KURT DUMANLI HAVAYI SEVER

KURT DUMANLI HAVAYI SEVER – OYUN İÇİNDE OYUN

 Şubat 22, 2016
kelimei tevhid,lailaheillallah muhammedenrasulullah

KURT DUMANLI HAVAYI SEVER – OYUN İÇİNDE OYUN

Güçlü devletlerin, kendi inançlarını yaymanın bir yolu da, o milletin içinde fitne, anarşi çıkarmak; insanlar birbirleri ile uğraşırken, kendi düşüncesini, kültürünü yaymaktır. Batılı devletler, kendi “Hıristiyanlık” inançlarını yaymak için Osmanlının son zamanları bu yol çok defa denendi. Bunlardan biri de, “Otuzbir Mart Vak’ası” dır.
Gazeteci yazar Ahmet Altan’ın ortaya attığı, “Otuzbir Mart Vak’ası” nın perde arkası, günlerdir gazetelerde, TV’lerde tartışılıyor. Yılların gazetecisi sayın Altan, bugüne kadar bu olay, “Dincilerin ayaklanması” olarak öğretildiği için, toplum olarak “aldatıldığımızı” söylüyor.
Bu olayı ve Osmanlının son devrindeki diğer olayları, hatta zamanımızdaki siyasi olayları tam anlayabilmek için “İttihat ve Terakki” hareketini bilmek gerekir. Bu bilinmedikçe, olayları doğru olarak yorumlamak, anlamak mümkün değildir. Bunun için önce, kısaca İttihat ve Terakki’yi tanıtmak, yarın da Otuzbir Mart olayına değinmek istiyorum.
Osmanlı Devleti, “Hasta Adam” durumuna düşünce, Batılı devletlerin iştahı kabardı. Devleti içeriden yıkarak kendilerine daha çok pay sağlayacak gizli cemiyetler kurdular ve bunlara gizli destek verdiler. İşte bunlardan biri de, 21 Mayıs 1889’da gizli kurulan, İttihâd-ı Osmânî cemiyetidir. Daha sonra İttihat ve Terakki adını aldı. İtalyan Karbonari mason teşkîlâtını örnek alarak kurulan bu gizli cemiyet, hücreler hâlinde teşkilâtlandı. Cemiyet üyeleri, Pâris’te bulunan Jön Türklerle irtibatlı çalışıyorlardı.
Nihai hedef olarak Osmanlı Devletini yok etme gayesini güden, ihtilâlci bir kimliğe sâhip olan ve kurucularının ekseriyetinin mason olması ile dikkat çeken bu cemiyet, ülke içinde veya dışında aynı gaye ile kurulan cemiyetleri kendine çekerek kaynaştırmayı başardı. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da basın kendilerine büyük destek verdi. Zaten İttihatçıları iktidar yapan da basındı.
İttihat ve Terakki, görevi gereği, Devletin başına büyük gâileler açtı. Bir oldu- bittiye getirilerek Osmanlı Devletini, Birinci Dünyâ Harbine soktu. Pek çok vatan toprağı elden gitti; yüz binlerce Müslüman-Türk evlâdı şehid düştü.
İktidarda kaldıkları on senede, üç kıtaya yayılmış altı yüz senelik koca bir imparatorluğu, korkunç bir ihtiras ve cehâlet ile târihin derinliklerine gömen İttihat ve Terakki’dir. En az iki milyon kişiyi cephelerde kar ve tipi altında veya kavurucu çöller ortasında çıplak, aç, susuz bırakarak şehid olmalarına sebeb olan İttihat ve Terakkinin ileri gelenleridir. Birkaç milyon kilometre kare olarak devraldıkları bir memleketi, birkaç yüz bin kilometre kareye kadar küçülttüler.
Bu küçük toprak parçasını da düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver, Talat ve Cemâl paşalar ile doktor Bahaaddîn Şâkir, doktor Nâzım, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesini imzâ ettikten bir gün sonra gece yarısı koca Osmanlı Devletini yıktıktan sonra, hıyanetlerine bir yenisini ekleyerek kaçtılar. Enver Paşa Türkistan’da, Talat Paşa Berlin’de, Cemâl Paşa da Tiflis’te, Ermeniler tarafından öldürüldüler.
İttihatçılar, gerçek yüzlerini hep sakladılar. Menfaatleri neyi gerektiriyorsa, öyle göründüler. Türk ve İslâm düşmanlarıyla işbirliği yaptıkları, bünyelerinde bunlara yer verdikleri halde, Müslüman, Türkçü ve milliyetçi bir çizgi takip eder göründüler. Fakat, Türk ve Müslüman düşmanı Yahudi Emanuel Karaso ve Ermeni Hallaçyan gibileri İttihat ve Terakkinin ileri gelen elemanlarındandı.
Cemiyet; kuruluş, teşkilâtlanma ve faaliyet bakımından farklı özellikler taşıyordu. Cemiyetin yöneticilerinin çoğu masondu. Cemiyeti yöneten genel merkez üyesi yedi kişinin kimlikleri, meşrûtiyet îlân edildikten sonra bile açıklanmadı. Üyeler, masonların merâsimlerine benzer usûllerle cemiyete alınırdı. Rehber üyelerce tavsiye edilen ve uygun görülen kişiler, tahlif heyeti (yemîn kurulu) önünde yemin ederlerdi.
Heyet başkanı, önce cemiyetin gayesini, cemiyet üyeliğinin taşıdığı sorumluluğu aday üyeye anlatır, sonra yemini okurdu. Aday üye, hangi dine inanıyorsa kutsal kitabına, hançer ve tabanca üzerine el basarak yemini tekrarlardı.
Cemiyete giren üye, teşkilâtın gayesi uğruna gerektiğinde canını fedâya hazır olduğunu bu yeminle kabul ediyordu. Ayrıca cemiyetin vereceği özel görevleri yerine getirmek için fedâî şûbeleri kurulmuştu. Fedâîler görev sırasında öldükleri takdirde, cemiyet, âilelerine bakmayı taahhüt ediyordu. Cemiyetin amaçlarına aykırı hareket eden, ihanet eden üyeler için merkez heyetleri, mahkeme gibi yargılama yaparlar ve suçluyu ölümle cezâlandırırlardı.
İşte İttihat ve Terakki buydu. Nihayet on yıllık korku ve zulüm devri bitti. Fakat, geride zihniyetleri kaldı. Halk düşmanlığı, bölücülük, partizanlık hastalıkları, İttihatçıların cemiyetimize adapte ettiği alışık olmadığımız kötü örneklerden sâdece birkaçıdır.

OYUN İÇİNDE OYUN

Hıristiyanlığı yaymadan en büyük engel olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ni bir an önce yıkmak için, Batılı güçler, özellikle İngilizler oyun içinde oyun oynuyorlardı. İttihat ve Terakki, Dış güçlerin ve basının desteği ile halka zulmediyor, ordu içinde de kendisine karşı olan, milletini, dînini ve vatanını seven subayları, orduda gençleştirme bahânesiyle tasfiye ediyordu. Bu, halkta ve orduda büyük bir huzursuzluğa sebep oldu.
Bu fırsatı değerlendiren dış mihraklar, Derviş Vahdetî ve arkadaşlarına İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti’ni kurdurdular. Yayın organı olan Volkan Gazetesi ile de İttihat ve Terakki aleyhinde faaliyet gösterdiler. Bugüne kadar bu faaliyet, hep Sultan İkinci Abdülhamîd Han ile irtibatlandırılmak istenmiş ise de hiçbir ilgisinin olmadığı artık kesin olarak anlaşılmıştır. Sultanın aleyhinde olanlar bile bunu itiraf etmektedirler. Aslında, İttihat ve Terakki’yi de, ona karşı hareketi de çıkartan dış güçlerdir. Onların menfaat çatışmasıdır.

Volkan gazetesinde Derviş Vahdetî, Orduda erleri, İttihatçı subaylara karşı kışkırtarak isyan ettirdi. Yüksek seviyede din adamları ayaklanmada yer almadıkları gibi, bu isyana karşı çıkarak beyanname neşrettiler. Sadece din cahili birkaç yobaz destek verdi. 31 Mart gecesi, erler, isyan ederek subaylarını hapsettiler.
Görüşmelerle isyan yatıştırılmışken, kasıtlı olarak çıkartılan “ Meşrutiyet elden gidiyor “ yaygaraları üzerine, isyanı bastırmak için Selanik’teki Üçüncü Ordu mensubu askerlerin ve Edirne’deki İkinci Ordu’nun katılımıyla “Hareket Ordusu” İstanbul’a hareket etti. Zaten esas maksat da buydu. Bu maksatla aylar öncesinden yol güzergahındaki erzak depoları doldurulmuştu. Bunu çok az kimse biliyordu. Askerlerin büyük bir kısmı gerçek durumdan haberdâr olmayıp, padişahı kurtarmaya geldiklerini zannediyorlardı.
Hareket Ordusu İstanbul’a gelince, önce Yıldız Sarayı muhâsara edilerek Abdülhamîd Han hal edildi.

Otuzbir Mart Vak’asının gizli tertipçilerinden filozof Rızâ Tevfik’in aşağıdaki îtirafı bu olay hakkında Türk târihine ışık tutmaktadır: “1908 İhtilâlinden evvel, bizleri başta İngiliz sefiri olmak üzere Fransız, İtalyan sefirleri de çok teşvik ettiler. Onlardan büyük ölçüde fikri destek ve teşvik gördük. Nihâyet hürriyeti îlân ettik!
Bir gün Talât Paşa’ya dedim ki: “Biz bu ihtilâl için ecnebi sefirlerden hayli teşvik gördük. İşte hürriyeti îlân ettik. Gidelim, bu elçileri ziyâret edelim, teşekkür edelim.”
Evvelâ İngiliz sefâretine gittik. Galatasaray’daki o muhteşem binâyı tam bir ölü sessizliği içinde bulduk. Ben emindim ki sefir de dâhil olmak üzere bütün sefâret erkânı içerdeydi. Fakat bizi karşılayan sefâret kavası, kimi sorduksa “Yok!” dedi. Bir mânâ veremeden döndük.
Oğlum Said, İngiltere’de oturuyordu. Onu ziyârete Londra’ya gitmiştim. Said’e İskoç asilzâdelerinden Lord Nicholson hayli yardım etmişti. Hem bu alâkalarına teşekkür etmek, hem de eski dostluğu bir daha ihyâ eylemek üzere ziyârete gittim. Sohbet sırasında İstanbul sefâretinin bize gösterdiği o soğuk karşılama hatırıma geldi. Lord’a sebebini sordum:
“Dostum Rızâ Tevfik Bey… Biz sizleri teşvik ettik. Büyük bir netice bekliyorduk. İhtilâl olacak; Sultan’la beraber temsil ettiği hilâfet müessesesi de alaşağı edilecekti. Beklediğimiz neticeyi tam alamadık. Zîrâ ihtilâl yaptınız, fakat saltanat ve hilâfet müessesesi de yerinde duruyor.” Lord’a tekrar sordum: “İngiltere devletini, hilâfet müessesesi bu derece şiddetle neden alâkadar ediyor?
“Ha… Dostum Rızâ Tevfik Bey… Biz Mısır’da bilhassa Hindistan’da İslâm kitlelerini idâremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Halbuki Sultan, yılda bir defâ bir “selâm-ı şâhâne”, bir de “Hafız Osman Kur’ân-ı kerîmi” gönderiyor, bütün İslâm ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor.

İşte biz, ihtilâlden ve sizlerden ihtilâl sonunda, sultanların da, hilâfetin de, yâni bir selâm-ı şâhâne ve bir Hâfız Osman Kur’ân’ıyla kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık. İşte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz…”

Kaynak : (Ahmed Kabaklı-Temellerin Duruşması)
Kaynak : Dinler Arası Diyalog Tuzagı – Mehmet Oruç

42 KONYA: KONYA PROVİNCEKONYAkonya ili tanıtımkonyakonya...

42 KONYA: KONYA PROVİNCE
KONYA
konya ili tanıtım
konya
konya...
: KONYA PROVİNCE KONYA konya ili tanıtım konya konya resimler konya fotğraflar konya manzaralar konya görüntüler konya tarih konya mevlana...

Terörü besleyen öğretmenler-1

2016-02-11-246989g

yeniakit.com.tr
Terörü besleyen öğretmenler
Türkiye 32 senedir PKK terörü ile boğuşuyor. Bir nesil 20 senedir. Eğitim
sistemi, öğrencileri imanlı ve inançlı yetiştirseydi bugün terörden eser
kalmazdı. Gençleri Allah’a ve ahirete inanan, adam öldürmenin büyük
günah olduğunu bilen ahlaklı insanlar olarak yetiştirebilmeliydik.
Türkiye’nin böyle bir eğitim politikası oldu mu?
Son beş yıl hariç, evet demek zor ama bundan sonra mutlaka olmalı.
En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed (sav) 23 sene öğretmenlik yaptı.
Putperest ve ahlaksız insanları Allah’a ve ahirete inanan, ahlaklı insanlar
olarak yetiştirdi.
Arabistan’da haksız yere adam öldürme son buldu.
Diri diri kızları toprağa gömme âdeti sona erdi.
Medine’de 120 yıl Buas Savaşları yapmış olan Evs ve Hazrec Kabileleri
arasındaki savaşlar son buldu.
Gönüller Sultanı Hz. Muhammed (sav) ensar ve muhacirleri kardeş ilan etti.
Mekke’den gelen muhacirler Medineli ensar kardeşi ile evini ve bütün
mallarını paylaştı. Dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir kardeşlik destanı
yazıldı.
Nadir Oğulları Yahudileri, Medine Sözleşmesi’ni hiçe sayıp Kâinatın
Efendisi’ne (sav) suikast düzenlemeye kalkınca Yahudilerle Müslümanlar
arasında savaş çıktı. Nadir Oğulları bir süre kalelerine sığınıp savunma
yaptılar. Sonunda teslim olmak zorunda kaldılar. Yahudiler sürgün edildi ve
malları mücahitlere kaldı.
Gönüller Sultanı (sav) ensara şu teklifi yaptı:
“Ganimetleri muhacirlere dağıtayım, onlar size ortak olmaktan
kurtulsunlar, razı mısınız?”
Ensar, fedakârlığın inanılmaz bir örneğini ortaya koydular:
“Ya Resulellah, ganimetleri muhacirlere ver, bizim mallarımıza ortak
olmaya da devam etsinler.”
Ganimetler muhacirlere dağıtıldı, muhacirlerin ensarın mallarına ortaklığı
kaldırıldı fakat kardeşlik devam etti.
Gönüller Sultanı Hz. Muhammed (sav) 23 senede Mekkeli, Medineli, Evsli,
Hazrecli bütün Müslümanları kardeşleştirdi. O, en sevilen öğretmendi.
İslamiyet insanları değiştiriyor, güzel ahlaklı, erdemli ve fedakâr hâle
getiriyor.
HÜKÜMETE, POLİSE, ASKERE SÖVEN ÖĞRETMENLER
Karne tatilinde Diyarbakır’ın bir ilçesinde çalışan genç bir öğretmenle
sohbet etme fırsatı buldum. Kura çekip göreve başlamış. Aşk ve şevkle
öğrencilerini eğitmeye çalışıyor.
Konu döndü dolaştı, öğrencilerin başarısına ve teröre geldi.
Öğrencilerin büyük çoğunluğunun PKK’ya sempati duyduğunu söyledi.
Öğretmenleri sordum.
Eğitim-Sen’li öğretmenlerin okulda çoğunluk olduğunu, terör örgütüne
sempati duyduklarını, öğretmenler odasında bile cumhurbaşkanına,
hükümete sövdüklerini, asker ve polise küfrederek çocuklarımızı
öldürüyorlar, dediklerini aktardı.
Sadece Eğitim-Bir-Sen’li ve dindar bir arkadaşının teröre karşı olduğunu
anlattı.
Donup kaldım.
Geçen yıl mayıs ayında Van, Edremit, Gevaş’ta okullarda başarı
konferansları verdim. Van’daki yatılı bir okulda saat 16’da öğrencilere
konuşacaktım. Eğitim-Sen’li okul müdürü beni bir saat oyaladı. Milli
eğitim müdürü okula gelince programı sabote edemeyeceğini anladı,
öğrencilerin yarısının salona inmesine engel olamadı.
Projeksiyonla sunu yapmak istiyordum fakat salonda projeksiyon yoktu.
Öğrencilere başarıya götüren yolu anlattım; ahlaklı, başarılı, kendinize,
vatana ve millete faydalı insan olun, dedim. Öğrenciler konuşmayı
fevkalade dikkatle dinlediler, konuşmadan sonra resim çekildik, milli eğitim
müdürü öğrencilere kitap hediye etti.
Eğitim-Sen’li müdür, bütün inisiyatifini kullanarak konuşmayı engellemek
istedi.
Bitlis’in Hizan kazası Nurs köyünde doğan Bediüzzaman Said Nursî,
ırkçılığa Frenk illeti (Avrupa hastalığı) kabul ve şöyle der:
“Eski zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe (ırkçılık),
Avrupa’nın bir nevî firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil (öldürücü zehir)
nazarıyla bakmışım. Avrupa, o firenk illetini (Avrupa hastalığı) İslam içine
atmış, tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun.” (Mektubat, 16.
Mektup, s. 66)
Bediüzzaman’ın eserlerini okuyan Kürtler ve Türkler İslam kardeşliği
paydasında birleşiyorlar. Dindar Kürtler teröre karşı çıkıyor. Irkçı ve dinsiz
olan terörü destekliyor.
Diyarbakır’da öğretmenlik yapan dostumun tespiti aynı gerçeğe işaret
ediyor. İnançlı öğretmen terörü tasvip etmiyor, Eğitim-Sen’liler destekliyor.
TERÖRE ÇÖZÜM
Öğretmenleri düzeltmeden eğitimi düzeltemeyiz.
Teröre sempati duyan öğretmenlerin yetiştirdiği öğrenci elbette terörist olur.
Öğretmenlikte 657 kalkanı kaldırılmalı. İmanlı, inançlı, bilgili, becerikli,
vatana ve millete faydalı öğretmenler bu peygamber mesleğini sürdürmeli.
Teröre destek veren, hükümete ve cumhurbaşkanına söven adamlar bu
meslekten ihraç edilmeli.
Öğretmenlerimiz; Hz. Peygamberin (sav) Veda Hutbesi’nde ifade ettiği şu
hakikati benimsetebilirse terörden kurtuluruz:
“Ey insanlar, Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Adem’in
çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap
olmayanın Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, sarı ırkın siyah ırka, siyah
ırkın sarı ırka bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan
korkmadadır. Allah yanında en kıymetliniz ondan en çok korkanızdır.”
Beyin Vitamini: Ahlaklı, bilgili, becerikli öğrenciler yetiştirmek isteyen
öğretmenlerimize En Sevilen Öğretmen Hz. Muhammed (sav) ve
Öğretmeni Başarıya Götüren Yol adlı kitaplarımı tavsiye ederim.
Öğretmenlik peygamber aşkı ve sabrıyla sürdürülürse ahlaklı ve imanlı
nesiller yeştirilebilir. (İrtibat, Nesil, 0212. 551 3225)
Bu makale 4.567
kez okundu
habervaktim.com
İsraf Çılgınlığı - M. Şevket Eygi
Yazarın Tüm Yazıları »
M. Şevket Eygi / Milli Gazete
ANKARA Büyük Millet Meclisi 1920’de çıkarttığı “Düğünlerde Men’-i
İsrafat Kanunu” ile israfı, hiç olmazsa düğünlerde önlemeye çalışmıştı. Bu
kanun artık yürürlükte değil ve Türkiye ikiye ayrılmış vaziyette.
Halkın büyük kısmı sıkıntı içinde yaşarken, küçük mutlu ve putlu bir azınlık
alabildiğine israf yapıyor, lüks çılgınlıkları içinde yaşıyor.
Kötü ve ahlaksız medya halkı israfa ve lükse özendiriyor.
Vatandaşın 60 bin liralık bir otomobile ihtiyacı var, gidiyor, faizli banka
kredisiyle 160 bin liralığını alıyor. Çünkü otomobil onun için bir ihtiyaç
olmaktan çıkmış, bir statü haline gelmiştir.
Günde dört beş milyon ekmeği çöpe atma israfını devamlı yazıyorum.
Allahın aziz nimetine karşı bu ne korkunç nankörlüktür.
Cep telefonu konusundaki israfa korkunç demek pek hafif kalır.
İstanbulda çöp kamyonları israf çöplerini toplamakta zorlanıyor.
Atılmaması, saklanması, tüketilmesi gereken nice maddeyi sorumsuzca ve
vicdansızca çöpe atıyoruz.
Ekmek mi bayatladı, at çöpe… Yemek henüz bozulmamış ama pişireli üç
gün olmuş, at çöpe… Bu kazak yepyeni duruyor, daha yenisini alacağım, at
çöpe…
Okulda okuduğum yıllarda, bir ülkede fert başına ne kadar çok su
tüketiliyorsa, orada medeniyetin o kadar yüksek olduğu hezeyanı
anlatılırdı. Sonra anlaşıldı ki, asıl medeniyet suyun israf edilmemesi,
dikkatli ve iktisatlı bir şekilde kullanılmasıymış.
En utanç verici israflardan biri, doyduktan sonra yemektir.
Ya devletin ve belediyelerin israfları… Lüks makam otomobilleri… Lüks
konaklama mekanları… Lüks yemekler… Sekiz sene önce bir tanıdığım
vardı, bir belediyede danışman idi… Makamına gitmiştim… Bir sürü
sekreteri, bir şoförü, lüks bir makam otomobili vardı. İsraf kere israf…
Bugünkü ekonomimiz bir israf ekonomisidir ve sonunda çatır çatır
çökecek, gümbür gümbür yıkılacaktır.
Halkımız mesken konusunda ölçülü değil. İlle de büyük olacak. Evin en
şerefli yeri olan salon saçma sapan kitsch mobilya ile dolu. Kadın, buraya
kocasını ve üniversitede okuyan oğlunu sokmuyor. Misafir gelecek, temiz
dursun diye. Bu ne aptallık ve beyinsizliktir. Hür ve medenî bir insanın
kedisi bile salondaki kanepe üzerinde sere serpe yatabilmelidir.
Lüks, pahalı, israflı otomobillere, meskenlere, ev eşyalarına yatırdığımız
yüz milyarlarca doları sanayie, üretime yatırmış olsaydık ve biz de o çekik
gözlüler gibi adam gibi çalışsaydık, Türkiye Ortadoğunun Japonyası
olabilirdi.
Geçen sene resmî bir ziyafete gitmiştim. Mönüde iki ana yemek vardı: Biri
biftek, ötekisi lüfer ızgara. Biri yetmez miydi?
Kanaatli ve iktisatlı olmak başkadır, cimri olmak başka. Bunun
anlayamıyoruz.
Kaç sene oluyor, bir gazeteci İKEA’nin milyarlarca dolarla oynayan süper
zengin sahibine sormuştu:
- Otomobiliniz biraz eski değil mi?.. Gülmüş ve şu cevabı vermişti:
- Hiç de eski sayılmaz, 15 senelik bir Volvo’dur.
Bizdeki lüks otomobil sevdalılarının güdük ve kısır akılları bu bilgeliği
anlayamaz.
Müslümanlar, iman sahipleri için yazıyorum: Kur’anda israf kötüleniyor.
Allah müsrifleri, israf edenleri sevmiyor. Kitabullah müsrifler için “Onlar
şeytanın kardeşleridir” buyuruyor. Roma imparatorluğunun yıkılış
sebeplerinden biri israf olmuştur.
Romanın azgın zenginleri ve ekabir tabakası, süslü sofralarda hayvanlar
gibi yer, midelerinde yeni bir lokma için yer kalmayınca, biraz öteye gider,
bir kaz tüyü ile kurcalar kusar, tekrar sofraya otururdu.
Günde milyonlarca aziz ekmeği çöpe atan Türkiye ıslah olmaz, israftan
kanaate ve şükre dönmezse Romanın akıbetine uğrayabilir.
İsraf sadece yemede içmede olmaz. Zaman israfı olur… Ömür israfı olur…
Meskende, yazlıkta, otomobilde, mobilyada, her şeyde israf olur…
Bilgelik sahibi vicdanlı bir insan israf etmez.
İyi bir Müslümanın, gerçek bir dindarın israf etme şansı yoktur.
Cenab-ı Hak hepimizi israf azgınlıklarından korusun.
İsraf gurura kibre yol açar… Gurur ve kibir küfre köprüdür…
11.02.2016
habervaktim.com
Amerika Neden Türkiye’ye Düşmanlık Ediyor? - D.Mehmet Doğan
Yazarın Tüm Yazıları »
Bizim neslimiz ABD düşmanlığının zirvede olduğu bir dönemi yaşadı.
Sokaklar Amerikan karşıtı gösterilerle dolup taşardı. Türkiye bağımsız
değildi… Bağımsızlığımızın önündeki engel Amerika idi. Her şeyi
emperyalistlerin, ABD’nin kontrolü altında bir ülke idi. Asıl kararlar
Türkiye dışında alınıyor ve mahalli komprador idareciler eliyle
uygulanıyordu. Bu idareciler halkı hiçe sayarak emperyalistlerle gizli
anlaşmalar yapıyor, vatan topraklarının bir kısmını “üs” adı altında onlara
peşkeş çekiyordu….
O günlerde “Bağımsız Türkiye” sloganından sonra “Go home” yani “evine
dön” diye bağırmak da vazgeçilmezler arasında idi…
Soğuk savaş şartlarında ABD düşmanlığının nereden kaynaklandığını
bilmemek saflıkla açıklanamaz. Amerikan karşıtlığının arka planında güçlü
bir Sovyet/komünist dünya vardı. İki ülke fiilen savaşmıyordu, ama
propaganda savaşı her yerde sürüyordu.
Peki Türkiye gerçekten Amerika’ya bağımlı mı idi? “Değildi” denemez!
Türkiye- Amerika ile ilişkilerinde hakim gücün borusu ötüyordu.
Türkiye’nin yönetimi, siyaseti üzerinde ABD’nin görünür bir tesiri vardı.
Bu sadece sağcı iktidarlar döneminde değil, kendini solcu ilan eden
Ecevit’in döneminde de bariz olarak hissedilebiliyordu.
Türkiye’nin ABD’ye mahkumiyeti, Kıbrıs meselesi dolayısıyla apaçık
ortaya çıkmıştır. İşe bakın ki, Türkiye’nin bağımsızlığını Lozan’da sağladığı
iddia edilen İsmet Paşa da Başbakan’dır. ABD Başkanı Kıbrıs’a
müdahaleye hazırlanan Türkiye’ye “benim silahlarımı kullanarak böyle bir
harekat yapamazsınız” mesajı İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye
de bu dünyada yerini alır” sözünü sarfetmesine yol açmıştı.
İnönü yeni bir dünya kurulmasına giden bir başlangıç yapacak kıratta bir
lider miydi? Değildi elbette. Onunki batı sistemine bir serzenişten öte anlam
taşımazdı. Nitekim yeni bir dünya kurulması için ilişkiler filan bozulmadı.
Yalnız Türkiye bütün ordusunu NATO emrine vermenin ne anlama geldiğini
öğrendi, kendi silah ve malzemeleriyle Ege Ordusu’nu kurdu. Kıbrıs
meselesinin Türkiye’ye birçok yararından biri de bu olmuştur.
Bizim ABD’ye nasıl baktığımız elbette önemli, fakat ABD’nin Türkiye’ye
nasıl baktığı daha da önemli. ABD’nin Türkiye’ye bakışının yalın bir bakış
olmadığı şüphesizdir. İsrail faktörünün bu bakışı en fazla etkileyen unsur
olduğunu söyleyebiliriz.
Türk-ABD dayanışması her zaman siyasetin gündemindedir. İşe bakın ki,
Amerika, bu dayanışmayı, “Muavenet” zırhlımızı bombalayarak
anlamsızlaştırmıştır, hem de 1990’larda… Bu arada şimdi bilinmeyen bir
kelime olan muavenetin bugünkü karşılığının “Dayanışma” olduğunu
açıklayalım!
Ege’de yapılan NATO tatbikatı sırasında “dost ve müttefik” ABD uçak
gemisinden yollanan iki güdümlü mermi donanmamızın en önemli
gemilerinden birini, Muavenet’i batırıyor. Yıl 1994... Amerikan savaş
gemisi Saratoga’dan iki güdümlü füze atılmak suretiyle Muavenet gemisi
bombalanmış ve gemi komutanı ile 4 rütbeli denizci şehit edilmiştir…
Kaza olması mümkün değil! Tesadüf olması mümkün değil!
Mermiler güdümlü; nereye gideceği hesaplanabilen mermiler. Gelip
Muavenet’i batırıyorlar. Amerikalılar “pardon!” diyorlar! Türkiye’nin
yetkilileri “dost ve müttefik” ABD’den gelen bu darbeyi mecburen “kaza”
olarak ilan ediyorlar…
Büyük güçlerle yapılan tatbikatlarda bile böylesine kazalar oluyor!
Tatbikatta bu olursa, gerçekte ne olur?
ABD, Türkiye ile “muavenet” içinde olmadığını, olmayacağını son
zamanlarda her fırsatta ortaya koyuyor. ABD’nin Suriye siyaseti,
Türkiye’yi oyun dışı bırakmak üzerine kurulmuş. Bunu Türkiye’ye gelir
gelmez sivil toplum adı altında her türlü Türkiye karşıtı unsurla bir araya
gelen “Cobaydın” açıkça söylemiş. Biz ABD’nin çıkarına olanı biliyoruz
da, bizim çıkarımıza olanın Türkiye’nin menfatine olup olmadığını
bilmiyoruz!
Biz de şunu biliyoruz: Türkiye’nin menfaatine olanı bilmeyen böyle bir söz
sarfetmez!
Şu sıralar Türkiye’nin varlığı Amerika’nın menfatine aykırı!
yeniakit.com.tr
25 yıl önce porno sanığı Akbay, şimdi de Gülen’in hakimleri!
1990’lı yıllar..
Cuma dergisine açılan ceza davalarını beklerken..
O tarihlerde porno türünden dergilerin sahipliğini yapan Ertuğrul Akbay da
(Şimdi Sözcü’nün patronu olan Burak Akbay’ın babası), müstehcen
neşriyat suçundan yargılanıyor..
Akbay’ın avukatı..
Burhan Apaydın..
İstanbul Barosu’nun en tanınmış avukatlarından..
Ben de avukatlığımın ilk yıllarındayım..
“Tecrübeli avukattan neler öğrenebilirim” diye, dikkat kesilerek izliyorum..
Ama..
Sergilenen tavır, bir şeyler öğrenmeyi bırakın, avukatlığın saygınlığına zarar
verici boyutta..
Pratik yargılaması ile İstanbul Adliyesi’nin en gözde hakimlerinden
Mustafa Kutluk, usûl kurallarının kötüye kullanılmasına, sonunda isyan
ediyor, “Ben sizi tanıyorum.. Bir cebinizde reddi hakim, diğer cebinizde
istifa.. Böyle savunma olur mu” diyordu.
Gerçekten de..
Müdafiliğini yaptığı Ertuğrul Akbay..
Hiçbir şekilde savunulamayacak çirkinlikte porno resimleri, dergisinde
basmış..
Cezayı yemesi garanti..
O zaman ne yapacaklar?
Davayı uzatacaklar..
Bir de, hakimin hata yapmasını sağlamak için, değişik usûli itirazlarda
bulunacaklar..
Bunların en yoğun kullanılanları da..
“Reddi hakim..”
Eğer onda netice alınamazsa..
“Müdafilikten istifa..”
Ne kazandırıyor, bunlar?..
Reddi hakimlik itirazının incelenmesi için duruşmanın ertelenmesi..
Sonrasında..
Sanığın avukatı istifa ettiği için.
Kendisine yeni bir avukat tutabilmesi için süre verilmesi amacı ile
duruşmanın ertelenmesi..

