında 'üç maymun'u oynayanlar hangi dalda Oscar'a
aday olacaklar, kestirilemiyor. Bir adım ötemizde yaşanan bütün bu gelişmelerin Türkiye'yi etkilememesi
elbette sözkonusu olamaz. Türkiye için bölgede yaşanan her bir gelişme içeriye de sirayet eden bir boyut
taşıyor. Bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki “çukur siyaset”in Suriye ve Irak'taki gelişmelerden
bağımsız değerlendirilebilmesi mümkün mü? Bütün bu zorlu sınavların ortasındaki Türkiye, her şeye
rağmen direncini muhafaza ediyor.
Bu insani ve siyasi krizlerden çıkışın en etkili çözümlerini Türkiye öneriyor.
Uluslararası toplum, duyarsızlıkla çaresizlik arasında sıkışırken, ülkemiz aynı anda birçok krizle
boğuşmasına rağmen uluslararası toplumun onurunu kurtaran akil ve adil bir ses olarak yükseliyor. Bir
yandan Suriye ve Irak'taki durumun yarattığı siyasi, insani ve ekonomik sonuçlarla karşı karşıya
kalacaksınız…
ORTADOĞU'YU BİR LABORATUVAR OLARAK KULLANIYORLAR
Öbür tarafta, hegemon devletlerin laboratuvarı olan Orta Doğu'yu kuşatan en tehlikeli virüs olan
mezhepçiliği önlemeye çalışacaksınız… DEAŞ'ı, El-Nusra'sı bir taraftan, PKK'sı, PYD/YPG'si, DHKP-C'si
diğer taraftan… Aynı anda hem içeride hem de dışarıda terörün her türlüsüyle amansız bir mücadele
vereceksiniz…
Paralel devlet yapılanmasıyla ve bunu besleyen yurt içindeki ve yurt dışındaki tüm kaynaklarla
hesaplaşacaksınız…
Ve bu kadar geniş cephede çok boyutlu bir mücadelenin içindeyken direncinizi hala muhafaza edecek;
istikrarınızı ve ekonomik kazanımlarınızı koruyacaksınız…
Herhangi bir Avrupa ülkesi bugün Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı sorunların sadece bir kısmıyla karşılaşsa
o ülkenin nasıl bir maddi ve manevi iflasa sürükleneceğini tahmin etmek zor değil.
HEDEF NEDEN ERDOĞAN?
Bunun emarelerini de gördük, görüyoruz.
Türkiye'yi bunca soruna rağmen dirençli kılan faktörler var.
İmparatorluk geleneğimiz, köklü tarihimiz, güçlü bir medeniyet tasavvurumuz; bunun getirdiği
sosyokültürel zenginliklerimiz var.
Ama bütün bunların yanında güçlü bir liderimiz var.
Esasen Türkiye'yi hedef alan bütün kumpasların, bütün kirli oyunların Cumhurbaşkanımız Sayın Recep
Tayyip Erdoğan'ın şahsı üzerinde toplanması da bu sebepledir.
Çünkü Tayyip Erdoğan'ı zayıflatabildikleri an Türkiye'nin de direncini kıracaklarını çok iyi biliyorlar.
TOPLUMUN DESTEĞİNİ ALAN LİDER
Şurası çok açıktır ki bugün Türkiye'nin kaderi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kaderi birbirine sıkı sıkıya
bağlanmıştır. Bunu şahsi bir hayranlık veya bir dönem kendisine yakın çalışma ekibi içerisinde hizmet
etmiş olmanın verdiği duygusallığın bir yansıması olarak görebilirsiniz.
Ama…
Girdiği 11 sandık yarışından da zaferle çıkmasını…
Türkiye'de gerçekleştirdiği dönüşümleri…
Dünya'ya “beşten büyüksün” diye meydan okurken, “dünya beşten küçüktür” diyenlerin duyduğu
tedirginliği…
Ülkesine ve kendisine yönelen bunca tehdidi, kudretli ve özgüvenli duruşuyla bertaraf etmesini…
Dünyanın en ağır ekonomik krizine rağmen ülkesini bu krizden ağır hasar almadan çıkarmasını…
Herkesin hayranlıkla izlediği dev yatırım projelerini…
Daha alt alta sıralayabileceğimiz birçok başarıyı ülkesine kazandırmasını objektif bir siyasi ve toplumsal
gerçeklik olarak görmek gerekiyor.
YENİ BİR KUBBE İNŞA ETTİ
Kim ne derse desin… Kabul edilsin veya edilmesin…
Cumhurbaşkanı Erdoğan her zaman vurguladığı gibi gökkubbede hoş bir sada bırakmanın çoktan ötesine
geçti. Ülkesini, milletini ve insanlığı kuşatacak yepyeni bir kubbe inşa etti.
Ve o kubbenin kilit taşı da bizatihi kendisi oldu. O kubbenin her geçen gün genişlemesi, daha geniş bir
coğrafyayı kuşatması kimsenin işine gelmiyor. Çünkü o kubbeden yankılanan ses, maskeleri bir bir
indiriyor.
İşte bu yüzden herkesin eli, herkesin gözü o kilit taşında… O kilit taşını oradan kaldırdıkları zaman neler
olacağını çok iyi biliyorlar.
Yavuz Selim Kıran/Yenisafak 29 Mart 2016
yalanyazantarihutansin.org
Eski ve yeni terör örgütleri
Avusturya Arşivlerine göre, Ermeni terör örgütleri Anadolu’nun bazı şehirleriyle İstanbul’da silah ve
mühimmat yığıyorlar.
19 Eylül 1896’da Üsküdar’daki bir eve yapılan baskında evin bomba imalathanesine dönüştürüldüğü
görülüyor...
24 Eylül1896’da da Galata’daki Ermeni kilisesiyle, Beyoğlu’ndaki bir evde de bombalar ve bomba
yapımında kullanılan malzemeler ele geçiriliyor.
1 Eylül 1905’te Manisa’da bir eve verilen baskın sonucu 34 kilo dinamit bulunuyor...
Yakalanan patlayıcı ve silahların Avrupa ülkelerine ait olduğu tespit ediliyor.
Terörist grupların üzerlerine gidiliyor, Ancak Batılı devletler tarafından elebaşları korunuyor. Şimdi de
olduğu gibi fevkalâde bir müsamahaya mazhar oluyorlar.
Hatta bazılarına Avrupa’da silahlı eğitim veriliyor. Bunlar Batılı devletlerin yüzüne vurulduğu zaman ise
inkâra başvuruyorlar. Türkiye aleyhine yayınlara hız verip “diktatörlük” vurgusu yapıyorlar.
Bir taraftan da müthiş algı operasyonları yapılıyor. “Türkiye azınlıklara zulmediyor, azınlıklar da kendi
varlıklarını savunuyor” algısı oluşturuluyor.
Halbuki Batı müdahale etmeden önce Türkler ve Ermeniler birbirlerini benimsemiş olarak yüzyıllar boyu
iç içe yaşıyorlar. O kadar ki, 1835’te İstanbul ve Anadolu’da incelemelerde bulunan Moltke, “Ermeniler
hakikatte Hıristiyan Türklerdir denilebilir” diye yazıyor.
Ne zaman ki, işin içine Batı parmağı giriyor, tahrikler yapılıyor ayrışma başlıyor. Bir sürü terör örgütü
kurup Osmanlı’ya saldırıyorlar.
Rus General Mayewski, “Ermeni çetelerini Ermenilerin yaşadıkları yerlere bağımsızlık ya da özerklik
getirmeye çalışan veya dinlerini savunanlar olduğunu sanmayınız” diyor, “bunların birçoğu bir şey
bilmeyen şehirli gençler olup ancak ünlü komitecilerin ateşli sözleri ile alevlenen fakat en ufak sorunu
çözmekten aciz cahillerdir. Çünkü hareketleri ile Ermenileri felakete sürüklemişlerdir. 1895-1896 yılları
arasında Müslümanlarla Ermenilerin arasını öyle bir açmışlardır ki, bu düşmanlık hiçbir zaman giderilmez.”
Ermeni yazar Louise Nalbandian Ermeni terör örgütlerinin stratejisine dikkat çekerek şöyle diyor: “Parti,
Osmanlı hükümetini terörize etmek, onun saygınlığını aşağılamak ve devleti yıkma amacı güdüyordu.
Hınçaklar, aynı zamanda Türk hükümeti için çalışan ve kendi çıkarları için tehlikeli gördükleri Ermeni ve
Türk unsurları ortadan kaldırmayı ve bütün bilgi sağlayıcı casusları da yok etmeyi amaçlıyordu. Büyük bir
isyanın başlaması için sürekli teyakkuz halinde olan Hınçaklar asıl büyük başkaldırının yapılması için
Osmanlı Devleti’nin büyük bir savaşa girmelerini bekliyorlardı.”
Bugün yaşadıklarımız da bire bir aynı değil mi?
Bu film böyle uzar gider: Ne “Batı parmağı” içimizden çıkar, ne Batı’nın ikiyüzlülüğü biter, ne de terör
örgütlerinin ardı arkası kesilir!
Sultan II. Abdülhamid’in ABD Büyükelçisi’ne anlattıkları ilginçtir:
“Bizi her şeyden fazla felakete iten büyük devletlerin entrikalarıdır. Bu devletler tabiiyetimizdeki milletleri
arka arkaya isyana teşvik etmek suretiyle bizi her sene daha fazla sıkıntıya düşürmektedirler. Her sene bu
uğurda harcadığımız hiç faydasız sarf ettiğimiz milyonlarla ne kadar lüzumlu işler yapılabilirdi... Halkımızı
geliştirme imkânı vermediler. Zayıf kalmamızın sebebi budur.
“Bize hiç değilse on senelik sulh zamanı tanınsaydı, Japonların o kadar methedilen terakkilerine biz de
muvaaffak olabilirdik. Onlar Avrupalıların pençelerinden uzakta olduklarından bize nazaran bahtiyardırlar,
emniyet içinde yaşamaktadırlar. Maalesef biz Avrupalı sırtlanların geçiş yerine çadırımızı kurmuşuz.”
Fakat bir avantajımız var: Tecrübe... Bunun ne anlama geldiğini Güneydoğu’da işgal edilen şehirlerimizin
temizlenmesi esnasında görüyoruz. “Çanakkale Destanı”nı yazan ecdadın torunları, 101 yıl sonra ona
benzer destanlar yazıyor!
Namık Kemal’in meşhur şiirini hatırlıyor, insan:
“Osmanlı adı her duyana lerze-resândır,
“Ecdâdımızın heybeti ma’rûf-u cihândır,
“Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır...
“Gavgâda şehâdetle bütün kâm alırız biz,
“Osmanlılarız can veririz nâm alırız biz!”
Yavuz Bahadıroğlu/Yeni Akit 30 Mart-2016
yalanyazantarihutansin.org
Son oyun! 3. Dünya Savaşı başladı
İŞTE O YAZI:
Senaryo daha önce yazıldı.
Ama CIA Başkanı David Petraeus'un göstermelik bir nedenle istifa etmesi, gidip IŞİD'i kurması, Bağdadi'yi
kontrol altına alması görmekte zorlandığımız ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI'nı başlattı.
Öyle bir hamle yapıldı ki her şey alt üst olacaktı...
Her hareketin sebebini içeride arayanların asla ve kat'a anlamayacağı bir oyun kurgulandı.
Dalga dalga gelecekler. Terör ile para ile ve tabii ki bilgi ile... Ne denilmişti?
Petraeus CIA'ya ait gizli bilgileri sevgilisine verdi!
Tiyatro gibi değil mi?
Burada mesaj dünyaya verildi: Herkesin ne yaptığını biliyoruz, izliyoruz. Günü gelince açıklarız...
Devam...
Charlie Hebdo, Paris katliamları, Ankara saldırıları, Brüksel bombalamaları hepsi kurulacak olan yeni ve
büyük dengenin ÖNCÜLERİYDİ...
Merkezinde NATO yani Washington vardı. Bunu son Brüksel patlamalarında gördük."IŞİD'in işi. İmza
onlara ait" açıklamasını olaydan 50 dakika sonra Amerika yaptı. Yaklaşık 3 saat 40 dakika sonra Belçika
hükümeti bunu tekrar etti.
Brüksel NATO'nun kalbiydi ve burada CIA ile çalışan çok fazla BELÇİKALI yetkili vardı... Pek çoğu
Amerika'da özel eğitim almıştı.
Baskınlardan ve patlamalardan önce, yani IŞİD sahneye çıkmadan önce Washington, önünde durma
ihtimali olan Rusya ve Çin'i petrol fiyatını düşürüp ekonomiyi yavaşlatarak vurdu.
Arap Baharı'nı başlatan CIA bu iki güçle doğrudan karşı karşıya gelmek istemiyordu.
Müslüman gençler üzerinden gidiyordu. Hesap Mısır'da şaştı.
Çare gerekiyordu.
Sisi bulundu.
Mursi darbeyle gitti.
Ortadoğu'yu YÜZDE 60 olarak hallettikten sonra asıl sıçrama Avrupa'ya yapılacaktı. Burada birkaç plan
vardı.
Rusya ve Çin kendi kulvarlarına çekilince IŞİD'in resmi geçidini gördük.
Nasıl El Kaide dünyanın her yerinde eylem yapabiliyorsa bunlar da böyleydi.
Kerpiç evden yönetilen IŞİD durmuyordu, durdurulamıyordu. Molenbeek'teki bir mahalle Avrupa'yı
titretiyordu. 550 milyonluk Avrupa o gücüyle gidip IŞİD'in merkezi RAKKA'yı vuramıyordu. Karşılık
veremiyordu.
Onlar da biliyorlardı ki rakip Müslüman görünümlü bu örgüt değildi. İki dünya savaşının galiplerinin
bulunduğu kıta bir kaç TERÖRİSTE yeniliyordu! Bizim de buna inanmamız isteniyordu! İnananlar var!
Devam etsinler...
Amerika bu operasyona kalkmadan önce kendi lisanıyla Moskova, Ankara ve Pekin ile konuştu. Yaptıkları
plana göre kendileri büyük dilimi, biz ve Rusya küçük dilimleri alacaktı.
Çin daha da küçük bir payla ödüllendirilecekti.
Olmadı! Taraflar bunu kabul etmedi. Bunu ilk duyan İngiliz istihbaratı oldu.
MI6 yetişmiş adamlarıyla bölgeye çöktü.
Özellikle Türkiye ve Afrika'da geri adım atmayacağını duyurdu.
Almanya biraz arkadaydı.
Fransa zaten Afrika'da dayak yiyor, Paris'te cezalandırılıyordu.
Ankara kendi planını yapınca Washington hemen PYD'yi ORTAK ilan etti. Hem Ankara hem Washington
planlarında geri adım atmak zorunda kaldı.
Ama duracakları yoktu! Hem de hiç! Asıl dalga henüz başlamadı bile...
Amerika, şimdi ikinci planı devreye sokuyor. Ortadoğu ile birlikte Çin ve Avrupa ülkelerinin bankalarına
operasyonlar gelecek. Bu çok büyük çalışmanın sonucu olarak köklü darbeler yaşanacak.
Amerikan Merkez Bankası (FED), kendine bağlı olmayan bankaların yaşamasına izin vermeyecek.
Savaşın gerçek silahı para ile ülkeler 'KAOS'u yaşayacak.
Avrupa ülkelerinin pek çoğu, bugünlerde yaşadıkları terör korkusunu bile arayacak.
İşte bu nedenle önce hedef bölgeleri istikrarsızlaştıracaklar...
Önce korkuyu, ölümü gösterip SITMAYA razı edecekler...
Washington, Charlie Hebdo, Paris katliamı ve Ankara saldırısından sonra BAYRAKLARI YARIYA
indirmiyordu!
Brüksel'de ise madalyonun diğer üzgün yüzünü gösteriyor, SAHTE BAYRAK operasyonunda bayrakları
indiriyordu...
Amerika siyah enerjiyi öldürecekti. Müebbet hapis vermişti.
Ama bu enerjiyi, yani petrolü, günün birinde Avrupa'nın gelip ziyaret etmesini de istemiyordu.
Bu nedenle Avrupa dağılmalı ve içeri hapsolmalıydı.
Yapacakları buydu.
Operasyon da buydu!
Bunun hazırlığını yıllardır herkesi dinleyerek izleyerek yapmışlardı. Onlar için bilinmeyen bir şey yoktu.
Şimdi gözaltında olan Rıza Sarraf dahil...
İran'a fotoğrafta yer bulamayan Amerika, Rıza ile Tahran'ı sıkıştıracaktı... Yakında hem de!Kissenger, son
sahne gelmeden önce Rusya ve Çin'e gidiyordu. Rolleri tekrar tekrar hatırlatıyordu...
Nasıl NATO operasyonu olan PARALEL ile Ankara mücadele ettiyse şimdi herkes çok kapsamlı olarak
hazırlanan plana karşı dik durmak durumundaydı!
Kim yapabilirdi kestiremiyorum. Ama Türkiye ve Rusya buradan karlı çıkan taraflar olacaktı.
Adamlar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra geldikleri Avrupa'dan neden çıkmadılar sanıyorsunuz! Düşman
yoktu ama NATO devamlı büyüyordu.
Bugünler için! 50 yıllık plan!
Kimseyle olmasa bile bizimle oturup anlaşmak zorundalar!
Hıristiyan Avrupa'yı dağıtırken Müslümanlar'ı ve Müslüman Türkiye'yi karşılarına alamazlar.
Almayacaklar da... Onlar rakiplerini temizleyecek. Biz rakipleri, düşmanları değiliz ki!
Muazzam bir oyunun içinden geçerken içeride yaşanacak bir sorun inanın bir 100 yıl daha kaybettirir
bize... Aman ha! Önce anlayalım...
Bu oyunda en son ihtiyaç duyulan şey içerideki sancı...
Kenetlenelim ve Avrupa'nın nasıl acı çekerek dağıldığını izleyelim...
Ne diyorlardı! Amerika'nın Avrupa ile ne derdi olur canım!
Bunlardan uzak durun!
İşler ters gittiğinde hepsinin Avrupa'da bir adresi var! Biz buradayız.
Büyük olarak yolumuza devam edeceğiz.
İhtiyaçları var çünkü...
Biz bitti demeden bitmez.
Rahat olun...
Ergün Diler/Takvim..30 Mart 2016
yalanyazantarihutansin.org
Türkiye’ye musallat olan terör örgütlerinin tarihi
Terörün tarihini Hz. Âdem’e kadar götürenler var. Ama biz o kadar eskiye gitmeyeceğiz. Sadece Türk
varlığına musallat olan terör örgütlerinden söz edeceğiz.
“Haşhaşin” ve “Haşhaşinler” olarak anılan terör örgütü bunların ilki sayılıyor.
Onbirinci yüzyılda (1090 civarı) Şii bir “din adamı” olan Hasan Sabbah tarafından kurulmuş, önce İran,
sonra Suriye civarında yayılmıştır.
Hasan Sabbah, tarihin kaydettiği en vahşi, en acımasız, aynı zamanda en plânlı-programlı terörist
başlarından biridir.
1034-1124 yılları arasında yaşamıştır. Bir dönem, Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün emrinde
Selçuklu Devleti’nin hizmetine girmiş, devleti tanımış, yandaşlar edinmiş, daha sonra devletten ayrılıp
Elbruz Dağı’nda kurduğu Alamut Kalesi’ne çekilmiş, dağın tepesine inşa ettiği kaleyi dünyanın ilk “Terör
karargâhı”na dönüştürmüştü.
