Atatürk ülkeyi kurmadan önce Buralar Oralar hep tarlaydı :)

Kemal’i reddediyoruz çünkü, Her yerde onun HEYKELLERİ ni görmekten sıkıldık Her yerde onun propagandasını işitmekten usandık

 frv4b
         lanet diktatörler hepisi yahudi pici
       
Mustafa Kemal 
Öyle bir korku ve propaganda var ki sanki Mustafa Kemal olmasaydı biz bugün hala esirdik bilmem ne.Türk’ün BİN yıllık tarihinde Mustafa Kemal nokta kadar yer tutmaz.Ondan önce de Devletler kurduk ondan önce de bayrağımız vardı ondan önce de toprağımız vardı.Kim bilir belki de o olmasaydı Yunanlıları denize dökmekle kalmayacak belkide kıbrıstan adalardan ve balkanlardan tamamen temizleyecektik.Kim bilir belkide ol olmasaydı Kazım Karabekir sadece Yunanlıları denize dökmekle kalmaz Kafkasya’yı da aşıp Türk dünyası ile Türkiye’yi kenetlerdi.Kim bilir belkide o olmasaydı çapulcu Yunan ordusunu mağlup ettik diye sevinmek yerine MİLLİ bir devlet kurup BATI maymunu ve uşağı bir rejim tesis edilmezdi.

Evet Mustafa Kemal’i devrimlerini inkılaplarını insanlık dışı uygulamalarını Tek parti zihniyetini reddediyoruz,bunun için geçerli bir çok nedenimiz var.Mustafa Kemal’i reddediyoruz çünkü,

  • Her yerde onun HEYKELLERİ ni görmekten sıkıldık

  • Her yerde onun propagandasını işitmekten usandık                                                  

  • Müslümanın ezanı ile uğraştığı için reddediyoruz.(sanki namaz kılıyordu da ezanla derdi neyse artık!)

  • İslam’a  ve yüce kitabı Kur’ana “Gökten indiği sanılan kitaplar ve dogmaları” dediği için reddediyoruz.

  • Ayasofya’yı müze yaptığı için reddediyoruz

  • O’nun adına hareket eden kokoşların meydanlarda çarşaf yırttığı için reddediyoruz

  • O’nun adına hareket edenlerin cuntacılık ile millete ihanet hareketlerine girişmelerinden bıktık

  • O’nun yüzünden bu ülkeye demokrasi 50 yıl geç gelmesinin bedelini çok ödedik,unutmadık

  • Müslüman Türk’ü o tarihi ile bir bütün olmuş şanlı ceddinden kopardığı için reddediyoruz

  • Mustafa Kemal lafını işitmekten bıktık

  • Ayrıca reddetme hakkımızı da kullanıyoruz ve reddediyoruz

  • Mustafa Kemal’i koruma kanunundan artık bıktık,kurtulmak istiyoruz

  • Çocuklarımıza okullarda evrensel bilim yerine Atatürk’ün en sevdiği şarkılar,Atatürk’in en sevdiği yemekler gibi saçma sapan ödevler verilmesinden bıktık.

  • Milliyetçi olmak istemiyoruz 6 oktan nefret ediyoruz

  • Devletçi olmak istemiyoruz inkilapçı değil karşıdevrimci olmak istiyoruz

  • Vahdettin’e sövmek Osmanlıya sövmek istemiyoruz reddediyoruz

  • Şapka takarak modern olacağını sanan kafaları reddediyoruz

  • İstiklal Mahkemelerinde katledilen masumlarımızın hakkı için reddediyoruz

  • İskilipli Atıf Hocalar Mehmet Akifler hürmetine reddediyoruz

  • Kokuşmuş CHP den bıktık istemiyoruz

Bugün olmuş hala Milli Eğitim’de çocuklarımıza Mustafa Kemal’in yani Atatürk’ün en sevdiği şarkılar en sevdiği yemekler şeklinde ödev veriyoruz.İnternette bununla ilgili binlerce ödev sitesi ve içeriği var.Dünyada daha bu türden bir saçmalığın eşi varmıdır acaba.Atatürk’ün en sevdiği yemekler en sevdiği şarkılar , :) bunlar milli eğitim müfredatına göre çocuklara ödev olarak veriliyor.Zıkkımın kökü ÖDEVİ :)..Biz çocuklarımızı okula, Atatürk hangi yemekleri severdi hangi şarkıları severdi gibi saçmalıkları öğrensinler diye mi gönderiyoruz? bari şunu da eklesinler “Atatürk’ün en sevdiği RAKI” :) ,çocuklara yakında bunu da ödev olarak verirler.. Şaka değil gerçek ne yazık ki..
Yorumlar (569) Yorum bırakın

MUTLAKA HERKESİN OKUMASI GEREKEN BİR MAKALE..