Bunları niçin hatırladım?
Dün Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde yargılanan iki hakimin davasında,
benzer görüntüler yaşandığı için..
Gülen’ci emniyet müdürleri ile Samanyolu televizyonunun yöneticisi
Hidayet Karaca’yı cezaevinden çıkarabilmek için..
Skandal bir kararla, kanunu bypass ederek tahliye kararı verenler..
Hakim Mustafa Başer ve hakim Metin Özçelik, sanık olarak
yargılanıyorlar..
Tam da 25 yıl önceki, porno dergi sahibi Ertuğrul Akbay’ın avukatının
yaptığı oyunlar..
İki hakimin sanık olarak yargılandığı davada tekrarlanıyor..
Hakimlerin reddi isteniyor...
Bununla ilgili ret kararı verilince..
İstifa değil ama..
Salondan çıkılarak..
Sanıkları avukatsız bırakarak..
Sonraki itirazlarda kendilerine malzeme olması için..
“Müvekkilimiz avukatsız olarak ifade vermiştir, bu ifade geçersiz” demek
için..
Salondan çıkıyorlar..
Ne kadar çirkin oyunlar..
Ne kadar kötü niyetli uğraşlar..

Burhan Apaydın’ın numaraları, benim görebildiğim kadarı ile “hakimin
reddi” ve “istifa” idi..
Bugünküler, o metodları daha da geliştirmişler..
Yargılananlar hakim olmasına rağmen..
Benzer suçu işleyecek kişiler yerel mahkemelerde yargılanırken..
Onlar, hakimlikte belli bir süreyi doldurdukları için..
Yargıtay’da yargılanıyorlar..
Yani apaçık bir ayrıcalıktan yararlanıyorlar..
Yine yetinmiyorlar..
Uluslararası Yargıçlar Birliği eski başkanı Gerhurd’u..
O da yetmiyor, Hollanda Yargıçlar Birliği eski başkanı Gerritjan’ı
duruşmaya getiriyorlar..
Gerhurd ile Gerritjan ne yapacak ise?
“Duruşmayı izlesinler, ne olur ki” diye itiraz edeceksiniz..
Haklısınız, benim için de sorun yok.
Ama sorunu, sanık hakimlerin avukatları çıkartıyorlar..
“Salonda uluslararası gözlemciler var.. Bunların varlığı duruşma zaptına
geçirilmelidir” diyor..
Benim kafam karışıyor..
“Uluslararası gözlemci” dedikleri..
Şu derneğin eski başkanı.. Bu derneğin emekli başkanı..
Olsun..
Adamların isimleri yabancı ya..
Burdakiler de.. Onların pisliklerinde boncuk arıyorlar..
“Duruşma zaptına isimleri mutlaka geçirilmeli..” diyorlar..
Hani biraz yüz bulsalar..
“Misafirlere çay kahve servisi yapılmalı.. Sauna hizmetlerinden
yararlanmaları sağlanmalı” da diyecekler ama..
İsimlerin duruşma zaptına geçirilmesi kabul edilmeyince..
Artık sonrasını getiremiyorlar..

Ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak..
Bu ülkede yıllarca hakimlik yapan o iki sanığın..
Avrupa’dan gelen iki yabancının isimlerinin duruşma zaptına
geçirilmesinden medet ummalarını..
Utançla karşıladım.
Buna rağmen..
Yargılamanın yapıldığı o dairenin başkanı ben olsaydım.
Sanık avukatlarının bu isteğini kabul ederdim..
Sanıkların kimlerle işbirliğinde olduklarını ispat açısından.
Sonraki nesillere, bir ibretlik vesika olması için..
“Duruşma salonunda, Gerhurd ile Gerritjan’ın da bulunduğu.. İlaveten
CHP milletvekili Mahmut Tanal’ın da sanıklara destek amacı ile hazır
olduğu görülmüştür” ifadesini, zapta geçirirdim.
Yıllar sonra..
Bugünlerde neler yaşandığını öğrenmek isteyenler.
Gülen’cilerin kimlerle kol kola olduklarını.. Kimlerden destek aldıklarını
böylece görmüş olurlardı..
Görüyor musunuz:
Gülen, hayatı boyunca eleştirdiği CHP’den medet umuyor.. CHP’liler,
siyasi hayatları boyunca boğmak istedikleri Gülen’in sempatizanlarını
cezadan kurtarmak için, desteğe geliyor..
Ne güzel..
Yazın duruşma zaptına..
Herkes bilsin, Gülen’cilerin düştükleri durumu..
“Dindar bir Cumhurbaşkanı’nı devirebilmek” için..
Kimlerle işbirliğine girdikleri, duruşma zaptı ile tescillensin..
Bu makale 18.076
kez okundu
yeniakit.com.tr
ABD-Rusya-PKK hain ittifakının bahar planı
Terör örgütü PKK/PYD’nin Suriye’de bahara kadar devlet kurup, ardından
tüm güçleriyle Türkiye’ye saldırmayı planladığı ortaya çıktı.
Yabancı ajanların desteğiyle operasyonlara karşı direnmeye çalışan PKK,
verdiği ağır kayıplara rağmen, güvenlik güçlerini Türkiye topraklarında
oyalayarak Suriye’de terör devleti kurulması için zaman kazanmanın
peşinde. PKK’nın Güneydoğu’da sadece üç ilçede bine yakın kayıp
vermesine rağmen hala direnmesinin arkasında, ‘Baharda Türkiye’ye
saldırma planı’nın olduğu ortaya çıktı.
‘ÖLÜN’ EMRİ
Şehirlerdeki saldırıları yönetmek üzere dağ kadrosundan gelen teröristler,
verilen kayıpların ardından Kandil’e hendek siyasetinden vazgeçilmesini
önerdi. “Gerekirse ölün ama teslim olmayın. Yaralıları da ambulanslara
vermeyin. Baharda Irak ve Suriye’den 10 bin PKK’lı Türkiye’ye gelecek”
talimatı veren Kandil şehirdeki teröristleri ölüme terk etti.
İstihbarat yetkililerinden alınan bilgiye göre, PKK’lıların hendek
siyasetindeki amacı Kürtlere özgürlük getirmek değil, yeni Suriye haritası
çizilirken Türkiye’nin masada olmasını engellemek. Plana göre Türkiye
şehirlerdeki hendeklerle uğraşırken, Suriye’nin kuzeyine bir güvenlik
operasyonu düzenleyemeyecekti.
PKK’YA MÜKAFAT
Örgütün iç haberleşme trafiğine göre, elebaşları şehirlerdeki teröristlere
‘Çok kayıp verseniz bile devam edin, karşılığında ödüllendirileceksiniz’
mesajını iletti. ABD’de ve Batılı ülkelerden gelen ‘PYD’yi terör örgütü
olarak görmüyoruz’ açıklaması bu ödülün bir parçası oldu. PKK’nın PYD
üzerinden legalleşeceği ve Suriye’nin kuzeyinde fiilen özerk bölge
yönetimlerine kavuşabileceği dile getiriliyor. İki terör örgütü bu çatı
birlikteliğini resmen kabul ediyor.
CERABLUS NEDEN ÖNEMLİ
Türkiye’nin Cerablus’ta oluşturulmasını istediği güvenlik bölgesi, Türkiye
ve Avrupa’ya yönelecek yeni yüz binlerce mülteciyi önlemenin yanı sıra,
Suriye’nin Akdeniz’e açılan bir PKK koridorunu da kesecek. Türkiye,
hendek terörüyle enerjisi alınmak istense de, bölgede yaşayan halkın da
desteğiyle PKK’ya yönelik operasyonlarda başarı sağlayarak koridor
planının önüne geçti.
HDP’DEN HAİNLERE DESTEK
Cizre ve Sur’da dağ kadrosundan geriye kalan az sayıda teröristin belli
evlerde sıkıştırıldığı ortaya çıktıktan sonra HDP dün, buradaki PKK’lılara
destek olmak için “Üç gün hayatı durdurma eylemi başlattı. HDP’li
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı otobüsler kontak kapattı, çöpler
de toplanmadı. Şehrin en işlek caddelerinde bile çöp dağlarının oluşması,
Diyarbakırlıların tepkisine yol açtı. (Star)

tgrthaber.com.tr
Cumhurbaşkanı Erdoğan resti çekti
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Genç İşadamları
Konfederasyonu (TÜGİK) Genel Kurulu'ndaki konuşmasında BM'ye çok
sert sözlerle yüklendi.Türkiye'ye gelen göç akımının en büyük sebebinin
Rusya'nın saldırıları olduğunu belirten Erdoğan "BM'nin tedbir almak
yerine ülkemize çağrıda bulunması samimiyetsizliktir. Demiş ki 'kapınızı
açın onları alın'. Peki ey BM sen ne işe yarıyorsun? Şu ana kadar 10
milyara yakın para harcayan bu ülkeye ne kadar destek verdin? "dedi.
İşte o konuşmadan satır başları
TÜGİK'in ekonomi politikalarının yanında ülkemizin en büyük sorunlarında
koyduğu yerli duruşu takdir ediyorum. Türkiye içeride ve dışarıda
topyekün bir savaş veriyor. Bu sabah Akit ve Yeni Şafak gazete binalarına
saldırı düzenlendi. Saldırıyı şiddetle kınıyorum. Geçmişte bir başka
gazetemizin giriş kapısının camları silahlı saldırıda değil, arbede de
kırılmıştı. Dünyayı o zaman ayağa kaldıranların tepkisini şimdi çok dikkatle
izleyeceğim.
TÜRKİYE YÜZDE 4 BÜYÜDÜ
Ülkemizde geçmiş yılda ve bu yılda yaşanan gelişmeler birilerini
karamsarlığa soktu. Türkiye şuan istikararlı bir şekilde devam etmektedir.
Genç iş adamlarımız hiçbir şekilde morallarini bozmasın. Tatillerinizi yurt
dışında yapmayın, Türkiye'de yapın. Türkiye'nin durumu kötü değil,
2015'in ilk çeyreğinde Türkiye yüzde 4 büyüdü. 2015'te açılan şirket sayısı
bir önceki yıla göre 59 binden 68 bine yükseldi. Beyaz eşya satışlarımız
arttı. Cari açığımız azaldı. Turizm gelirlerindeki düşüş küresel piyasayla
ilgili gözüküyor. Bu sorunuda çözeceğiz.
FAİZ YÜKSEK OLURSA YATIRIM DURUR
Dünyanın diğer ülkelerinde faiz oranları eksi değerlerde. Faizin yüksek
olduğu Türkiye'de yatırım nasıl olacak. Yatırımın durduğu yerde istihdam
durur ve uluslararası rekabet gücünüz biter. 2015'te Türkiye'nin
tökezleyeceğini umanlar bir kez daha hüsrana uğradılar. Uluslararası
kuruluşların açıkladıkları değerlendirmeler siyasi kaynaklıdır. Biz neler
yapabileceğimizi biliyoruz. Kararlılıkla hedeflerimize büyüyoruz.
SURİYE
Suriye meselesi canımızı acıtmaya, yüreklerimizi dağlamaya devam ediyor.
Son haftalarda Esed rejimi ve destekçileri başta Halep sivilleri hedef alan
saldırılarını artırmış bulunuyor. Rusya ve rejimin ağır bombardımanın
maruz kalıyorlar. İran destekli Şii milislerin ve Şebbihaların acımasız
katliam haberlerini alıyoruz. Suriye kirli ittifakların kurulduğu, insanların
canı üzerinden kirli pazarlıkların yapıldığı bir ülke haline geldi. Rejim, rejim
destekçisi ülkeler, DAEŞ ve PYD gibi örgütler sürekli palazlandırılıyor.
600 BİN MÜLTECİ GELEBİLİR
Sınırlarımıza gelen kardeşlerimizde acil olanları misafir ettik. 35 bin ise
sağladığımız imkanlarla bekleyişleri sürüyor. Rusya'nın, Esed'in saldırıları
devam ederse bu sayı 600 bini bulabilir.
BM SEN NE İŞE YARIYORSUN?
Bu göç akımının en büyük sebebi Rusya ve Esed'in sivil halkı alan
saldırılarıdır. Buna rağmen BM'nin tedbir almak yerine ülkemize çağrıda
bulunması samimiyetsizliktir. Demiş ki 'kapınızı açın onları alın'. Peki ey
BM sen ne işe yarıyorsun? Şu ana kadar 10 milyara yakın para harcayan bu
ülkeye ne kadar destek verdin? 455 milyon dolar, ayıptır ayıp. Bizim
anlımızda enayi yazmıyor kusura bakmayın. Gereği neyse bunu yaparız.
Herhalde otobüsler boşuna durmuyor, uçaklar boşuna durmuyor. Biz de
göndeririz.
NEREDE 3 MİLYAR AVRO?
Suriye'de uçuşa yasak bölge ilan edelim dedik. Bir adım atın dedik,
görüşüyoruz dediler. Şimdi bir 3 milyar avro mevzusu var. Nerede 3 milyar
avro. Şimdi de plan proje getirilsin diyorlar. Yahu neyin plan projesi. Gel
bizim bütün sahilleri dolaş, yapılan harcamalar zaten ortada. Biz senden
Türkiye'nin milli bütçesi için para istemiyoruz. Samimi değiller.
ABD'YE TEPKİ
Bakın en son NATO müttefikimiz 'PYD ile biz dostuz' diyor. PYD ile
PKK'yı ayrı görmeyecek kadar gözleri kapalı. Kalkıp kendi uluslararası
güvenlik elemanına Kobani'de plaket veriyorlar. Bun rağmen hala PYD'yi
YPG'yi 'terör örgütü değil' diye değerlendiriyorlar. Tüm bu gerçekler
ortadayken Türkiye'ye çağrı yapmak ikiyüzlülüktür. Uluslararası
yükümlülükleri hatırlaması gereken varsa o da BM Güvenlik Konseyi'dir.
BU KURUM KENDİ SONUNU HAZIRLIYOR
Hem Rusya'nın Esed'in saldırılarına bir şey demeyecek hem de Türkiye'ye
kalkıp çağrı yapacaksınız. Görevini yerine getirmeyen, mağdurun değil
zalimin yanında yer alan kurum kendi sonunu hazırlıyor demektir. Bizim
medeniyetimiz bir merhamet medeniyetidir. Bizim en büyük geleneğimiz
misafirperverliğimizdir.Mültecilerin yanlarında getirdikleri ziynet eşyalarına
göz dikiyorlar. Bugün çoğu Avrupa ülkesinde ırkçı akımların mültecilerle
ilgili politika belirlediğine şahit oluyoruz.
JUNKER VE TUSK'LA GÖRÜŞMENİN TUTANAĞI
Avrupa Konseyi Başkanı Sayın Junker'i davet ettik. Tusk'u da tanırım. Her
ikisiyle yaptığım görüşme Suriyelilerle ilgili çalışmalar. Birileri bu
görüşmenin tutanaklarını servis ederek bize saldırmaya çalışıyor.
Okumuşsunuzdur orada ne yapmışız biz. Ülkemizin ve Suriyelilerin
haklarını savunmuşuz. Yayınlanan tutanaklar bizim için utanç değil bir ibra
belgesidir aslında.
KAPILARI AÇAR , 'HAYIRLI YOLCULUKLAR' DERİZ
Biz şu ana kadar sizden para gelecek diye 9 milyar dolar harcamadık. O
bizim misafirperverliğimizin gereğidir. Bu bizi yıkmaz, bundan sonrada
ayakta durmaya devam ederiz. Edirne'de sığınmacıları otobüslere bindirdik
ondan sonra geri gönderdiler. Kusura bakmayın, o zaman biz de kapıları
açarız 'Haydi hayırlı yolculuklar' deriz.