Masum gençlerin dini duygularını kullanarak ve çeşitli vaatlerde bulunarak saflarına kattı. Onları beyin
yıkama operasyonundan geçirdi. Haşhaşla uyuşturup cennetle kandırarak kullandı. Kimini propagandist
olarak, kimini diplomat olarak, kimini tüccar olarak, kimini de terörist olarak eğitti.
Örgütün ilk hedefi Selçuklulardı: Müritler üçer-beşer devlet kademelerine yerleşti. Selçuklu Devleti’nin
şanlı veziri Nizamülmülk (Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali bin İshak et-Tûsî [1018-1092]) başta
müsamaha gösterdi. Hasan Sabbah’ın asıl niyetini fark edemedi. Bu yüzden Hasan Sabbah’ın iyi eğitimli,
“dindar” görünümlü müritlerine devletin bütün kademelerini açtı. Onların devlet hiyerarşisinin emrinde
değil, Alamut Kalesi’nin emrinde çalıştıklarını fark ettiğinde ise iş işten geçmiş, Hasan Sabbah’ın müritleri,
çoktan “devlet içinde devlet” olmuştu.
Devlet istihbarat alamıyor, bürokrasi çalışmıyor, devletin üst kademesi hakkında, hırsızlıktan yolsuzluğa
kadar envai çeşit olumsuz iddia dolaşıyor, algı operasyonlarıyla vezirler, hatta Sultan kirletiliyordu.
Bir süre sonra gerçek tüm delilleriyle ortaya çıkıp sırlar deşifre olacak, Haşhaşiler, devlet kademelerinden
hızla temizlenmeye başlanacaktı. Ne var ki, bu iş hiç de kolay değildi. Kendilerini çok iyi saklıyorlar,
“vatansever” görüntü altında vatana ihanet ediyorlardı.
Ancak, “Fitne gizli kaldığı ölçüde etkili olur” (Bediüzzaman). Nitekim devlet içindeki sızmalar fark
edilince, Hasan Sabbah’ın etkisi kırılmaya başladı. O da dönemin en etkin terör aracı olarak suikastlara
yöneldi.
İlk hedef, Selçuklu Devleti’ni siyaset ve eğitim alanında yaptığı atılımlarla ihya eden vezir
Nizamülmülk’tü. Sonra sıra Sultan Melikşah’a gelecek, nihayet Hasan Sabbah Selçuklu tahtına oturup,
Şiiliği ihya edecekti.
Haşhaşin Örgütü’ne müthiş bir disiplin ve katı bir hiyerarşi hâkimdi: Her grup, liderine gözü kapalı
bağlıydı. Beyni uyuşturulmuş, iradesi yok edilmiş katiller, dini bir psikoloji içinde adam öldürmeye
başladılar. Bunun için ok, zehir ve hançer kullanıyorlardı.
Tarihte kendilerinden önce pek görülmemiş bir askeri ve siyasi taktik geliştirmişlerdi: Propaganda silahı
kullanıyorlar, “mağdur” ve “mazlum” rolü oynuyorlardı.
Etkin propaganda sayesinde, devleti ele geçirmek için operasyonlar yaptıklarını unutturmuşlar, durup
dururken devletin üzerlerine geldiğine halkın bir kısmını inandırmışlardı.
Siyaseti ve dini taktik olarak kullanıp bir taraftan yandaşlarının sayısını sürekli artırırken, temel askeri
taktik olarak da suikastlara yönelmişlerdi. Bu aynı zamanda bir güç gösterisiydi, bu gücün karşısında
durulamayacağı inancını yaymaya çalışıyorlardı.
Zaman içinde bunun böyle olmadığı görüldü: Meşruiyetini milletten almayan hiçbir gücün ilânihaye etkili
olamayacağı anlaşıldı.
Ama bu arada, başta Selçuklu Devleti’nin muhteşem veziri Nizamülmülk olmak üzere, pek çok değerli isim
suikastlarda şehit edildiler.
Suikastı gerçekleştiren katil kaçmıyor, gülümseyerek öldürülmeyi bekliyordu. Çünkü mutlak mânada
cennete gideceğine inandırılmıştı.
Hasan Sabah, arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve korku bırakarak 1124 yılında öldü. Ama “Haşhaşiler”
Moğol istilasına kadar ayakta kaldılar. Nihayet, Hülagü Han, “Terörist Üretim Merkezi” olarak yıllar boyu
faaliyet gösteren Alamut Kalesi’ni 1256’da yerle bir etti.
Dünyaya tek büyük armağanı da bu oldu!
Yavuz Bahadıroğlu/Yeni Akit..19-Mart-2016
Türkiye ile savaşalım
31 Mart 2016 Perşembe 03:48 - Bu haber 542 kez okundu.
Türkiye ile savaşalım
148 1
Yine başladılar: Şaka mısınız siz!
Entelektüel teröristler kavramını ilk onlar için kullanmıştım. Türkiye'ye karşı küstahça açıklamalar,
talimatlar yayınlıyor, buyruklar veriyor. Kamuoyunu zehirliyor, insanların ülkelerine inancını hedef alıyor,
açıktan darbe çağrıları yapıyor, Türkiye'nin iç politikasını dizayn etmeye yelteniyor, ekonomisini
denetlemeye ve dış politikasını rehin almaya girişiyorlardı.
Bazıları neocondu, bazıları doğrudan İsrail aşırı sağına mensuptu. George Bush döneminde palazlanmışlar,
bütün dünyayı istilaya girişmişler, Ortadoğu'yu İsrail adına biçimlendirmeye başlamışlar, hemen her ülkede
örtülü operasyonlara başlamışlar, İslam ve terör eşleştirmesini icat etmekle kalmamış İslam faşizmi
kavramını üretmişler, ülkelerini savunan ve seven her Müslümanı bu kavrama sıkıştırmışlar, istila ve talana
öfke duyan herkesi terörist ya da terör örgütü mensubu saymışlardı.
Kimi doğrudan İsrail istihbaratına çalışıyordu, kimi ABD istihbaratı ve İsrail istihbaratına aynı anda
çalışıyordu, kimi Avrupa ülkelerinde sistemin içine yerleşmiş İslam karşıtı cepheyi güçlendiriyordu,
üniversitelerde ve toplumda Müslümanlara yönelik fişleme operasyonlarını yürütüyorlardı.
Azılı İslam düşmanları bunlar!
İslam'la savaş doktrininin mimarlarıydı. Türkiye'yi İslam'la barışmakla suçluyor, muhafazakar siyasileri
hedef alıyor, askeri kışkırtıyor, bu siyasi kadrolara karşı terör örgütleriyle işbirliği yapıyor, iktidardan
memnun olmayan sermaye çevreleriyle ortak darbe planları kurguluyorlardı. 2003 yılından bu yana
defalarca darbe planladılar. Başaramadılar, olmadı.
Gezi ve 17 Aralık öncesi bu planlar tutmayınca o malum senaryolar devreye sokuldu. Şimdi dikkat
ederseniz paralelcilerin İsrail aşırı sağı ve neoconlarla ortaklığını açıkça göreceksiniz. Uzun yıllardır
beraber çalışıyorlardı. Erdoğan'ı, AK Parti'yi hedef alıyor, tasfiye etmeye çalışıyor, ardı ardına projeler
uyguluyorlardı.
Yine mi Edelman!
Her dosyada, her kirli planda aynı adamların ismi öne çıktı. Bir zamanlar ABD'nin Ankara Büyükelçisi
olan, Yeni Şafak'a bile müdahale etmeye çalışan, şahsıma yönelik operasyonlara bile girişen Eric Edelman
bunlardan biridir. Türkiye'de adeta sömürge valisi gibi hareket eden, siyasilere ve devlete ayar çekmeyen
çalışan, Irak işgalinin en kirli dosyalarının tam merkezinde yer alan bu adam, İsrail aşırı sağına mensup ve
bütün gücünü İslam'la savaşmaya ayarlamış bir kişidir. Türkiye'de nefret edilen bir adamdı ve apar topar
gitmek zorunda kaldı. Morton Abramowitz'le birlikte yine bir yazı yazmış, Erdoğan'ın çekilmesi çağrıları
yapma cüretini göstermişler. Aynı kişiler 2003 yılında da benzer bir harekete girişmişlerdi.
Abramowitz, Edelman ve Blaise Misztal, Erdoğan'a karşı çirkin bir kampanya başlatmış ve The
Washington Post gazetesinde açıkça “Türkiye'de rejim değişikliği” çağrısı yapmışlardı.
Taksim'de bomba planı: Yoksa onlar mı yaptı?
ABD yönetimine Erdoğan'ın devrilmesi için çağrı yapan bu kişiler, onu “ABD ve Türkiye için tehdit”
gösterdi. NATO Müttefiki “Türkiye'yi Erdoğan'dan kurtarma” çağrısı yaptı.
Gözlerini kan bürümüş, işgaller, iç savaşlar, kitlesel katliamlar, etnik ve mezhep çatışmalarıyla Fas'tan
Güney Asya'ya uzanan coğrafyada büyük bir yıkım projesi uygulamış bir çevrenin uzantısı olan bu kişilerin
tam da bugünlerde böyle bir yazı kaleme alması özellikle dikkat çekici.
2003'ten bu yana Türkiye için bir çok darbe senaryosunu besleyen, iç savaş tehditleri yapan, Taksim'de
bombalar patlatmayı senaryolaştıran, Alevi-Sünni çatışmaları çıkarmak isteyen, Türkiye'nin yeniden diz
çöktürülüp yönetilebilir hale getirilmesi için her türlü kirli senaryoyu uygulayan bu çevreler, AK Parti-
Cemaat çatışması üzerinden uygulanan senaryonun da öncüleridir. Erdoğan'a, ağır küfürler, hakaretler
ediyorlar. Neredeyse 'ortadan kaldırılması' işareti veriyorlar.
İç savaş istediler
Medya üzerinden, ABD'nin etkin yayın organları üzerinden kampanya yürütüyorlar. Yazılar yayınlıyorlar,
asılsız ithamlarda bulunuyorlar, Türkiye kamuoyuna korku senaryoları aktarıyorlar. “Yüzde elli darbe
olacak”, “Türkiye'de iç savaş çıkacak”, “Ak Parti'ye karşı yasal süreç işletilecek” söylemleri hep bu gazete
ve bağlantılı yayınlar üzerinden servis edildi. Bunların, olağan siyasi analizler olduğunu mu sanıyorsunuz!
Eli kırbaçlı köle tacirleri gibi Türkiye'yi hizaya sokmaya çalıştılar. Bunlardan biri de Michael Rubin'dir.
Azılı bir ırkçı, neocon, İsrail aşırı sağı mensubudur. Bugünlerde yeniden ortaya çıkmış, darbe çağrıları
yapmakta, ABD ve NATO'ya darbe planına destek vermesi için kışkırtıcı sözler söylemektedir.
Türkiye ile savaşalım
Bunlar, Müslüman olan herkesten nefret ederler. O ve Daniel Pipes gibi istihbaratçılar bütün mücadeleleri
İslam'la savaştır. Ebu Grureyb'deki o korkunç işkence ve infazlar onların öncülük ettiği düşün ve kadronun
insanlık suçudur.
Türkiye'yi Ortodoks İslamcılar yönettiğini, Erdoğan'ın Türkiye'yi şeriata sürüklediğini, Türkiye'nin bir an
önce düşman kategorisine alınması gerektiğini, ABD'nin Türkiye'deki bu gidişe müdahale etmesinin
zorunlu olduğunu ve Türkiye'nin AB üyeliğine destek verilmemesi gerektiğini iddia eden bunlardı. Hem de
2007'de söylüyorlardı bunları.
Bu adamlar, bu Türkiye düşmanları Taksim'de bomba patlatma, bunun üzerinden iç savaş çıkarma
senaryolarını bile tartıştılar. Belki de uygulamaya çalıştılar. Kürt meselesi üzerinden iç savaşa yatırım
yaptılar, terör üzerinden hükümeti dize getirmek istediler. Ekonominin batacağı, Türkiye'nin bu yüzden
çökeceği gibi kriz korkuları yaydılar.
O yazıları kimler finanse ediyor?
Ne ilginçtir ki, on üç yıldır ABD basınında yayınlanan bütün makale, söyleşi ve saldırganlığı Türkiye'den
birileri finanse ediyordu. Onlar ideolojik Türkiye düşmanı, İslam düşmanıydı ama bu savaşın maliyetini
Türkiye'den birilerini ödetiyorlardı. Bu kişiler önceden ulusalcı, merkez iktidar alanından beslenen
işadamlarıydı. Bugün ise paralel çevreler aynı kişileri yeniden piyasaya sürdüler. Muhtemeldir ki, o
yazıların paralarını da onlar ödüyor. Türkiye ile hesaplaşmayı onlar üzerinden yürütüyor. Ve bu yeni bir
dalga olarak planlandı.
Yeni 28 Şubatçılar
Gezi başarısız olunca, 17 Aralık kesin tutacaktı. 28 Şubat kadar sofistike bir plan yapılmıştı. Ama o irade
bunu boşa çıkardı. Şok oldular. Artık içeriden operasyon yapamayacaklarını anladılar. Hepsi dışarı kaçtı.
Şimdi oradaki tescilli Türkiye düşmanlarını hareket geçirdiler, ülkemize karşı ortak bir saldırı yürütüyorlar.
Bugün darbe çağrıları ile başlasalar da yarın açıktan terör örgütlerine çağrılar yapacaklar, onlara hedef
göstermek için yine ABD medyasını kullanacaklar.
Ama geçti, o dönem kapandı. İçeride operasyon unsurları zayıfladı, eski ortakları güçten düştü.
Başaramayacaklar. Kirli dosyaları yine ellerinde patlayacak. Belki en büyük hayal kırıklığını bu sefer
yaşayacaklar.
Şaka gibi. Beş para etmez adamlar bunlar
2005'te “AK Parti Michael Rubin'e neden haddini bildirmiyor” diye bir yazı yazdım. Bu adamların bütün
kimliklerini, dosyalarını, taktiklerini ortaya koyan sayısız yazı yazdım. Artık onlar Türkiye'de beş paralık
itibarı olmayan kişiler. Sözlerinin, tehditlerinin, şantajlarının Türkiye'de alıcısı yok.
Bir paralel çevre kalmıştı ama artık onlar da bu ülkede değil. Bir tür dış tehdit olma yolunda devam
ediyorlar ve hızla bu ülke için yabancı unsur haline geliyorlar. Dolayısıyla ABD'deki ortaklıkları bu ülkede
bir şeyi değiştirecek güce sahip değil.
2003'ten beri saldırırlarken Türkiye kısmen zayıftı. Oralardan gelen her rüzgara açıktı ve her söz bu ülkeyi
dalgalandırabiliyordu. Ama Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor.
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD gezisine eşlik etmek için yola çıkıyoruz. Şunu rahatlıkla
söyleyebilirim ki, bu adamların, bu paralel-İsrail aşırı sağı ortaklığının bütün kampanyası Atlas
Okyanusu'nun derin sularını aşıp bu ülkeye ulaşamıyor.
Şaka gibiler… Vız gelir tırıs gider!
İbrahim Karagül/Yenisafak 29 Mart 2016
ALEVİLER NEDEN BU KADAR İSLAM DİNİNE DÜŞMANLAR
yalanyazantarihutansin.org
Savaşın boyutları ortada. Sonra geç olur.
Büyük silah
Cumhurbaşkanı Erdoğan'la Washington'a geldik.
Andrews Hava Üssü'ne indikten sonra otele doğru yola çıktık. Konvoy ilerlerken daha uçakta e-maillerle
dolaşıma sokulan BÜYÜK PROTESTOLAR
OLACAK algısı küçük de olsa bir merak uyandırdı.
En azından bende...
"Kim gelecek?", "Ne kadar gelecek?" ve "Ne diyeceklerdi?" Araçlar otele geldiğinde kalabalık vardı. Ama
bu Türk bayraklarını dalgalandıran buradaki vatandaşlarımızdı.
Geleceği söylenen, büyük protesto yapacak denilenler 3 kişiydi.
Abartmıyorum.
Giresun Yağlıdere olduğu gibi gelmiş, geleceği söylenenler ise para ile adam arıyormuş!
Sabah Türkiye'deki haberlere bakınca güldüm. Nasıl da haberleri eksik, ters ve yanlış servis ediyorlardı...
Medya demişken devam edelim... Soru cevaplarla...
11 Eylül saldırısını "Ladin yaptı" diye açıklayan kimdi?
Amerikan basını.
Brüksel, Paris, Charlie Hebdo saldırılarının faillerini ilk duyuran kimdi?
Amerikan medyası ve arkasından CIA kontrolündeki BATILI medya...
Avrupa'daki terör eylemlerini henüz tek bir kanıt bile yokken Müslüman gençlere yıkan kimdi?
Amerikan basını...
Neden?
Çünkü kurmayı düşündüğünüz oyunu da, devrilmesini istediğiniz lideri de, ele geçirmeye çalıştığınız ülkeyi
de, yani amaçlarınızı medya ile yerine getirebilirsiniz.
Medya üniversiteleri, sokakları, kahvehaneleri, işverenleri, azınlıkları, askerleri, finans piyasasını yani
hedefe ulaşmak için kim işe yarıyorsa ONUN ZİHNİNİ ELE GEÇİRİR.
Sonrası kolay. Kendin için istediğin aslında başkasının EMRİDİR. Anlamazsın...
Bir anda herkes "DİKTATÖR, SULTAN " diye manşetler atar. Zihnimize ulaşıp kendi operasyonlarını
yapmak için...
Devam...
Brüksel ve Paris'i CIA ile NATO havaya uçurdu. Kimseden "TIK " yok. Orada bombalarla, silahlarla
burada ise hem bombalarla hem manşetlerle sonuca gitmek istiyorlardı...
Geçen hafta Brüksel'de PKK'nın kurduğu çadır yakıldı.
Öncesinde de tepkiler üzerine kaldırılmış sonra tekrar yerine konmuştu.
Terörle sarsılan DEVLET bir ülkenin canını yakan teröre destek veriyordu.
Çadır yine geri geldi.
Manşetlerden de duyuruldu.
Yani NATO merkezi Brüksel, Ankara'ya "Terörle daha uğraşacaksınız. Kürt kartı benim istediğim şekilde
çözülmedikçe de canınız yanacak" mesajı veriyordu.
Fehriye Erdal'a orada kol kanat gererek de "Hem PKK'ya hem de operasyonlarımda kullandıklarıma sahip
çıkarım" diyordu.
Gözaltına alınan Rıza Sarraf olayı da böyleydi... "Ankara istenilen dış politika çizgisine gelsin" diye sopa
olarak kullanılıyordu.
En azından belli gruplar ve muhalifler tarafından...
Tabii biz burada Amerika'yı adalet dağıtan mekanizmanın kendisi olarak görüyorduk...
Irak'a, Suriye'ye, Libya'ya, Afganistan'a, Bosna'ya bakmadan... Büyük devletler sadece çıkarlarına bakar.
Bizim içimizdekilerin onlar adına bu kadar çırpınmaları garip.
Sarraf olayı da böyle...
Babek Zencani, İran Merkez Bankası Başkanı'nın şoförlüğünü yapıyordu.