Originally posted on AKDENİZ GÜNEŞİ:
MUTLAKA HERKESİN OKUMASI GEREKEN BİR MAKALE..
10644454_641237472651353_2481210240059778329_n
“Kars’ta arı seyahati” diyorlar.
Kalkıyorlar Avrupa’dan Kars’a geliyorlar. Arıları görmek için. “Ağrı Dağı’na turistik seyahat” diyorlar.
80 kişi uçağa binip bizim dağa koşuyor.
Çiçek böcek bakıyorlar, “Aman da ne de güzelmiş” diyorlar.
Birden silahlı adamlar çıkıyor ortaya.
80 sevimli turistin etrafını çeviriyor.
İçlerinden sırt çantaları büyük iki Alman’ı seçiyorlar. “Siz gelin bakalım şöyle kenara” diyorlar.
Sırt çantalı iki Alman’ı kaçırdıklarını ilan ediyorlar.
Alıyorlar, Kandil’e götürüyorlar.
Almanya ayağa kalkıyor, Türkiye’ye NOTA falan veriyorlar.
Türkiye seferber oluyor iki Alman’ı kurtarmak için.
Beş-on gün sonra haber geliyor; “PKK kaçırdığı iki Alman’ı sınırdan getirip serbest bırakacak” diye.
Herkes rahatlıyor, arı, çiçek, böcek görmeye gelen 80 kişilik gruptan özel olarak seçilen iki büyük sırt çantalı ALMAN’ın serbest bırakılmasına. Bayram ilan ediliyor.
İki ALMAN Ankara’ya getirilip törenle uğurlanıyor.
Almanya’da büyük coşkuyla karşılanıyor.
Herkes öpüyor onları.
En büyük öpücüğü de bağlı oldukları istihbarat yapıştırıyor alınlarına.
Çünkü arı-çiçek-böcek bakmaya gittikleri Türk dağlarında…
View original 339 more words

Milli Eğitim Kitabında Mu’ta ve Şia Propagandası

Originally posted on İLELEBET MİLLİ CUMHURİYET!:
11-sinif-din-kitabi2 (1)Anadolu Ehli Sünnet itikadı yüzyıllarca İran Şia inancının tahdidi altında oldu. Özellikle Yavuz Sultan Selim Han’a kadar Anadolu’da İran Şia faaliyetleri Amerikan beşinci kol faaliyetlerinden daha az değildi. Köylere kentlere Şia sempatizanları gönderilip ehli sünnet halka propagandası yapılıyor özellikle Anadolu aleviliğini kendi siyasi etkilerine almaya çalışıyorlardı.
Zira mezheplerine itikatlarına etki ettikleri anda siyasal olarak da etki altına alacaklarını düşünüyorlardı. Bugün Şia’nın etkili olduğu bölgelerde İran etkisinin yaşanması da bu sebeptendir.
Ancak Anadolu yetiştirdiği alimler veliler evliyalar ve önemli din ve siyaset ve devlet adamları sayesinde Şia propagandasına bugüne kadar geçit vermemişti. Ancak AKP iktidarının özellikle son döneminde Türkiye’de artan Şia etkisi artık tehdit boyutuna gelmiş durumda. İlköğretim 7.sınıf öğrencilerine ehli sünnet inancını doğru dürüst anlatmayı beceremeyen AKP iktidarı MEB okullarında artık caferiliği hanefilik gibi şafilik gibi bir hak mezhep anlayışı ile anlatmakta ve evlatlarımızın bilinç altlarına daha12-13 yaşında caferilik ve şia ile tanıştırmakta.
Ders kitaplarında artan oranda bu propagandaların devam…
View original 69 more words