habervaktim.com
Avrupalı kafası ve bizimkiler - Haşmet Babaoğlu
Yazarın Tüm Yazıları »
Bu gözler neler gördü!
Bodrum'da tatil yaparken önüne gelen servis elemanını aşağılayarak
zenginliğini ve gücünü kanıtladığını sanan insanların Berlin'de üzerine
yemek döken garsonu teselli etmek için boynuna sarıldıklarını...
Buradayken pek ağır abi ve pek sert solcu olanların yurtdışındayken tren
kondüktörlerine bile selam duruşlarını falan anlattırmayın!
Bu adamların medyası şimdi kalkmış Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AB
Başkanı Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker'e ayar verişini
eleştiriyor.
Şaşırmadım.
Fakat içlerindeki ezikliği halka özgür yorumculuk diye yutturacaklarını
düşünüyorlarsa, bu kaçıncı aldanış!
Söz konusu toplantının bir Yunan internet sitesi tarafından sızdırılan notları
ortada işte!
Dün Hilal Kaplan bizde, Murat Çelik Star'da yazdılar; o toplantıda
Erdoğan'ın söyledikleriyle insan ancak gurur duyar.
***
Ben iki noktaya takıldım...
Birincisi...
Jean Claude Juncker "Size prens gibi davranıyoruz" demiş Erdoğan'a.
Bizim paralel ezikler ve solcu rolü yapan satılmışlar bu yaklaşımdaki iğrenç
pazarlığıgörmüyorlar da, Erdoğan'ın diplomatik klişeleri yıkan ve AB'nin
mültecilere ilişkin samimiyetsiz tavrını yüzlerine çarpan yaklaşımını
"pazarlık" olarak göstermeye kalkışıyorlar.
Kalkışsınlar. İyidir!
Çünkü bu halleriyle her gün milletten biraz daha uzaklaşıyorlar.
***
İkinci nokta önemli...
Avrupa'nın, belli ki "yeni Türkiye"yi ve ülkede gerçekleşen sosyolojik
dönüşümü kavramaya bir süre daha niyeti yok.
Bunu nereden anlıyoruz?
Juncker'in "ilerleme raporunu 1 Kasım'dan sonraya bıraktık" diyerek
Erdoğan'a şirin görünmeye çalışmasından...
Aklı sıra seçimi bu sayede kazandınız, demeye çalışmış, cevabını da almış.
Demek ki, Avrupa'nın tepe yöneticilerinin kafaları eski günlerde kalmış.
Düşünün, kendilerine bağlı besleme medyanın sandık sonuçlarını
belirleyebileceğine hâlâ inanıyorlar.
İnansınlar.
Bekleriz.
Dünya hızlı dönüyor; yani akıllarını başlarına toplamaları uzun sürmez.
habervaktim.com
Açık sınırın nesi açılacak?.. - Abdulkadir Özkan
Yazarın Tüm Yazıları »
DÜNYA üzerinde çatışmaları ve savaşları önleme iddiası ile kurulmuş olan
BM’nin kuruluş gayesi istikametinde ciddi bir çabasının olmadığını
sanıyorum söylemeye bile gerek yok. Çünkü artık açıkça görülüyor ki,
BM’nin asli görevi Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin dünya
üzerindeki işgal ve sömürülerine hukuki zemin hazırlamak ikincisi,
önleyemediği çatışmalarda ölenler ve yurtlarını terk etmek zorunda kalan
insanların çetelesini tutup arada bir yayınlamak. Kısacası, BM’nin öyle
Birleşmiş Milletler gibi bir fonksiyonu yok. Güdümlü yapısı sebebiyle ciddi
bir fonksiyon icra edemiyor. Bu bakımdan öncelikli olarak BM’nin
yapısının değiştirilmesi, 5 daimi üyenin son sözü söylemesinin önlenmesi
gerekiyor. Bu yapılmadığı/yapılamadığı sürece bu teşkilattan dünya
üzerinde barışı sağlamak, çatışmaları önlemek gibi bir işleve sahip olmasını
beklemek boşuna olur.
Meseleye bu açıdan bakıldığında Türkiye’ye yaptığı, ‘Suriye’den gelen
mültecilere sınırı açın’ çağrısını ciddiye almanın, ‘Bu da ne demek,
sınırlarımız zaten açık, açık sınırın yeniden açılması nasıl oluyor’ diye
düşünmenin anlamı kalmıyor. Bu çağrı BM’nin yapısındaki ciddiyetsizliğin
açıklamaya yansımadan ibaret kalıyor. Aynı durum NATO için de geçerli.
Gerek BM gerek NATO kuruluşlarında birkaç sömürgeci ülkenin
kontrolüne terk edilmiş ve buna pek çok ülkede rıza göstermiş. Belki barışı
sağlamak gibi bir düşünceye duyulan saygıdan, belki de yapabilecekleri
başka bir şey olmadığından sessiz kalınmış, üyelik çağrısına uyulmuş
olabilir.
Gerçekten icra gücü var ise BM’nin öncelikli olarak Suriye’deki çatışmaları
önlemesi bunu yapamıyorsa ya da yapmıyorsa yeniden yapılandırılması için
harekete geçilmesi gerekiyor. Sorunun kaynağını çatışmaların oluşturduğu,
insanların canlarını kurtarmak için her şeylerini geride bırakarak ölümü,
açlığı ve soğuğu göze alarak yurtlarını terk etmelerinin önlenmesi
gerekiyor. Türkiye sınırlarını zaten baştan beri açık tutuyor. Ne var ki,
ülkemize sığınmış ve sığınacak olanların gelecekleri iyi görünmüyor.
Ülkemize yönelik göç devam edecek olursa işler giderek daha da içinden
çıkılmaz hal alacak. İnsanımız elinden gelen desteği veriyor. Buna devletin
desteği de eklenmesine rağmen milyonlarla ifade edilen insanların ne
kontrolü mümkün oluyor ne de ihtiyaçlarının karşılanmasına yetişilebiliyor.
Ülkemizin her köşesinin Suriyeli mültecilerle dolmuş olması da bunu
gösteriyor. Öncelikli olarak bu sorunun ele alınması ve dünyanın topyekun
mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanmasına odaklanması gerekirken sanki bu
iş sadece Türkiye’nin sorumluluğundaymış gibi BM’nin Türkiye’ye
sorumluk çağrısı yapması sadece bir sorumsuzluk örneği değil, aynı
zamanda ciddiyetsizliğin göstergesidir. Bir an evvel çatışmaların önlenmesi
ile ilgili sorumluluğunu üstlenemeyen, bu konuda ciddiyetini koruyamayan
bir örgütün sorumluluk çağrısı sadece bir ciddiyetsizlik örneğidir. Açıkçası
BM başlangıçta deklare edilen kuruluş gayesine yönelik görevini
yapamamakta olduğu için bir an evvel iptal edilmesi, barışı sağlamak gibi
iddialarla dünyanın daha fazla oyalanmaması gerekiyor. Çünkü mevcut
dünya düzenini gizli örgütleri saymazsak BM ve NATO oluşturmaktadır. Bu
düzenin iflas ettiği yeni düzene ihtiyacı olduğu da görülüyor. Yeni düzenin
kurulması eski kurumların kapısına kilit vurulması ile mümkün olur. Yeni
bir dünya kurulup Türkiye’de orada yerini alacaksa önce yeni düzenin
kurulması için yıllarca Erbakan Hocamın dile getirdiği ve temelini de attığı
İslam Birliği’nin hayata geçirilmesi için harekete geçmek gerekiyor.
yeniakit.com.tr
Bölgesel ve küresel vahşetin ortak savaşı
Suriye’de son günlerde özellikle Halep ve çevresinde yoğunlaşan savaş
gerçekte insanlığın; günden güne hırçınlaşan, her gün daha da vahşileşen,
çıkarlarını koruyabilmek ve hâkimiyetini sürdürebilmek için bir ülke halkını
toptan sürgüne hatta imha etmeye bile cüret edebileceğini gösteren
vahşetle karşı karşıya geldiği bir savaştır. Dolayısıyla bu savaşta canavarlar
cephesinin galip gelmesi sadece Suriye direnişinin ve halkının, Halep
ahalisinin değil bütün insanlığın kaybetmesi olacaktır.
Bölgedeki sömürgeci güçlerin küresel emperyalist güçlerle ittifak kurarak
oluşturduğu saldırı cephesi Türkmen bölgesinden sonra Halep bölgesi
üzerinde yoğunlaştı. Ancak burası bir merkez olarak hedefe yerleştirilmiş
durumda. Saldırı ve operasyonlar ise geniş çaplı bir şekilde, insanî
değerlerden, savaş hukukundan ve tamamen vahşet temelli korkunç
stratejilerle çok yönlü yürütülüyor. O yüzden biz de Allah’ın izniyle bu
haftaki yazılarımızda Suriye’de son günlerde iyice şiddetlenen vahşi
saldırılar, arka planında duran ve küresel emperyalizmin perde arkasındaki
ittifakına dayalı stratejiler üzerinde durmak istiyoruz.
İşgal güçlerinin Halep ve çevresini boşaltma amaçlı saldırıları yoğun bir
şekilde sürüyor. 8 Şubat Salıyı Çarşambaya bağlayan gece Halep ve İdlib’in
kırsal alanına yönelik saldırılarda, çoğu kadın ve çocuk 33 sivilin
öldürüldüğü açıklandı. Çok sayıda da yaralının olduğu saldırılarda onlarca
ev harabeye çevrilmişti.
Ölenler ve yaralananlar arasında kendi evlerini terk ederek, biraz daha
güvende olduğunu düşündükleri köylere sığınan mülteciler de vardı. İşgalci
canavarlar, evlerini terke zorlanan mültecileri tamamen Suriye’yi terke
zorlamak amacıyla ülke içinde özellikle de kuşatmaya alınması planlanan
yerleşim alanlarının çevresinde kurulan mülteci kamplarına kasten ve planlı
bir şekilde saldırıyorlar.
Son dönemlerde Halep, İdlib ve Der’a gibi önemli şehirlerin etrafındaki
kırsal alanların ve bu bölgelerdeki sivil halkın vurulmasının amacı bu halkı
göçe, evlerini terke zorlamak ve böylece bölgelerde kontrolü sağlayan
direniş güçlerini çevreden kuşatmaya almak için kara operasyonları
düzenleyen güçlere yer açmaktır. İşgalci saldırganlar böylece buralara gıda
yardımı dâhil tüm insanî yardımların ulaşmasının engelleneceğini ve şehir
merkezlerinde kıskaca alınan ahalinin açlığa mahkûm edileceğini böylece
onları himaye için direnişi sürdüren gerilla güçlerinin de teslim olmak
zorunda kalacağını düşünüyorlar.
Bu yöntemi stratejik olarak direniş güçlerini teslim olmaya zorlamak için
uyguluyorlar. Fakat onları teslim olmaya zorlama amaçlı vahşi yani “aç
biilaç bırakma” stratejilerinde yüz binlerce hatta milyonlarca sivil kalabalığı
kıskaca almaya çalışıyorlar.
Bu vahşi yöntemin Madaya’da ne derece korkunç manzaraların ortaya
çıkmasına neden olduğunu bütün dünya gördü. Aslında bu şehir aylardan
beri kuşatma altında tutuluyordu ve insanlar aç ve ilaçsız bırakılmışlardı.
Fakat yine de onların karşı karşıya olduğu durumdan son döneme kadar
dünyanın pek haberi olmuyordu. Çünkü vahşi canavarlar şehri çok sıkı
kıskaca aldıklarından içeriye yardım desteğini engelledikleri gibi dışarıya
bilgi akışına da büyük ölçüde engel olmuşlardı.
Şimdi Suriye’nin Şam’dan sonra en önemli merkezi olan Halep’i kuşatmaya
alma operasyonu üzerine ortaya çıkan durum karşısında; “acaba
Madaya’daki o korkunç manzaraların dışarı çıkmasına bilerek mi imkân
tanıdılar?” sorusu akla geliyor. Çünkü o manzaralar gerçekten insanların
gözlerini korkuttu ve aynı durumun kendi bölgelerinde de ortaya
çıkabileceği korkusuyla evlerini terk ederek yollara döküldüler. Vahşette
sınır tanımayan anlayışın bu tür yöntemlere başvurması ihtimal dışı değildir.
Çünkü onun için önemli olan karşısındakini teslim olmaya ve şartsız bir
şekilde başındaki diktayı kabule zorlamaktır. Bunu başarabilmek için sonuç
vereceğini umduğu her araçtan yararlanır. Dolayısıyla Madaya’da kıskaca
aldığı insanların maruz kaldığı korkunç manzaraları gösterip “teslim olmaz
veya buraları terk etmezseniz sizin de başınıza gelecek olan budur?” mesajı
verebileceği araçları kullanması mümkündür. Nazi saldırganlar ve 1948’de
Filistin’i işgal eden Siyonist teröristler bunu açıktan yapıyorlardı. Putin -
Esed - İran ittifakının da dolaylı yollarla yapması muhtemeldir.
Bu makale 2.975
kez okundu

yeniakit.com.tr
Arınç Olayı
Arınç olayı, AK Parti’ye zarar vermek isteyen çevrelerin sanki bir fırsata
dönüştürmeye çalıştığı bir olay halini aldı. Arınç’ın kastının bu olduğunu
sanmıyorum. Ama öte yandan Arınç’ın dışlanmışlık duygusu ile
öfkelendiğini sanıyorum..
Bu tavır, Arınç’a da yakışmıyor, Arınç’ın bu açıklamalarına karşı tepki de o
tepkiyi koyanlara yakışmıyor.
Evet Arınç bazı şeylerden rahatsız. Ama peki bu rahatsızlığını niçin
görevdeyken dile getirmedi de, bugün görevden ayrıldıktan sonra dile
getiriyor?..
Arınç yaş olarak benden yaşlı, ama siyasette ben birçok kişiden daha fazla
geçmişe sahibim. Bugüne kadar eleştirdim de, savundum da. Hiç görev
istemedim. Ne memur oldum, ne de MNP Gençlik teşkilatı, MSP
zamanında Genel Merkez Basın danışmanlığı, RP zamanında aday
bulmakta zorlanıldığı bir zamanda sadece destek olmak için bir adaylık
dışında parti kademelerinde bir görev aldım.
Milli Gazete’yi, Yeni Devir’i çıkaran ekipteydim, Milli Gazete ile ilişkim
kesildiğinde de kişisel bir hesaplaşmam olmadı.
AK Parti’nin ilk yıllarında tezkere konusunda tavrım belli idi, bugün nerede
durduğum da ortada. Eleştirirken ya da savunurken, bunu kimse için
yapmadım. Sadece Allah rızası için yaptım. Günde 5 defa, haftada 5 gün
yargılandığım günlerde de mağduriyet üzerine bir söylemim olmadı.
Ödemem gereken faturaları kendim ödedim, kimseye fatura etmedim. Ve
Allah her şeyi bana layık olduğumdan daha fazlası ile verdi. Şükürler olsun.
Birilerinin bedel ödetmek, diyet ödetmek, intikam almak, iktidar
nimetlerinden yararlanmak konusundaki ihtiraslarını görünce üzülüyorum..
Bunlar bize yakışmıyor. Hesap sormayı ne kadar çok seviyoruz. Kazanmak
yerine suçlamayı tercih ediyoruz.
Bizim boşa geçirecek bir saniye zamanımız, boşa harcayacak bir kuruş
paramız ve feda edecek tek bir insanımız yok. Ama kazanmamız gereken
çok insan var..
Mahkeme kadıya mülk değil. Keşke insanlar ısrarla makam istemeseler.
İhtirasla istenen bu makamlar bakarsınız dua ile istenen belaya dönüşür.
Kendi yaşlanınca çocuklarını kendilerinin yerine hazırlayan kişiler bilirim..
Kendi varken sesini kısıp, olmadığında kıyameti kopartarak, tehdit eden,
meydan okuyan adamları bilirim. Gülen’e baksanıza, sahi o hoşgörü ve
diyalog hikayesi ne oldu?!
Öte yandan biri yanlış yapınca, başkasının da ona yanlış yapma hakkı yok.
Güzel örnek olmamız gerek. Yanlışı büyütmemek gerek.
Bana kalırsa Arınç’ın üslubu da, o şekilde konuşması da doğru değildi. Ama
ona yapılan da doğru değil. Toplum önünde ağız dalaşına girmek de yanlış,
Arınç’ın yarı yaşında bile olmayanların, boyundan büyük laflarla bu
yangına körükle gitmesi de..
Bülent Arınç da bu tür öfkeli açıklamalarla hem karşısındakilere, hem de
kendine zarar verir. Varolan yanlışlıklarla mücadelenin yolu da bu değil.
Eğer daha önce şahit olduğu birtakım yanlışlıkların üzerine gitmek
istiyorsa, Akil bir adam olarak ağırlık, inanılırlık, ciddiyet ve güven
duygusunu koruması gerekirdi.. Eleştirirken, bunu aba altından sopa
göstererek, meydan okuma havası içinde yapmaması gerekirdi. Yanlış işler
ve yanlış kişiler konusunda izlenmesi gereken yol, basına, ya da
muhalefetin ağzına laf vermek şeklinde olmaması gerekirdi..
Düne dair eleştirdiği her konuda kendisi de bir şekilde bu yanlışın bir
parçası idi. O zaman bir özeleştiri üslubunda, “ben”, “biz” diye yapması
gerekirdi.
Arınç’ın zor zamanda önemli görevler üstlendiğini de unutmayalım.
Herkes, her kurum eleştirilebilir. Ama bu eleştiri yanlışların düzeltilmesi,
daha iyiyi gerçekleştirme yönünde, sahiplenerek olmalıdır. Yoksa bu iş
sen-ben kavgasına döner ki, herkesin herkes hakkında söyleyecek bir sürü
lafı olabilir..
Bir yanlıştan yola çıkarak, kimsenin yanlış yapana yanlışlık yapma hakkı
yok.. Hele bu işi bir meydan okuma ve linç kampanyasına döndürmek de
hiç doğru değil. Bunun kimseye faydası olmaz. Yok etmek istediğiniz şeyi
büyütürsünüz. Bu işler şuyuu vukuundan beter hadiseler haline gelir.
Birbirinizle uğraşırsanız, elin-günün oyuncağı olursunuz, sonra rüzgarınız
kesilir. Bu tartışmaya birtakım gençlerin bu üslubla katılması en azından
edebe mugayirdir. Ağız dalaşı ile kimse haklılığını isbatlayamaz..
Şimdi Arınç’a düşen, media üzerinden birilerine göndermelerde bulunmak
değil, anılarını yazmak. Özeleştiri de yapmalı, başkalarını da eleştirmeli.
Belki birçok konuda eleştiri yaparken “biz” demeli, bu anılar bizden
sonrakiler için baht kaynağı olmalı.
Olan oldu. “Keşke” diyerek hiçbir sorunu çözemeyiz. Hiç olmazsa bundan
sonrası için dikkatli olalım. Bu olay, başka arkadaşlar için ders olsun. Arınç
ve ona cevap verirken haddi aşanlar açısından ise, bir an evvel bu
tartışmanın bir şekilde sona erdirilmesi gerek.. Kimsenin kimseyi tehdit
etmeye, iftira atmaya, gıybetini ve dedikodusunu yapmaya, şantaj
yapmaya, aba altından sopa göstermeye hakkı yok. Mahkeme de kadıya
mülk değil. Kimse işin başında var diye sonunda da olması diye bir
mecburiyet yok. Akıl, fikir, tecrübe ile varolmak elbette mümkün. Bunun
ille de bir makamla tescil edilmesi gerekmez. Bu ateşe körükle gidenlerin
ise ben iyi niyetli olduklarını düşünmüyorum.. Bu kirli oyuna alet
olmayalım derim.. Yanlışın neresinden dönülürse orası kârdır. Bu üslubla
kazanılacak hiçbir şey yok, kaybedilecek çok şey var. Şimdi susmak,
konuşmaktan daha hayırlıdır. Ya hayır söyleyin lütfen, ya da susun.. Selâm
ve dua ile..
Bu makale 41.510
kez okundu
gazetevahdet.com
Söz Türbelerden Açılınca… - Dursun Gürlek.
Dursun Gürlek
Türk milletinin İslam büyüklerine, Osmanlı padişahlarına ait türbelere ne
büyük bir hürmet ve saygı gösterdiği öteden beri biliniyor. İşte bundan
dolayıdır ki, türbeler kültür dünyamızın en önemli malzemelerinden birini
teşkil ediyor. Ne acı bir gerçektir ki bu sevgi ve ilgi arada bir kesintiye
uğradı. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında ilgisizlik had safhaya çıktı.
Tekkelerin, türbelerin kapatılmasıyla ilgili kanunun yürürlüğe girmesiyle
beraber ecdat kabristanları nisyana terk edildi. Eyüp Sultan hazretlerinin
mübarek türbesiyle İstanbul fatihi Fatih Sultan Mehmet’in türbesi de
kapatıldı. Bir zamanlar ziyaretçi akınına uğrayan bu yerler yıllarca toz
toprak içinde bırakıldı. Nihayet Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle
birlikte kapılarına kilit vurulan türbeler de birer birer açılmaya başlandı.
Fetret devri diyebileceğimiz işbu zaman diliminde türbelerin hazin
manzarasını canlı tablolar halinde gözler önüne sermek için cilt cilt kitaplar
yazılması gerekiyor. Yani yakın tarihimizin bir çok konusu gibi bu mevzu da
araştırmacılarını bekliyor.
Garabete bakınız ki, İslam büyüklerine ait türbelere olan alakanın
azalmasına – bazen de – orada bulunan görevliler sebep oluyorlar. Hüseyin
Vassaf Efendi’nin “Sefine-i Evliya” isimli külliyatının ikinci cildinde buna
şaşırtıcı ve düşündürücü bir örnek veriliyor. Merhum, Hacı Bayram-ı Veli
hazretlerinin hayat hikayesini anlatırken şunları söylüyor:
Ankara halkında Hazreti Pir’e muhabbet duygusu yoktur. Herhalde bir
zamanlar büyük bir muhabbet söz konusuymuş ama sonra ortadan kalkmış.
Sebebi ise şeyhlik makamında oturan zatların tasavvuf zevkinden, ilim ve
irfandan mahrum olmaları ve dünya zevklerine dalmalarıdır. Görevliler bu
halleriyle halkın o ulvi makama duyduğu saygıyı ve hürmeti azaltmış
oluyorlar. Bugün oraya kamil bir insan gelmiş olsa, Hacı Bayram-ı Veli
hazretlerinin ne büyük bir zat olduğunu onlara anlatsa, orası halkın ziyaret
akınına uğrar. Ankara’da altmış yaşına gelmiş bir ihtiyarla görüştüğümde
‘Efendi, bu yaşa geldim, oraya girmedim’ demesi fakiri hayrette bırakmıştı.
Burada görev yapan seccadenişinlere ‘çelebi’ diyorlar. Bayramiye
tarikatine ait vakıfların geliri çok ama işte bu çelebiler oraya gelen
fakirlerle, ziyaretçilerle ilgilenmeyip kendilerine harcıyorlar. Hatta bu
yakında Ankara’dan gelen bir arkadaşım ‘Hazreti Pir’in türbesi toz, toprak
içindedir. Muvacehe penceresi o kadar kirli ki, içerisi görünmüyor.
Dışarısını da badana yapmak, silmek, süpürmek bile kimsenin aklına
gelmemiş. Bu harap manzara, insanı büyük bir üzüntüye sevk ediyor’
deyince o büyük dergahın gelirleriyle yaşayan çelebi efendiye lanet ettim.
Zevk u safaya dalmışlar, dergahı unutmuşlar. Bu durum karşısında
üzülmemek elden gelmiyor.”
İşte sırf bu anekdot bile tekkelerin, türbelerin niçin kapatıldığına dair bazı
ip uçları veriyor. Malum ya, bir mekanı şereflendiren orada bulunan insan
veya insanlardır. Hacı Bayram-ı Veli hazretleri ise Ankara’nın medar-ı
iftiharıdır. Maneviyattan nasipsiz oldukları halde sırf maddi kazanç
sağlamak için orada görev yapan kimselerin bu hazin manzaraya sebep
oldukları yukarıdaki iktibastan açık seçik anlaşılıyor.
Tekke, dergah, türbe düşmanı Vahhabi zihniyetli kimseleri bir tarafa
bırakacak olursak bugün bile Müslümanlar adı geçen manevi mekanlara
gerekli ilgiyi göstermiyorlar. Bu alakasızlık – tabii ki – cehaletten
kaynaklanıyor. Sevmek için bilmek, tanımak gerekiyor. Geçen gün,
Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden Ahmet Aytemur’un cenaze
namazını kılmak için Fatih Camii’ne gittim. Büyük bir kalabalıkla
karşılaştım. Namazdan sonra herkes birbiriyle konuşmaya, muhabbet
etmeye başladım. Kadim dostum Vehbi Vakkasoğlu’na şu cenazeler de
olmasa, bir araya gelemeyeceğiz diye takıldım. Yanımdaki arkadaşlara,
hazır buraya gelmişken, haydi Fatih Sultan Mehmet Hanı ziyaret edelim
dedim. Bazıları bu da nereden çıktı dercesine yüzüme baktı. Bir kısmı da
isteksiz adımlarla türbeye yöneldi. Hazireye girince bakın, şurada Ahmet
Mithat Efendi’nin kabri var. Az ileride Ahmet Cevdet Paşa’nın mezarı
görülüyor, daha dipte de Ali Emiri Efendi yatıyor dediysem de kimse
dinlemek istemedi. Asıl şaşırdığım konu şu ki, türbeye tam yaklaşınca
gruptakilerden biri Fatih burada mı yatıyor dedi. Hayret ettim. Bu arkadaş
öğretmen olduğu ve kırk yıldır İstanbul’da yaşadığı halde Fatih türbesini
bilmiyor. Demek ki hiç ziyaret etmemiş.
Bu kısa ziyaret esnasında ortaya çıkan garabet nümunelerinden bir kere
daha anladım ki, İstanbul konusundaki cehaletimiz tahminlerimizin çok
üstündedir.

gazetevahdet.com
Çağdaş Makyaveller - Lütfü Şehsuvaroğlu
Lütfü Şehsuvaroğlu
Makyavel çok zor şartlarda yaşadı ve öldü. Eserinin ecrini göremedi.
Fakat onun Hükümdar adlı kitabı Avrupa başta olmak üzere hemen bütün
dünyada yönetici rehberi oldu sanki…
Raymond Aron bizim neslimizin anti-marxist kaynakçasında önemli bir
işlev görmüştür.
Sanayi Toplumu kitabı handiyse sağcıların başucu kitabıydı.
Onun Sosyolojik Düşüncenin Merhaleleri adında da bir eseri vardır.
Çoğu eserleri verdiği derslerin ve konferansların metinleri babında…
Makyavelciliği şöyle tanımlar Aron:
“İçtimaî komedyanın iki yüzlülüklerine ışık tutmak, insanları harekete
geçiren hisleri ortaya çıkarmak, tarihî oluşun dokusunu yapan gerçek
çatışmaları kavramak toplumun içyüzünü her türlü vehimden uzak bir
görüşle kucaklamak için harcanan bir çaba..”
Makyavel’in meşhur Hükümdar adlı eseri krallara, başkanlara, kral
başkanlara ve başkan krallara rehber mahiyetinde bir eserdir. Aron’un
değişiyle iktidarın formülü ve fakat aslında toplumun ondan beklentilerinin
arka-planını kavramaya çalışan bir cehd…
Bizde de var Makyavel türü isimler ve Hükümdar gibi eserler…
Vezir Nizamülmülk de bizim Makyavelimiz.
Sonra Koçi Bey’imiz var.
Günümüzde binlerce Makyavel türedi.
Nasıl Konuşulur, Nasıl Kampanya Yapılır, Parti Çalışmalarında Gözönüne
Alınması Gereken İşler, bir sürü Hükümdar kitapları… Onların ikiz
kardeşleri de kişisel gelişim kitapları…
Ya her akşam televizyonlarda sahibinin sesi plaklar?.. Siyaset yorumcuları,
stratejistler, çok bilmiş baylar ve bayanlar?..