Güvenilir bir isimdi. Belli ki çalıştığı kurum ve kişiler destek verdi. Önü açıldı.
Zencani ambargo altında inleyen İran'ın petrollerini paravan şirketlerle satmaya koyuldu. Böyle onlarca
şirket vardı.
Hepsi devletin güvendiği kişilerden seçiliyordu.
Babek'in sattığı şey BEYTÜL MAL yani devletin malıydı.
Zencani bir süre sonra raydan çıktı. Tankerler açıkta beklerken İran'a mesaj gönderip "Alıcı ülke acilen
indirim istiyor" diyordu. Öyle büyük indirimler alıyordu ki Tahran çaresiz kalıyordu.
İndirimler servet olarak Babek'e geliyordu.
Babek fiyatı düşürdükçe, ambargo altındaki yönetim mecburen "evet" dedikçe Zencani paraya para
demiyordu...
Götürülen, daha doğrusu çalınan İran'ın petrolden alacağı olan paraydı...
Tabii manşetler bu olaylara böyle bakmıyordu.
Zencani, İran'da yalnız değildi.
Pek çok önemli isim ile iç içeydi.
Yan yanaydı.
Eğer Sarraf-Zencani ortaklığı varsa bu İran'ın iç meselesiydi.
Çünkü onların başı ağrıyacaktı...
Paranın miktarı bilinenden çok daha fazlaydı...
Ama medya verdiği gözlüğü kullanmamızı isterdi. Engellerdi.
Amerika'nın ne yapıp edip İran'ı böleceği konuşulmazdı. Atılan manşetler, yapılan yayınlar beynimizin bir
LOB'unun küçük kısmına hitap ederdi...
Operasyon buydu.
"Zihni ele geçirdik mi ülke ne ki" diye bakarlar...
Dönelim tekrar Brüksel'e...
Patlamalara...
Bombalar ne zaman patladı?
22 Mart'ta...
NATO'nun en üst rütbeli ve en önemli isimleri o gün izinliydi.
Bu kadar da değil üstelik. Bu isimlerin asistanları da o gün ortada yoktu.
Mesela NATO'daki gücü bilinen General Mark Schissler o gün izinliydi.
Mazereti de kendisi de ortada yoktu. Amerika'nın NATO'daki çok etkili askeri olan General Philip
Breedlove da 22 Mart'ta ortalarda görülmeyenlerdendi...
İlginç değil mi!
Dahası, saldırı daha güçlü bir şekilde Almanya'da olacaktı.
Son anda vazgeçildi. Birileri Almanlar'ı otomobil gazıyla vurmanın yanında bombalarla da vurmayı
düşünmüş...
Saldırılardan hemen sonra Danimarka, İrlanda, Polonya, İspanya, İsveç ve Hollanda gibi ülkeler
BİRLİK'ten çıkmak istediklerini söyledi. Almanya- Fransa her türlü teminatı verdi.
"Burnunuz kanamayacak!" dedi. Bakalım şimdi ne olacak? Söz yerine mi gelecek ya da o sözü birileri
birilerine yedirecek mi!
FIFA'yı hatırlayın. Avrupa'nın kontrolündeki futbol bile ellerinden alındı. CIA'nın çok özel yetiştirdiği
avukatlarla...
Para üzerinden gidildi, karakter suikastlarıyla sonuca varıldı.
Şimdi çok daha kapsamlısını BANKALAR üzerinden yapacaklar. Petrol şirketlerinin üstüne basarak
gelecekler...
Rakip, daha doğrusu hedefteki BANKA ve ENERJİ şirketlerine de içeriye yerleştirdikleri adamlarıyla
darbe vuracaklar...
Ta ki Avrupa dağılıp Ortadoğu yeni sınırlarına kavuşuncaya kadar...
Silahlar belli, oyun belli...
Erdoğan'ın kaldığı otelin önüne gelen ÜÇ kişi durumuna düşmek istemiyorsanız oyunu anlayın. Savaşın
boyutları ortada... Sonra geç olur...
Telafisi de olmaz...
Ergün Diler/Takvim 31- Mart-2016
Anne babalar çocuğunuza bu isimleri verdiyseniz bir kez daha düşünün - Milliyet Haber
Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk, ”Aileler çocuklarına Kur’an’dan isim koymak isterken ismin anlamına
çok dikkat etmeliler. Mesela Sanem ismi çocuğa verilmemeli, Sanem, put demektir. Aleyna sıkça
duyduğumuz bir isim ama anlamı üstümüze bela, sıkıntı demektir” dedi.
Yrd. Doç. Dr. Öztürk, AA muhabirlerine, çocuğa isim vermenin kültürel, sosyal ve dini açıdan önemli bir
konu olduğuna işaret etti.
Pek çok ailenin Kur’an-ı Kerim’de geçen isimleri çocuklarına vermek istediklerini söyleyen Öztürk,
Kur’an’da geçen her kelimenin ise isim olarak konulamayacağını hatırlattı.
Günümüzde yaygın olan ve Kur’an’da geçtiği için konulan çok sayıda ismin anlamının yanlış olarak
bilindiğini, gerçek anlamlarının ise isim olarak verilemeyeceğini ifade eden Öztürk, çocuklarına
Kur’an’dan isim koymak isteyen aileleri seçici davranmaları konusunda uyardı.
-Anlamları bilinmeden isim veriliyor - Kuran’dan isim konulurken seçilen kelimenin gerçek anlamının
öğrenilmesi için uzman kişilere danışılmasını tavsiye eden Öztürk, isim kitaplarında veya internette geçen
adların anlamlarının da irdelenmesini istedi.
Öztürk, şöyle devam etti: ”Aileler çocuklarına Kuran’dan isim koymak isterken ismin anlamına çok dikkat
etmeliler. Mesela Sanem ismi çocuğa verilmemeli, Sanem, put demektir, Aleyna sıkça duyduğumuz bir isim
ama anlamı üstümüze bela, sıkıntı aksın demektir. Kuran’da geçen her kelimenin isim olmayacağı
bilinmelidir. Kur’an-ı Kerim’de geçen her kelime ’Bu Kuran’da geçiyor isim olur” mantığıyla çocuklara
verilmemelidir. Kur’an’da geçen kelimelerin anlamı iyi bilinmelidir. Kezban ismi Kur’an’da geçiyor diye
veriliyor. Oysa Kezban yalancı demektir. Çocuğa bu ismi koyarsanız, ’yalancı, yalancı’ diye çağırmak
zorunda kalırsınız. Aleyna ’üstümüze bela sıkıntı aksın’, Bekir, ’deve yavrusu’ demektir. Hz. Ebubekir’in
ismi Abdullah’tır Ebubekir lakabıdır. Bu husus karıştırılmamalıdır. Rumeysa ’gözü çapaklı kadın’ demektir.
Hüreyre, ’kedicik’ demektir. Kayra eski Türk mitolojisinde ’tanrı’ demektir, Allah’tan başka ilah mı olur?
Çocuğa tanrı ismi konulmamalıdır. Melis, Yunan mitolojisinde ’tanrıça’ demektir, şişman ve tembel
anlamlarına da gelir. Erçin ’ücret’ anlamına gelir. Bir insanın ücreti olamaz.” -Mekruh isimler- Dinen
mekruh sayılan isimler de olduğunu vurgulayan Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü: ”Resul, Nebi, Cebrail,
Azrail, Mikail, İsrafil isimleri konulmamalı, hoş değil. Samet ismi, hiç kimseye muhtaç olmayan demektir.
Bu sadece Allah’a mahsus bir durumdur, isim olarak kullanılamaz. Gülsüm gariban, zavallı kimsesiz
anlamındadır. Julide Farsça’da dağınık, perişan demektir. Cennet bahçesi olarak bilinen İrem ise Allah’ın
gazabına uğrayan sahte cennettir. Bade ismi içki demektir. Hannas ismi şeytanın ismi. Alara, Rosa, İleyda
bunlar İslam isimleri değil gayrimüslim isimleridir ve çocuklara konulmamalıdır. Anlamı kötü olan,
anlamsız şeyler de çocuklara isim olarak konulmamalıdır.” -”İsim her dilden olabilir”- Yrd. Doç. Dr.
Öztürk, ”İsim her dilden olabilir. Yeter ki anlamı güzel olsun, yaşadığı toplum ve kültüre yabancı olmasın”
dedi.
Barış, Mert, Özgür, Sevgi gibi isimlerin kullanılabileceğini, aynı şekilde Kerim, Macit, Zeynep, Hasan,
Abdullah, Kevser, Abdurrahman gibi isimlerin çocuklara verilmesinde bir sakınca olmadığını aktaran
Öztürk, isimlerde Allah’a kulluğun ifade edilmesi gerektiğini vurgulayarak, İslam büyüklerinden hatıra
kalan isimlerin kullanılabileceğini, halk arasında yaygın olan Fatma, Ayşe, Ahmet, Mehmet, Muhammet,
Mustafa, Zeynep gibi isimlerin de benimsendiğini söyledi
BATI GENÇLİĞİ BUNALIMDA
“Satanist” lerle ilgili bir tartışma programında konuşmacının birinin çok güzel ve yerinde bir tespiti oldu. O
da şuydu: “ Batı’daki bütün isyan hareketlerinin altında Hıristiyanlığa tepki yatar. Satanistlik olsun, diğer,
akla ve mantığa aykırı, bütün vahşetler aslında Hıristiyanlığa bir başkaldırıdır. Dine isyan hareketidir. Bu
isyan o dereceye varmış ki, bu düşmanlıktan dolayı diğer bütün dinlerden, özellikle de İslamiyetten nefret
ediyorlar. Kısacası, inancın her türlüsüne düşman olmuş Batı gençliği… ”
Bizde görülen, “Batı’dan ithal” satanist vb. akımların temelinde işte bu nefret yatar. Avrupa’da okullar,
çok ciddi ve yoğun bir din eğitimi vermesine rağmen, entelektüel çevreler, özellikle gençler bununla tatmin
olmamakta, Hıristiyanlığa bir ideoloji heyecanı içinde sarılmamakta, kendine yeni ideolojiler aramaktalar.
Artık, Hıristiyanlık, Avrupalı aydına yetmemekte.
Şimdi Avrupa’da boşluktaki gençler, tam bir kararsızlık içinde bunalmakta. Hıristiyanlık karşısındaki
olumsuz tavrını akıl almaz bir şekilde genelleştirerek bütün dinlere karşı cephe almaya çalışan Avrupalı
aydınlar ve gençler çaresizlikten kıvranmaktalar.
Hıristiyanlıktan kopan genç kitleler, şimdi ya filozofların ve ideologların etrafında dolaşmakta, yahut
boşluk duygusundan kurtulmak için, düşünmeksizin kendini olur olmaz hareketlere terketmektedir.
Bundan dolayı da, manasız bir öfke ve kin duygusu içinde herşeyi kırıp dökmeye yok etmeye
yönelmektedir.
Bu yüzdendir ki, Batı, kanlı ideolojilerin ve doyumsuz ihtirasların bir arenası haline gelmiştir. Gençlik,
Kilisenin bıraktığı boşluğu önce, pozitivizm, materyalizm, marksizm, sosyalizm, komünizm, faşizm, nazizm
ve benzeri akımlarla doldurmak istedi.
Bunlarla mümkün olmayınca da, tepkisini, akla hayale gelmeyen ve cinnet ölçülerine varan, satanistlik gibi
vahşice davranışlarla ifade etmektedir. İsyan, terör, anarşi, kin, kan ve gözyaşı… hep bu ifadenin eseridir.
Şu bir gerçek ki, Hıristiyanlık bitmiştir. Nitekim, Papalık, şimdi, Afrika’da, Güney Amerika’da ve
Hindistan’da misyonerlik faaliyetleri ile tutunacak bir dal aramaktadır. Ama Hıristiyanlık, büyük mali
gücüne, müthiş teşkilatına rağmen, artık başarılı olamıyor. Çünkü insan, fıtratında olan gerçek bir dinin
özlemini taşımaktadır.
O, bütün tarihi boyunca, kendini sahte dinlerden ve sahte tanrılardan kurtarma mücadelesi vermiş ve
verecek. İnsanlık, hangi kılıkta ortaya çıkarsa çıksın, putperestliği uzun müddet benimsememekte. Kültür
ve medeniyet çalışmaları başarıya ulaştıkça, bütün sahte tanrıları kırıp atmaktadır.
İşin aslı şu ki, insanlar sahte tanrılar yerine, varlığı ile bütün varlığı ayakta tutan ve mutlak varlık olan
Allah’a muhtaçtırlar. Allah’tan başka ilah yoktur diyerek insanın Allah’tan başkasına kul olmasını
reddeden bir dine muhtaçtırlar.
Yine insanoğlu, bütün insanlığı, renk, ırk, soy sop ayırımı yapmaksızın kardeş olmaya davet eden bir
anlayışa muhtaçtır. İnsanın insana tahakkümünü önleyen ve yalnız Allah’ın yüce hükümranlığını kabul
eden bir iman ve ahlaka muhtaçtır. Kısacası, İslam ahlâkına muhtaçtır.
Bütün mesele şurada düğümleniyor: Kiliseden uzaklaşan, yeni bir din ihtiyacı içinde kıvranan Avrupa’lı
aydınlara, gençlere aradığı mutluluğun İslam ahlâkında, islam kardeşliğinde olduğunu kim ve nasıl
anlatacaktır?
Gerçek dinden habersiz, Hıristiyanlıktan uzaklaşmış, peygamberlerin yerine filozoflardan medet uman,
felsefi ideolojilere kapılan, aradığını bir türlü bulamayan, bunun neticesinde büyük boşluk duygusuna
düşen ve bundan kurtulmak için, hiç düşünmeksizin kendini nefsani bir hayata mahkûm eden kitlelere
kimler ve nasıl rehberlik edeceklerdir?
İşin bir zorluğu da, Batı’da, kitlelerin içine düştüğü bu buhranı istismar ederek paraya tahvil etmek isteyen
veya kendi hırslarına alet etmek için çırpınan muhteris pek çok çevrenin ortaya çıkmış olmasıdır.
Bu çevreler asla boş durmamakta, yeraltı ve yerüstü teşkilatları, Batı’daki buhrandan istifade etmeye ve
bu buhranı dünyanın dört bir yanına bulaştırmaya çalışmaktadırlar. Bizdeki zararlı satanistlik vb. akımların
gün geçtikçe çoğalması bunun bir sonucudur.
Gerçeği görüp uyanmaması için, uyuşturucu madde tüccarları, silah kaçakçıları, ırz ve namus tacirleri,
beşinci kol elemanları ve daha niceleri bu tertip ve tekniklerle şeytanla ortaklık kurup harıl harıl
çalışmaktadırlar.
Batı kendisini bütün bu şer kuvvetlerden kurtaracak yeni bir dine, ahlâka muhtaç. Çünkü, felsefi
ideolojiler din ihtiyacını karşılamaktan, inanç boşluğunu doldurmaktan uzaktır. Batı eninde sonunda
Bernard Shaw’ın sözüne gelecek.
Ne diyordu, meşhur İngiliz yazarı Bernard Shaw: “Hiç şüphesiz gelecekte Avrupa’nın dini İslâm olacaktır.”
Ama ne zaman ve nasıl; Allah bilir!..
Kaynak : Dinler Arası Diyalog Tuzagı – Mehmet Oruç
Şeytanin cocuklari isimleri,ŞEYTANIN ÇOCUKLARI, İSİMLERİ VE VAZİFELERİ…
ŞEYTANIN ÇOCUKLARI, İSİMLERİ VE VAZİFELERİ…
Birinci sura kadar yaşayacağı için, İblis’e nesil verildi.
İblis’in birçok çocukları vardır. Her birinin isimleri ve görevleri vardır.
1. Hanzeb.
Namazda vesvese verir. Namazda böyle bir şey hissedince Allah’a sığın.
2. Velhan.
Temizlikte çok su kullandırarak vesvese verir. Çok su kullandırır,
sonra da gülüp alay eder.
3. Zellenbur.
Bu da çarşılarda esnafa bozuk mal satmayı, yalan yemini,
malını methetmeyi, malın kusurunu gizlemeyi ve insanları aldatmayı
güzel gösterir.
4. Vesnan.
Uyku şeytanıdır. Namaz ve diğer ibadetler için kafayı ve göz kapaklarını
bastırır, zina ve hırsızlık gibi haramlar için insanı uyarır.
5. Betr.
Musibet şeytanıdır. Bağırıp çağırma, yüze tokat vurma gibi cahiliye
adetlerini güzel gösterir.
6. Dasim.
Yemek şeytanıdır. İnsan besmele çekmediğinde, onunla yemek yer,
eve girer, yatakta uyur, besmele ile dürülmemişse elbiseleri giyer,
karı koca arasında düşmanlık meydana getirmeye çalışır.
7. Metun veya mesût.
İnsanlar arasında yalan haberleri yayar, sonra onların aslı çakmaz.
Kişinin her duyduğunu konuşması yalan olarak kendine yeter.
8. El Ebyaz.
Peygamberlere ve velilere musallat olan şeytandır.
Peygamberlere bir zararı dokunamaz, veliler ise onunla mücadele ederler.
Allah’ın korudukları selâmettedir, korumadıkları ise sapıtırlar
(Gazali’nin Bidayet-ül Hidaye şerhi).
Kaynak : Tefcirut-Tesnim c.1 s.19
..
yeniakit.com.tr
Letztes Spiel! (3) gestarteten zweiten Weltkrieg
HIER IST DIE POST:
Drehbuch
Es wurde vor geschrieben.
Aber CIA-Direktor David Petraeus einen Grund des Rücktritts, dann gehen Sie zu IŞİD die Kontrolle über
den Build zu Baghdadi, sind wir gezwungen, gestartete Weltkrieg drei zu sehen.
Es war eine Bewegung, die alles stören würde.
Jede Transaktion in der Ursache der Anrufer immer erwarten, dass solch ein Spiel ausgeheckt wurde.
Sie kommen in Wellen. Mit dem Geld, und natürlich auch Informationen mit Terror. Wie werden als
genannt?
Petraeus hat vertraulichen Informationen an CIA-Liebhaber!
Ist es nicht wie das Theater?
Wurde gegeben, um der Welt die Botschaft hier: weißt was du tust, wir sehen gerade. Eines Tages werden
wir eröffnen...
Mache weiter...
Charlie Hebdo, Massaker, greift Ankara, Brüssel-Paris Bombenanschläge alle ÖNCÜLERİYDİ der neue
und große Balance.
Musste die NATO an der Mitte von Washington. Dies ist das letzte, was, das wir in der Explosion von
Brüssel gesehen." IŞİD der Arbeit. Die Unterschrift gehört ihnen "50 Minuten nach dem Vorfall,
Beschreibung von Amerika. Etwa 3 Stunden und 40 Minuten nach der belgischen Regierung wieder hat.
Brüssel war das Herz der NATO und hatte eine Menge von den belgischen Behörden arbeiten mit der CIA
hier... Viele von ihnen hatten Spezialausbildung in Amerika erhalten.
Vor der Explosion und Büsten kommen also IŞİD bis leer nicht stehen vor der Bühne vor der Russland und
Washington, Chinas Ölpreis Drop durch Abschwächung der Wirtschaft auf getroffen.
Der arabische Frühling begann durch die CIA, die er nicht direkt auf zwei macht stoßen wollte.
Muslimische Jugendliche gehen durch. Konto in Ägypten.
Es wurde angenommen, um zu heilen.
