mayis 2016-bilgi ve resimler
yeniakit.com.tr
Laiklik tartışması bitmeyecek..
Bu tartışma bitmez, bitmeyecek.. Bu tartışmanın kökleri 3000 yıl öncesine dayanır. 3000 yıllık bir hesaplaşmayı kimse bitiremez.
Hz. İbrahim’in iki oğlu vardı: Hz. Sare’nin oğlu Hz. İshak ve Hz. Hacer’in oğlu Hz. İsmail. Hz. İshak’ın, Nahor ve Rebeka’dan olan ikiz oğlu vardı.. Hz. Yakub ve Esav (Bazı kaynaklarda Ays).. Hz. Yakub’un çocukları 1000 yıl peygamber oldu, Ays’ın çocukları ise 1000 yıl Kral.. 1000 yıl peygamberler ve krallar savaştılar.. Ays/Esav kardeşi Yakub AS’ı öldürmek için fırsat kolluyordu. Hz. İshak, Yakub AS’ı kurtarmak için dayısının yanına gönderdi.
Bu kavga oraya dayanır. Bu Hz.Yakub’la Ays’ın savaşıdır ve ben Kur’an-ı Kerim’in övdüğü Hz. Yakub’dan yanayım..
Bu iş Fransız devrimi ile başlamadı yani.. Fransız devrimi, Amerika, Afrika ve Asya’yı işgal eden Haçlılar adına, servet, silah ve iktidara el koyan kiliseye karşı feodal beylerin ve kilise hiyerarşisi dışında kalan çevrelerin pay istemeleri ile başlayan, meşruiyetini İncil’deki “Tanrı’nın hakkı tanrıya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” diyen hükümden alan bir kurumdur.. “Ulus devlet”lerin ortaya çıkışı da bu tartışma ile ilgilidir..
Bundan 2000 yıl önce Roma’nın Hristiyanlaşması ile birlikte, kutsal Roma İmparatorluğu çok tanrılı bir dinden, teslis temelli, Yahudi asıllı Saul’un Pavlus adı ile Hz. İsa’dan 50 yıl sonra “Hristiyanlık” adı ile yeni bir din icat ederek bunu Roma’nın resmi dini haline getirmesi ile yeni bir dönem başladı. Pax Roma, Roma’nın mutlak egemenliğine dayanıyordu.. Laiklik ulus devletlerin ortaya çıkması ile ulus devletlerle Roma’nın ruhunu temsil eden Vatikan arasındaki ilişkiyi düzenler..
Peki, bunun bizimle ne alakası var? Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan öte bir anlamı var mı işin..
Batıda laiklik, din-devlet ayrışması şeklinde anlaşılmaz. Kilise ve devlet arasındaki ilişkiyi düzenler. Paylaşım ve iş bölümü, çatışmama ilkesini esas alır. Batıda laiklik din dışılık, din karşıtlığı anlamı taşımaz. Sadece başlı başına egemen bir devlet olan Vatikan ile siyasal iktidar arasındaki ilişkiyi sivil bir akılla düzenler.. Fransız laikliğinde taraflar kilise ve devlet değil, halk ile kilisedir.. Devlet laisizmi Rusya’da din karşıtlığına dönüşmüştür ve tek parti döneminin laiklik anlayışı Sovyetik, müdahaleci bir laikliktir.. Kendi ideolojisini dinleştiren, baskıcı bir teokratik rejim karakteri gösterir.
Bakın, ben bu işi tartışmaya devam edeceğim. Parlamento kendi iradesini ortaya koyar. Cumhurbaşkanı kendi görüşünü söyler, başbakan da. Meclis başkanı da kişisel görüşünü söyledi. Elbette CHP’liler de söyleyecek sözleri varsa, bağırıp çağırmadan, küfretmeden, hakaret etmeden söyleyecektir. Söylemelidir. Ben de söyleyeceğim..
Bana göre laiklik kurum olarak yok olmayacaktır. Yok olmamalıdır.. Ben laiklik karşıtı değilim. Ama ben laik de değilim.. Ama bir Katolik ruhani otorite olarak Vatikan devletine, yurttaş olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olacaksa, bu iki devletin egemenlik alanları arasındaki ilişkiyi laiklik çözecektir.. Bu yöntem, ruhbanlı dinlerde, ruhbanların aynı zamanda egemen bir devlete sahip olmaları durumunda fonksiyonel olarak bir anlam ifade edebilir..
Bu laiklik konusu, yarın zekâtın matrahtan düşülmesi, dini nikâh ve feraiz gibi konularda yine gündeme gelecek.. Hilafeti laik devlet içinde nereye oturtacaksınız. Patrikhane ile ilişkilerinizi nasıl düzenleyeceksiniz..
Siyasetçi, siyasi bir akılla, zamanın ruhuna uygun çözümler arayacak, bulacak.. Dengeleri gözetecek. Ama sivil akıl tartışmaya devam edecek. Birbirimizi anlamaya çalışacağız, aynı şeyleri söylemek, aynı açıdan bakmak zorunda değiliz. Ama birbirimize saygılı olmak zorundayız..
Laiklik anayasada olsa da, olmasa da ben tartışmaya devam edeceğim..
Laiklik olmadan din hürriyeti ya da barış olmaz, cumhuriyet olmaz iddiası saçma, komik..
Fransa’nın Alsas Louren bölgesinde laiklik yok. Orada savaş mı çıkıyor. Fransa’nın çoğunluğu laik, laik bölgedeki okullar, hastaneler, işletmeler kimin.. Kilisenin değil mi?
Tamam şöyle yapalım, kim hangi bölgede en çok oyu alırsa o partinin tercihine göre laiklik olsun ya da olmasın. Mesela İzmir-Edirne laik olsun.. Fransa’da öyle, en büyük eyaletlerden biri laik değil. Kimse de “Fransa laiktir laik kalacak” diye sokağa dökülmüyor. Strasbourg’u dincilere teslim etmeyeceğiz filan da demiyor. AİHM merkezi de Strasbourg’da ve Strasbourg laik değil. Ne olacak şimdi. Batı devletlerinin üçte ikisi cumhuriyetle yönetilmiyor. Resmi din değil, resmi mezhepleri de var..
Laikliğin İslam ülkelerinde Müslümanlara karşı uygulanması sorun çözmüyor, sorun üretiyor..
Bir Müslümana bir kilise kurumunu nasıl dayatabilirsiniz kardeşim.. Bu pazarı tatil yapıp, Cuma Namazını yasaklamaktan başka bir anlam taşıyor mu? Hristiyan’ın öşürü, miras hukuku Lozan’la garanti altında. Onların Vatikan’ı var.
Bakın işin bam noktası şu. Laiklikten söz edecekseniz, egemen bir dini otorite olacak ki, onunla laik devlet arasında ilişkiyi düzenleyen bir müessese olsun.. Yani Hilafet olmadan laiklik olmaz.. Hilafet olsa da laiklik olmaz. Çünkü Hilafet, Tanrıyı ya da dini temsil etmez bizde, Müslümanları temsil eden seküler bir kurumdur. Yani yercildir, mukaddes değil. Ve Hilafet ruhani bir konseye sahip değildir.. İslam, ruhbanlı bir din olmayınca ruhani konsül de olmaz.. O zaman “Ruhban ve ruhban olmama” kriteri söz konusu olmaz İslam toplumlarında..
İslam toplumunda laiklikten sözetmek, kutup ayılarına hizmet vermek, Ankara’da barınak inşa etmekten öte bir anlam taşımaz..
CHP’nin laikçiliği fikri, entelektüel, siyasi ve ahlaki bir değer taşımaz. Tamamen duygusal, psikolojik bir travmadan ibaret olsa gerekir..
Ha! Bu arada “Türk’ün dini Kemalizm”di değil mi? Laiklik uygulamasına buradan başlayalım Kemalizm’i devletten arındıralım, var mısınız!
Selam ve dua ile..
yeniakit.com.tr
Müslümanlara zulmün adı hep laiklik oldu
RAMAZAN ALKAN / ANKARA - Türkiye bugünlerde yine laiklik tartışmasıyla yatıp kalkıyor... 1924 Anayasası’nda “Türk Devletinin dini, Din-i İslam’dır” ifadesi yer alırken, 1937 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün zorlamasıyla anayasaya laiklik ilkesi dâhil edildi. Daha önce, Cumhuriyet kanunlarını koruma adı altında yapılan zulümler bundan sonra laiklik ilkesi kapsamında işlendi. Ezanın Türkçe okunmasından 28 Şubat zulmü ikna odalarına, namaz kılanların ordudan atılmasından başörtülü annelerin yemin törenlerine alınmamasına, Kur’an kurslarının kapatılmasından Kur’an öğrenme yaşının 12’ye yükseltilmesine, YAŞ kararlarıyla mütedeyyin kesimin ordudan atılmasından parti kapatmalara, 8 yıllık kesintisiz eğitimle İmam Hatiplerin kapatılmasına kadar birçok zulüm “laiklik” adı altında bu millete reva görüldü. İşte cumhuriyetin ilk yılından itibaren günümüze kadar laiklik ve irtica adı altında yapılan zulümler:
İLK MUHALEFET PARTİSİ KAPATILDI
17 Kasım 1924’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası “irtica” gerekçesiyle 5 Haziran 1925’te kapatıldı. Mustafa Kemal’in silah ve dava arkadaşları Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan Adıvar tarafından kurulan parti tüzüğünde Cumhuriyet ilkesinin, liberalizmin ve demokrasinin benimsendiği belirtilirken aynı zamanda dini inançlara da saygılı olunduğu yazılmıştı. Mustafa Kemal, Nutuk’ta bu durumu “dini siyasi çıkarlara alet etmek” olarak yorumlamış ve çıkan Şeyh Sait İsyanı’nı da bahane ederek partiyi kapattı. Daha sonra Mustafa Kemal’e düzenlenen İzmir Suikastı olayından parti kurucularının bir bölümü idamla yargılandı.
İSTİKLAL MAHKEMELERİ ZULMÜ
1920-1927 yılları arasında vazife gören İstiklal Mahkemeleri de sözde irticai faaliyetleri engellemek ve devrim kanunlarına karşı çıkanları cezalandırmak için kullanıldı. 1923’e kadar sadece asker kaçaklarını yargılayan mahkemeler Cumhuriyetin ilanından sonra Müslümanları sindirmek için bir yargı silahı olarak kullanıldı. Bu tarihten sonra kim Ankara’ya karşı gelirse İstiklal Mahkemelerinde idam edildi. On binlerce kişi devrim kanunlarına uymadığı için sorgusuz sualsiz darağaçlarında infaz edildi. O dönemde çıkarılan çeşitli kanunlarla vatandaşlara sarık giyme yerine şapka takma zorunluluğu getirildi. İnancı gereği şapka kullanmayı reddeden binlerce Müslüman asılarak öldürüldü. Erzurumlu Şeyh İbrahim Hakkı Efendi, İskilipli Atıf Hoca gibi onlarca âlim zat idam edilirken, binlercesi de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
EZANIN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ
Anadolu topraklarından İslamiyet’i silmek adına atılmış adımlarda bir tanesi de Ezan’ın Türkçe okutulmasıydı. Ezan, “Tanrı uludur…” diye ilk olarak 29 Ocak 1932’de Fatih Camii’nde okutturuldu. Bu fikir ilk olarak Ziya Gökalp tarafından ortaya atılırken, Arapça Ezan yasağı Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle kaldırıldı. Bunun yanı sıra tek parti döneminde Kur’an Türkçeleştirilmek istenmiş, namazlarda Türkçe Kur’an okunması gündeme getirilmişti. Kur’an’ın Türkçeleştirilmesi için çalışmalar da yapılırken, TBMM tarafından çıkarılan önemli kanun maddelerinin konulması; hatta sûre isimlerinin değiştirilerek “Vergi Sûresi”, “Ticaret Sûresi”, “Yasalara Saygı Sûresi” gibi sûreler oluşturulması önerildi. TBMM’de Kur’an’dan “Medeni Ayetler”in çıkarılması görüşüldü. Kur’an, “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitap” olarak tanımlandı.