MAŞALARI ERİTME ZAMANI,TARİHİ GERÇEKLER VE GÜNÜMÜZDEKİ YAŞANAN OLAYLARI ÖĞRENMEK İÇİN MUTLAKA OKUMALISIN

Originally posted on AKDENİZ GÜNEŞİ:
MAŞALARI ERİTME ZAMANI,TARİHİ GERÇEKLER VE GÜNÜMÜZDEKİ YAŞANAN OLAYLARI ÖĞRENMEK İÇİN MUTLAKA OKUMALISIN
1779329_641786015929832_546390161188336799_n
Almanya “Hilafet Devleti” kurabilir mi?
Evet kurabilir… Peki Almanya kendi başkentinde bir “Hilafet devleti” kurabilir mi?
Bal gibi kurabilir. Nitekim bunu hayata geçirmişlerdir. 90’lı yıllarda Almanya’da “Berlin Federe İslam Devleti” kuruldu.
Büyük bir binaya bu tabela aynen asıldı. Yıllarca o devlet tabelasını hem seyretti hem de destekledi Almanlar. Cemalettin Kaplan’dı bu Almanya’- da kurulan Hilafet Devleti’nin başındaki kişi. Müridleri, spor salonlarında tahtadan yapılmış tüfeklerle “Rap rap” koşuyor, gövde gösterisi yapıyordu binlerce kişi önünde. Türkiye Kaplan’ın iadesini istiyordu ama Almanlar asla yanaşmadı buna. Yıllarca başkentlerinde Federe İslam Devleti’ni bağırlarına bastılar. Ne olur ne olmazdı? Bir gün lazım olurdu bu “Rap rap” koşanlar. Peki İngilizler bir Hilafet Devleti kurabilir mi? Ohoo bunu en iyi yapan ülkelerin başındadır İngilizler. 1800’lerde Hilafet İstanbul’daydı. Hollandalılar Doğu Hindistan’ı ele geçirmiş zulüm yapıyordu Müslümanlar’a.
İngilizler de Batı Hindistan’ı işgal etmişti. Ruslar Kırım ve Orta Asya’ya…
View original 342 more words

Diktatör Kemal -ATATOURQ

Diktatör Kemal ATATOURQ
‘Türkiye Cumhuriyeti’ Devletinin Kurucusu Faşist Bir Diktatördür . Sevecen, iyiniyetli ancak otoriter bir lidere “Diktatör” deyip abartmak değil amaç burada, mecazi anlamda kullanmıyoruz bu kelimeyi. ‘Bir kurtarıcı’ değil benim için o adam. Güzel zamanları, umudu hatırlatmıyor. Neyi hatırlatıyor, orada geçirdiğim 19 senede sebebini bile bilmeden her türlü baskı, anlamsız kural ve kanun, adaletsizlik, ilkellik, vahşet ve en önemlisi: bu rezil gerçeklerin sırf benden değil, nesillerden saklanması, yalan-dolanla insana değer vermeyen bir diktatör ve onun sisteminin “muhteşemliğinin” beyinlere kazınması. Bir şey zannettikleri şu sıradan diktatörün yaptıklarını nesnel kaynaklardan okuyup gerçekleri görünce de delleniyor insan. ‘Vaayaq, nasıl da yayal söylemişler’ diye hırslanıyorum ben, nasıl inanılmaz bir ‘atatürk-disneyland’ içinde 19 sene geçirdiğimi, o kemalist oligarşinin maşalarına mensub bir ailenin lojmanlı kolejli moda-kadıköy sosyetesinde az kalsın bi-haber bir mal olma ihtimali benim kafamda canlandırabildigim en korkunç cehennemdir. Kemalist güruhun “yurt dışında öğrenim gördü, maşalla” evlâdı olmam ihtimalini düşündükce, bizim yerli disneyland’in mikimaus’una veryansın etmek geliyor içimden, esasında bunları yazmamın esas amacı bu, içimi döküyorum, içimde kalmasın, kemalizme girsin diye, o ulu önder yakamdan umumî bir şekilde düşsün diye…. Genç insanların eyinlerine dolduruluyor MikiMatatürk imajları…
Beyaz Türklerin ortasında, sistemin kaymağını yiyenler arasından çıkan özgür ruhlu bu birey atatürkistlerin monolitik ‘vatandaş saplantısı’ndan çekerken Kürdistan’ın en uzak beldesindeki şanssız(lar) da “Bi kodu mu oturtan paşa”ların ırkcılığından çekiyormuş. Bilmiyordum ne kadar kötü olduğunu, bildirebilecek en değerli isimleri katlettiğini bile bilmiyordum. Kemalizmi yargılıyor ve şu insanların ölümünden doğrudan sorumlu tutuyorum:

Sabahattin Ali, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Alevi Maraş Vahşetinde ölenler, Abdi İpekçi,  Cavit Orhan Tütengil,  Ümit Kaftancıoğlu,  Muammer Aksoy,  Turan Dursun,  Bahriye Üçok,  Musa Anter,  Uğur Mumcu,  37 Alevi Sivas Vahşeti,  Onat Kutlar,  Metin Goktepe,  Ahmet Taner KışlalıNecip HablemitoğluHrant Dink

Resmi ağızlara inanmayanlar mı daha fazla kaybetti, yoksa yalanlarla yaşayıp ölenler mi bilinmez ama sonunda saltanatın malı mülkü olmaktan başka bir kimlik bilmeyen bir topluluğa asıl ne olduklarını, nasıl yaşamaları gerektiğini kaba kuvvetle bildiren bir otoritenin kendi imgesinde yarattığı sistemin sonunun gelişini görmekten mutluluk duyduğumu gizleyemiyorum. Suyunuz fıkır fıkır kemalistler, iplikler pazarda.
Bence kemalizmin sonunun geldiğinin en güzel göstergesi de son moda retro-“Türkiye diktatörlüğe gidiyor” teranesi. Mustafa Kemal’i idol olarak görüp benimseyen insanların Tayyip Erdoğan’ın tavrını yadırgamaması lâzım. Yeri gelince “Devrim Şartları” diyerek “Milli Birlik ve Bütünlük” adına insanların asılması, tutuklanması, sürülmesi, gazetelerin yasaklanması, kitapların yakılması, muhalefeti susturup seçimlerin askıya alınması mübâh, ama şimdi diktatörlük korkusu yaşanıyor; sevsinler!
Türkiye’de postal yalayıcılar başta olmak üzere birçok insan tarafından diktatörlükle suçlanan Menderes, Özal ve Erdoğan dönemleri ile 1925-46 arası CHP-Tek parti iktidarı ve askeri idareler arasında kimin faşist, insafsız, sabitfikirli olduğu, kimin ‘korku taktikleri ile duyguları ovalayıp başa oturma’ huyunun olduğu belli değil mi?  Kemalistler, kendileri yapınca bunlara devrim ve ilericilik diyor. Sivil toplumun baskısını dikkate alan ve toplumsal rahatlama getiren uygulamaları (yandan çarklı da olsa) yapan hükümetlere “sivil dikta” deniyor, onlarınki “diktatörlük” oluyor. Evet, politikacıların yaptığı basit bir oy avcılığı, bunlardevletin meşruiyetini reddedenler için oyunun ‘it dişi-domuz derisi’ sahnesinde aktörler. Bildik ‘kötü aktörler’in yeni modelleri.
Mesaj basit: Bu ‘basit oy avcılığı’nı kemalist bürokrasi ve atatürkist militarizmin ‘egemenlik gaspı’na yeğliyorum. Türkiye diktatörlüğe gitmese de ‘diktatörlük’ kokacaktır. Çünkü diktatörlükten geliyor.
Malûm, ‘iktidat partisi’, ‘milletin vekili’ demeden 27 kez parti kapatmış, darbeler yapmış bir gelenek bu gelenek. Kaba güç olmazsa, seviyeler inmezse, mantık ve insanlık çerçevesinde ne kadar fakir-fukara olduğu belli olan bir gelenek. Herbiri kendi başına bir delil, bir argüman olan, o içleri dolu-dolu kelimelerden tırsa tırsa gelip ancak bildiği, ezberlediği klişeleri tekrarlar duruma düşmüşlerse, tabular yıkılıyorsa, seçimle gelmis bir iktidar partisi kapatmaya kalkacak kadar fasist, derin-devlet-perest atatürkistler de takkelerini önlerine koyup düsünüyorlar, ağlaşıyorlarsa, bu zaman benim çocukluğumdan beri içimde yankılanan ifâdelerin apaçık paylaşılması zamanıdr. Herbiri kendi başına bir delil, bir argüman olan kelimeleri inadına yazma-söyleme zamanıdır: Seyid Rıza, Dersim, Koçgiri, Zilan, ‘Güneş Dil Teorisi’, İstiklal Mahkemeleri, Süryâni, Ermeni Soykırımını, “kendini bilmez-belki de bilir de söylemez” bir diktatörün sisteminin Anadolu’nun halklarının boğazlarından elini çekmesinin zamanının geldiğini söyleme zamanıdır. Kimlik kargaşasının sebebinin kafalardaki kimlik kargaşaları, onun sebebinin de bilinçli bir propaganda ve toplum mühendisliği olduğunu söyleme zamanıdır.