Sisi.
Die Dhuri ging mit.
Als 60 Prozent des Mittleren Ostens nach der Prinzipal war, nach Europa zu springen. Ich hatte ein paar
Pläne hier.
Russland und China, wenn ihre eigenen Spuren IŞİD's offizielle Gateway.
Wie Al-Qaida rund um die Welt-Aktion, die dies tun kann war, auch.
Adobe könnte nicht beendet, verwaltete das Haus zu IŞİD erscheint nicht. Molenbeek erschütterte eine
Nachbarschaft in Europa. 550 Millionen Europa hat gehen mit dieser macht nicht das Zentrum von
RAKKA IŞİD getroffen. Konnte nicht entsprechen.
Sie wussten, dass sie nicht diese Organisationen die Muslim aussehenden Gegner Taten. Der Gewinner der
beiden Welt Kriege auf dem Kontinent ein paar Zedd, TERRORIST! Wir glauben an unsere wollte! Die
Gläubigen!
Weiter...
Amerika mit seiner eigenen Sprache vor diesem Vorgang Moskau, Ankara und Peking. Ihre große zone
selbst nach Plan, wir und Russland würde kleine Scheiben.
China wird belohnt einen kleineren Anteil.
Es ist nicht! Die Parteien nicht zu vereinbaren. Dies ist die erste Dheer britischen Geheimdienst.
MI6 trainiert seine Männer stürzte in die Region.
Insbesondere Türkei und Afrika angekündigt, dass rühren.
Deutschland war es wieder ein bisschen.
Er nahm eine Tracht Prügel in Afrika, Frankreich ist bereits Cezalandırılıyordu in Paris.
Wenn Sie eigene Pläne haben erklärt Ankara, Washington, sofort gemeinsamen PYD. Ankara und
Washington Pläne hatte, einen Schritt zurück.
Aber sie werden nicht aufhören. Nein, überhaupt nicht! Sogar die ursprüngliche Welle hat nicht noch
begonnen.
Amerika, jetzt aktiviert den zweiten Plan. Zusammen mit China und dem Nahen Osten europäischen
Ländern Banken Betrieb. Das ist eine Menge Arbeit wird hergestellt durch Schläge.
Federal Reserve Bank (FED), wird nicht zulassen, nicht-Banken je nach sich selbst zu leben.
Mit echten Kriegswaffe der Länder wird Geld im Chaos Leben.
Viele der europäischen Länder, auch die Angst vor dem Terror, in dem sie heute leben.
Thats, warum sie Zielzonen vor Istikrarsızlaştıracak...
Zeigen Angst, Tod, bevor sie MALARIA zufrieden geben werden...
Washington, Charlie Hebdo, das Massaker von Paris und Ankara nach dem Ansturm der Flaggen auf
HALBMAST Indirmiyordu!
Andere traurige Gesicht der Münze zeigt in Brüssel, falsche Flagge Betrieb Fahnen Zauberstab...
Er wollte schwarz Amerika Energie zu töten. Er gab eine lebenslange Haftstrafe.
Aber eines Tages diese Energie, nämlich Öl und Europa wollte nicht zu besuchen.
Deshalb ist die Europäische Dağılmalı und Hapsolma.
Das ist, was sie tun können.
Das ist, was den Betrieb!
Diese Vorbereitung anhören mit den folgenden jeder jahrelang. Es war etwas, das ihnen unbekannt.
Jetzt darunter in Haft, die Zustimmung am College
Iran lässt sie nicht zu fotografieren, die Amerika mit Teheran ging zu komprimieren. Bald auch! Kissenger,
Russland und China vor kommend bis zur letzten Szene. Rollen werden immer und immer wieder daran
erinnert...
Wie wenn das parallele NATO mit Ankara zu kämpfen, wie nun jeder sehr umfassend ist im Falle der Plan
vorbereitet aufrecht!
Ich weiß nicht, wer es tun konnte. Aber die Türkei und Russland wäre die Parteien profitieren von hier.
Die Männer kamen aus Europa nach dem zweiten Weltkrieg, warum nicht Sie denken! Er hatte keine
Feinde, aber NATO wuchs ständig.
Heutzutage ist es für Sie! 50-Jahres-Plan!
Sitzen Sie mit uns, auch wenn sie jemand beschäftigen!
Wenn Sie Christian Europa, der Muslime und der muslimischen Türkei bereitstellen, sind nicht berechtigt
diese zu erhalten.
Sie gehen nicht zu... Sie reinigen Sie ihre Gegner. Wir sind keine Rivalen, Feinde!
Abdullah
Teste einen neuen Browser mit automatischer Übersetzungsfunktion.Chrome herunterladenSchließen
Übersetzer
yeniakit.com.t ist
Letztes Spiel! 3. Zweite Weltkrieg begann
DASS ARTIKEL:
Szenario
Es ist schon geschrieben.
Aber CIA-Direktor David Petraeus, der vorgebliche Grund zurücktreten, gehen ISID zu etablieren, sehen
wir die Schwierigkeit, die Baghdadi Steuerung des Dritten Weltkrieg ins Leben gerufen.
Es war eine Bewegung, die alles auf den Kopf stellen würde ...
Nie ein Spiel innerhalb jeder Bewegung von der Suche wird die Ursache und den Boden ausgedacht, um
herauszufinden.
Kommen Sie in den Wellen. mit Terrorismus und mit Geld natürlich ... was ist es Wissen genannt?
Petraeus gab vertrauliche Informationen an die CIA dear!
Nicht wie die Theater nicht?
Ich war eine Botschaft an die Welt gegeben, wo wir wissen, was jeder tut, wir beobachten. Wie wir in den
Tag zu erklären ...
Mehr ...
Charlie Hebdo, Paris Massaker, Angriffe, Ankara, Brüssel Bombardierungen leiteten wichtige neue
Balance wird mit allen eingerichtet werden ...
Das NATO im Zentrum von Washington hatte. Wir haben in dieser jüngsten Explosion in Brüssel gesehen.
"Isidor Arbeit. Unterschrift von ihnen" aus Amerika, die Beschreibung der Veranstaltung nach 50 Minuten.
Nach ca. 3 Stunden und 40 Minuten war es wieder die belgische Regierung.
Es war das Herz von Brüssel, wo die NATO viel belgischen Beamten hatten mit der CIA arbeiten ... Viele
von ihnen hatten eine spezielle Ausbildung in den Vereinigten Staaten erhalten.
vor dem Überfall und Explosion, so vor Isidor Washington auf der Bühne zu gehen, war wahrscheinlich
vor der Verlangsamung Wirtschaft stehen treffen Russland und China den Ölpreis zu senken.
Arabische Frühling begann die CIA nicht direkt an die Macht kommen wollen die beiden gegenüber.
Muslimische Jugend durchmachte. Er staunte Konto in Ägypten.
Es sollte abzuhelfen.
Sisi gefunden.
Mursi ging Coup.
Nachdem wir Sprung 60 Prozent im Nahen Osten gehangen wäre es in Europa gemacht werden. Es gab
hier einige Pläne.
Russland und China haben die Parade der Isidor zogen ihre Spur gesehen.
Das war auch, wie sie ihre Aktionen al-Qaida überall in der Welt zu machen.
Adobe Haus verwaltet Isidor nicht zu stoppen, konnte nicht gestoppt werden. Europa in Molenbeek
Nachbarschaft schaukelte. 550 Millionen Menschen in Europa das Zentrum der numerischen Isidor nicht
mit dieser Macht gehen getroffen. Bereitstellung geben könnte.
Sie wussten auch, dass es nicht rivalisierende muslimische Organisation war auf der Suche. Kontinent, wo
der Sieger der beiden Weltkriege ein paar TERRORISTEN wurde die Freigabe! Wir wurden auch gefragt,
um es zu glauben! Es gibt diejenigen, die ihr glaubt!
sie weiter ...
Amerikas eigene Sprache, bevor diese Operation mit Moskau versucht, sprach mit Ankara und Peking.
Nach den Plänen machen sie ihre große jetzt, wir nehmen kleine Scheiben und Russland.
China würde auch nur einen kleinen Anteil vergeben.
Huch! Die Parteien haben es nicht akzeptieren. Er wurde zum ersten Mal der britische Geheimdienst
gehört.
MI6 Region mit ausgebildeten Mann brach zusammen.
Sie kündigte an Rücken, vor allem in der Türkei und Afrika treten.
Deutschland war in den Rücken ein wenig.
Frankreich bereits in Afrika geschlagen, wurde in Paris bestraft.
Ankara plant Washington eigenem Recht PYD hat erklärt, COMMON herauszufordern. Sowohl Ankara
und Washington hatte einen Schritt zurück von dem Plan zu nehmen.
Aber sie haben nicht zu stoppen! Beide überhaupt! auch wenn die ursprüngliche Welle noch nicht
begonnen hat ...
Amerika, aktiviert nun den zweiten Plan. China und die künftigen Operationen der Bank der europäischen
Länder mit dem Nahen Osten. Als Ergebnis dieser sehr großen Studie, die drastische Schläge erlebt.
Federal Reserve (Fed), das Überleben seiner nicht verbundenen Banken ermöglichen.
Länder mit den tatsächlichen Waffe Währungskriege "wird im Chaos leben.
Viele europäische Länder, auch die Angst vor Terror rufen sie heute leben.
Deshalb ist vor der Zielregionen destabilisiert wird ...
Erste Angst, sie werden für MALARIA begleichen zeigen den Tod ...
Washington, Charlie Hebdo, nach dem Massaker von Paris und Ankara könnte Download SEMI FLAGS
angreifen!
In Brüssel zeigt die andere Seite der Medaille traurig und senkte seine Flagge in falscher Flagge
Operationen ...
Amerika würde schwarze Energie zu töten. Er hatte lebenslanger Haft gegeben.
Aber diese Energie, also Öl, eines Tages wird er wollte nicht kommen Europa zu besuchen.
Deshalb sollte Europa innen aufgelöst und gefangen werden.
Machen sie hatten.
Das war in Betrieb!
Die Präparate wurden für viele Jahre zu jeder hören nachgeführt. Es gab ihnen nichts bekannt.
Jetzt in der Haft, darunter Riza Sarraf ...
Amerika kann nicht auf dem Foto Iran gefunden werden, würde Teheran komprimieren und mit Reza ...
Bald! Kissinger war nach Russland und China gehen vor bis zur letzten Stufe kommen. Rollen wurden
immer wieder daran erinnert, ...
Wie NATO-Operation jetzt, wenn alle gekämpft, um aufrecht stehen gegen Ankara PARALLEL Situation,
die sehr umfassenden Plan war vorbereitet!
Ich kann nicht sagen, wer es tun konnte. Aber die Türkei und Russland würde hier die Parteien profitabel
sein.
Die Leute, die nach dem Zweiten Weltkrieg kam, warum sie aus Europa kommen! NATO hat keine
Feinde, wurde aber wächst kontinuierlich.
Für heute! 50-Jahres-Plan!
Jeder, auch wenn sie sich hinsetzen müssen und verhandeln mit uns!
Muslime christlichen Europa und der muslimischen Türkei zu verteilen, kann nicht das Gegenteil.
... Sie werden auch ihre Gegner zu bereinigen. Wir sind Konkurrenten, wir sind nicht der Feind!
glauben, durch eine gewaltige Spiel vorbei wird es ein Problem sein, in uns weitere 100 Jahre verlieren ...
Oh ha! Lassen Sie uns zuerst verstehen ...
Das letzte, was in diesem Spiel inneren Schmerz benötigt ...
Kenetlenel und Europas verteilen, wie es schmerzlich beobachten ...
Was sie sagen! Amerikas Liebling mit dem, was Europa sein würde!
Bleiben Sie weg von ihnen!
Works alle haben einen Platz in Europa, wenn die Dinge schief gehen! Wir sind hier.
Groß, wie wir auf dem Weg fortzusetzen.
denn sie brauchen ...
Wir sind noch nicht fertig Bündel über.
Entspannen Sie sich ...
Google Übersetzer für Unternehmen:Translator ToolkitWebsite-Übersetzergoogle
Sofortübersetzung deaktivierenÜber Google ÜbersetzerMobilCommunityDatenschutzerklärung &
NutzungsbedingungenHilfeFeedback geben
[Play] [Play] [Play] [Play] [Play]
yeniakit.com.tr
Son oyun! 3. Dünya Savaşı başladı
İŞTE O YAZI:
Senaryo
daha önce yazıldı.
Ama CIA Başkanı David Petraeus'un göstermelik bir nedenle istifa etmesi, gidip IŞİD'i kurması, Bağdadi'yi
kontrol altına alması görmekte zorlandığımız ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI'nı başlattı.
Öyle bir hamle yapıldı ki her şey alt üst olacaktı...
Her hareketin sebebini içeride arayanların asla ve kat'a anlamayacağı bir oyun kurgulandı.
Dalga dalga gelecekler. Terör ile para ile ve tabii ki bilgi ile... Ne denilmişti?
Petraeus CIA'ya ait gizli bilgileri sevgilisine verdi!
Tiyatro gibi değil mi?
Burada mesaj dünyaya verildi: Herkesin ne yaptığını biliyoruz, izliyoruz. Günü gelince açıklarız...
Devam...
Charlie Hebdo, Paris katliamları, Ankara saldırıları, Brüksel bombalamaları hepsi kurulacak olan yeni ve
büyük dengenin ÖNCÜLERİYDİ...
Merkezinde NATO yani Washington vardı. Bunu son Brüksel patlamalarında gördük."IŞİD'in işi. İmza
onlara ait" açıklamasını olaydan 50 dakika sonra Amerika yaptı. Yaklaşık 3 saat 40 dakika sonra Belçika
hükümeti bunu tekrar etti.
Brüksel NATO'nun kalbiydi ve burada CIA ile çalışan çok fazla BELÇİKALI yetkili vardı... Pek çoğu
Amerika'da özel eğitim almıştı.
Baskınlardan ve patlamalardan önce, yani IŞİD sahneye çıkmadan önce Washington, önünde durma
ihtimali olan Rusya ve Çin'i petrol fiyatını düşürüp ekonomiyi yavaşlatarak vurdu.
Arap Baharı'nı başlatan CIA bu iki güçle doğrudan karşı karşıya gelmek istemiyordu.
Müslüman gençler üzerinden gidiyordu. Hesap Mısır'da şaştı.
Çare gerekiyordu.
Sisi bulundu.
Mursi darbeyle gitti.
Ortadoğu'yu YÜZDE 60 olarak hallettikten sonra asıl sıçrama Avrupa'ya yapılacaktı. Burada birkaç plan
vardı.
Rusya ve Çin kendi kulvarlarına çekilince IŞİD'in resmi geçidini gördük.
Nasıl El Kaide dünyanın her yerinde eylem yapabiliyorsa bunlar da böyleydi.
Kerpiç evden yönetilen IŞİD durmuyordu, durdurulamıyordu. Molenbeek'teki bir mahalle Avrupa'yı
titretiyordu. 550 milyonluk Avrupa o gücüyle gidip IŞİD'in merkezi RAKKA'yı vuramıyordu. Karşılık
veremiyordu.
Onlar da biliyorlardı ki rakip Müslüman görünümlü bu örgüt değildi. İki dünya savaşının galiplerinin
bulunduğu kıta bir kaç TERÖRİSTE yeniliyordu! Bizim de buna inanmamız isteniyordu! İnananlar var!
Devam etsinler...
Amerika bu operasyona kalkmadan önce kendi lisanıyla Moskova, Ankara ve Pekin ile konuştu. Yaptıkları
plana göre kendileri büyük dilimi, biz ve Rusya küçük dilimleri alacaktı.
Çin daha da küçük bir payla ödüllendirilecekti.
Olmadı! Taraflar bunu kabul etmedi. Bunu ilk duyan İngiliz istihbaratı oldu.
MI6 yetişmiş adamlarıyla bölgeye çöktü.
Özellikle Türkiye ve Afrika'da geri adım atmayacağını duyurdu.
Almanya biraz arkadaydı.
Fransa zaten Afrika'da dayak yiyor, Paris'te cezalandırılıyordu.
Ankara kendi planını yapınca Washington hemen PYD'yi ORTAK ilan etti. Hem Ankara hem Washington
planlarında geri adım atmak zorunda kaldı.
Ama duracakları yoktu! Hem de hiç! Asıl dalga henüz başlamadı bile...
Amerika, şimdi ikinci planı devreye sokuyor. Ortadoğu ile birlikte Çin ve Avrupa ülkelerinin bankalarına
operasyonlar gelecek. Bu çok büyük çalışmanın sonucu olarak köklü darbeler yaşanacak.
Amerikan Merkez Bankası (FED), kendine bağlı olmayan bankaların yaşamasına izin vermeyecek.
Savaşın gerçek silahı para ile ülkeler 'KAOS'u yaşayacak.
Avrupa ülkelerinin pek çoğu, bugünlerde yaşadıkları terör korkusunu bile arayacak.
İşte bu nedenle önce hedef bölgeleri istikrarsızlaştıracaklar...
Önce korkuyu, ölümü gösterip SITMAYA razı edecekler...
Washington, Charlie Hebdo, Paris katliamı ve Ankara saldırısından sonra BAYRAKLARI YARIYA
indirmiyordu!
Brüksel'de ise madalyonun diğer üzgün yüzünü gösteriyor, SAHTE BAYRAK operasyonunda bayrakları
indiriyordu...
Amerika siyah enerjiyi öldürecekti. Müebbet hapis vermişti.
Ama bu enerjiyi, yani petrolü, günün birinde Avrupa'nın gelip ziyaret etmesini de istemiyordu.
Bu nedenle Avrupa dağılmalı ve içeri hapsolmalıydı.
Yapacakları buydu.
Operasyon da buydu!
Bunun hazırlığını yıllardır herkesi dinleyerek izleyerek yapmışlardı. Onlar için bilinmeyen bir şey yoktu.
Şimdi gözaltında olan Rıza Sarraf dahil...
İran'a fotoğrafta yer bulamayan Amerika, Rıza ile Tahran'ı sıkıştıracaktı... Yakında hem de!Kissenger, son
sahne gelmeden önce Rusya ve Çin'e gidiyordu. Rolleri tekrar tekrar hatırlatıyordu...
Nasıl NATO operasyonu olan PARALEL ile Ankara mücadele ettiyse şimdi herkes çok kapsamlı olarak
hazırlanan plana karşı dik durmak durumundaydı!
Kim yapabilirdi kestiremiyorum. Ama Türkiye ve Rusya buradan karlı çıkan taraflar olacaktı.
Adamlar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra geldikleri Avrupa'dan neden çıkmadılar sanıyorsunuz! Düşman
yoktu ama NATO devamlı büyüyordu.
Bugünler için! 50 yıllık plan!
Kimseyle olmasa bile bizimle oturup anlaşmak zorundalar!
Hıristiyan Avrupa'yı dağıtırken Müslümanlar'ı ve Müslüman Türkiye'yi karşılarına alamazlar.
Almayacaklar da... Onlar rakiplerini temizleyecek. Biz rakipleri, düşmanları değiliz ki!
Muazzam bir oyunun içinden geçerken içeride yaşanacak bir sorun inanın bir 100 yıl daha kaybettirir
bize... Aman ha! Önce anlayalım...
Bu oyunda en son ihtiyaç duyulan şey içerideki sancı...
Kenetlenelim ve Avrupa'nın nasıl acı çekerek dağıldığını izleyelim...