MENDERES’E ‘İRTİCA’DAN İDAM
1937 yılında laiklik ilkesinin devrim kanunları arasına alınmasından sonra, Müslümanlara yapılan zulümler bu ilke altında uygulandı. 1950 yılında DP’nin iktidara gelmesiyle rahat bir nefes alan Türkiye, 27 Mayıs 1960 yılında “irticai faaliyetler ve laiklik ilkesinin tehlikeye girmesi” bahanesiyle askeri darbeyle tanıştı. Dönemin muhalefet partisi CHP, askerleri “İrtica geliyor” diyerek tahrik etmesi nedeniyle askeri müdahale yapan Milli Birlik Komitesi, darbeyi kardeş kavgasına son vermek ve laiklik ilkesine aykırı uygulamaları durdurmak için yaptığını ileri sürdü. Ve Başbakan Aydın Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan “laikliğe aykırı uygulamalardan” dolayı idam edildi.
ERBAKAN HEP DÜŞMAN GÖSTERİLDİ
Bu dönemden sonra “irtica geliyor” gündemde tutulurken, “laiklik” de Müslümanların tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandırıldı. Dindar kesimin en önemli temsilcileri arasında yer olan Merhum Necmettin Erbakan Hoca, siyaset sahnesine çıktığı günden itibaren hep “laiklik düşmanı” olarak gösterilmeye çalışıldı. Erbakan, 17 Ocak 1970’te 17 arkadaşıyla Milli Nizam Partisi’ni kurarken, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinden kısa süre sonra, partisi “laikliğe aykırı çalışmalar yürüttüğü” iddiasıyla Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Daha sonra 1972’de Milli Selamet Partisi’ni kuran Erbakan, Milliyetçi Cephe Hükümetlerine Başbakan Yardımcısı olarak görev alırken, parti 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte kapatıldı.
RP DE LAİKLİKTEN KAPATILDI
1987 yılında Refah Partisi’ni kuran Erbakan Hoca, 1995 yılında yapılan seçimlerinden birinci çıkarak Başbakan oldu. Ülkeyi kısa sürede büyüten Erbakan, Ordu tarafından yine bilindik bir suçlamayla karşı karşıya bırakıldı. 21 Mayıs 1997 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, “yasadışı bazı eylemlerin odağı olmaya başladığı ve bazı üyelerinin laik rejimi hedef alan n’da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı’na çağrılarak kendilerine irtica konusunda brifing verildi. Ertesi gün ise Genelkurmay, basın mensuplarına da bir brifing verdi. Brifingler dizisi, rektörler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri gibi kesimlerle devam etti. Askerlerin Nisan ayı sonunda başlayıp, Haziran ortalarına kadar süren brifinglerinde, iktidar partisi açıkça, irticai akımlara destek olmakla suçlanıyordu. Medyaya verilen ikinci brifingden sonra, askerlerin irtica tehlikesine karşı “Gerekirse silah kullanırız” dediği manşetleri atıldı.
“Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat darbesinin hedefinde Müslümanlar ve İslam vardı. Erbakan Hoca’nın ik an TSK mensupları da ordudan atıldı. Binlerce asker kapının önüne konurken, kamu kuruluşlarında çalışan mütedeyyin kesim ise “irtica” ve “laiklik dışı” sebebiyle görevlerinden uzaklaştırıldı. in Çankaya Köşkü’ne çıkması ’ın “Yeni anayasada laiklik olma
habervaktim.com
Türkiye, Büyük Doğu Fikrine muhtaç - Ahmet Doğan İlbey
Yazarın Tüm Yazıları »
Necip Fazıl, lâ-dinî Kemalist Cumhuriyete karşı İdeolocya Örgüsü adlı eserinde İslâm düşüncesini tasavvufla terkip yaparak inkılâpçı bir fikir oluşturur. Bu, Müslümanların dâvasıdır ve bu dâvanın adını da Büyük Doğu Dâvası olarak adlandırır.
Büyük Doğu, Allah dememin yasak olduğu Kemalist Cumhuriyet diktasının en zâlim yıllarında 1943’de çıkardığı Büyük Doğu mecmuasıyla fikrî bir cemiyet olarak doğdu. Bu doğuşun arkasında, yâni üstadın kısa bir zamanda çölden kurtulup yeşil bir vahada kendi bulduğu mânevî güç olarak Abdülhâkim Arvasi Hazretleri vardı.
Ezanların susturulduğu, câmilerin satıldığı Cumhuriyetin şenaat döneminde Büyük Doğu fikriyatının esaslarını kurduktan sonra, Müslümanların Büyük Doğu ruhuna sahip olabilmeleri için bir inkılâba muhtaç olduklarını, Hz. Peygamberimiz’in mukaddes ayak izleriyle açılmış yolu bulmak mânasına gelen İslâm inkılâbının ancak Şeriat, tasavvuf ve bunların hikmetlerine sahip Müslümanlar eliyle gerçekleşebileceğini ülkenin her köşesinde anlatır. Yazıp anlattıkları hülâseten şöyle:
Büyük Doğu’yu öz vatanımızdan başlayarak güneşin doğduğu istikameti kurcalayan madde ve kemmiyet zemininde aramıyoruz. Vatanımızın bugünkü ve yarınki sınırlarıyla çevrili bir ruh ve keyfiyet plânında arıyoruz. O, kendini mekân çerçevesinde değil, zaman çerçevesinde gerçekleştirmeye talip... Maddi ve mânevî sınır dışı ırk gayreti, kavim hırsı ve toprak iştahı, sadece alâkasız olduğumuz bir iş sanılmasın!.. Büyük ve gerçek kurtuluş adına, yüzde yüz düşmanı sıfatiyle alâkalı olduğumuz ve karşısında cephe tuttuğumuz zıt ve bâtıl hedeflerden bir tanesi!..
İSLÂM MEDENİYET ANLAYIŞI OLARAK BÜYÜK DOĞU
Büyük Doğu, hilafet sahibi, ümmetin hâmisi ve Hâdimülharameyn olan Türkiye’yi merkez kabul ederek Müslüman Doğu’nun bütünü kucaklayan din ü devlet, mülk ü millet dâvasını ve İslâm medeniyetinin ihyasını İslâm zemininde inşa etmeyi gaye edinen fikirdir ve fikri tatbikata geçirme hareketidir.
Büyük Doğu düşüncesi şeriat çerçevesi içinde tasavvufî terbiye ve yollarının toplum hayatında neşv ü nema bulmasını esas alır. İnsanlığı Allah’ın dininden koparmayı, lâ-dinî uygarlık altında dinsizleştirmeyi, makine dişlileri arasında ezmeyi gaye edinen Batılı zihniyete karşı Medine’den neşet eden vahiy toplumunun inşasının ve bu anlayış üstüne bina edilen İslâm medeniyetinin yeniden ihyasının bütün teferruatlarıyla yol haritasıdır.
Büyük Doğu anlayışının, “ağyarını mâni, efrâdını câmi” târifini bu fikriyatın kurucusu üstaddan dinleyelim:
“Rüzgardan hafif topuklarla içimizdeki iklimlere doğru ruhani ve ince bir sefer ediş hâli… Büyük Doğu, İslâmiyet’in emir subaylığı… Büyük Doğu, İslâm içerisinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı… Sadece, Sünnet ve Cemaat Ehli tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyet’e yol açma geçidi; ve O’nu eşya ve hadiselere tatbik etme işi…”
BÜYÜK DOĞU, DEVLET VE MİLLET NİZAMIDIR
Büyük Doğu, iman, fikir ve sanat cephesinin yanında İdeolocya Örgüsü ile de bir devlet tasavvuru ve millet sözleşmesidir. Dahası cemiyetin bütün şubelerinde İslâm’ın çağa tatbikine memur tefekkürî ve tatbiki bir harekettir. Yeryüzünü inşa hususunda gerekli olan bütün esasları gerek ana hatlarıyla, gerekse de ince ve mahrem çizgileriyle İslâm’da arar. Allah Resûlü’nden günümüze kadar devam eden bir çizgide oluşan İslâm medeniyetinin keşfi ve tatbikinden ibarettir.
Büyük Doğu düşüncesinde siyaset, iç siyaset ve dış siyaset olarak yer alır. İç siyasetin muarızları Batılılaşmış zihniyettir. Yahudiler, masonlar ve İslâm’ın zahirî ve bâtınî cephesini yozlaştıranlar bu cephededir. İç siyasette gençlik büyük bir değer olarak yer alır. İslâm İnkılâbının en büyük gayesi İslâm’la donanmış bir gençlik yetiştirmek... Dış siyasette ise Batı’nın yanlışlarını iyi anlayarak hareket eden Doğu kafası oluşturmaktır.
Büyük Doğu düşüncesinin mekânı en başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu, Asya ve Afrika İslâm beldeleri olup, Amerika ve Avrupa düşman sahadır. Devletin adı İslâm’daki şura yapısına dayanan bir devlet sistemi olan Başyücelik Devletidir. İdare şekli meclise benzer bir münevverler aristokrasisidir.
Gücünü İslâm’dan alan bütün fazilet ve haysiyeti sadece hak ve hakikat bağlılığından ibaret olan gerçek münevverler hâkimiyetidir ve adı ‘Yüceler Kurultayı’dır.
Yüceler Kurultayı kendi içinden Başyüceyi seçer. Başyüce İslâm’ın ululemir olarak bildirdiği niteliklere sahip bir kişidir. Bu kurultayın reis kürsüsünün arkasında ‘Hâkimiyet Hakkındır’ cümlesi yazılı. Başyücelik Devleti’nde devlet ve halk birbirinden ayırt edilemeyecek kadar yakın duracaktır. Devlet-fert münasebeti, ferdin, dolayısıyla milletin İslâmî duyarlılığı üzerinedir.
Batı’daki olduğu gibi devlet veya iktidarın kaynağı değildir. Hem devleti temsil eden kişiler hem de sokaktaki herhangi bir kişi kanunlar önünde eşittir. Fertler tamamen hür iradelerine göre hareket edemezler. Hürriyetin mânası ve çerçevesi İslâm nizamına köle olmaktır. Gerçek hürriyet İslâm nizamına bağlılıkla kazanılacağına inanılır.
Başyücelik Hükümeti’nde, halk kendisini devletin, devlet de halkın kölesi bilecektir. Yarısı siyaha ve yarısı beyaza boyalı bir tekerleğin siyah ve beyaz yarım daireleri gibi, her an halkla hükümet, birbirinin üstünde ve birbirinin altındadır.