Zavallı Makyavel eserinin saltanatını süremedi.
Fakir doğdu, öyle de yaşadı. Ama kimileri onu Floransa’nın Başbakanı bile
sanır.
Fakat bütün Avrupa’ya yol gösteren Makyavel eserinin şöhretini bilemedi.
Herkes Makyavel’e saldırsa da Makyavelcilik oynadı.
Bizde saltanata formül veren el üstünde tutulmuştur hep.
Koçi Bey de öyle, Nizamülmülk de…
Hükümdar’ı ilk okuyan padişahımız Dördüncü Murad’dır.
O yüzden Hükümdar, Kösem’in oğlu olmanın dışında ayrı bir meziyete
sahiptir.
Bağdat’a giderken devleti yeniden kurmuştur.
Göç yolda dizilmiştir.
Re-organizasyon bir nevi...
Şimdi Bağdat Şam tehdidi karşısında kuzeyden, doğudan ve batıdan da
çevrilmiş Türkiye yeni bir devlet yapılanmasına ihtiyaç duyuyor.
Böyle gitmiyor.
Yeni Anayasa lâzım... Yeni devlet konsepti, yeni tehdit, yeni düşman ve
milli güvenlik algısı, yeni milli güvenlik stratejileri şart.
Parti çalışanlarına rehberlik yazanların eliyle yeni devlet yapılanmasının ve
bu saydıklarımızın hayata geçirilmesi mümkün mü?
Makyavellerimiz, Koçi Beylerimiz, Nizamülmülklerimiz hani?
Bizim akademyamızdan modern Makyaveller çıkar mı?
Bildiri yazanlar Hükümdar gibi kolay okunan bildiri mahiyetindeki
metinden niçin birkaç tane yazmasınlar ki?
Totalitarizm
Totaliter rejimlerin “veyl mağluplara” faslından sanki tarih öncesinde
yaşadıkları kabulü var günümüz toplumlarında.
Oysa her rejim totaliter olma eğilimine girebilir.
Faşizm yalnızca İtalya’daki eski bir rejimin adı değildir. Hitler Almanya’sı,
Franco İsyanya’sı, Salazar Portekiz’i, Peron Arjantin’i… gibi rejimler de bir
zamanlar faşizm ile suçlanırdı.
“Brzezinski totalitarizm için altı kıstas kabul eder” diye yazdı Cemil Meriç.
Şunlar onlar:
1. Resmi bir ideoloji: Başka bir tabirle insan hayatının bütün alanlarını
kapsayan resmi bir doktrin
2. Bir diktatörün yönettiği tek parti sistemi
3. Bir polis kontrolü sistemi
4. Bütün propaganda araçlarının tek elde toplanması
5. Silahlı kuvvetlerin tek elde toplanması
6. Bütün ekonominin merkezden kontrol ve idaresi
“Bu kıstaslardan beşi müessesevî, yalnız birincisi ideolojiktir. Birçok
totaliter ülkelerin müesseseleri birbirine benzer, ama ideolojileri
benzemez.”
Totalitarizmi incelediği makalesinde Cemil Meriç Hitler’in şu sözünü de
aktarır:
“Biz faşistler geleneğe dayanan bütün siyasi doktrinleri reddedecek kadar
cesuruz. Hem aristokratız, hem demokrat, devrimciyiz de, gericiyiz de,
proletaryadan yanayız, proletaryaya karşıyız; barışçıyız, barışa karşıyız.
Sabit bir nokta olması yeter: millet…”*
Milleti tek referans göstermenin de faşizme yol açabileceğini idrak ediyor
mu günümüzün siyasileri acaba?
Ya da ekonomiyi polis teşkilatını, orduyu, propaganda araçlarını tek elde
toplama merakı nereye gidiyor?
Bir zamanlar bir cemaatin pek de merak sardığı bu altı ilkeyi hayata
geçirme hevesi, başkalarına da örnek olmasın sakın…
*Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim, İstanbul 2015, s.128
LÂ HAVLE…
Lâ havle velâ kuvvete illâ billâ...
Balyoz gibi yumrukları olsun illâ!
İllâ ki, getirsin nidâ her vuruşla!
Allah Allah!
Ak saçlı erenler gibi pür pâk oldun;
Hamdım beni pişsin diye çâk çâk kıldın.
Allah Allah!
Sabreyledi hûşû ile vallâ billâ!
Hayret ki, nasıl oldu fesüphanallah?!
Allah Allah!
Rüzgâr gibi, şimşek gibi atlar bizde;
İz yok şehsuvardan ama gönlümüzde…
Allah Allah!
Eyvah bu ne hâl böyle, bu hâl ne hâldir?
Müslim misin, kâfir mi; çetin sûaldir.
Allah Allah!

gazetevahdet.com
Feminizm Terörü - M. Şevket Eygi
M. Şevket Eygi
FOTOGRAFINI gördüm, hem üzüldüm, hem öfkelendim. Doksan beş
yaşında bir ihtiyar, iki bastonla ayakta duruyor. Zavallı adamcağızı hapse
atmışlar. Ona orada kim bakacak?.. Suçu neymiş biliyor musunuz? Karısına
şiddet uygulamış!.. Yahu onun âhı da gitmiş, vahı da gitmiş. Şiddet
uygulayacak hali mi kalmış?
Kadınlara pozitif ayrım yapacağız diye nerelere geldik, ne hallere düştük.
Aşırı Feministler terör estiriyor.
Bazı liseli kızlar dekolte kıyafetlere bürünmesin dersiniz, aşırılar yaygaraya
başlar.
Zina yeniden suç sayılsın, cezalandırılsın dersiniz, yaygaralar yeniden
başlar.
Çok açık ve seçik konuşuyorum: Hakların ve hürriyetlerin de sınırı vardır.
O sınırlar aşılınca kötülük olur, fertlere ve toplumlara zarar ziyan ulaşır,
İsviçre Medenî Kanunu’nun tercümesi olan eski Türk (!) Ceza Kanunu da
kötüydü ama bugünkü kadar kötü değildi.
Bizim ailemizin mutlaka bir reisi olması gerekir. Bugünkü Ceza Kanunu
ailede reis tanımıyor. Kadını reis yapmış olsalardı bu kadar kötü ve yıkıcı
olmazdı.
İslamî kriterlere göre Feminizm, Darvinizm Komünizm gibi sapık bir
ideolojidir. Türkiye’yi yıkacak faktörlerden biri işte bu sapık ve bozuk
ideolojidir.
Aile yıkılırsa Türkiye de yıkılır.
Millî kimlik ve kültürümüze uyumlu olmayan yeni Medenî Kanun
yüzünden aile kurumu sarsıntı içindedir. Boşanmalar anormal şekilde
artmaktadır.
Kadın cinayetlerinin ana sebebi bu kanundur.
Bugün on binlerce ayrılmış koca, işleri bozulduğu ve eski eşlerine nafaka
ödeyemedikleri için hapis cezası tehdidi altında titriyor.
Çocuklar için ödenen nafakaların yerli yerinde harcandığına dair hiçbir
denetim yoktur.
Aile konusunda alarm zilleri çalıyor.


ew2016-02-11-tugik-01-12016-02-11-tugik-05-640x36412654449_181230765575077_8942560085681892974_n12662485_599680106853377_7205134720589768456_n12669500_599680646853323_1227000274729600961_nCa4lLIzWwAQ9VexCa9AVkOUkAAQGjUCa9bpkmW8AA40UrCa9dl8RWAAEmWyKCa9Ep8DW4AAm6E_Ca9OaiUW4AAG36TCa9t_0bW8AMFL0sCa9vuymXEAAr7WXerdogan-gazetelere-saldirilari-siddetle-kiniyorum-2h1455187457-2bb5eberdogan-hurriyet-icin-yaygara-koparanlar-nerede-2h1455197839-8ac7betesettur-modasi

yalanyazantarihutansin.org ---Haçlılar geliyor,Türkiye'ye sahip çıkın!

habervaktim.com
204.02.16 - 19 02 2016 - 110 02 2016 - 110.02.16 - 113.01.16 - 116 - 1 (١٩)26.12.15 - 12016 - 1 (١٧)12651231_446880735508045_27911844742020110_n12669210_10207821973980410_103123510_o12688046_438260953051574_7821109832384292510_na3a87ff679a2f3e71d9181a67b7542122c_635907206994337433B206B212B218B220B221CawI2hEWwAA1heTdddeeeeeeeeevet_bu_artik_bir_hiristiyan_musluman_savasidir_h12712_8e4bdFB_IMG_1453964356615fffffkGallery LaFerraris at Ferrari Newport Beach Dinner Party - 1Haçlıhaclilar_geliyorturkiye_ye_sahip_cikin_h12718_39b58iöis_bankasi_na_devlet_el_koymalidir_h12701_483ccis_banktaki_chp_iliskisi_sonlandirilmali_fitem_h12699_352c1mayis_ta_buyuk_bir_gezi_eylemi_planladilar_h12715_415e3Mazda Announces Two European Debuts For Geneva - 1My cabin window view ISS-SergeyVolkov (02-09-16)tltuiucuncu_dunya_savasi_basladi_h12716_4834dunnamedyardim_paralari_is_bankasina_sermaye_yapildi_fitem_2_h12700_a1a75

Nurculuk Hakkında - M. Şevket Eygi
Yazarın Tüm Yazıları »
M. Şevket Eygi / Milli Gazete
MUHTEREM kardeşim… Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.
Sen Nurcu değilsin, Nurculuğa Nurculara ne karışıyorsun mealindeki
itirazınız yersizdir.
Ben bir Müslüman’ım, Nurculuk islamî bir harekettir, Bediüzzaman bir
İslam büyüğüdür ve dolayısıyla Nurculuk ve Bediüzzaman bir Müslüman
olarak beni çok yakından ilgilendirir.
Kaldı ki, bendeniz de (siz kabul etmeseniz bile) Nurcuyum. İki vecihle
Nurcuyum: Birincisi: Bediüzzaman’ı ziyaret etmiş, sohbetiyle
bereketlenmiş, yanından ayrılırken, bu sohbet bir ders oldu, siz de Risale-i
Nur talebesi oldunuz buyurmuştu… İkincisi: Sizin iddia ettiğiniz gibi
Risale-i Nur talebesi olmasam bile, İslam açısından hem Risale-i Nurlar,
hem de Bediüzzaman hazretleri beni çok yakından ilgilendirmektedir.
Nurculuğun hizmetleri ve fütuhatı beni ilgilendirir, sevindirir; Nurculuk
hizmetlerine bilerek veya bilmeyerek zarar verilmesi, mıncıklanması üzer,
kederlendirir.
Birtakım hatâlı Nurcuları isim vermeden, kimlik belirtmeden tenkit etmem
İslam ahlakına aykırı değildir. İsim vermiş olsam savcılık, hakimlik
taslamış, cellatlık yapmış olurum.
Size ve herkese soruyorum:
Risale-i Nur’u anlamış, Bediüzzaman’ı din büyüğü olarak kabul etmiş bir
Müslüman devamlı olarak gıybet edebilir mi? Bu soruma edebilir cevabını
verebilir misiniz? Elbette edemez. Ediyorsa o gerçek ve olgun bir Nurcu
değildir, sahte Nurcudur. Benim bunu söylememde hiçbir mahzur yoktur.
Tenkitlerim şefkatli olmalıymış… İsim vermiyorum, kimlik belirtmiyorum.
Tenkidin, uyarının bundan şefkatlisi olur mu?
Kur’an-ı Kerim’de gıybet, ölü kardeşinin etini yemek derecesinde çirkin ve
iğrenç bir günah olarak zikr ediliyor…
Açıkça kesin şekilde söylüyorum: Nurcu olsun, Nakşî olsun, Kadirî olsun,
meşrebi ne olursa olsun; şuurlu, ahlaklı, faziletli, olgun, gerçek Müslüman
mütemadiyen, durup dinlenmeden gıybet edemez. Ediyorsa (…..) etmiş
olur. (Boş yeri lütfen uygun bir sıfatla doldurunuz.)
Sıradan bir Müslüman cahillikle gıybet edebilir ama Nurcunun böyle bir
şansı yoktur.
Devamlı olarak gıybet eden kimse, Nurcu değildir, sahte Nurcudur, Nurcu
taslağıdır.
Başka konular:
Nurcu, Nurculuk adına halkın parasını toplamaz. Böyle bir şey Üstad
hazretlerinin metoduna, ahlakına, meşrebine aykırıdır.
Nurcu iman Kur’an din hizmetlerini ücretle yapmaz. O ücretini ve
mükafatını halktan değil Hâliq’tan bekler. Buna itiraz edecek bir kul
çıkabilir mi?
Nurcu ulvî ve muazzez dini, süflî politikaya alet etmez.
Nurcu bölünmeye, parçalanmaya, tefrikaya, kardeşlik hukukunu ihlale yol
açacak sözler etmez, yazılar yazmaz, davranışlarda bulunmaz.
Bunları yazmak suç mudur, ayıp mıdır, günah mıdır?
Birtakım sahtekârlar, Nurculuk edebiyatı yaparak Nurculuğun temel
prensiplerine aykırı işler edecek ve bendeniz de susacağım. Ne
münasebet!..
Elbette isim vermem, kimlik belirtmem ama anonim olarak kötülükleri,
yanlışları yazmaktan geri kalmam.
Hem herkes biliyor ki, bu fakir gerçek, hâlis, has, hizmetkâr Nurcuların en
hararetli taraftarıyım. Onları alkışlıyorum.
Şu husus da bilinmelidir ki, Nurcu olmak, Bediüzzaman’ı sevmek kimsenin
tekelinde değildir.
Risale-i Nurlar Ümmetin malıdır. Tahrif etmemek, çarpıtmamak, din
sömürüsüne alet etmemek şartıyla herkes istifade edebilir.
(İkinci Yazı)
Gel gelme
Gururunu ve kibrini dışarıda bırakmadan içeriye girme.
İçindeki şeytanî gıybet makinasını kapatmadan gelme.
Nefs-i emmâreni sağlam kazığa bağlamadan gelme.
Zimmetindeki haram paraları ve serveti, hak sahiplerine dağıtmadan,
dağıtamazsan onları tasadduk etmeden gelme.
Osmanlıca okumayı ve yazmayı iyice öğrenmeden gelme.
Çeneni kapatmadan, iki gözünü ve iki kulağını açmadan gelme.
Erkeksen başına islamî serpuşunu, kadınsan cilbabını geçirmeden gelme.
İki ayakkabını çıkarmadan gelme.
Kuşlara yem vermeden, kedileri doyurmadan gelme.
Vakit namazında camie uğramadan gelme.
Bir kenarda kimseye göstermeden bir miktar ağlamadan gelme.
Geleceksen günahlarına ve cürümlerine üzülerek gel.
Ben mâsumum, bende günah ve suç yok, günahkarlar ötekilerdir
diyenlerdensen sakın gelme, hiç gelme.
Geleceksen adam gibi gel.
10.02.2016

habervaktim.com
Gerçek Düşman ABD! - D.Mehmet Doğan
Yazarın Tüm Yazıları »
Hâlâ kafalara dank etmediyse şaşarım!
Türkiye gerçek düşmanı aramak için boşa zahmete girmesin. ABD’nin
birkaç yıldır çizdiği görüntüye dikkatle bakın: Bir senaryo yazmış ve bu
senaryonun gerçekleşmesi için her türlü yola başvuruyor, her fırsatı
değerlendiriyor, her gücü devreye sokuyor. Büyük şeytanın ortağı olan her
cepheden şeytanlar Suriye’de cirit atıyor!
Durum sanıldığından da kötü!
Bundan yüz yıl önce Cihan Harbi’nde idik. Düşmanımız belli idi, savaştık.
Kazandıklarımız da oldu, sonuçta kaybettik. İngilizler üzerimize Yunanlıları
saldı. Elbette Anadolu’yu işgal edip elinde tutmasını beklemiyordu. Vekalet
savaşının sonunu da görüyordu.
Vekilini yendik, asiline sıra gelince durmak gafletinde bulunduk veya oyun
buraya kadardı. Bunun sonucu Yakındoğu’nun emperyalizme teslim
edilmesi oldu. Türkiye maddi istiklâlini aldı, fakat manevî istiklâlinden
vazgeçti, tıpkı Osmanlı’nın yüzlerce yıllık hukukundan vazgeçtiği gibi.
Yükselen Sovyetler Birliği tehlikesine karşı tampon bir ülke… Tampona
ihtiyaç kalmayınca, yani Sovyetler yıkılınca, “Medeniyetler çatışması” tezi
ortaya atıldı.
Şimdi ABD medeniyetler çatışması yerine “iç çatışma” çıkardı. Bu çatışma
Irak ve Suriye’deki bütün medeniyet unsurlarının yok edilmesi sürecine
dönüştürüldü. Diyelim ki, Suriye’de barış sağlandı…
Suriye mi kaldı ortada?
Katliama uğratılmış bir ülke. Sadece insanca değil, tarih ve medeniyet
katliamı. Suriye’nin insanlık mirası muhteşem mimari eserlerinden kaçı
ayakta?
Suriye’yi terk etmek zorunda kalan nüfusun ne kadarı ülkeye dönecek?
Dönseler bu kadar hercümerci nasıl sindirip bir arada yaşayacaklar?
Büyük şeytanın şeytanî planında Türkiye stratejik değil, oyalanan ortak!
Oyalama taktikleri projenin uzamadan sonuca ulaşması için yapılıyor. Sanki
çok fazla zaman da kalmadı!
Türkiye ya kuzeyindeki büyük düşmanla güneyinde de savaşmak zorunda
kalacak, ya da ABD’ye yekten “oyunu gördüm, benim düşmanımsın”
diyecek. Bu denildiğinde ne yapılması gerekir?
ABD’nin en kısa zamanda Türkiye’deki varlığının sona erdirilmesi!
Bu adımı atmazsak, ABD’yi durdurmamız mümkün değildir.
Bu ABD’yi durdurur mu?
İhtimaldir, frenler.
Peki ABD’nin Türkiye’ye düşmanlığı bitebilir mi?
Asla ve kat’a. İsrail var oldukça ABD Türkiye’nin gerçek dostu olmaz,
olamaz.
Türkiye’yi İsrail’e mecbur eder, bunu da kayıt kuyuda bağlarsa, bu
düşmanlık hafifleyebilir. Bugün bu mümkün müdür?
Mümkün olmayacağı bilindiği için böyle bir siyaset takip ediliyor!
Düşmana “düşman” demekte geç kalmak, sürüp giden şeytani oyunun
seyircisi olmaktır!
habervaktim.com
Tehlikeli cümleler! - İbrahim Karagül
Yazarın Tüm Yazıları »
PYD'nin, PKK'nın Suriye kolu olduğunu bilmeyen mi var? Bu konudaki
tartışmanın ne kadar abes olduğunu anlamayan mı var? Hangi zeminde
tartışırsanız tartışın, bu iki örgütün aynı merkezden yönetildiğini, silahlı
unsurlarının aynı olduğunu,Kobani'de savaşanlarla Cizre'de savaşanların
aynı insanlar olduklarını, aynı savaşın parçası olduklarını kavrayamayan mı
var?
Kuzey Suriye koridoru projesiyle Türkiye'nin güneydoğu bölgelerindeki
işgal girişiminin tek merkezden yönetildiğini, bu koridor haritasının bir süre
sonra sınırın Türkiye tarafında da oluşturulacağını hala farketmeyen mi
var?
Ne yani, biz aptal mıyız!
Ne sanıyorsunuz bu ülkeyi, bu milleti, bu devleti? Aptal mı?
Bir sahtekarlık üzerinden, bir riyakarlık üzerinden, bir kirli kampanya
üzerinden zihinleri bulandırıp Türkiye'yi oyalamak, milletin kafasını
karıştırmak, bir belirsizlik ortamı üretip puslu havada harita çalışması
yapmak ve hepimizi aptal yerine koymak nasıl da küçültücü, aşağılayıcı bir
tavır. İçten içe büyük bir öfke biriktiriyoruz. Bu öfke nerede, nasıl patlar
bilmiyorum ama bir şekilde patlayacağı ortada artık.
ABD'nin tavrına bakın. PKK terör örgütüymüş, PYD ortaklarıymış! PKK'yı
hedef gösterip “terörle mücadelede ortağız” diyor stratejik müttefik, ama
PYD ile iş tutacağız” diyor. Dışişleri Sözcüsünün laflarına bakın.. “Türkiye
PYD'yi terör örgütü kabul ediyoruz ama biz etmiyoruz” diyor. Yani “biz
terörle ortağız”diyor
Cizre'deki terörü de siz mi yönetiyorsunuz!
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “bizim bile alamadığımız silahları PYD'ye
veriyorlar” sözüne verilen cevaba bakın. O zaman bir karar vermeyi ABD
yönetimi. Bir terör örgütünü Türkiye'ye tercih ediyorsa sorun yok, etsin.
Ama biz de onu terörü destekleyen, teröre ortak olan ülke ilan edeceğiz!
Bir şey daya söyleyeceğiz; Cizre'de, Silopi'de veya Sur'daki “iç işgal
projesini de ABD yönetiyor” diyeceğiz.
“ABD Türkiye'ye savaş açtı” diyeceğiz. Zaten bütün silahlar onlardan
gidiyordu. Zaten Suriye ve kuzey Irak'taki lojistiği onlar sağlıyordu. Son
açıklamayla da bu resmen tescil edilmiş oldu.
PYD'yi Amerika koruyor, Rusya ve İran koruyor, bazı Avrupa ülkeleri
koruyor. Bu nasıl bir ittifak? Bu nasıl bir ortaklık? Söz konusu ortaklık
Suriye'ye karşı mı yoksa Türkiye'yi mi hedef alıyor? Bu ortaklık Türkiye'ye
karşı mı kuruluyor?
Öyleyse içerideki terör dalgasının finansörleri de bu ülkelerdir! Sadece
Suriye'de aynı cephede yer almakla kalmıyor, Türkiye'yi de içeriden
vuruyor bunlar!
Koalisyonun ve PYD'nin içerideki ortakları kim?
Ama bizi daha da endişelendiren başka bir durum var:
Dışarıdan tam bir koalisyon halinde desteklenen PYD'ye acaba Türkiye
içinden de bir koruma söz konusu mu? Bu soru gerçekten çok ciddi.
PYD'nin de merkezinde olduğu bir çokulusluproje uygulanıyor çünkü. Bu
çokuluslu projenin Türkiye içinden destekçilerinin olmaması düşünülemez.
İç destek olmadan bu işin başarı şansı yoktur.
Bundan önce yaşananlar, Türkiye'nin benzer olaylarda nasıl oyuna
getirildiğine dair acı örneklerle doludur. Devletin merkez iktidarınıoluşturan
çevrelerden içeriden PKK-PYD üzerinden Türkiye'ye bir tuzak kuruluyor
olabilir mi? Bir koruma kalkanı oluşturuluyor olabilir mi?
Endişeliyim. Gerçekten endişeliyim. Acizane, böyle bir perdelemenin belki
de koruma kalkanının varolduğunun işaretlerinihissediyorum. Dışarıda
kurulan çokuluslu müdahale cephesinin içeride de uzantıları olduğu
kanaatindeyim.
Zamana oynuyorlar
Türkiye'nin hareket alanını daraltıp, müdahale imkanını zayıflatıp zamana
oynamaya, bazı şeylerin bu zaman zarfındaolgunlaşmasını sağlamaya,
kamuoyunu bu tartışmalara hazırlamaya dönük bir yatırım yapıldığını
hissediyorum. Devletin çelik çekirdeğinde çatlak oluşturmaya, milletin
iradesini aşındırmayadönük bu yatırım kadar bu alandaki zihin körlüğü de
tehlikelidir. Aylardır “iç işgal” dediğim şey, “acımasız direniş” adıyla
yaptığım çağrı da böyle yapılara yönelikti.
Savunma hakkı devredilemez..
Dünkü yazımda kullandığım şu ifadeleri önemsiyorum:
Hiçbir ülke, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü, iç barışını, bölgesel
güvenliğini içinde bulunduğu ittifakların, uluslararası organizasyonların
mutlak denetimine terkedemez. Onların inisiyatifine bel bağlayamaz. Ülke
olmanın, devlet olmanın, millet olmanın, bağımsız olmanın en önemli şartı
budur.
Bu yoksa öyle bir ülke de, devlet de yoktur. Bu büyük bir stratejik
körlüktür. Bu, bir başka vesayet türüne teslim olmaktır. Öz savunma
dediğimiz şey, sadece ülkenin kendi dinamikleriyle sağlanabilir ve asla
başkasına emanet edilemez.
PYD İncirlik'ten mi yönetiliyor?
ABD sözcüsünün açıklamaları bize “PKK ve PYD İncirlik'ten yönetiliyor”
cümlesini kurduracak kadar vahimdir. Kuzey Suriye Koridoru'nun
Suriye'den çok Türkiye'ye yönelik cephe inşasıolduğu bir gerçektir.
PYD'yi merkeze alan yeni koalisyonun Suriye meselesinden çok birharita
çalıştığı mutlaktır. ABD desteğiyle Rusya ve İran'ın güney sınırlarımızı
denetim altına almaya çalıştığı gün gibi aşikardır? Yani Türkiye
çevrelenmektedir, bölgede hatta içeride bir şeylere zorlanmaktadır.
Türkiye coğrafyadan koparılmakta, Sünni dünya ile bağları kesilmekte,
yalnızlığa ve çaresizliğe sürüklenmek istenmektedir. Kuzey Suriye koridoru
ile Müslümanlar arasına kalın bir duvar örülmek istenmektedir.
'Üçüncü Cephe' tezi tutmayacak
Türkiye'nin siyasi aklı bütün bunları okuyabilecek kabiliyete ve tecrübeye
sahiptir. Dolayısıyla ne yapacağını, nasıl adımlar atacağını, ileriye dönük ne
tür stratejiler izleyeceğini bilecektir. Sabırlı, temkinli, akıllı ve uzun vadeli
bir bölge okuması yapacaktır, yapmıştır. Bütün bu projeleri geliştirenler
Türkiye'nin bu aklını ya küçümsüyor ya da iyi bilmiyor demektir.
“Üçüncü cephe Türkiye” sloganı tutmaz, tutmayacak. Bunu
başaramayacaklar. Bütün olumsuz görüntülere, bütün kirli hesaplara
rağmen, Türkiye bir uyanış çağındadır ve bu uyanışın yansımaları çok güçlü
olacaktır. Büyük yürüyüş durdurulamayacağı gibi, coğrafyanın en güçlü
devletinin temelleri de sarsılmayacaktır.
Gözü korkan bir millet hiç olmadık
Türkiye hiçbir şey yapmasa bile, o koalisyonun Suriye tasarımı sonsuz
savaşlara yol açacak, bir süre sonra birbirlerini tasfiyeetmeye
başlayacaklar. Belki de yıllarca sürecek, birçok ülkeninnefesini kesecek
yıpratıcı bir savaşla yüzleşecekler. İşte o zaman, bu paylaşımın kimleri
yuttuğu, kimleri diz çöktürdüğü, kimlerin nefesini tükettiği görülecektir. Biz
biliyoruz ki, Türkiye coğrafyanın merkezidir, bütün umutlar Türkiye'ye
yönelmiştir.
Bu merkez bin yıldır dağıtılamadı, bu kale yıkılamadı. Çöküş dönemlerinde
bile dimdik ayağa kalkan bir ülkenin en güçlü olduğu dönemde pes etmesini
bekleyenler büyük hüsrana uğrayacaktır. Çünkü yükseliş dönemi yeni
başladı. Unutmayın, bu yükselişin verdiği korkuyla yükleniyorlar,
Türkiye'nin gözünü korkutmaya çalışıyorlar.
Oysa biz, gözü korkan bir millet hiç olmadık.