Ne diyorlardı! Amerika'nın Avrupa ile ne derdi olur canım!
Bunlardan uzak durun!
İşler ters gittiğinde hepsinin Avrupa'da bir adresi var! Biz buradayız.
Büyük olarak yolumuza devam edeceğiz.
İhtiyaçları var çünkü...
Biz bitti demeden bitmez.
Rahat olun...
1 Adana
02 Adıyaman
03 Afyon
04 Ağrı
05 Amasya
06 Ankara
07 Antalya
08 Artvin
09 Aydın
10 Balıkesir
11 Bilecik
12 Bingöl
13 Bitlis
14 Bolu
15 Burdur
16 Bursa
17 Çanakkale
18 Çankırı
19 Çorum
20 Denizli
21 Diyarbakır
22 Edirne
23 Elazığ
24 Erzincan
25 Erzurum
26 Eskişehir
27 Gaziantep
28 Giresun
29 Gümüşhane
30 Hakkari
31 Hatay
32 Isparta
33 İçel (Mersin)
34 İstanbul
35 İzmir
36 Kars
37 Kastamonu
38 Kayseri
39 Kırklareli
40 Kırşehir
41 Kocaeli
42 Konya
43 Kütahya
44 Malatya
45 Manisa
46 K.maraş
47 Mardin
48 Muğla
49 Muş
50 Nevşehir
51 Niğde
52 Ordu
53 Rize
54 Sakarya
55 Samsun
56 Siirt
57 Sinop
58 Sivas
59 Tekirdağ
60 Tokat
61 Trabzon
62 Tunceli
63 Şanlıurfa
64 Uşak
65 Van
66 Yozgat
67 Zonguldak
68 Aksaray
69 Bayburt
70 Karaman
71 Kırıkkale
72 Batman
73 Şırnak
74 Bartın
75 Ardahan
76 Iğdır
77 Yalova
78 Karabük
79 Kilis
80 Osmaniye
81 Düzce
akevler.org
Üçüncü Cihan Savaşı
Ergün Diler - Takvim Süleyman Karagülle
İşte Bombacılar
6 Okunma, 0 Yorum
25/03/2016
Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ettiler. Asmamak şartı ile. Siyasi lider olarak kullanmak için böyle yaptılar.
Öcalan Amerikancı, AB onu tasfiye etmek istiyor. Ankara’da patlayan bomba ABD ve AB ortak işi. AB
Amerika’yı uzaklaştırmak, ABD Türkiye’ye istediğini yaptırmak istiyor.
- Mahir Kaynak’ın varsayımı dünyadaki çatışmanın kaynağının ABD-Rusya ile AB-Çin tarafları arasında
olduğuydu. Ergün Diler’e göre AB çıkarları için savaşıyor. İkisi de hata ediyor. Çatışan tek gücün iki
kanadıdır. Sermaye dünyayı karıştırmak için çalışan her şeyi istismar eder. Görünen PKK’dır, gerçekte ise
Sermaye’dir. Sosyalist yok, kapitalist yok, Kürt yok, Türk yok, hep Sermaye var. Suriyeli, İranlı biri yok.
Evet, bunların hepsi var ama bugün bunları doları ile esir eden sömürü sermayesi vardır. Halk bunların
hepsini biliyor ama başka çaresi yok, aç kalır.
2-Harika 12’li
Yüksekova’da yüksek bir bina var. Orası para doluyor. Sıkıntı orada. Beyoğlu’ndaki İsraillilerin
öldürülmesinde buradan yeni silah bulundu. İsrail gönderiyor. Kapı arkasındaki adamı buluyor ve
öldürüyor.
- Türkiye’de ve dünyada olan kötü olayların temelinde karşılıksız basılan para vardır. Sermaye’nin gücü
buradan gelmektedir. Şirk dünyasında paranın açmadığı kapı yoktur. Asrımızın Firavun’u böyle firavunluk
yapmaktadır.
Bahsedilen silah harikulade bir şey değildir. Radar veya ultrasonik sesle kişinin yerini kolaylıkla bulur,
görür hale gelirsin ve öldürürsün. Yahut küçük bomba yaparsın içeriye soktun mu onu bulur ve öldürür.
Türk mühendislerine verin size bir haftada hazırlarlar ama Sermaye Türk mühendislerini çalıştırmıyor ve
bu yönde çalışanları ortadan kaldırıyor. Sorun teknik değil, ekonomik değil. Sorun hukukidir ve siyasidir.
Adil Düzen bu sorunları çözmektedir.
3- Üçüncü dünya savaşı
Terör olayları yaptılar. Bunları terör odakları yapmıyor, bunları iki güç yapıyor. ABD ve AB. Bu iki güç
teröristleri kullanıyor.
- Mahir Kaynak olsun, Ergün Diler olsun teşhisleri koyuyor, olayları izah ediyor, ne var ki ikisi de aynı
hatayı yapıyor. Perde arkasındakileri, asıl aktörleri yazmıyor. Yazarlarsa, yazarların yazıları ya basılmaz, ya
da yazarlıklarına son verilir. Siz de onun yazılarını okuduğunuz zaman anlayın artık. Evet, dünyada savaş
vardır. Sermaye ile siyaset arasında savaş vardır. Sermaye “Dünyayı ben idare edeceğim.” diyor, siyaset
ise “Silah bende, ben idare edeceğim.” diyor. Para hep siyaseti yeniyor ama şimdi yenemeyecek çünkü
devletler karşılıklı para çıkaracaklar. Sermaye’in ödü patlıyor.
4- Molenbeek Tiyatrosu!
Lüksemburg AB’nin ve NATO’nun merkezi. Bu merkezi yenecek güç yoktur ama Lüksemburg’daki
terörist Müslüman mahallesindeki bir örgütü yenemiyor. Anarşist olarak bunları kullanıyorlar.
- Sermaye ile dostluk ve düşmanlık eden devletlerde anarşiye başlamışlar. Yahudilerin erkekleri savaşta
ihanet ettikleri için asılmıştı, kadınları köleleştirilmişti. Hayber’den de kovulmuşlar. Kudüs’te yaşamalarına
hak verilmiş, İspanya Yahudileri Türkiye’ye göç etmiş. Haçlı seferlerini onlar tezgahlamışlar. 500 yıllık
doğu batı savaşını onlar yürütmüşler. 1897’de Basel’deki toplantıda İslamiyet’in kaldırılmasına, yerine
rejimler arası denge kurulmasına karar verilmiş. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları bu amaçla çıkarılmış.
Sosyalizm bu amaçla ortaya konmuştur.
İnsanlığa Müslümanları katlettirmek için onları terörist olarak organize etmiş ve İslamiyet’i dünyaya bir
terör teşkilatı olarak tanıtmaya çalışmışlardır, halen çalışmaktalar. Türkiye’de PKK’lıları organize etmiştir.
Çözüm; İran ile Türkiye’nin anlaşması ve dünyadaki bütün teröristlerin birlikte düşman ilan edilmesidir.
5- Kardeşlik
ABD gazeteleri İngiltere’de 400 DEAŞ teröristi yetiştiriliyor diye yazıyordu. CIA bu oyunları oynuyor.
- Sermaye Avrupa’da yüz yıl savaşları, yedi yıl savaşları çıkararak inkılaplar yapmıştı. Birinci Cihan
savaşını çıkararak imparatorlukları ortadan kaldırdı. İkinci Cihan savaşını çıkararak müstemlekeciliğe son
verdi. Şimdi üçüncü cihan savaşı çıkararak devletleri devletçikler haline getirip dünya devletlerini birlik ile
yönetecek. Güvenlik konseyini kaldırarak doğrudan kendisi yönetmek istiyor. Dünyadaki bütün
Müslümanları terörist ilan edip devletlere isyan ettiriyor. Sonra da onların soykırımı dönemi gelecek ve
İslamiyet sona erecek. İspanya’da yaptıklarını şimdi dünyada yapmak istiyor.
Bu teşhisi ilk koyan Akevler’dir. Erbakan Adil Düzen’i dünyaya duyurdu. İran’da Humeyni onu izledi.
Gorbaçov Humeyni’yi izledi. Putin ve Obama bu felsefe sonucunda etkin lider oldular. Böylece Sermaye
ve siyaset çatışır hale gelmiştir. Sermaye yenilecek.
NOT: Yazıda yer alan italik ifadeler Süleyman Karagülle’ye aittir.
Yorum:
Üçüncü Cihan Savaşı
Bugün devletler arasında dinler tarafından da meşru sayılan bir savaş yoktur. Bugün başta İslamiyet olmak
üzere bütün dinler tarafından reddedilen terörle savaş içindeyiz. Görünürde meşru iktidarlarla teröristler
arasında çatışma vardır. Oysa savaş dolarla silah arasındadır. Savaş farklı araçlarla yapıldığı için biri
diğerini yenemiyor ve savaş devam ediyor. Sermaye’nin istediği de zaten budur. İnsanlığı uçuruma
götürüyor. Devletler de bu oyuna geliyor.
Biz Akevler Adil Düzencilerine göre bu savaş gayrimeşrudur. Bu sebeple sona erdirilmesi taraftarıyız.
Üçüncü Cihan ulusal devletlerden oluşmalıdır, Sermaye’nin yerini kooperatifler almalıdır.” diyoruz.
Kooperatifler üretim ve tüketim yapacak, kendi günlük hayatını kendileri istedikleri gibi sürdürecekler.
Sermaye de varlığını koruyacak siyaset de koruyacaktır. Sermaye uluslararası ticareti yapacaktır.
Tekelleşmeyen faizsiz sermaye insanlığa hizmet etmeye devam edecek. Birlemiş Milletler orduları
insanlığın güvenliğini sürdürmeye devan edecek. Bu barışın sağlanabilmesi için devletler başka ülkelerin
paralarını kullanmayacaklar. Devlet borç ve alacaklarını altın parasına kote edilmiş kendi parası ile
yapacaktır. Bir devletin parası uluslararası para olmaktan çıkarılacaktır. Kooperatiflerin çıkardığı, karşılığı
olan altın bonolar her kuyumcunun bonosu olacaktır.
Buraya varmak için Yazar’ın büyüttüğü Erdoğan’ın kendisi olmaz. Erdoğan ile Gülen çıkış yerlerini
hatırlayarak tekrar Akevler’in hakemliğinde birleşmelidirler. Akevler ilmi çalışmalarından yararlanarak
birlikte dünyayı ekonomi bakımından altın bonolarda birleştirmelidirler. Karşılıksız para sona ermelidir.
Süleyman Karagülle
dunyavegercekler.com
Mehdi ordusu Suriye'de toplanıyor | Dünya ve Gerçekler
Büyük İsrail Mi Büyük Türkiye mi
Benim adım Ebu Zehra. Arabistanlı Lawrence değilim. Onun kadar yürekli olamadım henüz. Londra’nın
kasvetli otellerinde yatıp kalkmak, İngiltere’nin uçsuz bucaksız topraklarında bir çiftlikte yaşlanmak,
evlenmek, çocuk yetiştirmek yerine Afrika’nın vahalarını aşarak Arabistan’a gelip buradaki kabileleri
örgütleyerek koca bir devletin milyonlarca kilometrelik sınırlarını yeniden çizecek kadar büyük bir adam
olamadım. Nefret ve öfke ile hatırladığımız; hatta şerefsizlikle suçladığımız Arabistanlı Lawrence kendi
inancı çizgisindehepimizden daha şerefliydi ne yazık ki. Hepimizden daha delikanlıydı. Hepimizden daha
cesur…
“Suriye’ye bu sefer sınır kapısından giremeyiz,” dedi Taşkın abi.
“Neden,” dedim?
“Sınır kapısı kapalı… Yardım tırları bile girmekte zorluk çekiyor. Yayladağı sınırından, ormanlık ve dağlık
alandan içeri gireceğiz,” dedi.
“Peki yakalanırsak?”
“Yakalanırsak Türkiyeli değiliz. Kimlik alma yanına, Hatay’da her şeyi bırakıp karşı tarafa geçeceğiz.”
Anlamakta zorluk çekiyordum. Biz kimdik. Neden sınırdan geçemiyorduk. Sınırdan geçmek istediğimizde
görevlilerin hiçbir zorluk çıkarmadan bizi içeriye alacaklarını biliyordum. Taşkın abinin amacını
anlamasam da çok soru sormadım. Tamam dedim sadece. Gece saat 03.00 sularında Yayladağı’nda
varabileceğimiz en son köye araçla geldik. İnsan kaçakçısı 2 delikanlı karşıladı bizi. Birisi 100 metre
önümüzde, biz arkasında nefes almadan yaklaşık 2 kilometre koştuk. Sınıra yakın bir yerde 100 metre
önümüzdeki kaçakçıyı jandarma yakaladı. Biz hemen yolumuzu değiştirmek zorunda kaldık. Daha sonra
sınırın öbür tarafındaki Türkmen dağının yamacında kurulan küçük çadır kente sağ salim vardık.
O gece bir Türkmen mücahidi ağırladı bizi. Sabaha kadar uzandığım divanda neden kaçak girdiğimizi
düşündüm. Aklıma Arabistanlı Lawrence gelmişti. Arap kabilelerle işbirliği yaparak tren yollarımızı
bombalaması, küçük birliklerimize akınlar düzenlemesi, vazgeçmeden vahaları aşarak İngiliz
imparatorluğunun bekası için canını dişine takması bir Türk’ün tahayyülünde nefret edilesi bir durum olsa
da bir insan tahayyülünde destansı bir tarihi girişimdi. Ve bu girişimin başarılı olması onu kimine göre tarihi
bir kahraman, kimine göre ise hain olarak kitaplara yazdırmıştı. Önemli olan düşmanların kendileri
açısından muvaffak olmasıydı ki bu da olmuştu. Milyonlarca kilometrelik Osmanlı sınırlarını değiştirmişti
Lawrence. Evet, ondan hain ya da şerefsiz olarak bahsederken bir yemek sonrası kürdanı dişine takıp
göbeğini kaşıyan bir Türk olmaktansa hiç var olmamayı tercih ederdim.
Benim adım Ebu Zehra. Bu defa Suriye’ye girerken ilk defa doğru bir şekilde gittiğimin farkına varan Ebu
Zehra. Yolları çile ve sancı ile aştığın zaman, adım attığın toprakların sana merhameti çok daha başka.
Allah’a yemin ederim ki uçak veya helikopterde oturduğum koltuktan elimdeki haritaya bakarak geçtiğim
dağlar ve ovalar ile kaçak bir şekilde koşarak aştığım dağlar ve ovalar bir değil. Korku bir değil. Cesaret bir
değil. Artık “EsselamuAleykum” diyereksıktığım bütün mücahitlerin yükü omuzlarımda. Bu yazıyı bu
yükü paylaşmak için yazıyorum. Bu yazıyı okuduktan sonra bu yük artık sizin yükünüz olacak. Hazırsanız
okumaya devam edin. Hazır değilseniz, burada okumayı kesip, dünyalık işlerinize devam edebilirsiniz.
EsselamuAleykum ey Arabistanlı Lawrence’den nefret edip, onun kadar bile olamamış benim gibi
bedbahtlar, EsselamuAleykum…
Büyük Ortadoğu Projesi’ni daha önce 3 bölüm halinde yayınladığım zaman beni ayıplayan, yuhalayan
kardeşlerim, bu cümlelerimin en kavî muhatapları sizlersiniz. Suriye’den geliyorum. Büyük Ortadoğu
Projesi’nin planlandığı bölgenin tam kalbinden geliyorum. Uzaktan masa başında oturarak Suriye ile ilgili,
Irak ile ilgili, Filistin ile ilgili yazıp çizmiyorum. Sizi temin ederim kurşun attım, sizi temin ederim sarp
dağlarda durmadan sırtımda 15 kiloluk çanta ile koştum. Sizi temin ederim, üzerimden uçaklar ve
helikopterler geçerken, ilk bombayı bıraktıkları an çıkan ince ses ile daha sonra patladığı an kopan kıyamet
arasındaki ince sessizliğe şahit oldum. Büyük Orta Doğu projesinin en büyük kahramanlarını ve hainlerini
tanıdım. Sizlere Mücahitlerin selamını, düşmanın pişmanlığını, mazlumların cesaretini, zalimlerin
korkusunu anlatmak için geldim. Benim adım Ebu Zehra. Dinleyin dostlarım. Bir adam tek başına bütün
dünyaya nasıl meydan okuyor, dinleyin. Bu destan Oğuz Kaan destanıdır. Bu destan Alper Tunga
destanıdır. Bu destan Selahaddin’i yetiştiren ve aynı zamanda amcası olan Ağrılı Kürt Bey’i Şirkuh’un
destanıdır. Bu destan sadece dünyaya meydan okuyabilenlerin destanıdır. Kalpleri mühürlü olanların
anlayamayacağı, karadan gemileri yürütenlere inanmayanların idrak edemeyeceği, 7 düvele 7 cepheyi
Türkü ile Kürdü ile Arabı ile Afrikalısı ile dar edenlerden nefret edenlerin yine kuduz köpekler gibi
dişlerini gıcırdatacağı bir destan bu.Bu destan Büyük Türkiye’nin destanı.
Suriye’nin Çanakkale’den hiçbir farkı yok. Kafkasya’da zalim Kadirov’un baskısında kalan Çeçen
Mücahitler, Etiyopya, Sudan ve Somali’de Şebab’a yem ya da asker olmaktan kaçarak Suriye’de hayat
bulan beyaz dişli parlak gözlü Habeşi kardeşlerimiz, Doğu Türkistan’da Çin ile mücadele etmek için
savaşın kalbini tercih eden, dirilişin merkezine yüzlerce yiğit Uygurlu ile gelen soydaşlar, Güneydoğu’da
PKK ve KCK baskılarına dayanamayıp yem olmamak için Suriye’de mücahitlerin saflarına katılan
Selahaddin’in torunları yiğit Kürtler, Suriye’nin aslanları, Irak’ın aşiretleri, Filistin’in, Yemen’in gençleri ve
bu aslanlara öncülük etmek için vazife alan Türkiye’den özel kuvvetler. İnsanların Suriye’de iç savaş
olarak baktığı yerde adeta 3. Dünya savaşı yaşanıyor. Çeçen Mücahitler Esed’e destek olan Rusya ile
Suriye’de de karşılaştıkları için mutlular. Uygurlu Türkler Esed’e destek olan Çin ile Suriye’de de
karşılaştıkları için mutlular, Iraklı aşiretler Suriye’de kendilerine yıllarca zulmeden İran ve Hizbullah’ı
Suriye’de buldukları için mutlular. Nusra karşısında Amerika ve İsrail’i bulduğu için mutlu. Müslüman
Kürt mücahitler karşılarında kafir, komünist PKK ve YPG’lileri bulduğu için mutlu. Suriye tam bir intikam
bölgesi. Proxy savaşları satrancı mahşer meydanına çevirirken bütün gözler bu proxy’lerin yani bu satranç
oyunun oyuncularını arıyor. Satrancın iki tarafında, birbirine karşı oynayan iki oyuncu kim, herkes bu
soruyu soruyor.