BÜYÜK DOĞU’NUN MUHTEVASI OSMANLI’NIN İK ASIRLARIDIR
Büyük Doğu düşüncesinin hedef tayin ettiği fert ve toplum, iman, saf tefekkür, sâlih amel ve dâva şuuru olmak üzere dört esas üzerine bir varoluş tâliminden geçer. Asr-ı Saadet hâricinde Büyük Doğu’nun fikirde ve tatbikatta yer bulması, Osmanlı’nın ilk asırlarıdır. Devlet-i Aliyye’nin yâni Osmanlı’nın yedi asırlık hayatının iki buçuk asrı, Büyük Doğu idealinin iman, tefekkür, amel ve dâva şuuru itibariyle bir bütün olarak idrak edildiği zamandır.
İki buçuk asrın âlimleri sanattan siyasete hayatın bütün şubelerini irfana açmıştır. İlim, fikir ve sanat İslâm anlayış çerçevesinde mâna bulmuş, âlet ilimleriyle âli ilimler iç içe okutulmuş, müşahhasın zirvesinde mücerredin ustaları veliler vardı.
Siyaset bu mânada ilim erbabına tâbi idi. Devrin büyük şairleri tasavvuf ve medresede tâlim ve terbiye görmüştür. Bütün azalarıyla İslâm’a bağlı bu zihniyetten sâdır olan Mimar Sinan İslam şehir ahlakını yerleştirmiştir. Devlet bürokrasisinden sanata kadar her sahada bu kaynaktan beslenen anlayış hâkim olmuştur. Hülâsa, İlim tefekkürden, tefekkür sanattan ayrı değildi.
Büyük Doğu, Tanzimat’tan beri devam eden sahte inkılâplar ve bu inkılâpların türettiği sahte kahramanlar, dâvamızın müşahhas plânda baş meselesidir. Kendi içimizde ve kendi cebimizde kaybettiğimiz, sonra körler gibi el yordamıyla eşya ve hâdiseleri sığayarak hep dışımızda ve yabancı ceplerde aradığımız, aradıkça kaybettiğimiz, kaybettikçe bulduk sandığımız, bulduk sandıkça kaybımızı derinleştirdiğimiz anahtarın kum üzerindeki yuvası...
Büyük Doğu budur. O, hem bir mâna, hem bir madde, hem bir zaman, hem bir mekân ismi. İslâm’a bağlılık noktasında Büyük Doğu’nun sahabe devrinden tek farkı zarfı / ismidir. Fakat isim, muhtevaya nispetle kendini kıymetlendirirken, köle, bir emir subayıdır.
Günümüzde mukaddesatçı bazı fikir erbabının “İdeolocya Örgüsü” nden ve Büyük Doğu düşüncesinden bu zamana göre bir sistem çıkmayacağını söylemesi ve gerçekleşmesi mümkün olmayan fikirler olarak görmesi, İslâmî geleceğimize ve medeniyet tasavvurumuza vurulan bir gemdir.
Hâsıl-ı kelâm, dargeçitten geçen ve sistem buhranı çeken Türkiye bugünü ve yarınını inşa etmek için Büyük Doğu düşüncesine muhtaçtır ve bu muhtevaya değerlerimizden ilâve yaparak yol haritası kazanabilir.
----------------------------------------------
TEKİP VE İNŞA DERGİSİ’NDEN BÜYÜK DOĞU ÖZEL SAYISI
Bütün vazifesi medeniyet fikrimizi ve tasavvurumuzu ihya etmek, zayıflamış hafızalara nakşetmek, uyandırmak, tâlim yaptırmak ve mes’uliyet sahiplerini harekete geçirmek olan Terkip ve İnşa Dergisi 14. Sayısına (Mayıs 2016) ulaştı.
Fikir Teknesi Yayınlarının kurucusu, Büyük Doğu Fikriyatının temsilcisi ve yayıcısı Haki Demir’in sahipliğinde ve aynı yolun emekçisi ve Yayın Müdürü Metin Acıpayam’ın gayretleriyle çıkan Terkip ve İnşa, büyük tesir bırakan Nisan 2016 “Üstad Necip Fazıl Özel Sayısı” nın ardından bu sayısıyla da dopdolu ve kaynak eser muhtevasına sahip. Derginin mündericatı şöyle:
Takdim / Adnan Köksöken
İslam tefekkür mecrasının yeniden açılışı / Haki Demir
Türkiye, Büyük Doğu fikrine muhtaç / Ahmet Doğan İlbey
Felsefeyle hesaplaşan fikriyat / Alihan Haydar
Batıya karşı taarruzun karargahı tasavvuf / Osman Gazneli
Büyük Doğu külliyat rehberi / Ahmet Selçuki
Büyük Doğu üzerine düşünceler / A. Bülent Civan
Oryantalist taarruz ve İslam’a muhatap anlayış / Ramazan Kartal
Üç mühim mesele etrafında Büyük Doğu fikriyatı / Metin Acıpayam
Büyük Doğu mefkuresini nasıl okuyoruz / Fatih Mehmet Kaya
Büyük Doğu devlet mefkuresi / Hamza Kahraman
Sahabe telakkisi ile ütopya arasında Başyücelik Devleti / İbrahim Sancak
Büyük Doğu’da devlet üstü medeniyet tasavvuru / Faruk Adil
Büyük Doğu’da “medeniyet devleti” fikri / Abdullah Tatlı
Başyücelik devlet şeması tamamlanmalıdır / Ebubekir Sıddık Karataş
Başyücelik devleti ve Nakibü’l Eşraf teşkilatı / Nurettin Saraylı
Büyük Doğu hedefinin güzergah haritası / Mustafa Karaşahin
Büyük Doğu yol haritası / İlyas Taşkale
Büyük Doğu güzergahında hazırlık çalışmaları / Ahmet Kamil Tuncer
Büyük Doğu güzergahında inşa fikri / Selahattin Adanalı
yalanyazantarihutansin.org
Kahraman'ca
Lafı dönüp dolaştırmadan, dümdüz söylemiş Meclis Başkanı. Onu tanıyanlar bilirler düşündüğünü açık, yalın bir şekilde söyler. Kahraman Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanına vekalet eden bir isim. Hukuk adamı, siyasetçi, eski bir gençlik lideri.. Kahraman’a göre yeni anayasada laiklik olmayacak! Daha doğrusu olmamalı.. Sonucu birlikte göreceğiz.
Laiklik “ne idüğü belirsiz bir kavram”a dönüştürüldü; tek parti dönemi uygulamaları ile.. Halk, laikliği “La-dinilik” olarak anladı. Çünkü laiklik adına din düşmanlığı yapıldı bu memlekette.. Şeriata dil uzatıldı..
Şimdi tam da böyle bir zamanda benim şu 28 Şubat öncesi günlerde yayınladığım “Yaşasın Şeriat” kitabını yeniden yayınlıyorum.. Aslında denk geldi.. Arkadaşlarla konuşuyorduk. Bu kez adını değiştireceğim “Niçin Şeriat’a karşılar” diye değiştireceğiz kitabın adını..
Bugün Avrupa devletlerinin hemen hiçbirinde anayasal olarak laiklik müessese olarak yok..
Biliyorum, hemen “Fransa” diyeceksiniz.. İyi de Fransız laikliği de kâmil bir laiklik olmadığı gibi, hem yapı hem de uygulama olarak bizdekine benzemez..
Bir defa Fransa’da, Strasbourg’un başkenti olduğu Alsace Lorraine eyaletinde laiklik kuralı geçerli değil.. Fransa’da laiklik devlet tarafından değil, La Lique isimli bir sivil platform tarafından korunmaktadır.. Fransız laikliği “din-devlet” ayrılığı gibi bir saçmalık ifade etmez. Fransız laikliği iş bölümü ve çatışmama ilkesi üzerinde varolur. Laikliğin objesi de din ve devlet değil, kilise ile devlettir..
Laiklik batıda bir kilise kurumudur. Meşruiyetini İncil’den alır.. “Tanrının hakkı tanrıya, Sezar’ın hakkı Sezar’a” verilecektir.. Laiklik, Katolik kilisesi ile kral arasındaki ilişkiyi düzenler. İslam’la ne ilgisi var..
Bir yandan “Laikim” diyeceksin, sonra resmi ideolojini dinleştireceksin. Tam bir komedi. “Türbeleri kaldırdım” diyeceksin sonra anıt “kabir” diye türbe inşa edeceksin.
Hem “Laik” olduğunu söyleyeceksin, hem de 3 Mart 1924 günü kabul edilen ve 6 Mart 1924 günlü Resmi Gazete’de yayınlanan 431 sayılı Kanun’un 1’inci Maddesinde şöyle diyeceksin: ‘Halife hâl edilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.’
Evet yasadaki ifade aynen şöyle: Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan.. Din ve vicdan hürriyetinin laiklikle bir ilgisi yok.. Aksine Türkiye’de geçmişteki uygulamalar bu alanda bir tehdit oluşturdu.. Türkiye’deki laiklik uygulaması sadece Türkiye’deki Müslümanlar için değil, tüm dünyadaki Müslümanlara yönelik bir tehdit anlamı taşımaktadır.
Toplumun artık, kendi inancı, tarihi, kültürü ile barışması gerek. Laiklik bugünkü şekli ile, Müslümanına da, Hristiyanına da, Yahudisine de zarar vermektedir..
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda laik değil. İstiklal Harbi, Hilafeti koruma adına veriliyordu ve bu savaşı verenler beynelmüslimin bir güçtü. O gücün adı da Kuva-yı Milliye idi.. Laiklik, tek parti ve darbe dönemlerindeki uygulamalarla Kuva-yı Milliye’ye ihanetin adına dönüşmüştür..
İslam toplumu için teokrasi de, laiklik de, Bizantinizm de yabancı ve inanç ve toplumsal hayatımızda karşılığı olmayan kavramlardır.. Bana kalırsa İsmail Kahraman’ın ifadesi ucuz polemiklere kurban edilmemeli ve bu konu üzerinde herkesin düşünmesi ve kendi teklifini dile getirmesi gerekir. Artık toplumun kendi inanç, tarih, kültür ve geleneği ile barışması gerekir.. Bu konuda önemli, güzel adımlar da atılıyor artık. 29 Nisan’da Kut’ul Ammare zaferini kutluyoruz.. 7 Aralık 1915’de başlayıp 29 Nisan 1916’da sona eren kuşatma ile, İngiliz kuvvetleri ve müttefikleri esir alınmıştı.. Osmanlı kuvvetleri arasında geçen I. Dünya Savaşı’nın temel muharebelerinden biri olan savaş, bölgenin Osmanlı Ordusu tarafından ele geçirilmesi ve İngiliz birliklerinin tamamının esir alınmasıyla sonuçlandı.
Keşke 17 Ocak’ta da Kars İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kutlayabilsek.. Anadolu topraklarında kurulan ilk Cumhuriyet. Konfederatif bir yönetim. Başkanlık sistemi ile yönetiliyor.. Diğer adı Güneybatı Kafkas Geçici Hükûmeti ya da Cenub-ı Garbi Kafkas Hükümet-i Muvakkate-i Milliyesi/ Cenub-ı Garbi Kafkas Hükümet-i Cumhuriyesi), 17-18 Ocak 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilen Büyük Kars Kongresi’nin sonucunda kurulan bu Cumhuriyet 12 Nisan’da İngilizlerin Kars’ı işgal etmeleriyle, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Somerset Arthur Gough-Calthorpe tarafından yıkıldı. Kars hükümet merkezi idi, Batum, Ahıska, Artvin, Kulp, Iğdır, Serdarabat, Nahçıvan, Culfa ve Ordubad gibi yerleri kapsamaktaydı. Ordusu, anayasası, parası, her şey vardı.. Aslında kongre hükümetleri daha önceden oluşmuştu.. Artık bunları da öğrenmemiz ve bu geçmişten ders almamız gerek..