habervaktim.com
Ne oldu FED-Faiz karamsarlığı - Yiğit Bulut
Yazarın Tüm Yazıları »
Tekrar soralım; ne oldu FED-Faiz karamsarlığı pazarlayanlar ve FED
faizleri arttıracak, şöyle olacak, böyle olacak diyenler ve ortaya attıkları
“faizi acil arttıralım” tezleri...
Size çok açık, net ve kısa yazacağım; içeride FED karamsarlığı
pazarlayanların tek derdi vardı ve dikkatli bakanlar bu arkadaşların ne
yapmaya çalıştıklarını rahatlıkla gördü; ESKİYİ DEVAM ETTİRMEK!
Sevgili dostlar, evet, FED’in dünya geneline dağılmış dolarlara “bana gel”
demesinin teknik yolu “faiz artışı” ve dünya ekonomik denklemi açısından
önemli bir gelişme, değişmeydi... İlk adım geldi fakat GERİSİ
GELEMEDİĞİ gibi gelme ihtimali de neredeyse “0” noktasına doğru
geriledi! Bu sabah itibariyle konu sadece FED değil, AB Merkez
Bankası’nın açıklamaları sonrası zora giren AB Bankaları...
Daha önce FED ile ilgili defalarca yazdım yine yazacağım; genel değişim
veya denge halinin zorlanması “genele tabi olan ve kendine ait hiçbir
hikayesi olmayan” ekonomiler için “ciddi bir sorun” teşkil eder. Türkiye
gibi “ekonomik performansın” kesintisiz büyüme ve siyasi-ekonomik-
sosyolojik-jeopolitik gibi dinamiklerle desteklendiği ülkelerde “yatırıma
gelenler” ve/veya gelmek isteyenler ana sinyalden etkilenir ama küçük
artışlar ile bozulmazlar. Burada önemli olan yapılan olumsuz pazarlamaya
karşı dikkatli olmak ve FAİZ EŞKİYALARININ ekmeğine yağ
sürmemektir... Aynı detaylar AB’den kaynak alınarak oluşturulup
pazarlanacak tezler için de geçerlidir... AB sorunlar yaşayabilir ama bu
bizim de aynı sorunları, aynı derinlikte yaşayacağımız anlamına gelmez!
Uzun lafın kısası; Türkiye, yeni dünya ekonomik denklemi ve dengesi
içinde “merkezlerden biri olacak” kendine özgü “dinamikleri olan” bir
ülkedir ve köksüzler ile birlikte rüzgarda sürüklenmesini bekleyenler ve
bunun propagandasını yapanlar kötü niyetlidir... AB kaynaklı krizler,
özellikle bazı AB şirketlerini satın alma konusunda yolumuzu açabilir...
Sonuç 1: Türkiye “ekonomik potansiyel gerçeklerinin” yanı sıra halen
politika ve piyasa faizi açısından birçok ülkenin üstünde ve bu seviyeler
“FED’in artışını” önceden fiyatlamış durumda. FED’in geri adım attığı
durumda Türkiye için marjinal olumlu fayda ortaya çıkacaktır...
Sonuç 2: Fed ile/önce/sonra “faizi arttırırız” baskısı yapanların, “eskinin
devamından yana olanlar” olduğunu düşündüğümü de belirtmek
zorundayım... Bu saçma döngü kırılmalı ve ekonomimiz kendi gerçekleri ile
yüzleşerek yola devam etmeli...

habervaktim.com
NATO mültecilerin Avrupa’ya göçünü mü durduracak? - Abdulkadir Özkan
Yazarın Tüm Yazıları »
Almanya Başbakanı Merkel ile görüşmelerde pek çok konu ele alınmış, bu
arada en önemlisi de mülteci göçünün durdurulması için NATO’nun
devreye girmesi kararlaştırılmış. Bu iş nasıl olacak diye hiç sormayın.
Olacak bir şey yok. Olsa olsa Akdeniz ve Ege’de NATO’ya ait birkaç gemi
devreye girecek ve deniz yolu ile Avrupa’ya gitmeye çalışan mültecilerin
önü kesilecek. Denebilir ki eğer NATO gerçekten devreye girecek olursa
Suriye’den Türkiye’ye değil Avrupa’ya yönelen mülteci göçü durdurulacak.
Kaldı ki, Merkel ile yapılan görüşmelerde mülteci göçünün NATO
mekanizmaları ile denizlerden izlenmesi kararlaştırılmış. Bu arada
Merkel’in, “Suriyeliler için vatanlarına yakın yerde olmak çok daha
önemli” değerlendirmesi de tüm söylenenlerin Avrupa’ya mülteci akınının
önlenmesine yönelik. Hâlbuki sorunun kökten çözümü, yani milyonlarca
insanın ülkelerini terk etmek zorunda kalmamaları. Suriye’de bu ortamın
sağlanması. Bunun yolu da bir an evvel Suriye’de çatışmaların sona ermesi
bu yönde özellikle ABD’nin harekete geçmesi. Ama bugüne kadar ABD
bölgemizde hangi eylemin içinde yer almışsa gelişmelerin bölgemiz
ülkelerinin aleyhine sonuçlanmış durumda. Kaldı ki, ABD’nin PYD’yi terör
örgütü saymasına yönelik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Siz bizim mi, PYD
terör örgütünün mü müttefikisiniz?” sorusuna anında ardı ardına ABD’den
gelen açıklamalarda, “Biz YPG’yi terörist örgüt görmüyoruz ve desteğimiz
sürecek” açıklamalarının yapıldığını unutmamak gerekiyor.
Peki, Almanya ile Türkiye’nin Suriye’de savaşı sona erdirmek üzere
NATO’yu harekete geçirmeleri mümkün mü? Aslında görüşmelerde böyle
bir husus ele alınmamış ama mülteci sorununun kökten çözümü meselenin
Suriye’de halline bağlı olduğuna göre NATO’nun sürükleyici konumunda
olan, ABD’nin evet demediği hiçbir konuda NATO’nun harekete geçmesi
mümkün olmayacaktır. ABD’nin Suriye’de Esad yönetimi, Rusya ve YPG
ile aynı safta olduğu da bilindiğine göre Merkel ile yapılan görüşme ve
varılan sonuçların ciddi olarak kabul edilebilecek bir tek yanı var. O da,
AB’nin Türkiye’ye yapacağı maddi destektir. Buna karşılık istenen ise
Suriyeli mültecileri Türkiye’de tutmaktır. Bunun ötesinde söylenenler ve
yapılan açıklamalar kamuoyunu oyalamaya yöneliktir.
Yoksa “Mülteci göçünü NATO durduracak” gibi açıklamaların Türkiye’ye
yönelik göçün durdurulması ile bir alakası yok. Çünkü Suriye’de son
zamanlarda Rusya’nın Esad güçleri ile birlikte hareket ederek sürdürdüğü
bombardıman durmadan göçün durmasını beklemek doğru olmaz.
Bu noktada NATO göçü durdurmak için Rusya ile karşı karşıya gelir mi,
sorusu akla geliyor. Bu köşede Suriye’de ABD ile Rusya’nın vardıkları
anlaşma doğrultusunda birlikte hareket ettiklerine dikkat çekmiştim. Böyle
olunca ABD ile Rusya arasında varılan mutabakata göre Suriye’de ABD
güdümünde bir Kürt bölgesi oluşturulmakta, buna karşılık Rusya’nın
payına düşen bölgede de bu ülke yerleşmektedir. Bu bakımdan ABD ve
Rusya evet demeden Suriye’deki çatışmalar bitmeyecek, netice itibariyle
bir yandan mülteci göçü devam ederken, gelmiş olanlar da barış
sağlanmadığı sürece geri gitmeyeceklerdir. Buna karşılık AB ülkeleri de
mültecileri kabul etmemekte kararlı olduklarını gösterdiler. Sonuç olarak
Merkel ile varılan anlaşma yapılacak maddi destek karşılığı Suriyeli
mültecilere ev sahipliği yapmaktır. Gerisi hikâyeden ibaret.
Topraklarımızı geri kazanmak!
Zeki Ceyhan
10 Şubat 2016 Çarşamba 07:33
Ülkemizin Güneydoğu bölgesinde yaşanan olayları nasıl okumak lazım?
Herhalde yaşananları okurken, “Topraklarımızı tekrar geri kazanıyoruz”
demek en doğrusu olacaktır!
Gelin isterseniz kısa sürede yaşadıklarımızı bir kez daha hatırlayalım:
“Sorunu kökünden çözüyoruz” denilerek teröristlere göz yumuldu ve onlar
da yerleşim bölgelerini adeta işgal ettiler!
Ülkemizi idare edenler, “Silahlı unsurlar yurt dışına çıkıyor” zannı ile yan
gelip yatarken onlar yerleşim bölgelerini hendekler ve barikatlar ile
donattılar!
Bir yandan bunları yaparken bir yandan da “meydan okumayı” ihmal
etmediler ve isteklerinin kabul edilmemesi halinde yerleşim merkezlerini
“savaş alanına” çevireceklerini ilan ettiler!
Kabulü imkânsız istekler ile devletin karşısına geçilince de bugün
yaşadıklarımızı yaşamamız kaçınılmaz hale geldi!
Ve ülke toprakları yeniden “geri kazanılmaya” başlandı!
Cizre’de, Diyarbakır Sur’da, Silopi’de yaşananların bundan başka bir
anlamı var mı?
Şimdi yönetimin bir anlık gafleti, bir an her şeyi çözülmüş gibi
kabullenmesiyle ortaya çıkan büyük zaafın bedeli ödeniyor!
Bugünün yönetimi ile ters düşen kimi iktidar yanlıları o günlerde yaptıkları
uyarıların dikkate alınmamasından yakınıyorlar!
Doğrudur o günlerde bir hayli uyarı yapıldı!
Terör örgütünün boş durmadığı yeni planlar peşinde koştuğu söylenildi!
Bütün bu uyarılar “çözüm sürecine” karşı olanların çıkardığı fitne fesat
olarak değerlendirildi!
Dahası “çözümden yana değiller savaş devam etsin” istiyorlar denilerek
yaptıkları uyarılara şüphe ile bakıldı!
Nice sonra acı gerçekle baş başa kalındı!
Ve kaybedilmek üzere olan toprakların “geri kazanılması” için silaha
sarılındı!
Bugün “Cizre’de bir-iki gün içinde, Sur’da bir-iki hafta içinde operasyonlar
sona erer” deniliyorsa hep o bir anlık gafletin yüzündendir.
Hiç şüphesiz o günlerde yönetim biraz daha uyanık olabilse ve bu tür
gelişmelere göz yummasaydı bugün böylesine mücadeleler verilmek
zorunda kalınmayacaktı!
Bugün verilen zorlu mücadele içinde herkesi suçlu görenler biraz da kendi
izledikleri politikaları gözden geçirmeyi deneseler!
Ne kadar güzel bir şey yapmış olacaklar!
Ama onlarda böyle bir niyetten emare yok!
http://www.habervaktim.com/ sitesinden 10.02.2016 tarihinde
yazdırılmıştır.
habervaktim.com
23 numaralı bodrumda Amerikalılar mı var? - Ahmet Kekeç
Yazarın Tüm Yazıları »
Bu kadar çok önemsenen, neredeyse HDP’nin tek konusu olan 23 numaralı
evin bodrumunda bizi çok şaşırtacak, terör örgütü konusunda bildiklerimizi
yeniden gözden geçirmeye icbar edecek kişi ya da kişiler mi bulunuyor?
Önce “yaralılar var” denmişti.
Bir HDP milletvekili (bir hanımefendi) TBMM kürsüsünden, gözümüzün
içine baka baka, “Ambulans gönderilmiyor. O evde çok sayıda yaralı sivil
vatandaş bulunuyor. Listesi elimizde... Devlet onları ölüme terk ediyor!”
tezviratında bulunmuştu.
Bir evin bodrumuna gizlenmiş yaralı sivil vatandaşlar...
Hepsi de (niyeyse) silahlı...
Sayı da vermişti hanımefendi: 28...
Demirtaş “30” diye düzeltmişti...
Neyse ki tezviratları kısa zamanda ellerinde patladı.
Güvenlik birimleri, eve ulaşmaya çalışan ama ateş altında kaldıkları için
dönmek zorunda kalan sağlık görevlilerine ait görüntüleri yayınladı...
Önceki gün, bodruma girildiği, 60 teröristin etkisiz hale getirildiği bildirildi.
Sonra bu haber de yalanlandı.
Bir iddiaya göre, bodrumda, terör örgütünün çok önem verdiği üst düzey iki
yönetici bulunuyordu. Yakalanmaları örgütün moral motivasyonunu
bozabilirdi. HDP’nin konuyu sahiplenmesinin nedeni buydu.
Başka iddialar da atıldı ortaya.
Söz konusu evin, aynı zamanda hendek ve barikat eylemlerinin ana
karargâhı olduğu söylendi. Karargâhın düşmesi, hendek siyasetinin bitmesi
anlamına gelebilirdi. Vs...
Fakat, ne olursa olsun, HDP’nin bodruma ilgisi devam etti.
Bodrumda, görmemizin sakınca yaratacağı kişi ya da kişiler mi bulunuyor?
Mesela, Amerikalılar...
Bunu, “öylesine” ortaya atılmış bir iddia sayabilirsiniz. Ciddiye
almayabilirsiniz... Ben de “ciddiye alınabilir” bir şey söylediğimi
düşünmüyorum... Şunu demeye çalışıyorum: O bodrumda bizi çok
şaşırtacak bir şey çıksa, şaşırmayız... Terör örgütüyle her düzeyden ilişki
kuran, onları ağır silahlarla donatan, terör örgütü tarafından ağırlanmayı ve
plaketle ödüllendirilmeyi müttefiklerine karşı sorumsuzca bir hareket
olarak görmeyen Amerika’nın o bodrumda suçüstü yakalanması hiç
şaşırtıcı olmayacaktır.
Dün, HDP EŞ Başkanı Selahattin Demirtaş konuştu.
Bodrumda 90 sivil vatandaş bulunduğunu ve devlet tarafından tek tek
öldürülüp “farklı yerlere” atıldığını iddia etti.
Bu sayıyı nasıl elde ettiğini bilmiyoruz.
Son toplantılarında 32’de karar kılmışlardı.
İster 28, ister 32, isterse 90...
Üzerinde durmamız gereken asıl konu şu:
Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanında olduğu gibi, o gençlerin
(Kılıçdaroğlu’nun “arkadaşlar” dediği eli silahlı o gençlerin) öldürüleceğini
hepimiz biliyoruz.
PKK biliyor...
HDP biliyor...
Demirtaş biliyor...
Barikat ve hendek savunuculuğuna koşulmuş sahte liberaller biliyor...
Etkisiz hale getirilen teröristlerin sayısı, dün itibariyle 700’ü aştı...
Kendilerine “öldürerek” bir düzen kurmaları vazedilmişti; öldürüldüler.
Bodrumdaki gençler de öldürülecek... Ya çıkıp “usulüyle” teslim olacaklar
ya da öldürülecekler.
Soru şu:
İnsan hayatına bu kadar düşkün bir görüntü veren HDP, ölüm dışında hangi
seçeneği gösterdi o gençlere? Ölmemeleri için ne yaptı? Sonu ölümle
bitecek eylemlerine destek vermek ve kutsiyet atfetmek dışında ne yaptı?
Kimse güvenlik güçlerinde kabahat aramasın. O gençlerin katili PKK’dır,
HDP’dir, Demirtaş’tır, Kılıçdaroğlu’dur, “Sur’da gedik açtığını” düşünen
hokkabazlardır, “sakın silah bırakmayın, daha büyüğüne talip olun,
bağımsız devlet kurun” diyen sahte liberallerdir, İran’dır, Rusya’dır,
Suriye’dir, terör örgütüne özel temsilci gönderen “müttefikimiz”
Amerika’dır.