“Bu Kürtler de nereden çıktı? Huzurumuz kaçtı” fısıltılarının kemalistlerin o  ‘gerçekleri düpedüz inkâr’ alışkanlıklarında rahatsızlık yarattığı bu zamanlarda, kemalist görüşün alâmet-i farikalarından bir tanesi ilginçtir. Genelde Tayyip Erdoğan’a diktatörlük yakıştıranların ironik olarak çok sevdikleri bir savunmadır bu:
Benzemek mi?…AYNI şey değil mi?
“Atatürk olmasa sen bunları söyleyemezdin!”
Balık baştan kokar hesabı, Mustafa Kemal’in 1935’de kullandığı bu savunma, bir ‘Kıyas-ı batıl’, bir mantık hatası, yani Safsatadır. “Su içsem yarıyor” ile aynı klasmanda olan bu safsatanın adı latincede ‘cum hoc ergo propter hoc’ , türkçede ise ‘Bağıntı, neden-sonuç belirtir’ safsatasıdır. Olay ‘A’, olay ‘B’ den önce gelişti, o yüzden olay ‘A’, olay ‘B’nin nedeni..!?!. şeklinde yanlış bir genelleme içerir. Oysa ilgi-ilişki, sebep-sonuç göstermez. Hattâ sözügeçen örnekte olduğu gibi olay ‘B’, olay ‘A’ya RAĞMEN olmuş olabilir.
Gerçekten biz buralarda bildiğimiz gerçekleri söyleyebiliyorsak, bu kuşkusuz t.c. ve kemalistler sayesinde değil, t.c. ve kemalistlere rağmen olan birşeydir.
Kim unuttu bunları ?
1980’lerde TV’lerden gecede en az bir kere duyulurdu :”141-142-163 sayılı kanunlara mukavemetten bilmemNe kadar sene ağır hapis…” Ne hakla atatürk özgürcülüğü taslıyorsunuz; askerlikten soğutmaktan (bâzı) ideolojileri savunmaya, bâzı dilleri kullanmaktan tabulara dil uzatmaya, hemen hemen aykırı ifâdelerin hepsi SUÇ yapılmadı mı?
Otosansürün yetmediği durumlarda kabakuvvete başvurulmadı mı?
Kendilerini ifâde etmekten başka suçu olmayanları hapislere, işkencelere götürmediniz mi, benim gibi zavallıların beyinlerini yıkarken?
Savaşı gerekliden öte, bir yüce özellikmiş gibi gösterip insanlığı gökteki bir kırmızı elma gibi ulaşılmaz bir hayâl yapan, o mecburi askerlikle nesillerin yaşama, yaratma, insan sevgisini 1,5 yılda silip atan sizin nutukcunuzun vasiyeti değil mi?
‘Türkiye Cumhuriyeti’, 1959’dan beri AİHM’de çıkan, 47 ülke arasında paylaşılan toplam 4oo küsur “ifâde özgürlüğünü ihlâlden suç hükmü”nün yarısından fazlasını tek başına almış “ifâde özgürlüğünün ihlâli” şampiyonudur.
Bir taraftan yazılarından dolayı 24 yaşındaki kürt gazeteci Emine Demir’e 138 yıl, Vedat Kurşun’a 166 yıl hapis cezası ver,  öteki taraftan düşünce ve fikir özgürlüğünün varlığını savun…
adama ‘aptal‘ derler.
Gelelim bu “Atatürk diktatör değildi” safsatasının orijinal versiyonuna:
1935 yılında gazeteci Gladys Baker, Avrupa’da Papa Pius XI ve Mussolini’den sonra röportaj yapmak için kusursuz smokini ile bekleyen Mustafa Kemal’ile Dolmabahçe’de buluşur. Aralarında romantik bir ilişkiden sonra Gladys Baker, geri döndüğünde bir aşk mektubu gibi övgülerle dolu röportajı yayınlar. Mustafa Kemal’in o arada flört ederken “Eğer ben diktatör olsaydım hanımefendi siz bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız“ demesi..