Madem tarihle barışıyoruz, şu Osmanlı ailesi ile ilgili tartışmaları da artık bir şekilde sona erdirmemiz gerek. Geçen gün Ekmeleddin İhsanoğlu ile Ankara’da karşılaştık.. Bir kanun teklifi hazırlamıştı.. Osmanlı hanedanından hayatta olup, yardıma muhtaç olanlara sağlık hizmeti verilmesi ve maaş bağlanması.. Hazırlanan gerekçe de “Osmanlı hanedanı mensupları, Türk tarihinin en şanlı dönemlerinden biri olan Osmanlı Devleti’nin kurucu ve sembollerinin torunları olarak dünya tarihindeki ve Türk milletinin gönlündeki şerefli yerlerini almış bulunmaktadırlar. Cumhuriyetin kuruluşu ile Hanedan mensuplarının 1924 yılında yurtdışına ihraçlarından sonra çeşitli tarihlerde (1949, 1952, 1974) Türkiye’ye dönme ve vatandaş olabilme haklarını almışlardır” deniyor. Aslında zaman içinde bir çok iyileştirme yapılmış. 18.4.1949 tarihli ve 5370 ve 5371 sayılı kanunlarla; 16.6.1952 tarihli ve 5958 sayılı kanunla; 15.5.1974 tarihli ve 1803 sayılı kanunla da; doğru yönde ileri doğru adımlar atılmış.
Hanedan mensuplarının bugüne kadar Türkiye aleyhine hiçbir faaliyeti olmadı. Türkiye bir çok ülkede yardım faaliyetleri sürdürüyor. Bugün içeride ve dışarıdaki bazı hanedan mensupları zor durumda olup, kıt kanaat geçinmeye çalışmaktadır. Ecdat yadigârlarına mutlaka sahip çıkılmalı, zorluk içinde olanlara devletimiz el uzatmalıdır. Osmanlı hanedanı mensuplarından yaşayanların tespiti ve ihtiyacı olanların müracaatları halinde maaş bağlanması, sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanabilmeleri ve öğrenim gören çocuklarına burs ve yurt imkanı verilmesi ahlaki, tarihi ve insani bir görev olacaktır.. Devlet Başkanımızın, Meclis başkanımızın ve Başbakanımızın bu konuya gereken ilgiyi göstereceğini düşünüyorum. Selam ve dua ile..
Abdurrahman Dilipak/Yeni Akit. 27 Nisan 2016
yalanyazantarihutansin.org
Resmî İdeolojisiz Bir Türkiye
ALMANYA Nazizm’den, İtalya Faşizm’den, İspanya Frankizm’den, Portekiz Salazarizm’den, Rusya Marksizm’den kurtuldu; Türkiye’nin de, M. Kemal’in vefatından sonra Dönmeler ve benzetilmişler tarafından fabrike edilmiş Kemalizm’den kurtulması gereklidir.
Kemalizm’in birtakım ilkeleri vardır. Bunların başında şapka inkılabı gelir. Buna göre her Türk vatandaşı şapka giymekle yükümlüdür. Artık Kemalistler bile şapka giymiyor. Şapka giymemek Kemalizme hıyanet değil de nedir? İnsanlık şapkayı terk etti… Kemalistler de… Şapka yüzünden halka, millete çok zulm ettiler ve hâlâ hatâlarını itiraf etmiyorlar, af dilemiyorlar.
Kemalizm ideoloji olmaktan çıkmış, bir din haline getirilmiştir. Ankara’da tapınağı bile var.
Hem demokrasi diyorlar, hem de Kemalizm’den vaz geçmiyorlar. Soruyorum: Medenî ülkelerde bizdeki gibi resmî ideoloji var mıdır?
Kemalizm dört başı mâmur derli toplu bir ideoloji midir? Değildir. İdeolojimsi bir şeydir.
Kemalizmin yerine ne konsun? Müslümanların dini var, Kemalistler de evrensel insan haklarını, âdil hukukun üstünlüğünü, millî kimlik ve kültürü kabul etsinler.
Dikkat buyurunuz: Sadece hukukun üstünlüğü demedim, önüne âdil sıfatını koydum. Hukuk sistemi âdil olmazsa fazla kıymeti olmaz.
Türkiye kimlik ve kültürünün dominant faktörü İslam’dır. Türkiye devletinin İslam’la barışık olması, İslam’a saygı duyması, İslam ile işbirliği yapması gerekir.
Türkiye’de Sezar dini tutmamıştır. Daha fazla ısrar etmesinler.
Resmî ideoloji, resmî olmaktan çıkartılıp özelleştirilmelidir.
Laiklik konusunda da baskı yapılmamalıdır.
Laiklik evrensel bir değer değildir.
Hiçbir insan hakları beyannamesinde ve sözleşmesinde, laiklik diye bir hak zikr edilmemektedir.
İngiltere’de laiklik yoktur, din devlet birliği sistemi vardır.
Orada hükümdar aynı zamanda millî kilisenin başıdır.
Laiklik olmazsa ne demokrasi, ne de cumhuriyet olur sözü yalandır, safsatadır, aldatmacadır.
İngiltere’de, Norveç’te, nice medenî ve ileri Avrupa ülkesinde laiklik yok ve oralarda bizden fazla demokrasi, hürriyet, adalet ve insan hakları var.
Zaten Türkiye’de hiçbir zaman gerçek ve normal laiklik olmamış, baskıcı laikçilik olmuştur.
Selanik Dönmeleri ve onların yardakçıları laikliği egemen azınlık vesayet rejimini ayakta tutmak için kullanmışlardır.
Laikliği bahane ederek çok zulümler, baskılar yapmışlar, Müslüman çoğunluğa çok acılar çektirmişler, kan bile dökmüşlerdir.
İngiltere’de laiklik yok ve ülkenin en büyük kısmını teşkil eden Büyük Britanya kolejlerinde, 1944’ten bu yana, her sabah okulun kilisesinde ibadet ve âyin mecburiyeti var. Bizde de böyle olmalı, öğrenciler namaz kılmalı dersem suç mu işlemiş olurum?
Bu fakir, Müslüman bir gazeteci olarak çok baskılar gördüm, çok acılar çektim, inanç ve fikirlerim yüzünden Ağır Ceza ve Devlet Güvenlik mahkemelerinde süründüm, zindanlarda çürüdüm, altı sene gurbette yaşadım, iki günlük gazetem karakuşî kararlarla batırıldı. Resmî ideolojiyi kabul etmediğim için ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya, düşman muamelesi gördüm.
Artık yeter… İdeoloji gitsin, insan hakları ve millî kimlik gelsin, tarihî ve kültürel devamlılığa dönülsün.
Mehmet Şevket Eygi
Vahdet Gazetesi.7 Kasım 2015
yalanyazantarihutansin.org
İsrail’i Kınayan Gizli Yahudiler
İSRAİL’i kurusıkı protesto edenler içinde bazı Gizli Yahudiler de var. Onlar gerçekten İsrail’e cephe mi aldılar, yoksa…
Musevilikte, yalancıktan Hıristiyan veya Müslüman görünme konusunda fetva ve ruhsat vardır.
Gizli Yahudiler, varlıklarını ayakta tutabilmek, hakimiyetlerini sürdürebilmek ve menfaatlerini korumak için yalancıktan Müslüman görünebilir.
Bugün ülkemizde bir milyonun üzerinde Gizli Yahudi yaşamaktadır. Verdiğim rakam kesinlikle abartılı değildir. Evet, bir milyonun üzerinde Yahudi.
Bunların hepsi Selanik Dönmesi=Avdetî değildir. Hakikî Alevileri ve Bektaşileri tenzih ederek söylüyorum: Alevi ve Bektaşi görünen Gizli Yahudiler…
Karaylar, Kırımçaklar, Dağ Çufutları (Tatlar), büyük kısmı İranda yaşayan, Türkiyeye de sızmış olan Meşhed Yahudileri…
En esrarlıları olan Pakruduniler… Birinci postu Türk ve Müslüman… Onu kaldırıyorsunuz altından Ermeni postu çıkıyor… Onun altında da esas kimlikleri olan Yahudi postu vardır.
Kriptolar için taqiyye ve kitman yapmak çok normaldir.
Sahnede tiyatro icabı antisiyonizm yapabilirler ama kuliste Yahudiliklerini okurlar.
Bugün Türkiye’mizde hep bir ağızdan koro halinde “Kahrolsun İsrail!..” haykırışlar duyuluyor. Bunların hangisi yürekten, hangisi rol icabıdır?
1922’de Sakallı Nureddin Paşa kumandasında Türk birlikleri İzmir’e yaklaşıyor, Yunan kuvvetleri ricat ediyor. Şehirde kargaşa var. Yahudinin biri balkonuna çıkmış avaz avaz “Yaşasin yaşasin!..” diye bağırıyor. Aşağıdan bir soruyor: Mişon efendi kim yaşasın?.. Cevap veriyor: Daha belli deyil…
Düne kadar aşırı Siyonizm ve İsrail taraftarı olan bazılarının bugün Kahr olsun İsrail diye bağırmalarını öyle kolayca inanıvermemek gerekir.
Sahiden döndülerse ne âlâ… Dönmedilerse teyakkuzda bulunmak, çok dikkatli olmak gerekir.
Maalesef islamî kesimde İsraili tutan ve destekleyen, onu haklı bulan şahıslar ve sektler vardır.
Bunlar İsraili niçin destekliyor? Bunun sebepleri araştırılmalıdır.
İslamî hareketin içine Kripto Yahudiler sızmış mıdır?
Çağdaş İbn Sebe’ler var mıdır? Kimlerdir?
Şifahî kültürlü islamî kesimde bu konuda araştırma yapacak zihniyet, kültür, uzmanlar var mıdır?
On milyonlarca Müslüman içinde Kripto Yahudiler ve Pakraduniler konusunda ilmî araştırma yapacak, mükemmel İbranice ve Ermenice bilen uzmanlar var mıdır?
Siirt Müslümanlarını tenzih ederek yazıyorum: O vilayetimizdeki Kripto Yahudiler hakkında doğru dürüst, objektif, ipe sapa gelir, ciddî ilmî araştırmalar ve incelemeler yapılmış ve yayınlanmış mıdır?
Bu konuları ayakta uyuyanlara anlatmak o kadar zor ki… Belki de imkansız.
Evet, başa dönelim: Kahr olsun İsrail diyenlerin hangisi samimî, hangisi tiyatrocu?
Mehmet Şevket Eygi.Milli Gazete.24 Temmuz 2014
yalanyazantarihutansin.org
İsrail’i Kınayan Gizli Yahudiler
İSRAİL’i kurusıkı protesto edenler içinde bazı Gizli Yahudiler de var. Onlar gerçekten İsrail’e cephe mi aldılar, yoksa…
Musevilikte, yalancıktan Hıristiyan veya Müslüman görünme konusunda fetva ve ruhsat vardır.