Bir tarafta 20. Yüzyılın sonlarında kanlı tarihi ile yüzleşmekten korkup kanlı geleceğini üzerine Amerika’yı
inşa eden İngiltere, Almanya ve Fransa’nın öncü olduğu Avrupa ile işbirliği yapan Çin, Rusya ve
Ortadoğu’da zalimlerin vazgeçilmez müttefiki İran, diğer tarafta Kafkaslardan, Afrika’dan, Iraktan,
Filistin’den, Pakistan’dan, Doğu Türkistan’dan Müslümanları Fetih Ordusu altında toplayarak eğitim,
lojistik ve mühimmat desteği sağlayan Türkiye. Bu savaş İngiltere baronlarının tam 1400 yıldır hayal
ettikleri Büyük İsrail ile Yeni Türkiye savaşı. Bu savaş bütün kimliklerin gizsiz bir şekilde ortaya konup,
bütün kartların açık oynandığı, bütün kâfirlerin ve münafıkların tek yerde cem ederek İslam Dünyası’nın
son kalesini yıkmak için meydanda son kozlarını oynadıkları ve bunun karşısında “Kader’in üstünde bir
kader vardır” tasavvuru ile yola çıkan yiğitlerin savaşı. Bu savaş Türkiye’nin Ankara’ya hapsedilme,
sonrasında Ortadoğu haritasını yeniden çizerek Türkiye’nin Doğu’suna ve Güney’ine kastedenlerin tarihi
bir mağlubiyet alacakları son savaş. Halep Savaşı, Erdoğan, İsrail, Büyük İsrail için kurulacak olan otonom
devletler, Ermenistan, Kürdistan, İran, İngiltere, ABD, Avrupa, Çin, Rusya, Hizbullah, Lübnan, Yemen…
Anahtar kelimeler silsilesi beynimi kemiriyor. Yerimde duramıyorum. Bir an önce yazıp gitmeli. Bir an
önce anlatmalı her şeyi Türkiyeli dostlarıma ve bir an önce kardeşlerimin yanına uğurlanmalı…
Zindandan henüz kurtulduktan sonra ABD’ye ziyaret gerçekleştiren Recep Tayyip Erdoğan ABD ile bir
anlaşma yapmıştı. Bu anlaşmaya göre Türkiye bölgede Batı’nın da desteği ile güçlenecek, Ortadoğu
haritası yeniden çizilecek, Türkiye tarihi geçmişini kullanarak Ortadoğu’da halkları ikna edici bir rol
oynayacak, Ortadoğu yeniden şekillendirilirken Türkiye Batı’nın müttefiki olacaktı. Bu teklif daha önce
sırası ile Menderes, Özal ve Erbakan’a da yapılmıştı. Hiç birinin kabul etmediği bu teklifi Erdoğan kabul
etmişti. Peki neden? Canını daha çok sevdiği için mi yoksa onlardan daha cesur olduğu için mi? Bu
sorunun cevabını bu yazının devamında bulacaksınız. Siz karar vereceksiniz.
Tam 50 yıl boyunca düşman kisvesi altında birbiri ile flört eden İran ve İsrail’in aşkı artık saklanamaz hale
geldi. Bu aşktan doğan Irak, Lübnan, Yemen, Suriye gibi çocuklar bu ilişkinin ifşası için yeterli olmuştu.
Ortada bir de Hizbullah ve IŞİD gibi gayrı meşru, kullanılmaya müsait gruplar vardı. Lübnan’da Suriye’nin
baskısını ortadan kaldırmak için Hariri suikastini gerçekleştiren İran Hizbullahı, daha sonra hızını alamayıp
Suriye muhaberatının başındaki adamları da tek tek öldürttü. Lübnan’daki ağırlığını kaybeden Suriye artık
kendi içinde de İran baskısına dayanamayarak teslim oldu. ABD’nin Irak’a girişi sırasında kılını
kıpırdatmayan ve bunun yanında ABD’ye karşı duran Şia asıllı Mukteda El Sadr’ı tehdit ederek sindirme
girişiminde bulunan İran, Amerika’nın Irak’ı teslim almasını ve kendi kontrolüne bırakmasını keyifle izledi.
Bu keyfiyet belli olmasın diye ara ara küçük Hizbullah-İsrail savaşları çıktı. Ara sıra Hamas’a silah
yardımında bulundu. Ama ne silah! Bu silahlar yüzünden Hamas kaç komutanını kaybetti. Silahlara
yerleştirilen çipler yüzünden kaç Filistinli komutan şehid oldu. Bunun farkına daha yeni varan Hamas’ın
İran nedameti artık para etmese de sonunda bir şeyleri anlamış olmalarını umud ediyorum.
İran’ın kendisine verilen rolü mükemmel bir şekilde oynaması, Türkiye’ninse kendisine biçilen rolün
aksine Büyük Türkiye olma yolunda doğru ancak Batı’nın taşeronu olma yolunda ters istikamette adım
atması artık İngiltere’nin canını sıkmaya başladı. Savaş belki “Oneminute” çıkışı ile başladı gibi görünse
de, asıl sebep yıllar sonra Erdoğan’ın ve Mursi’nin el ele sıkışarak İslam Dünyası’nı tek çatı altında
toplama mesajı vermeleriydi. Mısır’ı kaybettiklerini işte o gün anlamışlardı. Önce zayıf balıkları yemek
icap ederdi. Öyle de yaptılar. Erdoğan’ın Mısır’a gittiği zaman yapılan bir mitingteİhvan’a laikliği ve
demokrasiyi tavsiye etme sebebini ihvan ancak darbe yapıldıktan sonra anladı. Erdoğan darbeyi o gün
görmüştü ve İhvan’a bunun mesajlarını vermeye çalışıyordu. Ve maalesef Batılı devletler Mısır’ı yediler.
Ne ihvan kaldı ortada ne de Mursi. Savaşta devlet olarak ilk ve tek müttefikimizi böylece kaybetmiş olduk.
Erdoğan anlamıştı. Bu savaşı tek başına verecekti. Korkmuyordu. Dünya Müslümanlarının uykusu derin
olsa da bir gün hepsinin uyanacağını ve kendisine devlet olarak olmasa da halklar olarak koşacaklarına
inanıyordu. Bu inançla Erdoğan yola devam etme kararı aldı. Mursi darbesi aslında Erdoğan’a tehdit
olarak yapılmıştı. Hürriyet Gazetesi kendi iradesi ile Mursi’nin idam haberini yaparken Erdoğan’ın resmini
kullanarak yüzde 52 ile geldi ama idam kararı çıktı şeklinde manşet atamazdı. Hürriyet’in yönetim
kurulunda Rothshild’in, Murdoch’un sahibi olduğu basın yayın kuruluşlarının yöneticileri vardı. Yani
Mursi’ye yapılan darbe sadece ama sadece Erdoğan’a yapılan son uyarı atışıydı. Bu aynı zamanda birkaç
rauntluk kavganın da başlangıç atışı olacaktı.
Erdoğan’ın Mursi’ye yapılan darbeden sonraki hal ve hareketleri Batı için çok önemliydi. Erdoğan Büyük
Türkiye sevdasından vaz geçecek miydi? Batı Türkiye’ye her türlü maddi imkânı sağlamaya hazırdı.
İstanbul’u Londra yapabilirlerdi. Birkaç yatırım ile Türkiye’nin en umutsuz şehrini bile Hong Kong’a
çevirebilirlerdi. Ama tek şartları Türkiye’nin onların kontrolünde kalmasıydı. Ancak Erdoğan beklenen
mesajları vermedi. Aksine Mursi’ye darbe yapanları ve yaptıranları lanetledi. Avrupa’nın kalbinde
Avrupa’yı yuhaladı. Batı artık Erdoğan’ın kendi lügatlerince iflah olmayacağını anlamıştı. Bu bağlamda 3
-4 yıldır beklettikleri Suriye savaşının kaderi de çizilmiş olacaktı. Suriye üçe bölünecek ve kurulacak olan
otonom devletler İran’a bağlanacaktı. Tıpkı Irak’ı İran’a teslim ettikleri gibi Suriye’yi de teslim
edeceklerdi. Ancak Sünni, Şii ve Kürt devletleri kurularak halkların gazı alınacaktı. Bu devletler her
halükarda İran’ın kontrolünde olmaya devam edecekti. Çünkü İran Batı’ya verdiği bütün sözleri tutmuştu.
Irak’ta ihanet etmemişti. Lübnan’da ihanet etmemişti. Yemen’de ve Suriye’de ihanet etmemişti.
Ortadoğu’yu tamamen kontrolüne alma imkânı varken İran Batı’nın sürtüğü olmaya devam etmişti.
Hedefte Irak, Suriye tamamen İran’a bağlandıktan sonra Türkiye’nin doğusu ve güneyini de kapsayan
bütün otonom devletleri İsrail’e bağlayarak Büyük İsrail projesinin ilk adımını atmak vardı. Ancak zilletin
sınırlarını çizmelerine Türkiye müsaade etmeyecekti. Batı yıllardır kendisine biat eder umudu ile ses
çıkarmadığı Türkiye’yi son 5 yıldır bulduğu her fırsatta tokatlamaya çalışıyordu. Bu yıpratma girişimleri
başarısız olunca çaresiz bir korkuya kapılan Batı Türkiye’yi Suriye üzerinden yenmek ve Ankara’ya
hapsetmek için elinden geleni yapıyordu. Halep savaşından önce Fetih Ordusu kurulmadan Türkiye’ye
gelen Mücahitlerin komutanları İstanbul’da el sıkıştılar. Türkiye eğitim ve mühimmat yardımı yapacak,
Mücahit gruplar zillete karşı izzetin şanlı destanını Allah rızası için Suriye topraklarına düşmanın kanı ile
yazacaklardı.
Türkiye Halep’teki savaşı kabullenmişti. Fetih ordusunu yenemeyeceklerini anlayan Batılılar farklı
yöntemlere başvurmak zorunda kalmıştı. Bahreyn ve Katar’dan kalkarak IŞİD’i vurma bahanesi ile
mücahitleri vuran uçakların İncirlik üssünden kalktığı haberini yaydılar önce. Türkiye’nin Türkmen
Dağı’ndaki Türklere yardım etmediği haberini yaydılar. Türkiye ne zaman mücahitlere ve Türkmen
Dağı’na yardım gönderse engel olarak bunlar IŞİD’e gidiyor haberleri yaptılar. Yardım gitmediği zaman ise
Türkiye ne mücahitlere ne de Türkmenlere sahip çıkmıyor yaygarası kopardılar. Tabiri caizse her türlü
“orospuluğa” başvurmaktan çekinmediler. Buna rağmen Türkmen Dağı da, Mücahitler de Türkiye’nin
yardımları ile ayakta kalmayı başardı. Bütün bu olumsuzlukların Türkiye’yi yıkmaması üzerine yıllardır
Çin’de devam eden komünizm ve zulümlerin suçlusu olarak yine Türkiye yem edilmek istendi. Sadece
Uygurlu Türklere değil, 1950’den beri Çin’de bulunan bütün dini etnik gruplara uygulanan politikanın
faturasını Türkiye’ye ödetmek isteyen zihniyet üst akıl tarafından gazlanıyor. Çekik gözlülere ait bütün
video ve fotoğraflar medyaya servis ediliyor. Sebebi Uygur hassasiyeti değil. Sebebi Türkiye’yi
olabildiğince hedef gösterme çabaları. PKK ve YPG tutup Filistin’de İsrail’in şehit ettiği çocukları Türkiye
Cumhuriyeti ordusu Kürt Çocuklarını katletti diyerek medyaya servis edebiliyor. Türkiye’de her sakallının
IŞİD’çi lanse edilmesi yanı sıra canlı yayında bir zamanlar bizim bile takdir ettiğimiz gazeteci Cüneyt
Özdemir oğlu katledilen Yasin Börü’nünannesine, acısına bile saygı duymadan, utanmadan, ahlaksızca,
kahpeliğin dibine vurarak “Oğlunuz Işidçi miydi?” sorusunu sorabiliyor.
Yani dostlarım, Müslümanlara yapılan bütün zulümler meşru gibi gösterilmeye çalışılırken, Müslümanların
meşru müdafaaları ise terör olarak lanse ediliyor. Ve bu proje tek akıl tarafından yürütülüyor. Müslümanlar
olarak özgüvenimiz hedef alınıyor. 3 tane PKK’lı caddede yürürken müthiş bir özgüvenle PKK’lı
olduklarını haykırmaktan çekinmezken, yolda birbirinden habersiz yan yana yürüyen 30 tane adam ben
Müslümanım diyemiyor ya da dinine saldıran, sokak ortasında fuhuş yapan, devletine söven 3 tane
zibidiye ses çıkaramıyor. Çünkü 1 adam yanındaki diğer 29 adamın zihniyetini bilmiyor. Çünkü
korkuyorlar. Çünkü birlik yok, vahdet yok. Ve düşmanın en büyük korkusu Recep Tayyip Erdoğan’ın son
15 yıldır Türkiye’de vahdete giden bütün yolları tekrar açma çabası.
Tekrar Ortadoğu’ya dönelim. Tarihte Yahudileri Kenan bölgesinden kovan ilk imparatorluk kimdir biliyor
musunuz? Ya da soruya farklı bir boyut kazandıralım. Yahudiler Kenan bölgesinden kovulduktan sonra kim
tarafından tekrar oraya getirildi?
Tarihte Yahudileri yerlerinden eden ilk kavim Asurlulardır. Asurlular bölgedeki Yahudileri Babil’e
sürmüşler ve bölgeye gelmelerini kendilerine yasak etmişlerdi. Daha sonra Babillilerin Asurluları mağlup
etmesi sonrasında bile Yahudilerin memleketlerine dönmelerine izin verilmedi ve Yahudiler Babil’de esir
olarak kalmaya devam ettiler. Bu süreç yüzyıllarca devam etti. Yahudiler Asurlular ve Babillilerin köleleri
olarak kaldılar. Ancak milattan önce 539’lü yıllarda Perslerin Babili ele geçirmesi ile beraber Yahudileri
tekrar yurtlarına göç etmeleri için davet etmesi tarihi kaynaklarda herkesçe kabul edilen bir gerçektir.
Evet tarihte Yahudilerin bozguncu bir kabile olduğunu tespit edip onları tutsak olarak alan Asurlular ve
Babillilerden sonra bu tutsaklığa son veren imparatorluk Pers imparatorluğuydu. Pers imparatorluğu daha
sonra Büyük İskender’in akınları ile yıkılsa da kendisinden sonra yüzyıllarca bölgeye hakim olacak Sasani
İmparatorluğunun tohumlarını atmayı da ihmal etmemişti.
Tarih dersi vermiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Bir noktaya geleceğim. Bunun için yazıyorum bunları.
Sasani İmparatorluğu yaklaşık 500 yıl ayakta kaldıktan sonra Arap yarımadasında filizlenen İslam
karşısında direnmek istese de Hz. Ömer’in emri ile Halid Bin Velid komutasındaki orduya karşı koyamadı
ve Sasaniler tamamen yok edildi. Sasanilerin fitne alevi o kadar büyüktü ki Hz. Ömer Sasanilerin kaçarak
Asya’ya (Afganistan, Pakistan, Hindistan) yerleşen beylerine suikastler düzenleterek hepsini ortadan
kaldırıyordu. İran’ın ve İranlıların Hz. Ömer nefreti işte buradan kaynaklanıyor. ÖylekiSasaniler’den
kurtulanlar İran’da kendi düzenlerini tekrar kurmak için yemin ederek Samaniler diye bir grup kuruyor ve
daha sonra bu grup Sasani öğretilerini muhafaza ederek günümüz İran’ın temellerini atıyorlar. İşte o
Samaniler bugün Hz. Ömer’e küfredip, dokuz sünni öldürürsen cennete gidersin diyerek şebbihayı,
hizbullahı, alevisini, nusayrisini kandıran zihniyet. Bu zihniyetin karşısında tarihte durabilen tek düşünce
İslam düşüncesi olduğu için münafıklık yapmak ve Müslüman kisvesi altında her türlü pisliği saklamak
zorundalar. Ancak şişirdikleri bu balon artık patlamak üzere. İslam dünyası tarihte Yahudilere Filistin’i
teslim eden Persleri de, şimdi Yahudilere Filistin’i tapulayan İran’ı da artık tanıyor. İran’ın İsrail’i veya
İsrail’in İran’ı tehdit etmesi kimseyi aldatmıyor. Batı İran’ın iplerini saldı. İran’a yapılan bütün yaptırımlar
tek tek kaldırılıyor. Sebebi artık İran’ın deşifre olmuş olması. Yani Ortadoğu’da besledikleri İran’ın Batı
ajanı olduğu artık ortaya çıktı. Batı artık İran’ı gizli değil aleni bir şekilde kullanacak. Bunun için de
müttefik gibi görünen ancak kendilerine sıkıntıdan başka bir şey vermeyen Türkiye’nin saf dışı bırakılması
lazım. İşte şu anda Türkiye Suriye’de bunun mücadelesini veriyor. Teslim olmamanın, Ankara’ya
hapsolmamanın mücadelesi.
Recep Tayyip Erdoğan 15 yıldır verdiği iki yönlü mücadelede zaman kazandı. Silahını, tankını, uçağını
üretebilmek için elzem olan potansiyele erişebilmenin gerektirdiği zamanı kazanmak için mücadele etti.
Batı’nın eskisi gibi Türkiye’yi tek tokatta ya da tek manşette yıkamama sebebi artık onlara birçok hususta
muhtaç olmayışımız. Silahımızı mı kesecekler? Kessinler. Tank mı satmayacaklar? Satmasınlar. Uçak mı
vermeyecekler? Vermesinler. İşin acı yanı da bu aslında. Şu anda paraya ihtiyacı olan Batı bize karşı olsa
da istediğimiz zaman, istediğimiz uçağı bize vermek zorunda. İçine kontrol edebilme amaçlı konan bütün
çipler ve yazılımlar Türk mühendisler tarafından değiştiriliyor ve satın aldığımız uçakları istediğimiz gibi
maniple edebiliyoruz. Zaten Türkiye’ye bunun için çok kızıyorlar. Dizlerinde büyüttükleri Musa onlara
karşı koyuyor. Tarih tekerrür ediyor. “Kaderin üstünde bir kader vardır” planı tecelli ediyor. Artık
Erdoğan’dan hiç olmadığı kadar çok korkuyorlar. Ve Erdoğan onlara karşı hiç olmadığı kadar acımasız
davranıyor.
Kazandıkları zaferlerin hepsi birer tuzak aslında. YPG’nin kantonları birleştirmesi de, HDP’nin meclise
girmesi de, PKK’ya göz yumulması da kopacak olan bir kıyametin habercisi. Teferruata giremiyorum,
hepiniz şahitlik edeceksiniz zaten. Şer odaklarının Türkiye’de bize karşı kurdukları tuzakları başlarına
geçirmekle kalmayacağız, aynı zamanda Ortadoğu’da bizden bağımsız sınır çizmek isteyenlerin de
canlarına okuyacağız.
Kardeşlerim, dostlarım. Devlet 50 yıllık plan yapar, 100 yıllık plan yapar ancak bu planların ilk yılları
sancılı geçer, ittifaklar, haberler, medya, fasıklar, kafirler, zalimler kafanızı karıştırabilir. Tek amaçları
devletin sırlarını ifşa etmesi ve halkını ikna etmek için ağzından kaçıracağı en ufak bilgiye göre
mevzilenmektir. Ancak bu devlet eski devlet değil, halkından tek beklediği sabır ve metanettir. Birileri
kafasına göre sınır çizer, diğeri devlet kurar, bir başkası bizi terör listesine almaya çalışır, bunlar hep bizim
ifşa etmemizi istedikleri planların onlar için ne kadar korkunç olacağının alameti. Evet bir kıyamet
olacaksa bu kıyametin bu sefer mefulü değil, faili olacağımızı hepsi biliyorlar. Devletimizin beklentisi
halkın vahdeti, cesareti, ezikliği üzerinden atması, tek başına karar alabilme yetisine sahip olması, özellikle
gençlerimizin en azından bir Lawrence kadar cesur olması. Bakın artık Anadolu Erenleri demiyorum.