gunes.com
Güneş Gazetesi | Yazarlar
Kayahan Uygur kayahan.uygur@turkmedya.com.tr 11 Şubat 2016 TÜM
YAZILAR İÇİN TIKLAYINIZ
11 Şubat 2016
ABD’nin PYD politikasını, Ortadoğu’yu ve yeniden tartışılmaya başlanan 1
Mart teskeresini anlamak için bence tek bir konu üzerinde yoğunlaşmalıyız:
Petrol.
Petrol ve dolar
Tabii petrol derken, ABD’nin bölgemizin petrolünü doğrudan gasp etmek
için burada olduğunu sanmamak gerekir. Konu daha karmaşıktır. Ortada
ABD açısından iki amaç vardır: Washington, bölge petrolünü kontrol
ederek Çin, Hint ve AB ekonomilerini manipüle etmek, Rusya’yı açığa
düşürmek ve böylece dünya egemenliğini garantilemek istiyor. Öte yandan,
ABD’nin petrol üreten ülkeler üzerinde hegemonya sağlamasının asıl
amacı, petrol ticaretinde dolar kullanılışını dayatabilmektir. Ülkeler enerji
tedarikinde sürekli dolar kullanırken, ABD parasının hacmi genişlemekte,
rahatlıkla dolar basılabilmektedir. Bu şekilde hem Amerikalılar aslında
hakları olmayan bir refaha sahip oluyorlar, hem de ABD devleti dünyada
“ali kıran baş kesen” olarak davranabiliyor.
Dünya hâkimiyetinin anahtarı Ortadoğu
ABD’nin dünya hâkimiyetinin anahtarı petrol ve Ortadoğu’dur. Bakınız
çark nasıl işliyor: Petrol ticaretinde dolar kullanılmasından sağlanan
sermaye, silah ve teknoloji üretimine yönlendirilmektedir. Daha sonra,
özellikle silah sanayi ürünleri yine Ortadoğu’daki aynı ülkelere
satılmaktadır. ABD silah endüstrisini ayakta tutan Ortadoğu’dur.
İşin finans yanı daha da ilginçtir. Bölge ülkelerinin “Petro dolar” denilen
parası da yine ABD bankalarına dönmektedir. Bu para tabii öyle kasada
yatmamakta, enerji bağımlısı Türkiye gibi ülkelere yüksek faizle kredi
olarak verilmektedir. Başkasının parası üzerinden para kazanmak diye buna
denilir. Gördüğünüz gibi, ABD Ortadoğu’nun etinden, sütünden, yününden,
derisinden, kemiğinden yararlanmakta, iliklerini bile sıyırmaktadır. Sistem
böyle kurulmuştur, Ortadoğu halkları ise önlerine atılan bir oyuncak olan
İsrail’le yıllardır uğraşıp durmuşlar, dönen dolaplara gözlerini
kapamışlardır. Türkiye’deki kendilerine liberal veya İslamcı diyen bazıları
da bu acımasız çarkı gizlemek için kâh demokrasi nutuklarıyla, kâh hamasi
Filistin sloganlarıyla hedef şaşırtmışlardır.
Büyük 73 krizi
Bu çark böyle işlerken 1973 yılında Arap ülkelerinin başlattığı petrol
boykotu dünya tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Ortadoğu’yu anlamak
isteyenler 1916 yılındaki Sykes-Picot gizli anlaşmasından önce “aman
petrol-canım petrol” şarkılarının söylendiği 70’li yıllara bakmalıdırlar. O
tarihlerde büyük bir şok yaşayan Batı, dünya petrol rezervlerinin üçte birini
oluşturan Suudi-Körfez bloğunun karşısına, İran-Irak bloğunu çıkarmak
istemiştir. Bu şekilde petrol üreticileri arasına nifak sokulacak, güdümleme
kolaylaşacak ve Batı bir daha petrol krizi yaşamayacaktı.
Bu projeye karşı çıkan İran Şahı’nın devrilmesi, Suudi Arabistan’da
seçimler ve meşrutiyet rejimi isteyen Ben Laden’in önce kullanılıp sonra
yok edilmesi, savaşlar, 2003 Irak müdahalesi ve bugünkü politik durum hep
aynı stratejinin parçalarıdır. Bunların hepsi tek tek ele alınıp incelenecektir,
okurlarımın üzerinde düşünmesi için buraya not düşüyorum.
“Irak’ı İran’a hediye ettiniz”
ABD, 2003 yılında Irak’a müdahale ettiği zaman Suudi Kralı Amerikalılar'ı
arayıp onları “koca ülkeyi İran’a hediye etmekle” suçlamıştır. Tabii ki
merhum Kral konuya hâkimdi, haklıydı ve haklılığı bugün daha iyi
görülmektedir. ABD Irak’taki Sünnileri iktidardan uzaklaştırmak için
bürokraside büyük bir kıyım yaptı, Sünni mezhebinden bir ilkokul
öğretmenine bile tahammül etmedi, Maliki gibi fanatik Şii çetecileri kışkırttı
ve katliamlar yaptırttı. İşte DAEŞ bu zulüm nedeniyle 10 milyona yakın bir
halkın sempati ve desteğini kazandı ama ABD’nin Irak’ı İran’a bağlama
projesi de iyice ilerledi.
Alman dış politikası ve Türkiye
Türkiye’de 1 Mart teskeresine karşı çıkanlar ABD’nin müdahalesini
engelleyebildiler mi? Hayır. Onların tek işlevi Türkiye’nin elini kolunu
bağlamak oldu. Türkiye Irak’ta olsaydı Sünni halk bu kadar baskıya
uğramayacak, o ülke İran’a bu kadar kolay teslim edilmeyecek ve DAEŞ
gibi vahşi bir örgüt hiç ortaya çıkmayacaktı. Askerimizin değil kurşunu,
şapkası bile durumu değiştirmeye yeterdi. 1 Mart teskeresinin ret kararı
Türkiye’de Alman dış politikasını yurtseverlik ve İslam dayanışması
şeklinde yutturmayı başaran İttihatçılığın dirilişiydi ve 2014’e kadar olan
dünya ilişkilerimize etkileri oldu.
Üç madde
ABD’nin Irak’ı İran’a teslim etme politikasına en çok direnen Kuzey Irak
Kürtleri ve Barzani olmuştur. ABD’nin Barzani’nin petrol kaynaklarına
sahip çıkma politikasına karşı Bağdat hükümetinin yanında yer aldığını
hatırlayalım. Bugün Türkiye’ye karşı anlamsız bir terör kampanyası açmış
olan PKK’nın asıl hedefinin Barzani olduğunu unutmayalım. Bu bir.
DAEŞ’in Irak’ın İran’a bağlanmasına karşı bir tepki olarak ortaya çıktığını
dikkate alalım. DAEŞ konusu çözülmeden ABD’nin bölgedeki planlarını
gerçekleştiremeyeceğini anlayalım. Bu iki.
ABD’nin DAEŞ’le mücadele eden her türlü terör örgütüyle işbirliği
yapacağını, dolayısıyla PYD’ye mutlaka yardım edeceğini görelim. Bu da
üç.
ABD ne derse desin
Ama bu bizim çıkarlarımızla bağdaşmıyor. ABD ile birleştiğimiz noktalar
olabilir, ayrıldığımız noktalar olabilir. ABD’nin stratejilerine aykırı diye
herhalde devletimizin bekasından vaz geçecek de değiliz. Suudi Arabistan,
ABD’nin tüm itirazlarına rağmen Yemen’e müdahale etti ve İran ajanlarına
iyi bir ders verdi. ABD yöneticileri Suudileri defalarca “DAEŞ’e karşı
mücadeleye zarar vermekle” suçladılar. Ne oldu? Suudiler tınmadılar. Hiç
kimse Türkiye’nin dış siyasetinin ABD ayarlı olduğunu sanmasın, Soğuk
Savaş biteli çok oluyor.
UYANIN, KENDİNİZİ KULLANDIRMAYIN!
sen kurulacak Kürt devletinin Türkiye olmadan bağımsız ve kendi başına
ayakta durabileceğine inanıyor musun? ABD, İngiltere, Rusya, Almanya,
Fransa, İsrail, İran Türkiye'yi de kapsayan bir Kürt devleti kurulmasını
sağlayacak ve o da bağımsız olacak öyle mi? Sen onu külahıma anlat.Eğer
böyle bir devlet kurulabilirse bu Kürtlerin de Filistinlilerin kaderini
paylaşacağı anlamına gelir.Yani bu kadar ülke bir araya gelecek, hedefleri
Müslüman bir Kürt devleti kurmak olacak.Bu asla mümkün olmayan bir
fanteziden ibaret bir düşüncedir.Hayal kurmaktır. Türkiye olmadan da
böyle bir devletin yaşaması, asla mümkün değildir.Çünkü dünyaya açılan
tek kapısı Türkiye olacaktır.Bu sebeple böyle bir Devletin yaşaması
imkansızdır. Irak'ın bütünlüğünü savunuyoruz, evet... Bizim kimsenin
toprağında gözümüz yok ama İslam ülkelerinin kaynakları sömürülen
ülkeler olmaktan çıkması gerekiyor.Türkiye asla sömürge anlayışı
taşımayan bir ülkededir.Kuzey Irak'ta bir gelişme olmuşsa bu Türkiye'nin
verdiği desteğin eseridir.Öyle ya, kullanılan para Türk parası, satılan
malların % 85-90 oranında Türk malı.Gezdiğiniz zaman bölgeyi Türkiye'nin
doğal bir parçası zannedersiniz.Bu nasıl oldu? Elbette Türkiye'nin kardeşce
tavrı ve yaklaşımı sebebiyle oldu.Kurduğu stratejik ilişkiler sebebiyle
oldu.Türkiye en zayıf olduğu dönemlerde topraklarının parçalanmasına izin
vermezken en güçlü olduğu, kendi silahını üretmeye başladığı, başka
devletlerde olmayan sinyal bozucu, füzelerin yörüngesini bile değiştirip
hedefinden sapmasını sağlayan, uyduların araç hareketlerini görmesini
engelleyen, uçan uçakların sinyallerini bozarak iletişim sistemin çökerten
yani işlevsiz kılan KORAL sistemi varken mi buna izin verecek?Bırakın
kendinizi kullandırıp, kirli bir peçete gibi kenara attıracak zillete düşmeyi
de Ümmet anlayışı etrafında Müslüman Türk-Kürtler olarak birlik
beraberlik içinde olalım.Yoksa kurmak istedikleri devlet asla Müslüman bir
devlet olmayacaktır.Yok; "Hayır, biz Müslüman değil, Hristiyanız"
diyorsanız da bizim size geçit vereceğimiz aklınızın ucundan geçmesin.Türk
Ordusu kükrerse onu durduracak bir ordu yoktur dünyada.Bunun bedelini
canınızla ödemek zorunda kalırsınız, sadece... Üstelik saydığım devletlerin
doğrudan savaşmaya da cesaretleri yoktur.Sadece örgütlere silah temin
ederek, eğiterek Türk Ordusunun karşısına çıkarma stratejisi
güdüyorlar.Bunu Kürt kardeşlerimiz de görüyor zaten. Göremeyenlerin de
sadece oluk, oluk kanı akacak.Bunu aklınızdan çıkarmayın, bir kenara
yazın.Kim destek verirse versin, hiç bir terör örgütünün 1 milyon askere
sahip ve dünyanın en gelişmiş Ordularından birisi olan Türk Ordusuna karşı
başarı şansı yoktur.Bırakın Deaş'a destek verdiğimiz safsatasını.Bu sadece
algı operasyonu ürünü asparagas haberdir.İstihbarat örgütleri tarafından
üretilen bir yalan haberdir.Örgütün temeli de Irakta vahşete, tecavüzlere
imza atan "Black Water" denilen ABD Özel Ordusunun aptal Müslümanları
savaşçı olarak kullanmak için İslami örgüt görüntüsüne bürünmüş
halidir.Hatta Suriye'de yaptıkları görevin sonuna yaklaştıkları için Lİbya'ya
transfer ettiler.Şimdi de oradaki Müslümanların kanını dökecekler.Bu
ahlaksız savaş ne Kürt devleti kuracak, ne de Kürtlere bağımsızlık verecek
bir savaştır.Bu sadece İslam'a karşı yürütülen Haçlı savaşıdır.Haçlı
ülkelerin de destek vermesinin sebebi budur.Onlar da biliyor oluk, oluk
Müslüman kanı döküleceğini ama bu onların umurunda bile olmayacaktır
zira, zaten amaçları budur.Bu sebeple de yol yakınken devletinizin yanında
yer alın:Hem düşünmüyor musunuz; ABD'de onlarca etnik kimlikte insan
tek bir vatandaşlık ortak paydasında birleşirken, onlar için ayrı devlet
düşünülmezken, neden Müslüman Ülkeler de aşiretlere bile bir bayrak
verme hevesi söz konusu?Bu konuyu hiç düşündünüz mü? Ya da başka
türlü soralım karpuzu dilimlemeden doğrudan ağzınıza atıp yediğiniz oldu
mu hiç? Olmadı değil mi? Olamaz da... Çünkü yemek için dilimlere
ayırmanız gerekir. Dilimlere ayırır, sonra da çatalı batırarak afiyetle
yersiniz.İşte yapılmak istenen de budur. Rusya'nın uçağının düşürülmesini
sağlamak için defalarca hava sahamızı taciz etmesi de işgal ve karpuzu
dilimleme görevinin Rusya'ya verildiğinin işaretidir.Petrol fiyatlarını
düşürerek Rusya'nın ekonomik bağımsızlığını elinden alarak bu göreve razı
ettiler.Yani Rusya farklı düşünürken yapılan şantaja boyun eğmek zorunda
kaldı.Kendisini ateist bir ülke olarak tanımlarken bir anda Haçlı ülke
olduklarını(!) hatırladılar.Boş yere Müslüman kanı dökülmesine sebep
olmayın, kendinizi kullandırarak.Haçlıların tek bir amacı var "İti, ite
kırdırmak" yani hiç bir Haçlı vatandaşın kanı dökülmeden Müslüman kanı
dökerek amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar.Aklınızı başınıza alın, bu oyuna
fırsat vermeyin.
·

gunes.com
Güneş Gazetesi | Yazarlar
Ömer Özkaya omerozkaya@gunes.com 11 Şubat 2016 TÜM YAZILAR
İÇİN TIKLAYINIZ
11 Şubat 2016
Batı’da beyni en değişik çalışan millet, Alman’lardır, zihinsel olarak
Avrupalı değillerdir. Görünen ve bilinenin aksine şiddete yatkındırlar.
Kamu mallarını, sanat yapıtlarını yakma yıkma tutkusuna “Vandalizm”
denir. Bu isimlendirmenin kökeni, 5. Yüzyıl’da, Galya, İspanya ve Kuzey
Afrika’yı yakıp yağmalayan Cermen kavmi Vandal’lardan gelir.
“Alman teknolojisinin ilham kaynağı neresidir” sorusu, halen cevapsızdır.
Almanlar, Arkeoloji ve Mitolojiye büyük önem verirler. Alman
endüstrisinin temelinde Alman milletinin disiplini ve çalışkanlığı kadar,
sahip oldukları “Kadim Bilgi”nin de önemli ölçüde payı vardır.
Almanlar, insan ömrünü uzatmak maksadıyla, karaciğer, kalp ve akciğer
gibi yıpranan bazı organların daha yenisiyle değiştirilmesi hususunda ciddi
ilerlemeler kaydetmişlerdir. Güney Afrika, Hindistan ve Avustralya’da
kurdukları merkezlerde, organ değiştirme çalışmalarını insan klonlamaya
dönüştürmeye çalışmaktadırlar.
Alman milleti ırkçıdır ama ne gariptir ki; Cermen ırkının üstünlüğü
iddiasının arkasında, bu milletin iki tarihi düşmanı Fransız ve İngilizlerin
izleri vardır. Fransız diplomat-yazar ve oryantalist Arthur de Gobineau'un
1853’de gündeme getirdiğine göre “Bütün insan ilerlemesini ve uygarlığını
başlatanlar, Cermenlerdir. Beyaz ırk, siyah ırk ve sarı ırk (Moğol ırkı)
arasındaki farklılıklar tabii bir bariyerdir. Bu ırkların karışması bu
bariyerleri yıkıyor ve Kaos’a sebep oluyor.”
Bu görüş, İngiliz H. Stewart Chamberlain (1911) tarafından daha da
geliştirilip, genişletilmiştir. Chamberlain’a göre “Bugün, iki kuvvet yani
Yahudiler ve Cermen ırkları, özelliklerini Kaos’un son dalgalarının
bulandırmadığı her yerde, bazen dostça, bazen düşmanca, fakat her zaman
karşı karşıya gelen yabancı kuvvetler olarak korurlar.”
Orta Avrupa’nın doğuştan Yahudi karşıtlığı ile birleşerek Nazizm’i meydana
getiren, elbette ki bu çeşit doktrinlerdi. Daha sonra Nazizm’e dönüşecek
Cermen ırkçılığının fikir babası bir İngiliz ve bir Fransız’ken, Fransa ve
İngiltere’nin, Almanların her haklı atılımına karşı çıkması, Cermenler’i
çileden çıkartıp iki dünya savaşından başka bir sonuç doğurmamıştır.
Türk Dışişleri Bakanlığı Siyasi İstihbarat Şubesi'nin 23 Mart 1932 tarihli
“Almanya'da Dahili Vaziyet” konulu şu raporu, “Alman”ın kiminle niçin
mücadele ettiğini ortaya koyuyor:
“Almanya'da vaziyete hâkim olan Yahudi iktisatçılar, milleti iktisadi tertip
ve inceliklerle meşgul etmişler ve dünyayı da bu siyaset peşinde
sürüklemişlerdir. 1922-23 senesindeki enflasyon yoluyla hariçten aldıkları
borçları ve yabancı paralarını dondurarak dünyada görülmemiş bir
batakçılık yapmışlardır. Bu Yahudi siyaseti, (Alman) milliyetçileri çok
asabileştirmiştir.”
Bilinen ve yaşananların haricinde bu ve benzer raporlara rağmen,
Yahudilere yapıldığı ileri sürülen eziyetlerin kompleksinden kendini
kurtaramamış olan Alman, halen, Yahudi’ye karşı ezik ve ona karşı alttan
alıp, anlayışlı davranmak zorunda hissediyor kendisini.
Günümüz küresel düzeninin kurucularından ve idarecilerinden 95 yaşındaki
Henry Kissinger, ikili sohbetlerinde, sağlığını neye borçlu olduğunu
soranlara “Ben dünyanın en mutlu insanıyım, çünkü insanlığa hizmet
ediyorum” diyor. Ezoterizmle yakından ilgilenen Kissinger ayrıca “Ben,
Tanrı’yla konuşuyorum” diyor. Şimdi, Kissinger gibi Almanlar da dünya
çapında , “Küresel” ve “Tanrısal” bir rol peşinde.
yalanyazantarihutansin.org
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koynunda beslediği yılanlar!
AK Parti içerisinde de yıllarca bekleyip de Başbakan olamayan…
Cumhurbaşkanı yapılmayan…
Başköşeye konulmayan…
Artık derkenar olan…
Raf ömrünü dolduran…
Emekliye ayrılan…
Kendini dev aynasında gören…
Hep kendine isteyen…
Bıkkınlık uyandıran…
Makamlara ve mevkilere hep kendini layık gören…
“Merdiveni ikişer, ikişer çıkan” gençlerin iflahını kesen...
Bir şey olmasına asla fırsat vermeyen…
Gençleri “dünkü çocuk” diye yererken, kendini asırlık çınar diye öven…
Beştepe’ye göz diken…
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına tahammül edemeyen!
Kendini ağa, milleti maraba gören ne kadar kifayetsiz muhteris varsa…

“Ayna ayna güzel ayna! Cumhurbaşkanlığına, başbakanlığa benden daha
layık kim var bu dünyada?” diyen ne kadar tedavülden kalkmış muhannet
kafa varsa “gemiden atlıyor.”
Gemiden, “Aydın Doğan’ın” kollarına atlayıp AK Parti’ye çemkiriyor…
Fırtınalı havada gemiyi ilkin sıçanlar terk eder dedim ya…
Anlayacağınız, tıyneti benzer olanlar da sosyal medyadaki, “Gemi batıyor,
atlayan kazanıyor” tezahüratları arasında biiir bir gemiden atlıyor.
Ne dostluk dinliyooor, ne arkadaşlık…
Ne ahlak dinliyooor, ne dâvâ…
Ne sadakat dinliyooor, ne vefa…
İçinde çınlayan o şeytani kibir yüzünden, yüreği katılaşıyor, hırs ve intikam
duygusuyla gözleri kararıyor.
Et istiyor, can istiyor, kan istiyor…
Bir avcı iştahıyla pusuya yatıp, “zayıf” ânı kolluyor.
Ve o an gelince de “tepesine çullanıyor”…
Tıpkı, “17-25 Aralık”taki gibi…
“Gezi İşgali”ndeki gibi…
“Kobani eylemleri”ndeki gibi…
“Suriye meselesi”ndeki gibi…
“Rusya krizindeki” gibi…
Yedi Haziran sonrası gibi…
Bir Kasım öncesi gibi…
Fırsat kolluyor.
O anı kaçırmıyor.
Dikkat ettiniz mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koynunda beslediği ne kadar yılan varsa, alayı
“puslu havalarda kafa kaldırıp tıslamaya başlıyor.”
Çevresinde ne kadar Brutüs varsa, AK Parti türbülansa girsin de,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sırtından vursun diye haince bekleşiyor.
Eteklerinde ne kadar taş varsa döküyor…
“Çınarın gölgesinde gün görmemiş ne kadar sır varsa ortaya dökerim
haaaa” diye parmak sallaya sallaya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tehdit
ediyor!
Aba altından sopa gösteriyor.
Yaşına başına bakmıyor…
Düştüğü durumu fark etmiyor.
Allah’tan korkmuyor, kuldan utanmıyor.
İlle de rövanş, ille de intikam istiyor.
Beştepe’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dar etmek için elinden geleni ardına
koymuyor.
Öyle bir ateşle istiyor ki, FETÖ’yle mi kol kola girmiş, Aydın Doğan’la mı
ittifak etmiş, asla umursamıyor.
Memleketin içinde bulunduğu “bıçak sırtı” süreç umurunda bile değil!
Cizre yanmış, Sur tutuşmuş, Gaziantep’e havan topları düşmüş asla
umursamıyor.
Bilakis AK Parti türbülansa girsin de “hançeri” Cumhurbaşkanının sırtına o
zaman saplasın istiyor…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’la, Başbakan Davutoğlu’nun arasını açmak için
yarışıyor.
En küçük bir “umut ışığı” yakalamak için neredeyse ölüyor.
Ortalığı karıştırmak için çırpınıyor.
Kırgın, dargın kim varsa “şeytan” gibi yaklaşıp vesvese vererek, içinde bir
ihanet istidadı meydana getirmeye çalışıyor.
Bu fırtınalı havada gemiyi ilkin terk eden sıçanlar var ya…
Hepsi veba saçıyor.
Bakmayın şu vakte kadar Cumhurbaşkanı’na yakın olduklarına…
Bakmayın suyun gözesinde durduklarına…
Âraf Suresi’ndeki Belam gibi…
Cennetten kovulmuş şeytan gibi…
İçlerindeki o “şeytani kibir” ruhlarını ele geçirince safiyet bırakmıyor!
Kimi kendini Vatikan’da Papa’nın elini öperken, kimi de sermaye
karşısında rükû edip el öperken buluyor.
Müslümanların çektikleri kimin umurunda ki?
Ali Karahasanoğlu, zalimlerin Hasan Abi’ye açtıkları davalara girmekten,
yasını adliye koridorlarında tutmak zorunda kalırken…
Hasan Abi, rahmana kavuştuğu halde bu ihanet şebekesi, hâlâ yakasını
bırakmazken…
Bizim mahalledeki “yüksek manevra kabiliyetlilerin” alayı, koro halinde
Can Dündar’ın, Erdem Gül’ün “basın özgürlüğü” için edebiyat yapıyor.
Bu mahallede öteki mahalle kompleksinden geberen, Aydın Doğan yalakası
şahsiyet yoksulları için Akit’in, tepesine üşüşen akbabalarla boğuşması dert
mi ki?
Dert değil tabii ki…
Hem bize gölge etmesinler de, başka ihsan istemeyiz!
Bize Allah yeter!
Mehtap Yılmaz.YeniAkit.4 Şubat 2016

yalanyazantarihutansin.org
Üçüncü dünya savaşı başladı
Kaç senedir “küresel din savaşının” başladığını ve adı konulmadan devam
ettiğini anlatıp duruyoruz. Bunları yazıp-konuşurken bazıları, komplocu
olduğumuzu, bazıları savaş kışkırtıcılığı yaptığımızı düşündü. Bu tür her
gelişmeden Batı'nın galip çıkacağına “iman edenler” ise bıyık altından
gülüp geçtiler. Bunlar zaten bilinen ve tahmin edilen şeyler. Mühim bir
durum da değil. Bunlara bir şeyler anlatma veya ikna etme derdinde de
değiliz.
Şimdi parçaları tekrar yerine koyalım ve resme bakalım. 2014’ün
sonbaharına girerken Papa, gazetecilere yaptığı açıklamada, “3. Dünya
savaşı başladı. Ama parça parça” demişti. Papa’nın arabuluculuğu ile
2014’ün Aralık ayında ABD ve Küba arasındaki düşmanlık bitirildi. 50
yıllık düşmanlık yerini barışa bıraktı. 2015’in Eylül ayı sonunda ABD’nin
gizli teşviki ve yol vermesiyle Rusya Suriye işgaline, ABD, Avrupa ve
İran’la beraber dahil oldu. Suriyeli Müslümanları katletmek için Rusya’dan
gönderilmekte olan uçaklar, tanklar, silahlar, füzeler ve askerler Ortodoks
rahipler tarafından takdis edildiler. Rus Ortodoks patriği Suriye işgalinin bir
“Haçlı savaşı” olduğunu çekinmeden ifade etti.
2014’te Katolik Papa Türkiye’ye geldiğinde Bizans Patriği Bartholomeos
ile ortak ayin icra ettiler.. 12 Şubat’ta Papa Franciscus Küba’da Rus
Ortodoks Patriği Kiril ile ittifak görüşmesi yapacak. Uluslararası Siyonizmle
de iş birliği yapan Haçlı dünyası Müslümanlara karşı kendi aralarında
birleşiyor.
Şu anda Suriye’de ABD, Avrupa, Rusya, İsrail ve İran, Müslümanlara karşı
ittifak kurmuş vaziyetteler. Şu gerçeği tam olarak görelim artık. İslam
dünyasıyla ilgili Rusya ile ABD arasındaki zahiri farklılıklar sadece kayıkçı
kavgasıdır. Aralarındaki gizli ittifakın deşifre olmaması için icra edilen bir
mizansendir. ABD ve Rusya Suriye krizinin başından bu yana müttefiktiler.
Gerisi hikaye..
Peki bütün bu Haçlı-Siyonist ittifakına karşı İslam ülkeleri ne yapıyor?
Haçlı-Siyonist dayanışması Müslüman ülkelerin de kendi aralarında ittifak
kurmalarına sebep oldu. 2015’in Aralık ayında Riyad’da toplanan İslam
ülkeleri Ortak İslam Ordusu ve Ortak İstihbarat Merkezi kurduklarını
açıkladılar. Bu ittifaka dahil olan ülke sayısı 40’ı geçti.. Bu gelişmeden
sonra ABD, Avrupa, Çin, Rusya, Mısır, İsrail ve Suriye’de çok önemli ve
dikkat çekici gelişmeler oldu.
Rusya 2016 yılına büyük bir şokla girdi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal eden
Generali ile Rusya’nın Suriye işgalini planlayan ve aynı zamanda Rus
Genelkurmayının İstihbarat Başkanı da olan General aynı gün öldürüldüler.