Gizli Yahudiler, varlıklarını ayakta tutabilmek, hakimiyetlerini sürdürebilmek ve menfaatlerini korumak için yalancıktan Müslüman görünebilir.
Bugün ülkemizde bir milyonun üzerinde Gizli Yahudi yaşamaktadır. Verdiğim rakam kesinlikle abartılı değildir. Evet, bir milyonun üzerinde Yahudi.
Bunların hepsi Selanik Dönmesi=Avdetî değildir. Hakikî Alevileri ve Bektaşileri tenzih ederek söylüyorum: Alevi ve Bektaşi görünen Gizli Yahudiler…
Karaylar, Kırımçaklar, Dağ Çufutları (Tatlar), büyük kısmı İranda yaşayan, Türkiyeye de sızmış olan Meşhed Yahudileri…
En esrarlıları olan Pakruduniler… Birinci postu Türk ve Müslüman… Onu kaldırıyorsunuz altından Ermeni postu çıkıyor… Onun altında da esas kimlikleri olan Yahudi postu vardır.
Kriptolar için taqiyye ve kitman yapmak çok normaldir.
Sahnede tiyatro icabı antisiyonizm yapabilirler ama kuliste Yahudiliklerini okurlar.
Bugün Türkiye’mizde hep bir ağızdan koro halinde “Kahrolsun İsrail!..” haykırışlar duyuluyor. Bunların hangisi yürekten, hangisi rol icabıdır?
1922’de Sakallı Nureddin Paşa kumandasında Türk birlikleri İzmir’e yaklaşıyor, Yunan kuvvetleri ricat ediyor. Şehirde kargaşa var. Yahudinin biri balkonuna çıkmış avaz avaz “Yaşasin yaşasin!..” diye bağırıyor. Aşağıdan bir soruyor: Mişon efendi kim yaşasın?.. Cevap veriyor: Daha belli deyil…
Düne kadar aşırı Siyonizm ve İsrail taraftarı olan bazılarının bugün Kahr olsun İsrail diye bağırmalarını öyle kolayca inanıvermemek gerekir.
Sahiden döndülerse ne âlâ… Dönmedilerse teyakkuzda bulunmak, çok dikkatli olmak gerekir.
Maalesef islamî kesimde İsraili tutan ve destekleyen, onu haklı bulan şahıslar ve sektler vardır.
Bunlar İsraili niçin destekliyor? Bunun sebepleri araştırılmalıdır.
İslamî hareketin içine Kripto Yahudiler sızmış mıdır?
Çağdaş İbn Sebe’ler var mıdır? Kimlerdir?
Şifahî kültürlü islamî kesimde bu konuda araştırma yapacak zihniyet, kültür, uzmanlar var mıdır?
On milyonlarca Müslüman içinde Kripto Yahudiler ve Pakraduniler konusunda ilmî araştırma yapacak, mükemmel İbranice ve Ermenice bilen uzmanlar var mıdır?
Siirt Müslümanlarını tenzih ederek yazıyorum: O vilayetimizdeki Kripto Yahudiler hakkında doğru dürüst, objektif, ipe sapa gelir, ciddî ilmî araştırmalar ve incelemeler yapılmış ve yayınlanmış mıdır?
Bu konuları ayakta uyuyanlara anlatmak o kadar zor ki… Belki de imkansız.
Evet, başa dönelim: Kahr olsun İsrail diyenlerin hangisi samimî, hangisi tiyatrocu?
Mehmet Şevket Eygi.Milli Gazete.24 Temmuz 2014
yalanyazantarihutansin.org
İslam uyanışı ve Bizans papazları
Birileri hâlâ Batı değerleri, piyasa ve faiz tartışmaları yapıyorlar. Onlar boş konuşmalar yapar ve ülke sorunlarını anayasaya soyut haklar ekleyerek çözebileceklerini sanırlarken İslam dünyası uyanıyor. Batı medyasının “tarihi boşanma” olarak adlandırdığı Suudi Arabistan’la ABD’nin soğuyan ilişkilerinden sonra bir başka çok önemli Batı müttefiki İslam ülkesi isyan bayrağını açtı. İslam’ın Mağripteki temsilcisi Fas’ın dinamik Kralı Muhammed ülkesinin artık açıkça yeni bir yol izleyeceğini ilan etti ve Batı’nın İslam düşmanı stratejilerini şiddetle eleştirdi.
İslam ülkelerini sırtından bıçaklayanlar
Körfez İşbirliği Konseyi’nin 20 Nisan’da Riyad’da yaptığı toplantıda konuşan Kral Muhammed, Batı’nın sağlam ve istikrarlı İslam ülkelerini yıkıp parçalamak amacıyla kumpaslar kurduğunu söyledi. Bu sözleriyle Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Ürdün ve Fas’ın karşı karşıya bırakıldığı sorunlara değinmiş oldu. Fas Kralı, “Arap Baharı” olarak adlandırılan olayların aslında bir “felaketler sonbaharı” olduğunu söyleyerek, bu eylemlerin Batı’nın istihbarat servisleri tarafından kışkırtılıp kotarıldığını açıkladı.
Kral Muhammed’in bu yeni çizgisi Arap Baharının yaşandığı 2011’den beri köprülerin altından çok suların aktığını göstermiştir. O dönemde Körfez toplantılarına katılmak için davet alan Fas, Batı ile ilişkilerine güvenerek bunu reddetmişti, şimdi bölgedeki uyanışın başını kendisi çekmeye hazırlanıyor. Kralın Riyad’da yaptığı konuşmayı inceleyen uzmanlar, hitap sırasında 9 kez “güvenlik”, 4 kez “istikrar”, 3 kez “toprak bütünlüğü” ve 4 kez “tehdit” sözcüklerin geçtiğini hatırlatarak, Muhammed’in İslam âlemini sırtından bıçaklayanlara karşı Müslümanlar'ı uyardığını vurgulamışlardır. Kral bu konuşmasından birkaç gün önce de İslam İşbirliği Konferansı’nda Batı dünyasında giderek yükselen İslamofobya’dan söz etmişti. Yine 2 yıl önce Birleşmiş Milletler toplantısında Fas Başbakanı Abdelillah Benkiran’ın “İslam ülkelerinin kalkınmak için Batı yolunu izlemeleri gerekmez” sözleri dikkat çekmişti.
Örnek bir konuşma
Kral Muhammed’in Riyad’da yaptığı konuşmada geçen şu cümleler gerçekten ders verici ve İslam dünyası için ümit vaat edicidir: “Fas, hiçbir gücün arka bahçesi değildir, kazanılmış bir toprak değildir, aksini düşünmek hayal görmektir. Ülkemiz kararlarını kendi alır ve tercihlerini kendisi yapar.” Fas Kralı, geçenlerde Rusya’yı ziyaret etmişti, yakın bir tarihte de Çin’e gidecek. Bu tür çok yönlü ilişkiler bu ülkenin tarihinde görülmemiştir. Batılı ajansların Arap ülkelerinde yaptığı anketler o coğrafyada ABD’nin itibarının yerlerde süründüğünü gösteriyor. Obama nefreti Bush’a duyulan öfkeyi de aşmıştır. Batı, İslam dünyasında bitişin eşiğindedir.
Safari Kulübü nedir?
“Safari Kulübü” adında bir organizasyon duymuş muydunuz? Bu küresel kontrgerilla, 1976 yılında CIA ile İran, Mısır, Suudi Arabistan, Fas ve Fransa istihbarat servislerinin ortak olarak oluşturdukları tarihin en tehlikeli kontra-terör örgütlerinden biridir. Bu örgüt ilk olarak Afrika’daki eylemlerde kullanıldığı için “Safari” (sürek avı) adını almış, fakat uzmanları ve ajanları daha sonra özellikle Ortadoğu’da kullanılmıştır. Safari Kulübünün 40’ıncı yılında duruma baktığımızda, örgütte CIA’nın Fransızlar ve Sisi’nin adamlarıyla yalnız kaldığını görüyoruz. Yakında Mısır da çizgisini değiştirir ve hatta Fransızlar da ABD’ye kafa tutmaya başlarsa, bölgedeki huzur ve barış için son derece önemli bir adım atılabilir.
Tarih yazılıyor
İslam polis örgütü ve İslam ordusu kuruluyor. Başkanlığını 3 yıl için Türkiye’nin üstlendiği İslam İşbirliği Teşkilatı çok önemli projeler içindedir. Bundan da daha dikkate değer olan gelişme Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin yıllar sonra ilk kez ciddi bir biçimde petrol dışı bir ekonomi kurmaya yönelmeleridir. Dünyadaki Batı egemenliği üç temel üzerine dayanır: Enerji kaynaklarını kontrol, petrol ticaretinde dolar kullanımı ve silah satışı. Bu üç temel de Ortadoğu’dadır ve şimdi ABD’nin altındaki bu üç direğin üçü de sarsılıyor. Sonunda kendi güvenlik ve egemenliklerini sadece kendilerinin koruyabileceğini anlayan Araplar zincirlerini kırıyorlar. Bu durum, gizli servislerin tezgâhladıkları Turuncu Devrimlerde bağırıp çağıran “çapulcuların” sahte uyanışına benzemez ve bir duvarın yıkılışı, demir kapıların eriyişi gibidir.
Dengeler değişecek
Suudiler, ARAMCO’nun hisselerinin satışıyla oluşturacakları 2 trilyon dolarlık, yani Türkiye ekonomisinin 3 misli bir yatırım fonuyla dünyadaki dengeleri değiştirmeye hazırlanıyorlar , Türkiye’de bazı sözde enteller de Anayasaya konulup çıkarılacak şu veya bu kavramın öznesi ve nesnesini konuşuyorlar. Fatih İstanbul kapılarındayken meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans papazları gibi.
Kayahan Uygur.Güneş.28 Nisan 2016
yalanyazantarihutansin.org
Onlar İslam’dan ve Müslümanlardan Nefret Ediyor
BU Halkın çoğunluğu Müslüman ve onlar Müslümanlardan nefret ediyor.
Millî kimlik ve kültürümüzün temel unsuru İslam’dır ve onlar İslam’dan nefret ediyor.
Onlar, Müslümanların din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak haklarını kabul etmiyor; zaten kısıtlı olan bu hakların daha da kısıtlanmasını istiyor.
Onlar, çoğunluktaki Müslümanları ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya olarak görüyor.
Onlar, Müslümanlara karşı bir apartheid rejimi uygulanmasından yanadır.
Onlar, Müslümanların çocuklarının Kur’an’a ve Sünnete uygun gerçek din eğitimi almasını istemiyor.
Onlar, İslamı kökünden kazımak istemişlerdi. Bunu başaramayınca İslamı tahrif etmek, Müslümanlara parçalamak yoluna başvurdular.
Onlar Müslümanlara kendi hurafe ve sapık ideolojileri zorla kabul ettirmek istiyor.
Onlar, Müslüman halkın bin yıllık Kur’an-İslam yazısını öğrenmesini istemiyor.
Onlar dilde, kültürde, sanatta, yazıda, zihniyette kopukluk ve ârıza taraftarıdır.
Onlar, çoğunluğun kendi kanunlarını istemesine karşı çıkıyor.