Çünkü Anadolu Erenleri bizim değerlerimizin beşiğini temsil ediyordu. Bizim milletimiz ne hikmetse kendi
değeri ve kendi medeniyetinden olanı modernizmin derüzgarı ile benimsemekte zorluk çekiyor. İşte ben de
o yüzden modern örnek mi istiyorsunuz, buyrun size Lawrence diyorum.
Yazının başlangıcında da belirtmiştim. Benim adım Ebu Zehra. Arabistanlı Lawrence değilim. Onun kadar
yürekli olamadım henüz. Londra’nın kasvetli otellerinde yatıp kalkmak, İngiltere’nin uçsuz bucaksız
topraklarında bir çiftlikte yaşlanmak, evlenmek, çocuk yetiştirmek yerine Afrika’nın vahalarını aşarak
Arabistan’a gelip buradaki kabileleri örgütleyerek koca bir devletin milyonlarca kilometrelik sınırlarını
yeniden çizecek kadar büyük bir adam olamadım. Nefret ve öfke ile hatırladığımız; hatta şerefsizlikle
suçladığımız Arabistanlı Lawrence kendi inancı çizgisinde hepimizden daha şerefliydi ne yazık ki.
Hepimizden daha delikanlıydı. Hepimizden daha cesur…
Bizler Akparti’nin seçim zaferleri ile sarhoş olup, cihadı, tarihi, kimliğimizi, mücadele ruhunu, özetle
modernizmin yok etmeye çalıştığı bütün değerleri unutmaya yüz tuttuk ey Türkiyeli kardeşlerim. Akparti
bize bunları unutmamızı öğütlemedi. Akparti ya da Erdoğan küresel mücadeleyi 150 yıldır ortaya konan
oyunun kurallarına göre oynadı. Ancak millet olarak biz bu oyunun kurallarını bizimmiş gibi benimsedik.
Yeni kurallar, yeni oyunlar üretmekten aciz kaldık. Devletin çabasını yeterli bulduk. Devleti mücadelede
yalnız bıraktık. Bu ülkede 80 ilden 80 tane “Lawrence” çıkmadı işte. Çıksaydı bugün 80 ülkenin sınırlarını
değiştirmiş olurduk. Hala Ortadoğu bataklığında sadece devletten medet umuyoruz.
Allah’a hamdu senalar olsun. Suriye’de nice yiğit Türk ve Kürt gördüm. Hepsi Türkiye’den gitmişler. Dava
şuuru ve imanlarına hayran kaldım. Cesaretleri beni benden etti. Bu yüzden siz kardeşlerime bazen
haksızlık ediyor olabilirim. Bu yüzden beni bağışlayın ancak bu sınırlar çizilinceye kadar ve biz büyük
Türkiye’yi kurana kadar başta kendimi sonra sizleri suçlamaktan imtina etmeyeceğim. Bunun hesabını da
siz bana sorarsınız belki ama unutmayın Allahın hesabı daha ağır olacak.
Kardeşlerim Halep’ten geliyorum. Bir doktorun bağdat caddesindeki dairesini ve ofisini bırakarak
Suriye’de şebbiha avcılığına başladığına gözlerimle şahid oldum. Bu adamı Suriye’ye getiren neydi sizce?
Ona kızdım. Senin hastanede olman lazım. Daha fazla Mücahitlere yardımın dokunur. Burada tek başına
avcılık yapıyorsun. Halbuki gruplardan birine dahil olarak hem düşman avına çıkabilir hem de Mücahitlere
zor durumlarında yardımcı olabilirsin dedim. Ama onun da bambaşka bir hikâyesi vardı. Kendi düzenimize
göre başkasını yargılamak bize yakışmazdı. Helalleştik. Selamını yazacağım Türkiyeli kardeşlerimize
dedim. Memnun olurum dedi. Sarıldım kardeşime. Cennet böyle mi kokar bilmiyorum. Ama inşallah
sarıldığım zaman iliklerime kadar hissettiğim o kokuyu Allah tekrar tecrübe etmeyi nasip eder.
Ey Ümmeti Muhammed. Alt başlıkları artık bir kenara atın. Lanet olsun kavmiyetçilik sevdamıza. Vahlar
olsun bize. Eyvahlar olsun ki bizi bize düşman eden Batı’nın ekmeğine yeter artık bunca yağ sürdüğümüze.
Devletiniz Suriye’de 10’dan fazla Mücahit grupları bir araya getirdi ve orada Dünya’ya karşı tek başına
savaşıyor. Bunu Türkiye’de verdiği savaşa rağmen yapıyor. Her tarafımız kuşatma altında. Buna rağmen
Suriye’yi onlara dar ettik ve edeceğiz de. Sizden devletinizin beklentisi her birinizin tek başına birer
güdümlü füze olması, kendine güvenmesi, birlik olmasıdır.
Şu anda Suriye’ye neden sınır kapısından geçmediğimi daha iyi anlıyorum. Dağlar aşılmak içindir. Toprak
ayak basarsa, kan düşerse topraktır. Doktor da olsanız, mühendis de olsanız, bakkal da olsanız, öğrenci de
olsanız, hepsinden önce ASKER olduğunuzu asla unutmayacaksınız. İşinizi bir asker gibi yapacaksınız.
Doktor hastasına baktığı zaman hasta kendini emniyette hissedecek, mühendis bakışları ile yolları
köprüleri tahayyül edecek, bakkal gıda sektöründe helal gıda ile ilgili gelecek vizyonunu ortaya koyacak
ve durmayacak, destek isteyecek, girişimde bulunacak.
Ey aylık 15-20 milyar maaş alan yazarlarımız. Sizi es geçemeyeceğim, kusura bakmayın. Hanginiz Charlie
Hebdo saldırısında gidip Fransa’da 2-3 hafta kalarak gelişmeleri Ümmetin lehine takip etti? Hanginiz orada
Ümmetin işine yarayacak bir ipucunun peşine düştü? Amerika’da siyahi kardeşlerimiz polis tarafından
öldürülürken, Amerikan polisi bir siyah adamın boğazını sıkarken “I can not breathe” diyerek nefes
alamadığını ve polisin kendisini bırakmasını rica etmesine rağmen polisin boğazını sıkmaya devam ederek
kendisini öldürmesi olayı sonrasında hanginizi, söyleyin hanginiz Amerika’ya giderek burada eylemleri
takip etti, Türkiye veya Ümmet adına bir haber çıkarmaya çalıştı? Ukrayna karışırken hanginiz Ukrayna’ya
gitti. Küflü bir otel odasında kalarak savaşın ortasından Ümmetin çıkarları için hanginiz haber yapmayı
göze aldı?
Ne oldu ey sahtekâr yazarlar? Devlet sizealdığınız 20 milyar parayı akşam izlediğiniz haberlerden köşe
yazısı çıkarın diye mi veriyor? Bu milletin parası görevinizi yapmazsanız kursağınızda kalır. Satın aldığınız
dairelerin altında kalırsınız. Ben Bisimit olarak bu uyarıyı yapıyorum size. Akıllı olun. Milletin vebali var
aldığınız maaşlarda. Hakkını verin. Türkiye’de, İstanbul’da durmayın. Her hafta bir ülkeden yazmak sizin
sorumluluğunuzdur. Boğaz’da yalı yapın diye almıyorsunuz o paraları ey satılık kalemler.
Sarhoş gibiyim dostlar. Herkese vurasım var. Herkesi tokatlayasım var. Neden mi? Aklıma iftarını yaparsın
diye cebime para koymaya çalışan Çeçen komutan Emir Abdulhakim geliyor. Çıldıracak gibi oluyorum. O
kadar zor şartlar altında hala benim akşam yapacağım iftarı düşünen birinin varlığını sindiremiyorum. Ya
da kendi varlığımı, ya da gerçekten bir Ümmetin var olduğunu. Var mısınız ey Ümmet? Yaşıyor musunuz?
Hayır, hayır. İslam’ı ayakta tutan siz değilsiniz. İslam’ı ayakta tutan işte o mücahitler. Bizler sistemin
içinde fark edilinceye dek kullanılan sahte paralarız. Bir gün fark edileceğiz ve yok olacağız.
Ey Ümmetin izzeti için yemin etmiş ruhlar. Ey Türkiye halkları. Bunu söylemek istemiyorum ama
Suriye’de gördüğüm o ki Recep Tayyip Erdoğan dünyaya karşı savaş verirken yanına mücahitleri alıyor.
Türkiye’ye hala güvenmiyor. Çünkü bağımsız karar alma mekanizmamız yok. Çünkü korkağız. Çünkü beş
para etmez adamlarız. Çünkü Emir Abdülhakim gibi değiliz. Çünkü Uygurlu mücahitler gibi değiliz. Çünkü
Doktor Kanas değiliz.
Nusra mücahidi ile İdlib yolundayken anlattı bana. Abi İdlib’i zorluyoruz ama bir türlü giremiyoruz.
Nerdeyse 5,000 mücahit, hep beraber kuşatma başlattık. Ne yapsak olmuyor. İlerleyemiyoruz. Ümitlerimiz
nerdeyse kırılacaktı. Eğer biraz daha olduğumuz yerde kalsak hava saldırılarına hedef olup telef olacağız.
Bir baktık ki bir yerde dalgalanma var. Mücahitler bağırmaya başladılar. Ne oldu diye sordum. 100 kişilik
bir Çeçen grubu vardı abi dedi. O grup Emir Abdulhakimin grubu. Savaşlara hep geç gelirler. Ama
geldikleri zaman hazırlıklı gelirler. Her birinde mutlaka en az 500 kurşun, 5 el bombası, belinde 2 beylik
silahı olmak zorunda. Daha neler saysam. Ama biz yapamıyoruz ağırlık yapıyor. Velhasıl bunlar bi geldiler,
çatışma sırasında ayağa kalkıp ateş ediyorlar, biz hala 4-5 bin mücahit kafamızı kaldırmaya korkuyoruz.
Abi bunlar bir atıldı ileri 100 kişi, bize hiç aldırış etmediler. Siz gelmeseniz de gelmeyin der gibi, bağımsız
bir şekilde huruç eylemi başlattılar. Abi o an işte bizimkilerde Çeçenler geldi bağırışları duyuldu. Bizim
komutanların emrini bile beklemeden 5 bin mücahit 100 Çeçenin peşinden İdlib’e koşar adım saldırdık.
Sonra İdlib’in fethi nasip oldu.
İşte dostlar İdlib zaferini getiren ruhu iyi inceleyin. Türkiye’den gelen misafirler akşam iftarda mutlaka bir
şey yerler. Ceplerinde zaten paraları da var. Bizden daha kaliteli yiyecekler bulacaklarından eminim
demiyor o Çeçen komutan. Tutup akşama iftar açarsınız diye harçlık vermeye kalkıyor. Harçlığı kabul
etmediğim zaman da en azında bu makarnayı alın diyerek arabamıza bir paket erişte makarnası bırakıyor.
Şimdi söyleyin bana, ağlayayım mı yoksa çıldırayım mı?
Artık perdelerimi kapatıyorum. Loş ışığımla baş başa kalmak istiyorum. Birkaç gün daha İstanbul’da
kızımla vakit geçirip Halep’e tekrar yola çıkmak için can atıyor olacağım.
Biliyorum ki ölmeyecek olan tek şeyÖlümün ta kendisidir.
Dirilin ey Ümmet, dirilin ey Ümmet, dirilin ey ÜMMET ! -
Bisimit
yeniakit.com.tr
Birileri iç savaş istiyor
Reisi Cumhurumuz “Terörle mücadele için bölgedeki operasyonlar kararlılıkla devam edecek. Geri adım
söz konusu olmaz. Son günlerde şehit sayısındaki artışın sebebi, paralel yapıya yakın polis ve askerlerden
kaynaklanıyor. İstihbarat zafiyeti olabiliyor. Bunun nedeni de bu yapının elemanları. İstihbarat
paylaşımında sorun çıkarıyorlar, yanıltıyorlar. Paralelle mücadele bizim vazgeçilmezimizdir. Bu konuda en
yakınıma bile olsa taviz vermem. Mücadelede bir aksaklık olursa, buna neden olanla ilgili gereğini
yaparım.” dedi. Demek ki; emniyet ve asker içerisinde hala paralel yapıya meyilli memurlar var. Elbette bu
memurlar, ülkede kaos çıkması, FETÖ’nün elinin güçlenmesi ve Ak Parti’nin toplum nezdindeki itibarının
sıfırlanması için çalışacaklardır. İktidara düşen bu yapının köklerini kurutmaktır. Eğer buna muktedir
olamaz ise, o yapı kendisinin işini bitirecektir. Çünkü Güneydoğu’da sürmekte olan savaşın kıvılcımları,
hafazan Allah bir iç savaşı tetiklerse, değil Ak Parti’yi devirmek, Türkiye’yi teslim alırlar. ABD
başkanlığında yürütülen projenin aslı şu: Demokratik yollarla yıkılamayan Ak Parti iktidarı, arkasındaki
çok güçlü toplum desteğinin çözülmesiyle ancak yıkılabilir. Bunun yolu ise, ülkede terörü tırmandırmaktan
geçiyor. Her gün şehit haberleri alan halk, bir yere kadar “vatan sağ olsun!” der. Toplumsal kaynama
başlayıp çözülme sürecine girildiğinde hiçbir şeyin faydası olmaz. O an, tüm sözün bittiği yerdir.
Apo’yu verip Fethullah Gülen’i alan ABD’nin şeytani planına dikkat etmek gerekiyor. Patlamaların
anlamını ve Güneydoğu’da süren savaşın arka planını doğru okumak gerekiyor. Evet Reis, Oslo benzeri
görüşmelerin yapılamayacağını, siyaset dışı kanallara asla itibar edilemeyeceğini, bu noktada İmralı ve
Kandil’in devre dışı kalacağını söylüyor. Güneydoğu’da mazlum Kürt vatandaşlarımız PKK ve KCK
baskısından kurtarılmadıkça bu bölge huzura kavuşmaz. “Yani Güvenlikçi Yaklaşım” stratejisini bir kez
daha gözden geçirip, acil eylem planları yapılması gerekiyor.
Türkiye’nin IŞİD’le hiçbir anlamda organik bağı yoktur, olamaz da. Ama bunu kitlelere ve özellikle içerde
bu algıyı oluşturan mihrakların beyinlerine kazımak ve ikna etmek gerekiyor. Bunlar hala Türkiye’nin
IŞİD’le bir mücadelesinin olmadığını deklare etmeye çalışıyorlar. Bu algıyı özellikle Rusya oluşturmaya
çalışıyor. Yılın başları olsa gerek, “Diyarbakır’da Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Genel Kurulu’nda
alınan “Kürt halkı hukuksal ve siyasi statü talebi kabul edilmediği için kendi öz gücüne dayanan bir
mücadele sürecine girmiştir” denilmişti. Sanki açılım ve barış süreci denen şey bu ülkede hiç
yaşanmamışçasına, “Kürt halkı hukuksal ve siyasi statü talebinin karşılanmadığı için Güneydoğu’da savaş
başlattı deniyor.”
PKK’nın Meclis’teki siyasal ayağının Eş Başkanı ise adeta Türkiye’yi tehdit edercesine “Bu direniş zaferle
sonuçlanacak, herkes halkın iradesine saygı duyacak. Kürtler artık kendi coğrafyasında siyasi irade
olacaktır. Şimdi tarihi kırılmanın yaşandığı bugünlerde halkımız buna karar verecek. Diktatörlük mü, öz
yönetim mi? Kürtler belki kendi bağımsız devletlerine, federal devlete, kantonlara ya da özerk bölgelere
sahip olacak diyor!”
El insaf ve vicdansızlar! Utanmadan bir de diyorlar ki, “Suriye’de beş yıldır yaşananlar, şimdi aynı şekilde
Türkiye’de yaşanıyor. Türk devleti, sözde kamu düzenini sağlamak için bir katliam hazırlığı yapıyor.”
diyorlar. Bu devletin askerini, polisini vuran; kamu binalarını yakıp yıkan, hendekler kazan, canlı
bombaları kentlerde patlatan kendileri olduğu halde, devleti katliam yapmakla itham eden de kendileri.
Devrimci Direniş Cephesi Ankara’ya karşı savaşıyor! Sizce bu cephe ABD’den destek görebilir mi? Bir
şey söylemek için henüz erken. Biz yine de iyi niyetimizi muhafaza edelim. Bir de gerilla lideri Cemil
Bayık’ın söylediklerine bakar mısınız? Kürt milliyetçilerinin Ankara’ya karşı uzun vadeli savaş hazırlığında
olduğuna işaret ediyor. “Türkiye’deki iç savaş tırmanacak. İç savaş herkesin kendi çıkarlarını güttüğü ve
hiç kimsenin kaçınamayacağı bölgesel bir savaş bağlamında gerçekleşiyor. Bu bölgesel savaşın merkezi
Kürdistan’dır ve yeni bir durumu ortaya çıkarana kadar tırmanmaya devam edecektir” diyor...
PKK ve ona destek veren uzantıları hayli zamandır AK Parti’yi, DAEŞ ile irtibatlandırmaya ve bunun
üzerinden de İslamofobik Batı’ya mesaj vermeye çalıştılar. Amaçları Suriye’de DAEŞ ile savaşıp elde
ettikleri kazanımların aynısını, DAEŞ’e destek veriyor dedikleri Türkiye ile de savaşıp elde etmek. Fakat
bu algı operasyonunda başarılı olamadılar. Şimdi akıllarınca Güneydoğu’da Suriye şehirlerine benzer
şehirler yaratmaya çalışıyorlar.
Devlet ile Kürtler savaşıyor algısı oluşturmaya çalışıyorlar. Türkiye kimyasal silah bile kullandı diyerek
Türkiye’yi uluslar arası arenada, savaşan bir devlet olarak tanıtmaya çalışıyorlar.
Devlet, mazlum Kürt halkı ile PKK’yı ayrıştırarak, bölgede hakimiyeti ele geçirmelidir. Terörün kökü
kazınıncaya kadar bölgede mücadele sürdürülmelidir. Şehit cenazelerinin gelmesinin önüne geçilmeli,
toplumsal barış, dayanışma, devlete duyulan öz güven tez elden tesis edilmelidir. Kentlerde STK’lar,
Güneydoğu’da zulme maruz kalmış, aç ve perişan halklar için seferberlik başlatmalı ve yardım
organizasyonlarını bu bölgeye kanalize etmelidir. Güçlü bir İslam kardeşliği, birlik ve beraberlik tesis
edilmesi için herkes elinden gelen gayreti göstermez ise, akıbet hayırla neticelenmez.
Bu makale 91
kez okundu
yeniakit.com.tr
Osman Yumakoğulları ve Avrupa Milli Görüş Teşkilatı
1967’de İzmir’de Akevler Kooperatifi’ni kurduk. Gayemiz, kendi kooperatifimize çekilmek ve kendi
kendimize şeriata göre yaşamak, başkalarını da rahatsız etmemekti. Ama bizi rahat bırakmadılar.