Ne gibi bir şey söylemesini beklenir ki zaten?
“Bak üç sene dâhilinde Dersim’de soykırım yapıp insanlık suçları işleyeceğim, bak gör hele!” mi deseydi? Diktatörün popüleritesinden etkilenen kadın, ‘Siz diktatör müsünüz?’ diye kibarca sormuş…
Kalkıp ‘Siz Refik Halit Karay ‘ı ne hakla sürgüne yollarsınız?’, ya da ‘1926’da İzmir’de tertiplenen suikast girişiminin ardından girişilen siyasal tasfiye ve keyfî idâmları nasıl açıklıyorsunuz?’ gibi bir sorular değil ki.
Kimse suratına ‘sen eli kanlı bir diktatörsün!’ diyebilmiş mi…sonra ne olmus?
Diktatör olmasaydı sorarlardı adama:
1925’de zorla dayatılan “Şapka giyilmesine Dair Kanun”la başlayan ‘şapka baskısı’ sonucunda, (başta şapka kanununun yayımlanmasından bir yıl önce yazdığı, ‘Yabancı Hayranlığı ve Şapka’ adlı kitabından dolayı idam edilen) İskilipli Atıf Hoca olmak üzere, kaç insanın canı gaddarca alındı,
kaç köy topa tutuldu?
Komunist Mustafa Suphi ve arkadaşlarını kalleşce öldürttüğün Topal Osman’ın senin için Sarı Efe Edip gibi öteki kullanıp attığın yandaşlarıdan, Kazım Karabekir, Hüseyin Rauf Orbay gibi sırttan vurduğun eski silah arkadaşlarından bir farkı, bir özelliği var mıydı? Senin esasında ne kadar gaddar ve insafsız olduğunu
sana fanatikçe bağlı olarak yaptıklarıyla gözler önüne serdiği için mi öldürttün Topal Osman’ı?
‘Koçgiri Kasabı’ Abdullah Alpdoğan’dan ne farkı vardı onun?
Kendini bilmez-belki de bilir de söylemez Diktatör, 1935’deki röportajda Gladys Baker’e kur yaparken anlatıyor:
“Ben diktatör değilim,…Çünkü, ben zoraki ve insafsızca hareket etmek bilmem. Bence diktatör, diğerlerini iradesine bağlayandır. Ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim.”
Bu sözler Gladys Baker hanımefendiye yetmiş olabilir, ama tarihi gerçeklere duygusallığın ötesinde bir dürüstlükle bakabilen her insanın gördüğünü tekrarlıyalım.
‘Zorla güzellik yapmak’tır, “kalpleri kazanarak hükmetmek” dediğin.
Kendini bilmez-belki de bilir de söylemez Diktatör…
Elin kanlı, sonun hazin, kafandaki planları, eline geçirdiğin insanlara zorla dikte ettin.
Ülke kurmadın, İttihat ve Terakki’nin imkânları ile yönetimi ele geçirdin.
Osmanlı hanedanlarının nesiller boyu sömürdüğü Anadolu’nun ‘stockholm sendromu’nu, ‘toplum mühendisliği’ hırsıyla kendin de sömürdün. Herkesin nasıl yaşamasının gerektiğini bildiğine inanmanın psikopatisini o zırvalarına inanmanın getirdiği bir sosyopatiye dönüştürdün… Tebrikler!
Ve sonunda insanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir ucube olan t.c.’de garip insanların daha da garipleşmesine neden oldun, o zırva ‘türklük’ bir kenara bırakılacak olursa, 80 sene sonra Anadolu’daki insanların büyük çoğunluğu, kemalist propagandanın tekrarladığının aksine, birey ve etnik, dinî ve hukukî bakımdan çok daha iyi durumda olurlardı, buna şüphem yok. O delidivâne atatürkistler bile Türkiye’nin Filipinlerden daha iyi durumda olduklarını iddia edemezler en azından.
✖ kemalism is fascism..✖ kemalizm faşizmdir…✖kемализма это фашизм..✖kemalismus ist faschismus…✖kemalismo è fascismo… ✖ Le kémalisme est le fascisme …✖