Onlar, Japonya’nın kargacık burgacık son derece zor ve çetrefil yazıyla bizden çok ilerlediğini görmüyor, kabul etmiyor.
Onlar Türkiye Müslümanlarını putperest yapmaya çalışıyor.
Onlar, bin türlü şeytanî plan ve desise ile Müslüman çoğunluğu bin parçaya ayırarak bir İslam Protestanlığı mozaiği oluşturmuştur.
Onlar çıplaklığı, içki içmeyi, kumarı, faizci, fuhşu, zinayı medeniyet olarak görüyor ve bunları tenkit eden Müslümanların başından aşağı kova kova gericilik çamuru döküyor.
Onlar vasıflı Müslüman yetişmesini istemiyor, bunu önlemek için her hıyaneti yapıyor.
Onlar, Türkiyeyi bölmek istiyor.
Onlar doğu ve güneydoğu bölgelerimizi boşaltıyor ve ilk fırsatta oralara nüfus ithal etmek istiyor.
Onlar Mason localarına verilen hakları ve hürriyetleri sûfî Müslümanlara tanımıyor, tekkelerde zikrullah yapılmasına karşı çıkıyor.
Onlar Müslüman kadınların tesettürüne karşı çıkıyor ama devletin resmî vesikalarla yasal, KDV’li, korumalı, hijyenik (!) seks köleliğini yaptırmasına karşı çıkmıyor.
Onlar, Müslüman çoğunluğu egemen azınlıklarla eşit görmüyor.
Onlar, Türkiye’deki vesayet rejiminin devamı ve hakimiyeti için askerî ve sivil darbe yapılmasından yanadır.
Onlar gazete ve TV’lerinde iğrenç, bayağı, çirkin, azdırıcı müstehcen yayınlar yapıyor.
Onlar Türkiyeyi 1930’ların karanlık günlerine götürmek istiyor. Onlar kimlerdir?
Onlar Tâgutî güçlerdir. Ya doğrudan doğruya Tağutluk yaparlar, yahut Tağutları destekler.
Onlar İbn Sebe’nin, Sabatay’ın torunlarıdır.
Onlar İskilipli Âtıf efendiyi, Erzurumlu Şalcı Bacıyı, Erbilli Esad efendiyi, binlerce ulemayı, fukahayı, meşayihi, mü’minleri, mâsum Müslümanları asanların, zindanlarda inletenlerin, uyduruk mahkemelerde yargılayanların, Müslümanlara kan kusturanların yolundan gidiyorlar.
Onlar haksızlık, zulüm, dalâlet, işkence heykelleridir.
Biz Müslüman çoğunluğun onlarla işimiz zordur.
Allah yardımcımız olsun.
Allah’ın bize yardım etmesini istiyorsak önce biz kendimize yardım edelim.
Birleşelim birleşelim birleşelim...
İslama, Kur’ana, imana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakına, namaza, ilme, irfana, yüksek kültüre, ihlasa yapışalım. Sağlam kulplara…
Vahdet Gazetesi,Mehmet Şevket Eygi.20 Aralık 2014
yalanyazantarihutansin.org
Kavga başladı
BURASI Türkiye; Her şeyi açık ve net bir şekilde konuşamazsınız, yazamazsınız!
Zaten ekranlara ve yazılanlara baktığınızda ÖZ'e seyahat anlamında pek bir şey bulma şansınız yok. Üzerinde hassasiyetle durulması gereken isimlere baktığınız zaman da HALKIN ANLAYACAĞI gibi net konuşmuyorlar. Konuşmazlar da zaten!KUTUPLAR arasına gider gelir mesajlar. Ama işinde gücünde olan sade vatandaşlarNE KONUŞULDUĞUNU ANLAMAK ŞÖYLE DURSUN FARKETMEZ BİLE...
"Açın o zaman!" dediğinizi duyar gibiyim! Kolay değil! Ama bir iki küçük adım atalım...
Bu topraklarda asla ve kat'a tesadüfen bir şey olmaz. Kesinlikle ve kesinlikle bir temeli, bir nedeni vardır. Bursa'da kendini patlatan kadın canlı bombanın da 27 Nisan e-Muhtırası'nın da, LAİKLİK tartışmalarının da cemaatlerin de bir hesabı vardır. Bunları yöneten bir de akıl vardır. Dedim ya biz bilmeyiz!
Alın size bir örnek!
1960 darbesi sonrası 1962-1965 yılları arasında Milli Türk Talebe Birliği'nde Tiyatro Müdürlüğü yapan Metin Akpınar, Milli Türk Talebe Birliği için "Mübalağa etmiyorum. Bir iki saatte sokağa 50 bin kişi çıkarırdı. Bu çok önemli bir etkinlik. Bugün 50 bin kişiyi toplayamazsınız" diye konuştu.
"Evet, bunu söyleyip söylememe noktasında tereddüt ediyorum. Biz Milli Türk Talebe Birliği'nde, Kıbrıs'a 115 tane mücahit yetiştirdik ve bizim aşağıdaki spor salonumuzda kara kuşak karateci yardımıyla, Ercan Çitlioğlu kulakları çınlasın; hocamın da katkılarıyla orada bu arkadaşlar ciddi çalışma yaptı. Bu arkadaşlar yakın dövüş ve beden eğitimlerini bizde yaptılar.
Silah eğitimlerini başka yerde yaptılar.
MTTB'nin böyle de ciddi bir katkısı vardır. Bunu da övünerek söylüyorum." Metin Akpınar DERİN BİR GÜÇ MÜ? Bilmiyorum. KONTRGERİLLA mı? Bilmiyorum! Ama yapılan şey sıradan değil! Daha fazla detaya girmek istemiyorum.
Hiç ummadığınız insanlar, hiç ummadığınız işlere imza atar! Şaşırıp kalırsınız. Ve bu nedenle bu topraklarda KANDIRILMA ve YANILMA çok yaşanır! Zaten insanlarınBEYANINA bakan, YAPTIKLARINA kafa yormayan bir yapımız var! Yani ALDATMAçok zor değil!
Bursa'da kendini patlatan CANLI BOMBA saat 17:25'te pimi çekiyor.
Tesadüf mü? Elbette hayır... Amerikan Büyükelçiliği kendi vatandaşlarını uyarırken merkezlerden, turistik yerlerden uzak durulmasını istiyor.
Adamlar kendi vatandaşlarını koruyacak.
Bundan daha doğal bir şey yok! Bunu da açık açık yapıyorlar. Genelde de dedikleri oluyor! Yani istihbaratları yanıltmıyor!
Bir de canlı bomba 27 NİSAN'ı seçti! Bu da bir tesadüf olarak bakılacak bir hadise değildi! Daha rahat anlaşılması için açalım... Askerin son sözünü söylediği olay 27 Nisan e-Muhtırası'dır.
"CUMHURİYET'in DEĞERLERİNE SÖZDE DEĞİL ÖZDE SAHİP ÇIKAN" ifadesi zihinlere kazındı.
Hepimizin aklında. Ancak ne gariptir ki bu kadar asker ERGENEKON'da, BALYOZ'da, Casusluk Davası'nda içeri alınırken dönemin Genelkurmay Başkanı BÜYÜKANITPAŞA'ya bir şey olmadı! İlginç değil mi! Yapılması düşünülen DARBEDEN insanlar yattı çıktı!
Ama resmi olarak ortada duran UYARININ gereği yapılmadı!
Yapılamadı!
Neden?
27 Nisan'daki askerin tavrı bence Sayın Abdullah Gül Bey içindi! Asla "Asker haklıydı!" demiyorum. Demem!
Ama analiz ettiğimiz zaman ortaya çıkan tablo bu! Askerin sözlerinin içi dolu mu?
Pek değil! Abdullah Bey bunları hak edecek biri mi? Bence hiç değil! Ama asker, kendisinin CUMHURBAŞKANI olmasını istemedi. Bunu da ismini vermeden gösterdi. O tarihte de bugün de asker ile Erdoğan arasında sorun yoktu. Mesela Erdoğan hasta yatağında Ergin Saygun Paşa'yı ziyaret ediyordu!
Hatırlayın! Paşa, 13 ay GATA'da kaldı.
18 yıl hapis cezası aldı!
'e-Muhtıra'yı verenin Saygun Paşa olduğu çok konuşulan bir şehir dedikodusuydu! Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ içeri alınırken, muhtıranın verildiği dönem Genelkurmay Başkanı olan Büyükanıt'ın dışarıda kalmasını başka nasıl açıklayabilirdik!
Benim bildiğim Amerikalılar Abdullah Bey'i pek istemezdi. Bu "Muhtıra'nın altında biraz o var gibi.
Amerika ile Avrupa arasında büyük mücadele olduğu için ve bu kavga TÜRKİYE TOPRAKLARINDA amansız bir şekilde sürdüğü için olaylara bu pencereden bakmayı bilmeyiz.
Bilmeyince de anlamayız! Türkiye'nin kaderine etki eden isimlerin bir GÜCÜN yanında olmasından daha doğal bir şey yok. Bu çoğu zaman Avrupa, bazen de Amerika olur! Bir üçüncü güç çıkarsa emin olun onun da izlerini ve ittifakını buralarda görürüz. Dünya koca bir köy sonuçta. Herkes attığı adımın getirisini götürüsünü hesap etmek durumunda. Türkiye gibi kilit bir ülkede de EKOLLERİN MÜCADELESİ çok ama çok anlaşılır... Büyük güçler de GÜÇLERİNİ devam ettirmek için Ankara'yı her zaman yanında görmek ister... Bu da anlaşılır bir şey!
Son günlerde Ankara, MÜLTECİ konusunda AVRUPA ile büyük bir yakınlık içinde. Göçmenler Avrupa'yı dağıtacak. Bu sır değil. Başta Merkel olmak üzere pek çok Avrupalı liderin korkusu büyük. Bu nedenle Ankara'ya sarılmış durumdalar. İşte Avrupa geldiği zaman ve cömertlik göstereceği zaman bilin ki AMERİKA devreye girer.
Kesinlikle... Tersi de olur!
CANLI BOMBA bu nedenle 27 NİSAN'ı seçti. Amerika ya da CIA adına iş yapan bir oluşum bombayı patlattı! Nasıl 27 Nisan bildirisiyle AVRUPA'nın öne çıkması istenmediyse ULU CAMİİ'de de bombayla AVRUPA İLE YAKINLIĞA İTİRAZ EDİLDİ!
Kendini patlatarak...
Daha da ileri gitti.
Aynı gün RIZA SARRAF davasını 16 HAZİRAN'a atarak 17-25 Aralık üzerinden Ankara'ya mesaj verdi. Dediler ki; "Eğer Avrupa ile yan yana olmaya devam ederseniz her yerden gelip sizi aşındıracağız. Zarar vereceğiz. Bunu bilin...Bir an önce işler daha da karışmadan Avrupa ile aranıza mesafe koyun..." Bütün bunlar olurken ve ülke BAŞKANLIK için hazırlanırken TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman çok iyi niyetle sadece ve sadece kendi görüşlerini açıklayıp LAİKLİK tartışmasının başlamasına yol açtı!
Tamamen iyi niyetle atılan bir adım.
Konuşulana katılmasanız da samimi üç beş cümle...