Necmettin Erbakan Odalar Birliği (TOBB) Başkanı iken, kendisini ziyaret ettik ve parti kurmamız
gerektiğini 1968’de arz ettik. Seçime yetişmez gerekçesiyle bağımsız adaylıklar üzerinde durduk. Ben
Aydın iline bağımsız aday oldum. Necmettin Erbakan Konya’da adaylığını koydu ve üç milletvekilinin
oyunu aldı...
Parti kuruldu (MNP). Akevler olarak Ankara’ya gittik ve öneride bulunduk: Kooperatifler kuralım, %5 pay
ayıralım ve partimizi onunla finanse edelim. Şimdi İzmir kooperatifine ortak olsunlar, İzmir’deki bloklar
bitsin, onların parası ile Türkiye’nin her yerinde Akevler benzeri kooperatifler kurulsun, ortaklıklarını
oralara aktaralım... Partili kardeşlerimiz önerimizi kabul ettiler; gelecek hafta gel ortak olalım dediler...
Sonra gördük ki partililer kandırılmış, bakanlığın ‘tip sözleşmesi’ ile kooperatif kurulmuş! Kurucu
mühendise ‘bu ne’ dediğimde; ‘canları isterse ortak olsunlar’ dedi!!! Bunları anlatmamın sebebine gelelim.
Avrupa’da Millî Görüş Teşkilatı (AMGT) oluşmuştu. Bakanlığın “tip sözleşmesi” ile kooperatif kuran ekip,
oraya da el attı.. Cemalettin Kaplan Hoca ile birlikte muhalefet yapmaya başladılar! Kongrede Erbakan’ın
ekibini devirip Cemalettin Kaplan’ın ekibini göreve getirdiler!
Böylece Avrupa’daki dayanağını yitiren Necmettin Erbakan, yeniden teşkilatlanmak üzere Osman
Yumakoğulları’nı Avrupa’ya gönderdi...
Arkadaşlar tekrar Almanya’yı dolaşarak Millî Görüş’ü yeniden kurdular. Osman Yumakoğulları ve Ali
Yüksel, Erbakan’a sadık oldukları gibi Akevler ile de iç içe olmuşlardır. Avrupa Millî Görüş Teşkilatı ile
dünya gerçek İslâmiyet’i öğrenmiştir. Osman Yumakoğulları ve Ali Yüksel, Akevler Ekolü mensubu olarak
İslâmî teşkilatı düşmanlık üzerine değil, dostluk üzerine kurdular. Alman yönetimi ile iyi diyalog kurdukları
gibi Cumhuriyet hükümetlerinin bütün oyunlarına ve zulümlerine rağmen, devlete sadakatlerini her zaman
devam ettirdiler. Ayrıca Erbakan’ın ve Millî Görüş’ün sadık hadimi oldular.
Avrupa Millî Görüş Teşkilatı’nın (AMGT) üçüncü binyıl uygarlığına çok büyük katkısı olmuştur. Millî
Görüş’ü finanse etmiş, İslâmiyet’in barışçı yanını o ortaya koymuştur. Osman Yumakoğulları’nın
Avrupa’da bu husustaki katkısı Erbakan kadardır. Teşkilatın camileri Avrupa’ya gidenlerin birer sığınağı
olmuştu. Biz Akevler olarak yüz gün süreyle çalışmalarımızı ve Adil Düzen’i Millî Görüş sayesinde tanıttık.
Millî Görüş bizi misafir etti. Avrupa Millî Görüş Teşkilatı’nıörnek alarak diğer cemaatler de benzer
hizmetler yaptılar.
AK Parti’nin fazlaca büyümesi Millî Görüş’e gölge yapmış ve Millî Görüş küçülmüştür. Osman
Yumakoğulları yer yer unutulmuştur sanırım. Bununla beraber Avrupa’da bulunan Adil Düzen’e gönül
veren Millî Görüşçülerin gönüllerinde Akevler ve Osman Yumakoğulları’nın hâlâ barındığından eminim…
Cennete uğurladığımız Osman Yumakoğulları’nın vefatı vesilesi ile Avrupa’daki Adil Düzen gönüldaşlarına
ve Osman Yumakoğulları’nın arkadaşlarına söyleyeceklerim vardır: Millî Görüş ve Nur cemaati
faaliyetlerine İzmir’deki Akevler’de başladı. Her ikisi de büyük başarılara ulaştılar, yapacaklarını yaptılar;
bundan sonra da yapmaya devam edeceklerdir, hayırlı hizmetlerinde onlar yardımcı olalım...
Biz, Osman Yumakoğulları’nın vefalı arkadaşları ve Akevler mensupları olarak, gerek Millî Görüş gerekse
Nur cemaatinin birr ve takvadaki hayırlı işlerinde yardımlaşmaya devam edelim... Ama işimizin bittiğini
sanmayın; daha ekonomide bir adım atamadık, ilimde yayayız... Bizim şimdi görevimiz olarak yüz lojmanlı
işyeri apartmanları yapacak kooperatifleri kuracağız... Yüz villalı ahşap dinlenme evleri sitelerini
kuracağız... Siz Avrupa’da, biz Türkiye’de Adil Düzen’i ikmal ederek, Osman Yumakoğulları ve Necmettin
Erbakan’ın başlattıkları Kur’an düzenini ikmal edeceğiz, inşallah...
Not: “F. GÜLEN VE İBTİHAL” makalemi de tavsiye ederim; www.akevler.org sitemizin “Makaleler”
bölümünden okuyabilirsiniz.
Bu makale 51
kez okundu
KEMALİSTLERDEN BU SORULARA CEVAP BEKLİYORUZ.
1- Okuduğu ilkokulda (şimon zwi mektebi) sadece yahudilerin okuyabildiğini biliyormusunuz..??
2- soyu belirsizdir.. dedesi nenesi amcası dayısı teyzesi veya kuzenleri NEDEN yoktur..??
3- kimliğinde mustafa yazmaz.. kAmal atatürk yazar.. mustafa ismini neden red etmiştir.. kemal yerine
NEDEN kAmal yazdırmıştır..??
4- cenazesi NEDEN yahudi masonik nizam töreni yapılmıştır..??
5- anıtkabiri yapan mimar NEDEN yahudidir..??
6- anıtkabir NEDEN mason tapınaklarına benzetilmiştir...??
7- israilde neden büstü bulunur ve büstün altında NE yazar..?? israile anıtın hangi gerekçe ile dikildi..??
8- son meclis konuşmasında kur'anı kerim için NEDEN gökten indiği sanılan kitap demiştir..??
9- peygamber efendimiz için NEDEN arap uşağı diyerek hakaret etmiştir..??
10- ingiltereye NEDEN sizin valiniz olmaya hazırım diye mektup yazmıştır..??
11- NEDEN hilafeti kaldırarak ingilterenin lozanı kabul etmesini sağlamıştır..??
12- pakistandan kurtuluş savaşı için gelen 500.000 liranın 180.000 lirasını savaş için 320.000 lirası ile
işbankasını kurarak partisi chp'yi bu bankaya NEDEN ortak etmiştir..??
13- 1923 den 1938 e kadar edinmiş olduğu ve saymakla bitmeyen malvarlığını NASIL kazanmıştır..??
14- trabzon milletvekili şükrü beyi adamı topal osmana NEDEN öldürtmüştür..??
15- istiklal mahkemelerini kurarak 500.000'e yakın insanı NEDEN asmıştır..??
16- çanakkale savaşında bütün askeri şehit düşen 57. alayda bir tek kendisi NASIL yara almadan
kurtulmuştur..??
17- NEDEN harf inkilabı yaparak bir milleti cahil bırakmıştır..??
18- 1933 e kadar üniversitelerden temizlenen osmanlı müderrislerin yerine, sadece istanbul üniversitesine
NEDEN yahudi 22 profesör ve yahudi 90 asistan yerleştirmiştir..??
19- NEDEN halk aç iken tekel bira fabrikası kurdu ve fuhuşu genelev olarak resmileştirdi..??
20- NEDEN kur'anı kerimi toplattırıp ezanı türkçeleştirdi.. NEDEN camileri satıp ve ahıra çevirdi..??
21- istanbulun fetih sembolü ayasofyayı NEDEN müze haline getirdi..?? NEDEN fener rum patrikhanesini
müzeye çevirmedi..??
22- latife hanımdan boşanma sebebi NEDİR..?? ve latife hanımın hatıratları hala NEDEN
açıklanamıyor..??
23- vedat uşaklıgil'in hayatındaki yeri NERESİDİR..??
24- annesi zübeyde hanım selanik mahkemelerine başvurarak NE talep etmiştir..??
25- annesinin cenazesine NEDEN katılmamıştır..??
26- tüm devrimleri NEDEN islama aykırı..??
27- milli mücadele kahramanı halit paşayı 9 şubat 1925 de meclis koridorunda NEDEN öldürtmüştür..??
28- 1918 de biten çanakkale savaşından sonra 1953 senesine kadar biz türklerin ziyareti NEDEN
yasaklanmıştır..??
29- halk açlıktan kırılırken sadece yahudilerin taktığı şapkayı NEDEN kanun haline getirmiştir ve NEDEN
karşı gelenleri asmıştır..??
30- kur'anı kerimin ayetleri için NEDEN safsata demiştir..??
31- sabetay sevi denilen kişiye NEDEN hayranlık beslemiştir..??
32- NEREDE sarhoşken yahudi olduğunu ağzından kaçırmıştır..??
33- 1928 de ''devletin dini islamdır'' ibaresi NEDEN çıkartmıştır..??
34- 1924 de medreseleri kapatırken, NEDEN azınlık okullarına dokunmadı..??
35- filistin cephesinde ingilizlerle NEDEN anlaştı..??
36- bediüzzaman NEDEN atatürke süfyan dedi..??
37- Abdülhamidhanın yahudilere vermediği filistin toprakkarında kurulan israili NE yaptıda atatürk ilk
tanıyan müslüman ülke türkiye oldu..??
38- ''olmasaydı olmazdık, vatanı düşmanlardan kurtardı diyorsunuz ya'' peki 1936 senesine kadar istanbul
NEDEN ingiliz işgali altında kaldı..??
39- 4.000.000 metrekare toprağımızı, lozanda 780.000 metrekareye düşürülmüştür.. bu ülkeyi lozanda
temsil etmeye bizzat NEDEN kendisi gitmemiştir..??
40- güya denize döküp kovduğumuz ve yendiğimiz yunanlılara batı trakya, egedeki adaları verip üstüne
savaş tazminatını NEDEN vermiştir..??
41- 5816 sayılı kanunla korunarak NİÇİN gerçeklerin saklanma gereği duyuluyor.. ve 5816 sayılı koruma
kanunu NEDEN bir yahudi avukat tarafından hazırlamıstır..??
42- NEDEN mason olmayı tercih etmiştir..?? ve masonluktan NEDEN kovulmuştur..??
43- ittihad ve terakki cemiyetinin kuruluşunda jön türklerle birlikte NEDEN yer almıştır..??
44- cumhuriyet rejimini kurduktan sonra NEDEN hiç dış bir ülke ziyaretine gitmemiştir..??
45- dersim katliamını NEDEN yaptırmıştır.. ve şeyh saidi NE karşılığında affedeceğini teklif etmiştir..??
46- osmanlı arşivlerini bulgarlara hurda kağıt olarak NEDEN satmıştır..??
habervaktim.com
Şehid Muhsin Başkan ve Alp Erenlik Dâvâsı - Ahmed Yasin Gürkan
Yazarın Tüm Yazıları »
AHMED YESEVÎ HAZRETLERİ
Alp Erenlerin pîri Hoca Ahmed Yesevî Hazretleridir.
Ahmed Yesevî Hazretleri, Oğuzların mürşididir.
Membaı Şanlı Peygamberimiz (aleyhisselam) olan “altun silsile”nin dokuzuncu halkası Yusuf Hemedanî
Hazretlerinin halifelerindendir.
Türkistan’da tebliğ ve irşad faaliyetlerini icra eden Hoca Ahmed Yesevî hazretleri, yetiştirmiş olduğu
dervişlerini o zamanlar “Rûm diyarı” olarak bilinen Anadolu’ya göndermiştir.
Yesevî Hazretlerinin işaretiyle batıya hareket eden Barak Baba, Hacı Bektaş-ı Velî, Saru Saltuk ve
yüzbinlerce Gazi - Derviş, bu toprakları tasavvufla yoğurmuşlardır.
İLİM-KILIÇ-GÖNÜL EHLİ
Yesevî Babanın sofileri hem ilim, hem kılıç, hem de gönül ehliydiler.
Oğuzların Diyâr-ı Rûm’da tutunabilmesi için bu üç hususun cem edilmesi gerekiyordu. Biri eksik kalsa
dahi muvaffak olunamazdı.
Bölge tehlikeliydi, her an nereden geleceği belli olmayan bir baskına maruz kalınabilirdi. Bunun için
bedenen kavî, kılıç kullanmada, ok atmada mahir olmak gerekiyordu.
Oğuzların geldikleri yer, Hristiyanların kutsal ülkesiydi. Çoğu Hristiyan hacı olmak için Diyâr-ı Rûm’a
geliyordu. Haliyle Hristiyanların en bilgili rahipleri, papazları Anadolu’daydı. Bunlara karşı Hakk’ın dinini
en güzeliyle müdafaa etmek icab ediyordu. Bu da ancak ilimde derinleşmekle mümkündü.
Diyâr-ı Rûm toprakları bereketli, işlenmeye müsait topraklardı. Toprağı gibi insanı da işlenmeye müsaitti.
Tekfurların ve papazların zulmünden bıkan halk tutunacak bir dal arıyordu. Halkın nidası Ahmed Yesevî
Hazretlerinin dervişlerinde karşılık buldu ve onlara Hakk yolunu, hakikat yolunu tebliğ ettiler.
Bize göre bugün de hizmet gayesinde olan gençlerimiz aynı usulü seyrederek ilmî, bedenî ve kalbî
terakkiyatı gerçekleştirmelidir.
TÜRKİSTAN MAYASI, TÜRK-İSLÂM MAYASI
Ahmed Yesevî Hazretleri Türkistan’dan Anadolu’yu mayaladı.
Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye o maya üzerine bina olundu.
Oğuzların adalet anlayışı, insanı yaşatma ülküsü, zinadan, haramdan uzak durmaları, doğru sözlü olmaları,
vatana, devlete, millete, ümmete adanmışlıkları, erdem ve faziletleri Anadolu’ya yayıldı. Hatta Anadolu
hududlarını aşarak Balkanlara, Kafkaslara, Avrupa içlerine kadar nüfuz etti.
15. asrın Anadolu’sunda gayri müslimler dahi belli bir ahlak seviyesindeydiler. Avrupa’daki dindaşları
ahlâkî çöküntü yaşarken, Anadolu’dakilerin bu şekilde olması bizi düşündürmelidir. Bu vaziyeti
Oğuzlardaki ihlas, muhabbet ve teslimiyetin cemiyete aksetmesi olarak düşünebiliriz.
Bugünün Türkiye’sinde yaşayanlar böyle bir manevî gerilimden fersah fersah uzaktır. Bunu bir durum
muhakemesi yapmak gayesiyle ifade ediyorum.
Cemiyet olarak yaşayan ölüler gibiyiz. İnsanımızda ruh kalmamış. İman nuru ya sönmüş yahud sönmeye
yüz tutmuş.
Hareket, aksiyon kabiliyetimizi yitirmişiz, adeta sindirilmişiz, sinmişiz.
O mayayı kaybetmişiz.
Ecdad o maya ile yaşadı ve yaşattı.
Bugün de ölü bedenlerimizin dirilmesi için o mayayı kaybettiğimiz yerde yeniden bulmalıyız.
“İhya”nın ve “ba’sü ba’del-mevt”in birinci şartı bizi “biz” yapan, bizi “Allah”a kul, “Resûlullah”a
(aleyhisselam) ümmet, “Kitabullah”a bende yapan o Yesevî ocaklarının, o kutlu dergâhların, o “Tasavvuf
Üniversitesi”nin birer talebesi olup, insanlığı âyet ve hadîslerin nuriyle tenvir eden, o hakikî kurtarıcılara,
insanlığı Allah’a yaklaştıran, ulaştıran vesilelere, kâmil mürşidlere bütün kudretimizle tutunmaktır.
Bizim Türkistan mayası, Türk-İslâm mayası dediğimiz budur.
Alp Erenlik budur. Buhara’da, Yesi’de, Semerkand’da ve nice Türkistan şehirlerinde yaktıkları kandillerle
insanlığı aydınlatan Ahmed Yesevîlerin, Necmeddin Kübraların, Şâh-ı Nakşibend Bahaeddin Buharîlerin
yoludur.
Osman Bey Gazi dahi devletini kurarken Yesevî yolunun yolcusu Ahi Şeyhi Edebâli Hazretlerine
sığınmıştır. Burayı çok iyi anlamalıdır. Bu husus anlaşılmadan Osmanlı idrak edilemez. Osmanlı çınarına
can suyunu veren memba’ Şeyh Edebâli Hazretlerinin dergâhıdır.
ŞEHİD MUHSİN YAZICIOĞLU
Şehid Muhsin Başkan, o maya ile mayalanan, Anadolu safiyetini yansıtan, Oğuz-Türkmen kocası, büyüğü
idi.
İlim, kılıç ve gönül ehliydi.
Mehmed Âkif dedemiz gibi baytar mektebinde okumuştu.
Bedenen sağlamdı, ata sporumuz güreşte yetenekliydi. Kızıl anarşinin ülkeyi uçuruma götürdüğü 70’lerin
mücadele ortamından geliyordu.
Milliyetçi-mukaddesatçı Müslüman Türk gençliğinin önderiydi. O dönemde TRT’de katıldığı programda
“eller silah değil kalem tutmalı” demişti, ama bu çağrısı kızıl çetelerde karşılık bulmadı.
Bugün PKK’lı teröristlerin Sur’da, Cizre’de tatbik ettiği usulü o günlerde kızıllar üniversiteleri karargâh
olarak kullanıp büyükşehirlerde yapmaya çalışıyordu.
Aynı tarihlerde benzer hadiseler Fransa’da da yaşanmış ama devlet duruma hemen müdahale edip, fitneye
mani olmuştu. Türkiye’de ise devlet seyirci kaldı. Bu sefer milliyetçi-mukaddesatçı gençler meşru müdafaa
haklarını kullanmak mecburiyetinde kaldılar. Hamd olsun bugün devletimiz biraz geç olsa da
güneydoğumuzda yakılmaya çalışılan benzer bir fitnenin önüne geçmek için gerekli temizliği yapıyor.
Muhsin Başkan 12 Eylül darbesiyle girdiği Mamak Askerî hapishanesinde tam 7,5 sene kaldı. Bunun 5,5
senesini hücrede doldurdu. 7,5 sene yattıktan sonra o dâvâlardan suçsuz bulunup (!) serbest bırakıldı.
Buna rağmen devletine kötü söz etmedi. O dönemde hapishanelerdeki solcuların bir kısmı AB’den gelen
yetkililere AİHM’de ülkemizin ceza alması için Türkiye’yi şikâyet ediyorlardı. Milliyetçiler böyle bir
rezilliğe düşemezlerdi ve düşmediler de.
Allah izin verirse Muhsin Başkanı yazmaya devam edeceğiz.