19.7.11


Irkcı Olmadığını Düşünen Kemalistin Ruh Hali.

    Şüphesi olanlar için tekrarlayalım. Milliyetçilik ve ırkcılık birbirlerinden soyutlanması imkânsız, birbirlerinden ayrılamayacak temel unsurlarıdır kemalizmin. Bu, kısmen, ‘Güneş-Dil Teorisi’ gibi bilinçli bir çabayla üretilen, Bulgaristan’dan Kerkük’e ‘kandaş’, ‘ırktaş’ terminolojisiyle yaşatılan bir biçim alır.
Genelde kendiliğinden, aileden (tabii ki çok güçlü) geçen bir zenofobi olarak belirir ve hissettirmeden, çabukca ırkçılığa geçiş yapılır duygusallığa kapılınarak… İşte Ömer Seyfettin bu ortamda, ‘Ezmeyen, ezilir!’ der, Süleyman Nâzif de,‘Dinim kinimdir!’ diye ekler.
Osmanlı Devleti, hem emperyalist hem de mağdur hâline geldiği çok cepheli bir ‘kan kavgası’ içinde biter-gider..Osmanlı Devleti biter, fakat aradan geçen seksen küsur yıla rağmen ‘tenâkür’ bitmez; karşılıklı husumet bitmez.
Neden bitmez?
Çünkü imparatorlukları tepetaklak olmuş bir güruh, ettiklerinin sonuçlarıyla yüzleşmek yerine elde avuçta kalmış güçlerini kullanarak kendilerine bir ‘faşist hayâl dünyası’nda yaşayabilecekleri bir kuşatma zihniyeti oluşturmayı, yalandan bir dünya yaratıp içine girip yaşamayı yeğlerler. Bu politik Disneyland’i kuran zihniyetin sembolü olarak, kimlik kargaşasının fanatikliğe ittiği grubun en sivrilen elemanı Kemal Paşa’dan uygun biri düşünülemez. Bilmedigi, tanimadıgı babasının eksikliği ile Selanik kerhanelerinde calışmasına ragmen(ya da bu yuzden:) aşırı din takıntılı annesinin ölen 4 çocuğundan sonra üzerine titrediği şımarık Mustafa, çocukken bile kendisini etraftakilkerden ayrı görür, padişahlık hayalleri kurardı. Hayatına yalnız başladı; o kadar insanın kendisini değil, vitrindeki imajını sevdiklerini bilerek, kendisini tanıyanlar arasında bir iki dalkavuk haricinde (hadin, ismet ve fethi diyelim onlara) yalnız ve hüzünle bitirdi güç ve otorite kurbanı hayatını. Bundan daha uygun kim olabilir tarih ve insanlık karşısında yalnız kalmış neo-türk milletini temsil etmek için?.. ‘Neo-türk’ diyorum çünkü hiçbir ırkın saflığından eser kalmamıştır Anadolu’nun genelinde… Hep hayâl eseridir o mitolojik yiğitler basbâriz. Ama karakuru Adolf’un Almanlara Aryanlığı yutturması gibi bizim Kemal, kendine kıl Kürt Ziya Gökalp’in ardından ‘Neo-türklük’ yaratıp içine ilk kendisi girmiştir… Bir Kürt, türk ırkcısı olursa, Makedonya’nın ne eksiği var? Mustafa Kemal’in nabza göre şerbet veren bir pragmatist olduğunu en koyu kemalistler bile inkâr etmiyor. (Makyavellist deyince kabul etmezler ama, imaj meselesi)
    Siz; “Türk ulus devleti ve Türk ulus birimi, ırk, dil, din, çıkar ve coğrafya birliğine dayanan, bir zamanlar Alman Nazizmine dayanak olan Gobineau’cu ulus kavramının üzerine oturmaz…Türk ulusçuluğu ne ırk esasına dayanır, ne de yabancı düşmanlığını içerir, kendisini diğer kavimlerden veya uluslardan daha üstün görme gibi bir eğilimi de yoktur” diyenleri ciddiye almayın!