Gelelim son 15 günde olanlara.. Önce, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı
Adil bin el-Cubeyr dünyaya meydan okuyan şu konuşmayı yaptı:
"Dünyanın ekonomisine katkı sağlayan ABD, Avrupa ve Çin'de bulunan
7.6 trilyon dolar İslam ülkelerine ait yatırım ve paraları geri çekilebiliriz. Bu
durumda dünya ekonomisinin ne hale geleceğini Batılı ve Çinli dostlarımız
bir kez daha düşünsünler..."
Bu tehditten bir iki gün sonra Çin Dışişleri Bakanı şu açıklamayı yapma
gereği duydu: "Suriye'ye veya Ortadoğu'da başka bir çatışma alanına asker
veya operasyonel güç göndermeyi düşünmüyoruz.."
Devamında ise şunlar oldu;
Darbeci Sisi’nin başında bulunduğu Mısır'da, Yüksek Mahkeme, İhvan
Üyelerinin yargılandığı 'Kirdase' olayları davasında 149 kişi hakkında
verilen idam kararını bozdu.
İçinde bir Tuğgeneral ve bir Albayın da bulunduğu 34 kişilik İranlı ölüm
timi kuşatılıp 6'sı ölü 28'ı sağ olarak Halep'te muhalifler tarafından esir
alındı.
Suriye'nin Türkiye sınırındaki Türkmen Dağı bölgesinde, Rus ve Esad
generallerinin bir araya geldiği karargaha düzenlenen baskında, 4 Rus, 5
Esad generali olmak üzere toplam 15 üst düzey subay öldürüldü.
Rusya Genelkurmay Başkan'ı Valeri Gerasımov Suriye'de öldürülen Rus
generallerle ilgili Interfax'a şöyle konuştu: "Suriye'de olup bitenlerden
tamamen Türkiye sorumludur. Bu olay bardağı taşıran büyük bir suikast.
Bu büyük bir saldırı ve bu saldırının arkasındaki tek güç Türklerdir.
Görülüyor ki sahada yani Suriye topraklarının her bir köşesinde Türkler
çok etkililer. Bu suikast unutulmayacak. Bu, Türklerin biz Ruslara karşı ilk
icraatları değil. Bunlar Çeçenistan'da, Ermenistan'da, Ukrayna'da, Kırım'da
hep karşımıza çıkanlardır.”
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise generallerin öldürülmesini şöyle
yorumladı. "Türkiye'nin eylemleri, Rusya'ya karşı eşi görülmemiş bir
meydan okumadır. Bu bizim seçimimiz değildi."
Suudi Arabistan'da 'terör şüphesiyle' 10 Amerikalı tutuklandı. ABD Dışişleri
yetkilisi, Suudi Arabistan'da Amerikan vatandaşlarının tutuklandığını
doğruladı.
Gelelim Rusya’nın ekonomisine. Türkiye’ye ambargo uygulayan Rusya’nın
ekonomisi çöküyor, Rus halkı sorgulamaya başladı: Geçen sene 1.100
dolara tekabül eden maaşlar 450 dolara düştü. Moskova'da m2'si 6.000
dolar olan işyerleri 2.200 dolara düştü. Yoğun bir Türk düşmanlığı
propagandası yapılmasına rağmen Rus hükümeti ciddi olarak sorgulanıyor
artık. Halk, "Bizim Suriye'de ne işimiz var" demeye başladı. Ayrıca her gün
Ukrayna'dan 5 ile 10 arası asker cenazesi geliyor Rusya’ya. Yayın yasağına
rağmen ailelere teslimle öğrenilen asker zayiatları ciddi tepkilere sebep
oluyor.
Savaşın başından bu yana Suriye’de 24 İran Generalinin öldüğünü
hatırlatan Başbakan Davutoğlu, "Soğuk savaş günlerinde, muazzam bir
süper güç olan Sovyet birliklerinin nasıl zelil bir şekilde Afganistan'dan
çıktığını unutmasınlar. Bugün Suriye'ye de girenler aynı şekilde çıkacaktır"
diyerek Suriye’deki tüm yabancı işgalcilere meydan okudu.
İslam dünyasının meydan okumaları karşısında panikleyen Avrupa ve
liderleri Angela Merkel Ankara’yı iknaya çalışıyor.
Suriye’de şartların hızla değişmeye başladığını gören İsrail lobisi
Ankara’nın kapısını çalıyor.
Önümüzde ise çok daha hızlı ve sıcak günler var.. ABD, Avrupa, Rusya,
İran, İsrail ve diğer işbirlikçilerin halini göreceğiz. Hadi hayırlısı..
9.2.2016
Alper TAN
yalanyazantarihutansin.org
Haçlılar geliyor,Türkiye'ye sahip çıkın!
Türkiye: “PYD`ye verilen silahlar PKK`ya gidiyor. PYD ve YPG,
PKK`nın Suriye`deki uzantısı bir terör örgütüdür.”
Amerika: “PYD bize göre terör örgütü değildir. DAEŞ`le mücadelede ön
plandadır”
Türkiye: “Sizin stratejik ortağınız biz miyiz yoksa PYD mi?”
Amerika: “Hık..mık…kem…küm… şarolom…şum”
Türkiye: “Terör örgütünde yakalanan silahlar, bize dost diyen ülkelerin
silahları çıkıyor bu ne iş?”
Amerika: “Hık..hık…”
Rusya : “PYD bizim stratejik ortağımızdır!”
Türkiye: “Ya PKK?”
Rusya : “PKK cici çocuk, HDP`yi Rusya`da ağırlamaktan onur duyduk.
Türkiye derhal barış masasına dönmeli”
Türkiye: “ Ey Rusya Suriye`de her gün onlarca sivili öldürüyorsun, dünya
susuyor!”
Rusya : “Bunu uçağımızı düşürürken düşünecektin. Sana uçağımızı nasıl da
düşürttük ha..hah ha..”
Türkiye: “Nasıl yani!”
Rusya : “Bzzt… Türkmendağı”
Türkiye : “Kimle düşürttünüz! Nasıl yani? Bilerek mi?”
Rusya : “….Yorum yok. Amerika`ya sor, İsrail`e sor, Esed`e sor… hatta
İran`a sor. Şıkıdım… şıkıdım”
İran : “Türkiye Rus uçağını düşürmenin bedelini çok ağır ödeyecek!”
İsrail : “Rus uçakları bizim hava sahamızı da işgal etti ama yanlışlıkla… Biz
düşürdük mü?
(Bu arada Irak: “Türkiye Musul`daki askerlerini çeksin ABD: Türkiye
Musul`daki askerlerini çeksin Rusya: Türkiye Musul`daki askerlerini çeksin
İran: Türkiye Musul`daki askerlerini çeksin.”)
Bu arada Ermenistan: Büyük Ermenistan hayallerimiz bitmedi, Türkiye`nin
doğusu Büyük Enrmenistan`ındır.
Bu arada HDP: “1915`te Ermeni soykırımı yapılmıştır. Kürt halkı adına
Ermenilerden af diliyoruz.”
Bu arada HDP-PKK: “Başlatılan mücadele Bağımsız Kürdistan idealinin
bir parçasıdır.”
Bu arada Barzani (Aradan sıyrılma çabasındadır): “Bağımsız Kürdistan`ın
kurulması için hiçbir engel kalmamıştır.
İsrail: “Vaadedilmiş topraklar (Arz-ı Mevud) Nil`den Fırat`a kadar uzanır.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Türkiye : Yaa noluyor kardeşim? Teker teker gelsenize!
Evet Sevgili okurlar, yukarda yazdıklarım bir tiyatro oyunundan alınmış
pasajlar değil. Her gün, gazetelerde okuduğunuz, televizyonlarda izlediğiniz
haberlerden kısa kısa derlemeler.
Türkiye`nin nasıl ve kimler tarafından hangi işbirlikçilerle hedefe
oturtulduğunu anlamayan var mı hala? Birinci Dünya Savaşı`nda Osmanlı
parçalanırken kimler dost ise şimdi de aynı “kankalık” yeniden tedavülde.
Aşağıdaki denkleme itirazı olan var mı bilmiyorum.
En büyük kankalar: Rusya-ABD
Şaşırtan kankalar: İran-İsrail, İsrail-Suriye, İran-ABD
En çok şaşırtan kankalar: ABD- İran
Üçlü kankalar : ABD-Mısır-İsrail
Hepsiyle kanka: Irak
Hepsiyle kanka: Ermenistan
Hepsiyle Kanka: HDP/PKK
Gizli kankalar: Suriye-İsrail, İsrail-İran-Irak-Ürdün
Perde arkasındaki büyük kanka: İNGİLTERE
Allah aşkına anlayın artık. Herkes Osmanlı tarihini yeniden okusun.
Özellikle gerileme dönemini, birinci dünya savaşı dönemini yeniden
okusun. Haçlı-siyonist ittifakın imparatorluğumuzu hangi tuzaklarla, hangi
ihanetçilerle yıktığını her Türk bilmeli değil mi? Şu anda kıyametlerin
koptuğu coğrafya çok değil 90 yıl önce bizim topraklarımızdı. Bu topraklar
Haçlılar tarafından önce işgal edildi. Sonra onlar kimi istedilerse bizi onlar
yönetti. 100 yıl sömürüldük. Başta Türkiye olmak üzere Müslümanların
“yeter artık” dediği ya da diyeceği bir dönemde işgal yeniden başladı. Allah
aşkına anlayın artık. Türkiye`de ya da Mısır`da ya da Ürdün`de, Suriye`de,
Irak`ta, Arabistan`da kimin iktidarda olduğu onların umurunda değil.
Onların önemsedikleri muktedirlerin kendi emir kulları olup olmadığı. Onun
için Mursi`yi devirdiler. Onun için ırak`a girdiler, onun için Suriye`deler.
O`nun için Türkiye`yi yalnızlaştırıyorlar ve O`nun için Tayyip Erdoğan`ı
istemiyorlar. Bir gün CHP tek başına iktidar olup da Kılıçdaroğlu, “One
Minute” dese O`nu da istemezler. Onların istediği, yüzde 15-20`şer oy
almış birkaç partili koalisyonlarla Türkiye`nin yönetilmesi. Açın okuyun
1950`den 2002 yılına kadar Türkiye`de 52 hükümet kurulmuş olması
sadece bir tesadüf olabilir mi? 1980 yılına kadar MİT`in maaşlarını
ABD`nin ödemesi bir tesadüf olabilir mi? Ve bunu bilmeyen bir başbakan
(Ecevit)`in ülkeyi yönetmesi kabullenilebilir mi?
Haçlı-siyonist ittifak birinci dünya savaşıyla, sadece Osmanlı`yı
parçalamadı. Osmanlı topraklarındaki fosil yakıtlara da(Petrol) el koydu.
Sömürdükleri petrol bitmek üzere. Dünyada petrolün yerini alabilecek tek
bir enerji kaynağı var: Bor Madeni. Ve dünya bor rezervinin yüzde 80`i
Türkiye`de. Amerika, Rusya, İngiltere, Almanya ve Fransa borla çalışan
otomobil ve motorların prototipini ürettiler bile.
Türkiye varlık-yokluk tünelinden geçiyor.
Siyaset zamanı değil, devlete sahip çıkma zamanı.
Yemin ederim, kulağıma gelen sesler haçlıların ayak sesleri…
“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle
hoşnut olacak değillerdir.” (Bakara Suresi: 121. ayet)
Latif Şimşek,Beyazgazete09.02.2016

habervaktim.com
Bu On Kötülük Yıkar Batırır - M. Şevket Eygi
Yazarın Tüm Yazıları »
M. Şevket Eygi / Milli Gazete
AŞAĞIDA sayacağım kötülükler, azgınlıklar, günahlar toplumları ve
devletleri sarsar, bozar ve sonunda yıkar.
Bunların birincisi: Ailenin yıkılmasıdır. Bugünkü kanunlar ailenin
temellerini dinamitlemektedir. Eski Medenî Kanun da kötüydü ama
bugünküsü beter ve berbattır.
İkincisi: Müslüman bir ülke ve devlet idam cezasını kaldırırsa batmaya
mahkumdur. Kur’an “Kısasta sizin için hayat vardır” buyuruyor. Âdil
kanunlara göre âdilâne yargılanarak; katiller, büyük rüşvetçiler, büyük
uyuşturucu işi yapanlar, kadınlara tecavüz edenler ve teröristler idam
edilmelidir.
Üçüncüsü: Lüks, israf, saçıp savurma, gurur ve kibre yol açan ihtişam; aşırı
lüks meskenler, aşırı lüks otomobiller, aşırı lüks cep telefonları, aşırı lüks
mobilyalar, aşırı lüks yeme içme giyinme, aşırı lüks konaklamalar toplumun
temellerini sarsan bir kötülüktür. Yıkıma ve çöküşe götürür.
Dördüncüsü: Şu konuda güvene sahip olmayan toplumlar, ülkeler ve bu
güvenleri sağlayamayan rejimler batar: (1) Din, inanç konusunda güven ve
hürriyet… (2) Can güvenliği… (3) Mal güvenliği… (4) Irz, namus, nesep
güvenliği.
Beşincisi: Toplum ve devlet sermayeyi üretim için kullanmalıdır. Ülke
sermayesinin büyük kısmının, üretmeyen lüks meskenlere, binalara,
yazlıklara, AVM’lere, stadyumlara, tek kelimeyle betona gömülmesi ve âtıl
hale getirilmesi çöküş ve batış sebebidir.
Altıncısı: Bir halk, bir toplum, bilhassa çocuklar ve gençler; iyi, sağlıklı,
dengeli beslenmezse o ülke batmaya mahkumdur. Gıdalarda ve meşrubatta
300 kadar kimyevî maddenin, koruyucunun, yapay aromanın, boyanın
bulunduğu, on milyonlarca vatandaşın hibrid buğdayla, genetiği
değiştirilmiş ürünlerle beslendiği bir toplum sağlığını koruyamaz. Sağlıksız
bir toplum sarsılır batar.
Yedincisi: Millî kimliğin ve dominant kültürün İslam olduğu bir ülkede halk
dünyevileşir ve dinden koparsa batış kaçınılmaz olur. Din ahlak ve fazilet
demektir. Din gerileyince ahlak bozulur, faziletler uçar gider. Ahlaksız ve
faziletsiz bir toplum yaşamaz. Dıştan dindar görünen ama ahlakı zayıf ve
kötü olan bir toplum da batar.
Sekizincisi: İç barış, sosyal mutabakat (uzlaşı) yıkılırsa; halk ülke ve devlet
de yıkılır.
Dokuzuncusu: Genç nesillere doğru dürüst ve yeteri miktarda (1) bilgi ve
kültür… (2) ahlak ve karakter terbiyesi… (3) sanat güzellik estetik boyutu
kazandıramayan; bozuk, kötü, müflis, çağ dışı bir eğitim sistemi ile hiçbir
ülke ayakta duramaz.
Onuncusu: Ülkeler, toplumlar, devletler adaletle ayakta durur. Adalet
mülkün temelidir. Sadece kanunlarla adalet olmaz. Kanunların âdil olmaları
ve âdilâne uygulanmaları gerekir. Hakkı yenenlerden ziyade, haksızların
hırsızların gaddarların haklarını koruyan bir hukuk sistemi devleti de,
ülkeyi, halkı da batırır.
On madde saydım, bilmem bir şey anlatabildim mi?
(İkinci yazı)
O Gence
Sen seksen milyon içinden çıkacak ve Dine Millete çok büyük hizmet
edecek tek bir gençsin. Kendini yetiştirmen için sana bazı ipuçları
veriyorum:
İtikadını tashih et yani Kur’ana, Sünnete, Cemaate dayalı doğru inançlara,
doğru iman kültürüne sahip ol. İtikadında bid’at olursa şansını yitirirsin.
Beş vakit namazı dosdoğru kılacaksın. Aksi takdirde beklenen hizmetkar
olamazsın. Namazları cem’ etmen konusunda fetva ve ruhsat yoktur.
En az Kudurî seviyesinde fıkıh öğren. Fıkıhsız adam olamazsın.
Arkadaşlarına ve emsaline imamlık yapabilecek derecede kıraat ve fıkıh
bilmelisin.
Namazı başında takke veya başka bir islamî serpuş olduğu halde kılman
şarttır. Bu kadar kolay ve zahmetsiz bir sünneti ve edebî yerine
getiremiyorsan adam olamayacaksın demektir.
Kur’an, Peygamber (Salat ve selam olsun ona), Selef-i Sâlihîn ahlakı ile
ahlaklı ol. Bu ahlaka sahip olmak için İhyâ kitabını oku ve içindeki bilgileri
elden geldiği kadar, bütün gayretinle hayata uygula.
Benliğini yenemezsen, nefs-i emmâreni dizginleyemezsen adam olamazsın.
Lüks eve, lüks otomobile, lüks mobilyaya, lüks giyim kuşama, lüks yazlığa,
lüks yeme içmeye, lüks konaklamaya talip olmayacaksın. Bunları istersen
adam olamazsın.
Ehl-i Teivhid, Ehl-i Kıble mü’min kardeşlerini sev, onlara acı, onları
benimse, onlara yardımcı ol. Sakın onlara düşmanlık etme. Onların gizli
ayıp ve günahlarını araştırma, öğrenirsen ifşa etme. Efendimizin “Siz
birbirinizi sevmezseniz Müslüman olamazsınız” buyurduklarını duymadın
mı?
Çeneni tutmazsan adam olamayacaksın. Devamlı gıybet eden bir kimse iyi
ve dindar Müslüman değil, şeddeli eşşektir. Gevezelik, dedikodu ve
zevzeklik yapma. Ya hayır söyle ya çeneni kapat!
Öyle ol ki, düşmanların bile sendeki islamî faziletleri ve tecellileri görsün,
kabul ve teslim etsin.
Allah’ı ve Resulünü çok seversen, başına gelecek imtihan belalarına hazır
ol.
Alabildiğine mütevazı, alçak gönüllü, gurursuz, kibirsiz ol. Allah gururluları,
kibirlileri, büyüklük taslayan sefilleri ve sefilleri sevmez.
Ruhbanları, alimleri, din büyüklerini erbab haline getirme, putlaştırma.
04.02.2016

yeniakit.com.tr
Anadolu’nun Kilidi Bolvadin
Afyon için Anadolu’nun kilidi denilir. Ülkemizin dört bir yanına giden
önemli kavşak noktalarından birisidir. Şifalı suları, havası, toprağı pek
bereketlidir.
Yalnız böyle bir ün, Afyon’a ait olsa da esas bu şöhrete destek veren
Bolvadin İlçesi’dir. Bolvadin İpek yolu şehridir.
Bolvadin’in isminin “bol ve bereketli” manasına geldiği söylenir, tahrir
defterlerinde “geniş otlaklı ova” diye geçmektedir.
Bilinen kayıtlara göre Bolvadin, 10 bin yıllık bir tarihe sahip. M.Ö 8000
yılında yerleşik hayata geçildiği bilinmektedir.
Bolvadin, pek çok medeniyete; kimi vakit uzun, kimi vakit kısa süreli ev
sahipliği yapmış bir beldedir.
Şehir ve insan kimliğine ise Selçuklu ve Osmanlıların yurt edinmesiyle
kavuşmuş ve halen bir Selçuklu ve Osmanlı şehir kimliğini, kayıplara
rağmen sürdürmektedir.
Şehrin tarihi kimliğinin yanı sıra, insanları da muhafazakâr kimlik çizgisini
olabildiğince korumakta ve yaşatmaya çalışmaktadırlar.
¥
Bolvadin’e yolum düşmeyeli 10 yıl olmuş. En son 2004-2009 yıllarında
belediye başkanı olan Dr. Ahmet Helvacı döneminde gelmiştim.
Ahmet Helvacı şimdi Erzurum Yakutiye kaymakamı olarak görev
yapmaktadır. Bolvadin’deki değişim onun icraatlarıyla başlamıştı.
Şimdiki başkan Fatih Kayacan ile zirveye tırmanmakta. Bolvadin bir hayli
büyümüş ve gelişmiş ve ilçe görünümünden ziyade bir il görünümüne
kavuşmuş.
¥
Bolvadin’in Türkler tarafından fethi, Malazgirt zaferinin ardından 1107
tarihinde “Emir Menkülek” tarafından gerçekleşmiş. Bolvadin ismi de o
dönem verilmiş.
Fethin ardından; Karkın, Çepni, Yazır ve Avşar boyları, Sarıkeçili,
Karakeçili, Honamlı, Selçuklu, Tekkeli Yörükleri ile Karainbeyli, Morcaali,
Tabanlı, Karabağ Türkmenleri yerleşmişler.
Günümüz Bolvadin ve köylerinin nüfusu, ağırlıklı olarak bu boylardan
oluşmaktadır.
Selçuklu ve Osmanlı’nın; “insana hizmette olmazsa olmaz şartının” gereği
olan ve İslam medeniyetinin ana gövdelerini teşkil eden; “camiler,
mescitler, çeşmeler, hanlar, hamamlar, mektepler, medreseler, köprüler ile
imarethane ve Mevlevihane” şehrin kimliğinin tapusudur.
¥
Bolvadin, Balkanlar’ın Fatihi I. Murad Hüdavendigar devrinde Osmanlı
mührü ile sahiplenilmiş. Yavuz Sultan Selim vaktinde ise kaza merkezi
olmuş.
Fatih Sultan Mehmet döneminde de Anadolu’nun kilidi durumuna getirilmiş
ve ona göre bir düzenleme yapılmış.
İstiklal mücadelemizde ise Bolvadin, 14 Nisan 1921 tarihinde
“İngiliz/Yunan” ittifakıyla işgale uğramış. 24 Eylül 1921 tarihinde
düşmanlar kovulmuş.
Cennet mekân II. Abdülhamid Han’ın 1894 yılında yaptırdığı ve halen
ayakta kalan “Yanık Kışla” o günlerin şahitlerindendir.
Bolvadin’e dair ilginç bir not iki bilgi aktaralım.
Bir “Ahi” şehri olan Bolvadin’de 1830 yılında 150 çeşit meslek grubu
varmış.
Söz Bolvadin’den açılmışken “Milli Sinemanın” öncüsü ve sinemaya ilk
defa dini-milli değerlerimizi, “insan ve Müslüman” bir karakterle aktaran
Yücel Çakmaklı’yı hatırlayarak ruhuna bir Fatiha göndermeli.
Bu makale 3.088
kez okundu
Emperyalist güçlerin elinde oyuncak olan âdeta Haçlı Seferinin mensupları
gibi davranan bu ülkenin millî ve manevi değerlerine, tarihine düşman
olarak Hıristiyan Batı’nın kültür potasında erimiş, Batı’nın devşirmeleri
yani bu ülkenin evlatları kişiler vardır.
Türkiye’nin düşmanları; bu sözde aydın ama bir o kadar millî olmayanlara
emperyalist ahtapotunun kolları gibi her birine ihanet görevi vermiştir.
Kandil, Müslüman Kürtlerin evlatlarını mürted yani Müslüman iken kafir
yapmaktadır. Daha sonra onlara terör eğitimi vererek yetiştirmektedir. Bu
teröristler katliam yapmak, cami, hastane, kültür merkezi, okul ve Kürtlerin
bina ve iş yerlerini yakmakla görevlendiriliyor. Bir robot halinde görevleri
öldürmek ve ölmektir.
Bildiri yayınlayan sözde (hain) aydınların görevi ise Yahudi kontrolünde
dünya medyası ile birlikte PKK’nın zulüm ve katliamını gizlemektir. Zaten
bu sözde aydınlar bildirilerinin Türk kamuoyunca tepki ve nefretle
karşılanacağını biliyorlar. Onların maksadı yalan iftira ve ithamlarla dolu
bildirini çeşitli ülke dillerine tercüme ederek Türkiye’nin itibarını
zedelemek, Türkiye’yi terörist ve katliam yapan durumuna sokmaktır.
CHP yetkililerinin görevi Türkiye’de ileriye dönük mezhep kavgası için
partiyi Alevi partisi haline getirmektir.
CHP’nin eski Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Savcı Sayan’a göre MYK’nın
51 üyesinin 41’i Alevidir.
HDP’nin görevi PKK’ya destek olmak Büyük Ermenistan ve Büyük İsrail
adına bölgenin boşaltılması için PKK’nın zulmüne karşı çıkmamaktır. 2002
-2015 arası AK Parti iktidarı faiz lobisine 462 milyar TL verilmesini
önlemiştir. Ve bu para devlet kasasına girmiştir. Geçmişte devlet bütçesinin
140 katrilyon (yani 140 milyar TL) yarısı yani 70 milyar TL’si faiz lobisine
faiz olarak ödenmiş idi. Faiz lobisi ve Boğaziçi Baronları eski günlerin
hayali içindedir.
Dış güçlerin maddi imkânları ile beslenen bazı medya, PKK’yı
desteklemekle görevlidir. En büyük rol ise paralel yapıya verilmiştir.
Mecliste Türkiye-İran savaşında İran’ın yanında yer alacağını beyan
edenler vardır. Küresel sermaye (Yahudi ağırlıklı) Türkiye’yi ekonomik
krize sokma hayalindedir. Ve bütün bu şer güçler Türkiye’yi siyasi ve
ekonomik bir kaosa sürüklemek için çalışıyorlar.
Suriye siyasi olarak bir leş misalidir. Her ülke kudreti oranında paylaşmak
istemektedir. Rusya ülkesinde yaşanan ekonomik krizi örtmek için
Suriye’yi ikinci Afganistan yapmıştır. Ama bu ülkeden de defolup
gidecektir.
Ortadoğu başta olmak üzere dünyadaki savaşlar niçin yapılıyor diye
sorarsak; dünyanın bir yıllık gelirinin yarısı 85 aileye (çoğu Yahudi) aittir.
OXFAM tarafından açıklanan rapora göre dünyanın en zengin 62 kişisinin
serveti 1 trilyon 76 milyar dolardır. Bu rakam aynı zamanda dünyada en
yoksul 3 milyar 600 milyon insanın gelirine eşittir. İşte dünyada yaşanan
savaşlar bu sömürünün devamı için yapılmaktadır.
01.02.2016