Ama bir anda olay büyüdü! Bu iki CÜMLEYİ NOT EDENLER şimdi STADYUMLARA, SPOR SALONLARINA bunu taşıdı.
Taşıyacak da...
Her yerde "Türkiye laiktir laik kalacak" sözlerini duyacaksınız...
Bu iklimde, BAŞKANLIK için atılan her adımı iyice zorlaştıracak. Yeni sistemi anlatırken insanları ikna etmek hiç kolay olmayacak. Tamamen samimi edilen birkaç cümle olayı yönetilemez bir boyuta taşıyacak. Sanki birileri de samimi konuşmanın içinden çekip aldığı "LAİKLİK" ile ilgili TEST sürüşü yaptı gibime de geliyor! ENazından insanların sinir uçlarının hassas olduğu anlaşıldı...
"BAŞKANLIK GELİRSE ŞERİAT DA GELECEK Mİ?" soruları zihinlere kazındı! İçten içe konuşulanlar bunlar.
Bir süre sonra bunu daha da artıracaklar.
Göreceksiniz... Bir cümleye sahip çıkanların operasyonu tuttu! Kim mi yaptı? Bilemem! Ankara'da bir etkili grup belki de gruptan çok daha büyük bir güçBAŞKANLIK istemiyor.
Sadece siyasi partileri kastetmiyorum.
İstanbul'daki çok önemli bir işadamının "Birkaç ay sonra Erdoğan yok!" dediğini de biliyorum. Bizler gibi sıradan insanlar günlük hayatlarıyla uğraşırken birileri muazzam bir operasyon için anlaşmış durumda! İsimlere ben de giremem!
Bundan ötesini yazmak kolay değil.
Sonuçlarını hesap edemezsiniz!
Ben gazeteciyim. Ve olayları DIŞARIDAN BAKARAK çözmeye çalışan biriyim. Siz de öyle yapın.
BÜYÜK KAVGA BAŞLADI.
Taraflar da, isimler de, sayıları da, güçleri de, cisimleri de arkalarındaki de belli...AVRUPA ve AMERİKA burada bir kez daha kapışacak... Ama sahneye koşanlar hep bizim bildiklerimiz olacak...
Burası TÜRKİYE... İyi izleyin.
İçi boş sloganlarla ve TÜRKİYE'nin yanında gibi durup DIŞARIYA çalışanlara dikkat edin! Bu işin siyasi yönü, finansal yönü, bürokrasi yönü olduğu gibi medya yönü de var!
BENDEN SÖYLEMESİ!
İşim bu! Dedim ya hiçbir şey tesadüf değil... Laiklik tartışması, Rıza Sarraf'ın duruşması, Bursa'da bombanın 17:25'te patlaması, 27 Nisan'ın seçilmesi ve daha neler neler! Ülkemize sahip çıkmak istiyrsak uyanık olalım... Ve insanların hangi kamplara ait olduğunu artık öğrenelim...
Ergün Diler/Takvim 29 Nisan 2016
yalanyazantarihutansin.org
Daha yolun başındayız!
Soyadıyla müsemma Kahraman abimizin yaptığı durum tesbitinden ders almalıyız!
Devletin içindeki en büyük virüsü ve uru Meclisin başkanı olarak röntgenleyerek teşhir etmesi takdire ve tebrike şayandır!
Ancak; bu büyük ve ağır ameliyatın ne zaman ve ne şekilde yapılması, sahasında uzman doktorlarımızın görevidir!
Yükümüz ağır, virajlı yolumuz uzun!
Mayınlarla döşenmiş bir siyaset arenasında mücadele ediyoruz.
Vatan gemisini süren kaptan ve ekibine yardımcı olmalıyız!
Gemimizi yolculara göre değil, yola ve devasa dalgalara göre sürmeye devam etmeliyiz!
Çünkü “Vasıtalar yolcuya göre değil, yola göre sürülür!”
Heyecana kapılarak erken doğuma sebep olmadan, davaya hamal olanların süper güç, devlet olma hayali ve hedeflerimize bilmeden engel olmamalıyız!
Bu gemiyi yeniden ele geçirmek isteyen korsanlara fırsat vermemeliyiz!
Etrafımız ateş çemberi! Henüz beli kırılamayan yılanların kuyruk acısı ağır olur!
Şah damarı kesilen hayvanların sert tekmelerinden kendimizi ve davamızı korumalıyız!
Ticaret ehli üretmeli, ilim ehli nesil yetiştirmeli, hitabet ehli korkusuzca uyandırmalı ve siyaset ehli ise dikkat ve rikkatle yönetmeli! Herkes sahasında koşmalı!
Dünyanın en kıymetli ve en kritik bölgesinde yaşadığımızı unutmayalım!
Tüm insanlığın ikinci anayurdu Anadolu’da mukim olduğumuzu bilerek davranmalıyız!
İktisadi, ilmi, sanayi, hukuki vs. sahalarda henüz yolun başında olduğumuzun bilinciyle şımarmamalıyız!
Dışa bağımlı bir ekonomiyle ve savunma sanayisiyle, henüz millileşemeyen Merkez Bankasıyla, düşürülemeyen faiz belasıyla, milli olmayan civciv yasasıyla, hayırsız, saygısız, hoppala ve hapçı nesil üreten millisiz eğitimiyle, pilli ve zilli medyasıyla hastalanan bir toplumun tedavisi için henüz daha yolun başındayız!
Karşımızda sahipsizlikten dünyayı bölüşen beşli çete canavarlarının yüz yıldır devam eden katliamları ve işgalleri varken nasıl oyunda oynaşta olabiliriz?!
Nasıl ortada ganimet bile yokken paylaşım gafletine düşebiliriz?!
Yeniden Büyük Türkiye’nin temelleri atılırken nasıl bu temelleri sabote edenlerin safında olabiliriz?!
Şimdi birlik, dirlik zamanı!
Şimdi kardeşlik ve dayanışma zamanı!
Şimdi milli diriliş için umumi seferberlik zamanı!
Şimdi mazlumların acılarına ve üzüntülerine ortak olma zamanı!
Şimdi, hırs ve hasedlerinden dış güçlerle paralel haraket eden gafil topluluklardaki kardeşlerimizi ihanetlerinden kurtarmak için uyarma zamanı!
Vatan gemisi delinirse beraber batacağımızı tüm vatandaşlarımıza anlatma zamanı!
Evet daha yolun başındayız! Kucaklaşarak, çalışarak şımarmadan, gururlanmadan, ehil, emin ve sadık kadrolarla dikkat ve rikkatle süper güç Türkiye idealini Başkanlık sistemiyle gerçekleştirmek ve tamamen milli bir anayasa hedefine ulaşmak için yola devam inşallah!
Bu uğurda çalışan Tayyib kadrolara ve isimsiz Kahramanlara selam olsun!
Allah (c.c), hak ve adaleti hakim kılma mücadelemizde daim yar ve yardımcımız, Hz.Muhammed (a.s) daim örneğimiz ve önderimiz olsun!
Tatil olması dileğiyle Cuma Bayramımız mübarek olsun!
Selam, sevgi ve duayla.
Salı Akşamı saat 20:30’da, Akit TV (Kanal 34) ile Kocaeli TV’nin ortaklaşa yayınladığı “MİLLİ DİRİLİŞ” programının canlı yayınında buluşmak üzere Yaratıcımız, Yöneticimiz ve Yaşatıcımız Allah (c.c)’a emanet olunuz.
Şevki Yılmaz/Yeni Akit.29 Nisan 2016
yalanyazantarihutansin.org
Resmî İdeolojisiz Bir Türkiye
ALMANYA Nazizm’den, İtalya Faşizm’den, İspanya Frankizm’den, Portekiz Salazarizm’den, Rusya Marksizm’den kurtuldu; Türkiye’nin de, M. Kemal’in vefatından sonra Dönmeler ve benzetilmişler tarafından fabrike edilmiş Kemalizm’den kurtulması gereklidir.
Kemalizm’in birtakım ilkeleri vardır. Bunların başında şapka inkılabı gelir. Buna göre her Türk vatandaşı şapka giymekle yükümlüdür. Artık Kemalistler bile şapka giymiyor. Şapka giymemek Kemalizme hıyanet değil de nedir? İnsanlık şapkayı terk etti… Kemalistler de… Şapka yüzünden halka, millete çok zulm ettiler ve hâlâ hatâlarını itiraf etmiyorlar, af dilemiyorlar.
Kemalizm ideoloji olmaktan çıkmış, bir din haline getirilmiştir. Ankara’da tapınağı bile var.
Hem demokrasi diyorlar, hem de Kemalizm’den vaz geçmiyorlar. Soruyorum: Medenî ülkelerde bizdeki gibi resmî ideoloji var mıdır?
Kemalizm dört başı mâmur derli toplu bir ideoloji midir? Değildir. İdeolojimsi bir şeydir.
Kemalizmin yerine ne konsun? Müslümanların dini var, Kemalistler de evrensel insan haklarını, âdil hukukun üstünlüğünü, millî kimlik ve kültürü kabul etsinler.
Dikkat buyurunuz: Sadece hukukun üstünlüğü demedim, önüne âdil sıfatını koydum. Hukuk sistemi âdil olmazsa fazla kıymeti olmaz.
Türkiye kimlik ve kültürünün dominant faktörü İslam’dır. Türkiye devletinin İslam’la barışık olması, İslam’a saygı duyması, İslam ile işbirliği yapması gerekir.
Türkiye’de Sezar dini tutmamıştır. Daha fazla ısrar etmesinler.
Resmî ideoloji, resmî olmaktan çıkartılıp özelleştirilmelidir.
Laiklik konusunda da baskı yapılmamalıdır.
Laiklik evrensel bir değer değildir.
Hiçbir insan hakları beyannamesinde ve sözleşmesinde, laiklik diye bir hak zikr edilmemektedir.
İngiltere’de laiklik yoktur, din devlet birliği sistemi vardır.
Orada hükümdar aynı zamanda millî kilisenin başıdır.
Laiklik olmazsa ne demokrasi, ne de cumhuriyet olur sözü yalandır, safsatadır, aldatmacadır.
İngiltere’de, Norveç’te, nice medenî ve ileri Avrupa ülkesinde laiklik yok ve oralarda bizden fazla demokrasi, hürriyet, adalet ve insan hakları var.
Zaten Türkiye’de hiçbir zaman gerçek ve normal laiklik olmamış, baskıcı laikçilik olmuştur.
Selanik Dönmeleri ve onların yardakçıları laikliği egemen azınlık vesayet rejimini ayakta tutmak için kullanmışlardır.
Laikliği bahane ederek çok zulümler, baskılar yapmışlar, Müslüman çoğunluğa çok acılar çektirmişler, kan bile dökmüşlerdir.
İngiltere’de laiklik yok ve ülkenin en büyük kısmını teşkil eden Büyük Britanya kolejlerinde, 1944’ten bu yana, her sabah okulun kilisesinde ibadet ve âyin mecburiyeti var. Bizde de böyle olmalı, öğrenciler namaz kılmalı dersem suç mu işlemiş olurum?
Bu fakir, Müslüman bir gazeteci olarak çok baskılar gördüm, çok acılar çektim, inanç ve fikirlerim yüzünden Ağır Ceza ve Devlet Güvenlik mahkemelerinde süründüm, zindanlarda çürüdüm, altı sene gurbette yaşadım, iki günlük gazetem karakuşî kararlarla batırıldı. Resmî ideolojiyi kabul etmediğim için ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya, düşman muamelesi gördüm.