Öncelikle ırkçılığı “ırk ”üzerinden tanımlamak ırkçı bir yaklaşımdır ve bu yaklaşım, öncelikle,“ırk”ı nesnelleştirmekle işe başlar. Böylece,“ırk”, toplumsal ihtilaflardan, kültürel-etnik çatışmalardan ayrı ve kendi başına iş gören bir “nesnel” varlık olarak ortaya çıkar.
Peki sonucu ne oluyor bu eğilimin?
Bu sözleri ilk defa duyduysanız ben hemen susmaya hazırm:Onlar doğurmasın, mülk edinmesin, üniversiteye alınmasın. Memurlar Türk soylu olsun. Aşağı ırkın görevi üstün ırkı eğlendirmektir. Biz üstünüz!”
Bunları diyorlar…Türkleri ‘üstün’ sayıyor, Türk olmayanların üniversiteye gitmemesini, mülk edinmemesini istiyorlar. ‘Kürt nüfus artışı durdurulsun’ diyorlar. Avrupalı ırkçı gruplarla ‘enternasyonal birlik’ kurmayı düşünüyorlar. İzmir’de kurulan Türkçü Toplumcu Budun Derneği (TTBD) da bu görüşleri savunuyor, İstanbul’daki Elbirliği Derneği, Ankara’daki İlteriş dergisi de eylemleriyle, yazılarıyla aynı ırkçılığı sergiliyorlar. Bu üç oluşumun benzerlikleri Kürt karşıtlığıyla sınırlı değil:Üçü de şamanizme yakın ve laik olduklarını söylüyor,Atatürk ’e ‘Başbuğ’ diyor. Hatta,‘ırk’ kelimesi Arapça diye kendilerine ‘soycu’ diyorlar….” Zaten bir ülkede, milliyetçilik, hatta vatanseverlik adına cinayet işlenebiliyorsa; faşist bir cinayete kurban gitmiş birinin ardından, tepki vermek için “Hepimiz Ermeniyiz ”diye yürüyenler yadırganıyorsa ırkçılık sıradanlaş(tırıl)mıştır…
Bunu halâ anlatmak zorunda kalmak bile t.c.nin içinde bulunduğu karadeliğin derinliğini gösterir.
Öyleyse “Biz Türkler ırkçı olamayız, tarihi, coğrafi, etnik köklerimiz bakımından bu mümkün değildir” sözü havada kalan bir zırva olmaya mahkumdur. Pekala ırkçıdır t.c., başka nasıl olabilir ki t.c.’nin resmi ideolojisi olan kemalizm ırkçıyken?..
Ortam buyken, bu sakat ilkeler üzerinde şekilenmiş bir ülke gençliğinden asıl aydın ve enternasyonalist olmalarını beklemek hayalcilik olur…
Olup olacakları birtek bu alemde: ırkcı, icine kapanık bir sefil toplum…

TGB denilen sözde gençlik örgütü ve katil Baas rejimi ile ilişkileri

Originally posted on İLELEBET MİLLİ CUMHURİYET!:
Türkiye’de son bir kaç yılda ortaya çıkan ve İşçi Partisiparavanı olarak kurulan sözde gençlik örgütünün bu günlerde birinci gündem maddesi Suriye ve katil ESAD.
Türkiye’nin Suriye politikalarını eleştirip katil ESAD ve rejiminin içeride borozancılığını yapan sözde milli özde ise kızılbaş merkezki çakma Türk örgütü.
Kendi ülkesine Amerikan köpeği diye böğürüp katil ESAD rejimi adına ülke içinde gösteriler yapan ve onbinlerce masumun kanının dökülmesinin esas sebebi olan BAAS rejimini ayakta tutabilmek adına Türki’yenin meşru adımlarını içeride provake etmeye devam ediyor.
TGB ve Suriye dosyasını açıyoruz.

View original 168 more words