yeniakit.com.tr
Şia düşmanlığı ithamı gerçekleri örtemez
Son yazılarımdan sonra Şia câmiasından Şiîlik düşmanlığı yaptığım
noktasında epey suçlamalara muhatap oldum. İşi, ağır hakaret boyutlarına
vardıranlar da çok. Bunlara teker teker cevap vermeye ne vaktim ne de
niyetim var. Ancak gerçekleri görmek isteyenlere topluca bir cevap yazısı
yayınlamak da şart oldu.
Ben, Şiîliği ana akım Müslümanlardan ayrılmış bir fırka olarak görüyorum.
Ehl-i Sünnet müntesibiyim. İtikatta ve füruuda ciddi ihtilaflarımız var.
Ancak bu durum yeni değil, Şiîlik tarih sahnesine çıktığından beri var. Dün
olduğu gibi bugün de var ve gelecekte de olacaktır. Bunu Şia da kabul eder.
Şiîliğin Ehl-i Sünnet karşıtlığı ise Sünnîliğin Şia karşıtlığıyla yarışamaz.
Şia’nın dinî kaynaklarının iskeletini bu karşıtlık oluşturur. Sadece karşıtlık
değil, öfke ve nefretin de en üst düzeyde olduğu; hadis, tefsir, fıkıh, kelam,
tarih ve diğer kaynaklarda sabittir. Hayır diyenler için en temel
kaynaklardan yüzlerce örnek gösterebilirim. Ancak ben bunu yeni
öğrenmedim, dün de biliyordum.
Fakat bizim düsturumuz; ekol olarak bizim meşrebimiz bize, sizin
meşrebiniz sizedir. Allah (c.c) din günü herkese hakikati gösterecektir. O
zaman her kesim kendi inandığı hakikatleriyle yaşasın.
Bu meyanda Şia ve Ehl-i Sünnet arasında usûl ve füruuda bir vahdetin
olmayacağını, mezheplerin yakınlaştırılması çalışmalarının yanlış olduğunu,
Şia ve Sünnîlerin birbirinin haklarına riayet ederek beraber
yaşayabileceklerini, siyasi ve iktisadi birlik yollarının aranmasının daha
rasyonel ve tarihi gerçeklere uygun olduğunu hep söyledik. Bu bağlamda
tavır da geliştirdik.
Meselâ 2006 yılında Hizbullah’ı İsrail’e karşı savaşırken yukarıdaki
bilgilerimize rağmen destekledik. O dönemde bu köşede Hizbullah’a
destek yazılarımız kayıtlarda duruyor. Küresel hegemonik güçlerin nükleer
silah sahibi oldukları bir vasatta İran’ın da nükleer enerji ve hatta nükleer
silah sahibi olma hakkının olduğunu yazmıştık, bunların da kayıtları
arşivlerde mevcuttur.
Zamanında İran’ın kendi içindeki Sünnîlerin haklarını gasbettiğini, 1
milyona yakın Sünnî’nin yaşadığı Tahran’da bir tek Sünnî câminin
açılmasına dahi izin vermediğini falan yazan uyarılar da yapmıştık. Ama
maalesef Türkiye’de her yerde câmi açan Şiîlerin bu yanlışı eleştirmek
yerine hep tevil getirme yoluna gittiklerini de gördük. Ancak mesele bu
türden yanlışlarla kalmadı.
İran, Irak’ta, Yemen’de büyük yanlışlar yaptı; siyasi ve askeri olarak Şiî
yapıları yanlış yönlendirdi. İran, Suriye’yi işgal etti, gulat Nusayrîleri
Sünnîlere tercih etti. Kadın, yaşlı ve çocuk demeden katliamlara icra eden
Baas rejimini destekledi ve katliamlara ortak oldu. Sünnî Arap başkentlerini
ele geçirme savaşı başlattı.
Ben bu satırları kaleme alırkenİran’ın yarı resmi Fars Haber Ajansı’na göre,
Mehdi Kuçekzade, Seyyid Alizade, Hasan Rezzaki, Hüccetülislam Şeyh
Mustafa Halili, Habib Rahimi Meneş ve Mahmud İskenderi adlı 6 İran
askerinin Suriye’deki çatışmalarda öldürüldüğü haberi yayınlanıyordu.
Şimdi, biz, İran’ın yayılmacı politikalarını yanlış ve tehlikeli olduğunu
söyleyince, dönüp bize Şia düşmanlığı yaptığımızı söylüyorlar.
Tekfirciliğin diğer yüzü mezhepçiliktir, İran ve ona tabi yapılar mezhepçi
politikalara son versin dediğimizde, Muaviye taraftarlığı yaptığımızı
söylüyorlar. Sünnîliğin yaşam alanlarını daraltan, Sünnî coğrafyalarda
demografik yapıyı altüst eden İran’ın emperyalist politikalarına hayır
deyince, mezhepçilik yapma diyorlar.
Adalet, eşitlik ve barış içerisinde beraber yaşamaktan yana iseniz önce
İran’ın Suriye’deki katliamlarına hayır diyeceksiniz. Suriye’deki
mazlumların haklarını savunacaksınız. Filistin’i savunuyoruz sloganının
arkasına gizlenip onlarca Filistin meydana getirmeyeceksiniz.
Bizi itham edenler İran eleştirilerine tahammül edemeyenler, İran
eleştirisini küfür düzeyinde görenlerdir. İran’ın Şiîliği ulus devlet çıkarları
için nasıl araçsallaştırdığını görün artık.
İran’a kayıtsız şartsız beyat etmiş bu kesimlere şunu hatırlatmak istiyorum:
İran’ın yanlış ve yayılmacı politikalarına destek vermek öncelikle Şia
toplumları azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde hedef hâline getirmektedir.
Bu tehlikeyi görün artık. Bu ne sizin maslahatınıza ne de Sünnîlerin...
Bu makale 3.510
kez okundu

habervaktim.com
Amerikan Kuşatmasını Yarmak! - D.Mehmet Doğan
Yazarın Tüm Yazıları »
Türkiye rezil bir kuşatma altında. Düşmanın kuşatması amenna, kuş
kuşluğunu yapacak... Ya dost tafrası satanların katmerli kuşatması?
Dostluk “canım cicim”le olmaz! Fiille, uygulama ile olur. Şu andaki
manzara tereddüte mahal bırakmayacak kadar açık: ABD, Türkiye’nin
düşmanıdır! Hem de birinci! ABD, Türkiye’nin düşmanlarının dostudur
aynı zamanda. Hatta daha ötesi, Türkiye’ye karşı düşmanlıkları
uyumlaştıran bir mevkidedir.
Bir zamanlar Uzakdoğu’nun “çirkin Amerikalı”sı artık Türkiye’de!
Bu düşmanlığın nereye kadar varacağını seyretmekten başka bir şey
yapamıyoruz, maalesef. Eğer siyaset siyaseten bir şey yapamıyorsa, sivil
toplum ayağa kalkmalıdır. Amerikan karşıtı kampanyalar ayyuka
çıkmalıdır. Eğer düşmanımıza “düşman” demezsek, sürüp giden ihanetleri
sineye çekmek zorunda kalırız.
Haine hain diyeceğiz, düşmana düşman! Fütur getirmeden!
ABD neden Türkiye’nin düşmanı?
Makul gerekçeler arasak bulabilir miyiz?
En makul gerekçe İsrail’in vazgeçilmezliğidir. İsrail’in bu sekter, bu müfrit
siyasetle bölgede dost kazanması mümkün değildir. İsrail’in dostları ABD
tarafından ayarlanmış dostlardır.
Mısır-İsrail dostluğu bir darbe sonucu raya sokulmuştur. Mısır’ın sarsıntı
geçirmesi demek, bu dostluğun sona ermesi demektir. ABD uzun süre
Türkiye’yi İsrail dostluğu çizgisinde tuttu. ABD’nin tesirinin en güçlü
olduğu 28 Şubat döneminde bu dostluk o kadar rezil görüntüler ortaya
çıkardı ki, hatırladıkça mideme bir haller oluyor!
Sonra köprünün altından çok sular aktı... İsrail “Bidakka” parantezine
alındı. Mavi Marmara katliamı İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini doğru çizgiye
çekti: İsrail’in düşmanları dostlarımızdır, başta Filistin halkı!
Türkiye bunu demeye devam ettikçe, Ortadoğu’da ABD planının hedefine
varması mümkün değil.
İmkânsızı mümkün kılmak için ABD şimdiye kadar denenmemiş yollara
başvuruyor. Türkiye’yi Esed’in üzerine sürüyor, bir süre sonra bakıyoruz
ki, ABD, Esed’in ardında! Esed karşıtı cephede Türkiye yalnız bırakılmış.
Esed dostları cephesinde ABD açık, İsrail gizli yer tutuyor. Bu cephede
bütün ABD karşıtı veya İsrail düşmanı olanlar sarmaş dolaş!
İran-ABD artık açık, İran-İsrail ise maslahat icabı hâlâ gizli.
İran-İsrail ilişkileri önümüzdeki dönem gizliden açığa dönüşecek... Acemler
bu ittifaka şık bir kılıf bulacaklar.
Türkiye’nin baskılanma sebeplerinden biri de, doğu Akdeniz havzasında
ortaya çıkan büyük doğalgaz kaynakları. İsrail bunu Avrupa’ya satacak.
Türkiye olmaksızın mümkün mü?
Irak petrolü Türkiye olmaksızın batıdan dünyaya açılabilir mi?
Türkiye’ye söz geçiremeyenler bu enerji hatlarını güvenli hissedebilir mi?
İşte Irak’tan Suriye’ye bir PYD kuşağı oluşturuluyor. Burada ABD var,
İsrail var, Rusya var ve İran var...
Bir zamanlar siyonizmin en amansız düşmanlarından Cevat Rifat Atilhan’ın
bir kitabı vardı: Türk Düşmanını Tanı!
Tanımak yeter mi?
Düşmana düşman, dosta dost muamelesi yapmak da mecburiyettir!
Kuşatmayı yarmak için önce kuşatmayı yarma irademizin olması lâzım!
İcab ettiğinde irade gösteremeyenler mağlub olmaya mahkûmdur!
Kitap hattı:
Hatıralardaki Erzurum. Yusuf Kotan ve M. Hanefi İspirli kırk kalem
sahibinin yazılarını bir araya getirerek Erzurum muhabbetini bu kitapla
anıtlaştırmış. Listede has Erzurumlular (Çetin Baydar, Muammer Cindilli,
Şaban Abak, Muzaffer Taşyürek, Nurullah Genç, M.Sıtkı Aras, Rasim
Cinnisli) olduğu gibi, Erzurum’un has dostlarının (Orhan Okay, Turan
Karataş, Ahmet Efe) da yazıları var. Kitabın sunuşunda eser Erzurum
muhabbetinin müşahhas örneği olarak sunuluyor. Şehirler yüzyıllar
boyunca sözlü kültürle kendilerini tanımladılar. Sözün uçtuğu bir zamanda
şehirler yaniden tanımlanırken böyle kitapların büyük değer taşıdığı
görülebiliyor. (TYB Erzurum Şubesi yayını, 0537 321 78 98,
m_h_ispirli@hotmail.com)
habervaktim.com
Türkiye PYD’ya karşı Suriye Türkmenlerini Masa’ya getirmeli - Ahmet
Doğan İlbey
Yazarın Tüm Yazıları »
Türkiye hiç tereddüt etmeden ve tarihî çizgisini unutmadan Cenevre
Masası’nda PYD tehlikesinde karşı Bayırbucak Türkmenlerinin pozisyonu
şartsız olarak gündeme getirmelidir. Lozan’da suni sınırla koparılan
Bayırbucak Türkmenleri, Türkiye’nin tabîi bir parçasıdır.
Bir asırlık problem olan güney sınırlarımızdaki hâkimiyet ve güvenlik için
Türkmenlerin hukukunu, statüsünü çözüm heyetine kabul ettirmelidir.
Başka şansı yok.
Suriye’deki 3,5 milyon Türkmen merkezli bir dış siyaset Türkiye’nin olmaz
olmazıdır artık. Sevr Antlaşması’nda olduğu gibi bir Kürt devleti kurmak
niyetini hiç unutmayan Batılı güçlere Türkmenlerin varlığını bundan böyle
daima ve kararlılıkla dış siyasette yürürlüğe sokmalıdır.
11. Asırdan bu yana Türkmenler Bayıbucak ve Suriye’nin birçok
beldesinde yerleşik ve kurucu olarak yaşıyorlar. Sadece Halep ve Türkiye
sınırına yakın bölgelerde yüzbinlerce Türkmen varlığını Masa’ya getirmek
tarihî yükümlülüktür.
Bugün sınırlar yeniden çizilmeye başlanırken en emniyetli bir imkândır bu.
Türkiye’nin düşmanları biliyor ki güneyden Kürt koridoru açılacaksa
Bayırbucak Türkmen bölgesinin alınması şart.
İkiyüzlü ve samimi olmayan Barzani’ye sahip çıkmasındaki stratejik
gayeden az mı önemlidir Suriye Türkmenleri? Göğsünü gere gere “Burası
Osmanlı kalesi vazgeçmeyiz” diye Türkmenlerin neyi eksik Barzani
Kürtlerinden. Güney sınırının canı demek olan Suriye Türkmenlerini dış
siyasetinin baş maddesi olarak gündemine almalıdır.
Kudüs’e, Filistin’e nasıl sahip çıkıyorsa Türkiye, bundan böyle Bayırbucak
Türkmen karındaşlarımıza da aynı güç, aynı duygu ve cehdle sakip çıkmalı.
Çıkmazsa güneyini kaybeder.
Filistin’e, Kudüs’e, Bosna’ya dökülen gözyaşı Bayırbucak Türkmenleri için
de dökülmelidir. Hilafet sahibliği yapmış, ümmetin en kudretli, İslâm’ın en
şanlı bayraktarı Türkiye’nin tarihî vazifesi budur.
Suriye Türkmenleri ki, “Biz buraları terk etmeyiz. Dedelerimiz Osmanlı
toprağı demişti bu topraklara. Sizin içiniz rahat olsun. Son kişi kalana dek
buradayız” diye haykırıyorlar. Türkmen Dağı’ndan feryatlar geliyor.
Türkiye’de devlet ve hükümet bu feryadı duyup düşünmeli, Suriye
siyasetinin baş gündemi Türkmenler olmalıdır.
Türkiye’nin en sâdık kardeş bucağı değil midir? İslâm’ın bayraktarlığını,
ümmetin temsilciliğini üstüne alan Müslüman Türklerin hâkim olduğunu
bildiğimiz Türk hükümetinin yüreğinin bir bucağı değil midir Bayırbucak
Türkmenleri?
Türkmen ki, Selçuklu’dan bu yana “Müslüman Oğuz” demektir. Yedi asır
vardır ki Bursa’da, Edirne’de, İstanbul’da muhteşem devlet-i âliyye olan,
İ’la-yı Kelimetullah’ı yayan Âl-i Osman Türklüğünün taşradaki
karındaşları, emniyetli arka bahçeleridir. Amca çocuklarımızdır,
dildaşımızdır.
Bayırbucak Türkmenleri diğer Türkmenler gibi Sünni-Hanefi'dir. Bu
sebeptendir ki Suriye’de Nusayriler, yâni Esed rejimi Türkmenlere “Türk
Arabı” diyorlarmış. Onlar için İslâm her şeyin önündedir. Bayırbucak
Türkmenleri gerçek mânasıyla bir Osmanlı'dır.
Cenevre Masası’nda Türkiye heyeti unutulmamalıdır ki Suriye Türkmenleri
Şam, Halep, Rakka, Humus şehirlerinde ve köylerinde asırlardır yerleşik ve
kurucu olarak bulunmaktadırlar.
Şam’dakilere Şam Türkmeni, Halep ve Rakka bölgesindekilere Halep
Türkmeni, Lazkiye Türkmenlerine Bayır-Bucak Türkmenleri denildiğini
kalplerinden, fikirlerinden, tarihî şuurlarından asla çıkarmamalıdırlar. Bu
tarihî imkânı kullanmayan Türk hükümeti heyeti gaflete düşmüş demektir.
Yavuz Sultan Selim’in bütün İslâm âlemini İstanbul’a bağladığı 1516
yılından itibaren Suriye Türkmenleri Osmanlı Türklüğünün ayrılmaz bir
parçası olmuştur. 1918 yılına kadar kesintisiz olarak Suriyeli Türkmenler
Osmanlı kayıtlarında “Halep Türkmenleri” olarak yer almıştır.
Suriye'deki 3,5 milyon Türkmen karındaşlarımız, tarihten tevarüs ettiğimiz
anlayışla dün de bugün de, yarın da İslâm’ın hâkim ve meşru olacağı
İstikbâlin büyük Türkiye’sinin güneydeki en değerli arka bahçesidir ki,
kaybetmeden, son pişmanlık fayda vermeden kıymetini bilelim.
Balkanlarda hıristiyanların ve en şedit Türkiye düşmanlarının ortasında
asırlardır Müslümanlığından dolayı katledilen Bosnalıları Avrupa’daki en
emin kale olarak biliyorsak, Türkiye’nin güneydeki en sağlam kalesi de
Bayırbucak Türkmenleridir.
Onlar bize, biz onlara lâzımız. Güney sınırlarımızda Türkmen karındaşlar
oldukça Süleyman Şah’ın, Ertuğrul Gâzi’nin kemikleri sızlamayacak ve
İslâmların koyduğu isimle Bilâd-ı Şam kapısı her vakit Türkiye’nin
kontrolünde olacaktır.
habervaktim.com
ASHAB-I KEHF MÛCİZESİ - Şevket Tandoğan
Yazarın Tüm Yazıları »
ASHAB-I KEHF adıyla Kur’an’da yer alan gençler; baskıya karşı haktan
yana dik duruşlarıyla sembolleşen bir mu’cize olarak, asırlardır insanlık
âlemine örnek olmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de Kehf sûresi 9-16. Ayetlerde
ifade edilen ve sayıları üç, beş veya yedi kişi oldukları bildirilen bu mü’min
gençlerin kıssaları ibret vericidir.
Hayatın sadece dünyadan ibaret olmayıp, öldükten sonra tekrar diriltilerek
hesap verileceğine ve ebedî hayatın başlayacağına canlı delil teşkil eden
ASHAB-I KEHF, Şam civarında bir bölgede, Hz.İsa’nın dinine göre
Müslüman olarak yaşayan her birisi asilzade yiğitlerdi.
İsimleri; Yemlîha, Mislînâ, Mekselinâ, Mernûş, Debernuş, Şâzenûş,
Kefeştetayyûş olan bu gençler, Allah’ın lütfuyla hidayete ermiş, kalpleri
rabıtalı olduğundan (Kehf 14.Ayet) sarsılmaz şekilde sağlam bir imana
sahiptiler. Arkadaşça bir araya gelip sohbet ederlerdi.
Dönemin Rum Bizans Kralı Dekyanus, putperest idi ve putperestliği
yaymaya çalışıyor, halkı bu yönde zorluyordu. Bu gençleri duyunca haber
gönderip huzuruna getirtti ve dinlerinden dönmeye zorladı. Gençlere
verdiği süre içinde, dinlerinden dönmedikleri takdirde öldürüleceklerini
belirtti. Onlar da üzüntüden ağlamışlar, ama dinden dönmeyeceklerini
söylemişlerdi.
Verilen mühlet dolunca zorla dinden çıkarılacakları ya da öldürülecekleri
korkusuyla, gençler geceleyin şehre 3 saat uzaklıkta bir dağın eteğindeki
mağaraya saklanmışlardı. Sadık köpekleri KITMÎR de ayrılmayıp mağaraya
girmişti. Putperest hükümdar durumu haber alıp yerlerini tespit ederek,
içeride kalıp ölmeleri için mağaranın kapısını taşlarla kapattırmıştı.
Mağara arkadaşları anlamında ASHAB-I KEHF denilen bu mü’min
genlerin kulakları, Allah tarafından dış dünyaya kapatılarak tam 309 sene
mağarada uyumuşlar, ama sağa sola dönüyorlardı. Köpekleri de mağara
girişinde iki kolunu uzatmış yatmaktaydı. Aradan asırlar geçmiş, devir
değişmiş, yönetim değişmiş, Allah’a inanan TENDÛVİS isminde iyi bir
hükümdar gelmişti. Halkın bir kısmı Allah’a ve âhirete inanıyor, diğer
bazıları ise inkâr ediyordu. Hükümdar, inkârcıların imana gelmesine vesile
olacak kuvvetli bir delil mucize göstermesi için, Her gün sık sık Allah’a dua
ve niyazda bulunuyordu.
İşte tam bu günlerde, mağaranın önünde koyunları için ağıl kuran bir
çoban, kapıdaki taşları kaldırmış ve mağara girişini açmıştı. İçerideki
gençler uyanmış, girdikleri gün uyuyakaldıklarını sanmışlardı. Yemlîha’yı
yiyecek almak, hem de haber edinmek için gizlice gümüş para ile şehre
gönderdiler. Bu genç şehre girince her şeyin değişmiş olduğunu görerek
şaşırdı. Elindeki çok eski gümüş akçeyi gören halk, bu gencin değerli bir
hazine bulmuş olabileceğini zannettiler.
Şehir halkı, genci alıp Hükümdar TENDÛVİS’in huzuruna çıkarıp işin
esrarını çözmeye çalıştılar; anlatılanlar ilginçti. Halktan bazıları, atalarından
duyageldikleri zâlim DEKYÂNUS’un şerrinden kaçan gençlerin mağaraya
saklandıklarına dair rivayetleri aktarınca, olayın esrarı çözülmeye
başlamıştı. Hükümdar bir heyetle birlikte mağaraya kadar gidip ESHAB-I
KEHFİ gördü ve onlarla görüştü. BU APAÇIK MÛCİZE sonrasında
gençler öldüler ve aynı mağaraya defnedilerek, üzerlerine mescid yapıldı.
Hükümdar TENDÛVİS duasının kabul edilmiş olmasından dolayı, Cenab-ı
hakka şükretti. Çünkü ölümden sonra tekrar dirilmenin mümkün olduğuna
kuvvetli ve canlı bir delil, mûcizevî şekilde kendisi ve heyet tarafından
görülmüştü. Tabii ki, bu ESHAB-I KEHF olayını duyan halk, büyük ölçüde
itikadını düzeltmiş oldu.
Baskıya boyun eğmeyip, haktan yana hayatlarını ortaya koyan bu gençlerin
kendileri şöyle dursun, köpekleri KITMÎR dahî çok övülmüştür.