Artık yeter… İdeoloji gitsin, insan hakları ve millî kimlik gelsin, tarihî ve kültürel devamlılığa dönülsün.
Mehmet Şevket Eygi
Vahdet Gazetesi.7 Kasım 2015
30 Nisan 2016 Cumartesi 05:54 - Bu haber 265 kez okundu.
Laiklik, “tasma”! Özgürlükse, ayartıcı maskesi!
12 0
Önce şu yakıcı gerçeklerin altını çizmek isterim:
Bu ülkede, bütün cinayetler laiklik adına işlendi!
Binlerce İskilipli Atıf, laiklik adına ipe gönderildi!
Darbeler, laiklik adına gerçekleştirildi!
Bu toplum, "irtica tehdidi” diye diye laiklik adına dayak yedi, sindirildi!
Önce, bütün devlet ve kurumları laikleştirildi, İslâm'dan “temizlendi”; sonra da toplum.
İyi de, laiklik ne, peki? Bu ülkenin boynuna geçirilmiş bir “tasma”, elbette ki.
Türkiye'de laiklik konusunda kafamız tam anlamıyla çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşmüş durumda.
Ne laikliğin ne olduğunu, Batı'da nasıl doğduğunu, ne tür işlevler gördüğünü; ne de Türkiye'de ne işe yaradığını biliyoruz hakkıyla!
LAİKLİK: “MODERN PAGANİZMİN YÜKSELİŞİ”
Batı, laikleşmek zorundaydı. (Burada laiklikle sekülerliği birbirinden ayırmadığımı, din-dışı bir dünyaya işaret eden aynı paradigma'nın farklı tezahürleri olan ama esas itibariyle insanı tanrılaştıran paganlaşma sürecinin bizatihî kendisi olduğu gerçeğini hatırlatmak isterim.)
İslâm medeniyetinin geliştirdiği meydan okumaya, insanın özgür iradesini ipotek altına alan Kilise ile cevap üretebilmesi çok zordu Batı'nın.
Annales Okulu'nun son temsilcisi, yaşayan en büyük tarihçi William McNeill, 2500 yıllık Batı uygarlık tarihi tecrübesini enfes bir şekilde bir cümleyle şöyle özetler: “Batı uygarlığı ifrat / abartı ve tefrit / ayartı arasında yaşanan bir med-cezir hikâyesidir” der.
Batılılar, İslâm medeniyetinin geliştirdiği meydan okumayı durdurabilmek için, Kilise'yi yıktılar; yerine, din-dışı, pagan bir yolculuğa çıktılar. Peter Gay, 2 ciltlik nefis “The Enlightenment” başlıklı kitabında, bu laikleşme / sekülerleşme sürecini “modern paganizmin yükselişi” diye tarif eder.
LAİK DEVLET, BÜTÜN DİNLERE EŞİT MESAFEDE MİDİR?
Gelelim laiklik meselesine...
Laiklik, Türkiye'deki bütün kesimler arasında “özgürleşme”, “devletin bütün dinlere eşit mesafede durması” olarak anlaşılır.
Acaba öyle mi, gerçekten?
Muhafazakâr kesimlerin de, laik kesimlerin de laiklikten anladığı bu, işte!
Ama bu laiklik anlayışı, tam anlamıyla ezberdir, efsanedir, masaldır!
Önce Batı'da laik devlet, bütün dinlere değil, Hıristiyan kökenli “mezheplere”, Batı kökenli felsefî sistemlere, inanış biçimlerine eşit mesafededir. Batı-dışındaki bütün dinler de, düşünce sistemleri de ötekidir, ötekileştirilir, dışlanır, en azından marjinalleştirilir, periferiye itilir ve “hadım edilir”.
İslamofobi, işte bu Batı'nın eseri: İslamofobi adına, kaç devlet işgal edildi, kaç terör örgütü kuruldu ve sahaya sürüldü, değil mi?
LAİKLİK, ÖZGÜRLÜK MÜDÜR?
İkincisi, laikliğin özgürlük olduğu iddiası da tam anlamıyla efsanedir, masaldır.
Batılılar, “laikliği, uygarlığı, demokrasiyi, insan hakları” söylemlerini dillerinden düşürmüyorlar ama öte yandan da diktatörlüklerle iş tutuyorlar, istedikleri ülkeleri işgal etmekten çekinmiyorlar ve dünyaya 5 zorba devletle “orman kanunları”na göre çeki düzen veriyorlar! Öyle değil mi?
Özgürlük, bütün bunların neresinde, peki?
Kaldı ki, Batı'da laiklik, özgürlük olarak algılanmaz. Sözgelişi, çağımızın iki büyük tarihçisinden biri, Fernand Braudel, laikliğin, “özgürlükler değil, imtiyazlar, çıkarlar üzerine doğduğunu” söyler.
Yine William McNeill, Avrupa'nın laikliğinin özgürlükleri yaymak değil, çıkarları paylaştırmak üzere doğduğunu anlatır uzun uzadıya -Külliyat Yayınları'ndan yayımladığımız “magnum opus”u / “başyapıt”ı “Avrupa Tarihinin Oluşumu” başlıklı kitabında.
“SAHTE DİN” OLARAK LAİKLİK
Meselenin felsefî boyutu daha da hayatîdir: Laiklik, Tanrı fikrini, hakikat fikrini yok etmiş, insanı tanrılaştırmıştır. Ortaya çıkan manzarayı, parlak filozoflardan Luc Ferryşöyle özetler:
“Modernler, ikame dinler, Tanrısız maneviyatlar.. ideolojiler icat ettiler. Bunlar bilim gibi, devrim gibi, ulusçuluk gibi laik putlardı...”
Ve şöyle devam eder, Luc Ferry: “Bunlar sahte dinlerdi... İnsanlık, fikriyat ve maneviyat alanında, hiç bu denli altüst olmamış, çaresiz bir durumda kalmamıştır”.
Dikkat buyurusun lütfen: Bu sözleri söyleyen filozof, ateist bir filozoftur!
Başka alıntı yapmayacağım Batılı düşünürlerden. Sadece şu kadarını söylemekle yetineceğim:
Batı'da laiklik ateist düşünürler tarafından bile çatır çatır tartışılırken, bizde bırakın laik, sosyalist kesimleri, İslâmî kesimler tarafından bile neredeyse tartışılmaz mutlak ve evrensel özgürlük ilkesi olarak benimsenebiliyor!
Bu nasıl bir travmadır, nasıl bir savrulmadır, insanın nutku kesiliyor, gerçekten!
Bu meseleye pazar günkü yazıda da devam edeceğim. Son olarak şunu söylemeden geçemeyeceğim:
Batılılar, farklı dinlerle, kültürlerle ve medeniyetlerle barış içinde, nasıl bir arada yaşanabileceğini bilmiyorlar, sadece “laiklik, özgürlük, demokrasi” gibi ayartıcı maskelerin arkasına saklanarak dünyayı sömürgeleştirmeye, dize getirmeye devam ediyorlar.
Dünyada 6 asır üç kıtada barış yurdu'nu biz kurduk yalnızca. Biz çekildik tarihten; Batılılar, bir asırda dünyayı cehenneme çevirdiler!
İslâm dünyasında Baas gibi laik diktatörlüklerle iş tutuyor Batılılar ve “demokrasi, özgürlük” nutukları atmayı da ihmal etmiyorlar hiç bir zaman! Dünyayı aptallaştırıyorlar.
Türkiye'nin “sivil anayasa” yapımı sürecinde bu ülkenin medeniyet dinamikleri ve kültürel değerleri ekseninde bir anayasa yapmasını bekliyorum. Toplum da bunu bekliyor yarım asırdır...
Yoksa sürgünümüz bitmeyecek bizim...
Pazar günkü yazıda laikliğin sancılı, travmatik, şizofrenik Türkiye hikâyesiniyazacağım...
Yusuf Kaplan/Yenisafak.29 Nisan 2016
yalanyazantarihutansin.org
İslam uyanışı ve Bizans papazları
Birileri hâlâ Batı değerleri, piyasa ve faiz tartışmaları yapıyorlar. Onlar boş konuşmalar yapar ve ülke sorunlarını anayasaya soyut haklar ekleyerek çözebileceklerini sanırlarken İslam dünyası uyanıyor. Batı medyasının “tarihi boşanma” olarak adlandırdığı Suudi Arabistan’la ABD’nin soğuyan ilişkilerinden sonra bir başka çok önemli Batı müttefiki İslam ülkesi isyan bayrağını açtı. İslam’ın Mağripteki temsilcisi Fas’ın dinamik Kralı Muhammed ülkesinin artık açıkça yeni bir yol izleyeceğini ilan etti ve Batı’nın İslam düşmanı stratejilerini şiddetle eleştirdi.
İslam ülkelerini sırtından bıçaklayanlar
Körfez İşbirliği Konseyi’nin 20 Nisan’da Riyad’da yaptığı toplantıda konuşan Kral Muhammed, Batı’nın sağlam ve istikrarlı İslam ülkelerini yıkıp parçalamak amacıyla kumpaslar kurduğunu söyledi. Bu sözleriyle Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Ürdün ve Fas’ın karşı karşıya bırakıldığı sorunlara değinmiş oldu. Fas Kralı, “Arap Baharı” olarak adlandırılan olayların aslında bir “felaketler sonbaharı” olduğunu söyleyerek, bu eylemlerin Batı’nın istihbarat servisleri tarafından kışkırtılıp kotarıldığını açıkladı.
Kral Muhammed’in bu yeni çizgisi Arap Baharının yaşandığı 2011’den beri köprülerin altından çok suların aktığını göstermiştir. O dönemde Körfez toplantılarına katılmak için davet alan Fas, Batı ile ilişkilerine güvenerek bunu reddetmişti, şimdi bölgedeki uyanışın başını kendisi çekmeye hazırlanıyor. Kralın Riyad’da yaptığı konuşmayı inceleyen uzmanlar, hitap sırasında 9 kez “güvenlik”, 4 kez “istikrar”, 3 kez “toprak bütünlüğü” ve 4 kez “tehdit” sözcüklerin geçtiğini hatırlatarak, Muhammed’in İslam âlemini sırtından bıçaklayanlara karşı Müslümanlar'ı uyardığını vurgulamışlardır. Kral bu konuşmasından birkaç gün önce de İslam İşbirliği Konferansı’nda Batı dünyasında giderek yükselen İslamofobya’dan söz etmişti. Yine 2 yıl önce Birleşmiş Milletler toplantısında Fas Başbakanı Abdelillah Benkiran’ın “İslam ülkelerinin kalkınmak için Batı yolunu izlemeleri gerekmez” sözleri dikkat çekmişti.
Örnek bir konuşma
Kral Muhammed’in Riyad’da yaptığı konuşmada geçen şu cümleler gerçekten ders verici ve İslam dünyası için ümit vaat edicidir: “Fas, hiçbir gücün arka bahçesi değildir, kazanılmış bir toprak değildir, aksini düşünmek hayal görmektir. Ülkemiz kararlarını kendi alır ve tercihlerini kendisi yapar.” Fas Kralı, geçenlerde Rusya’yı ziyaret etmişti, yakın bir tarihte de Çin’e gidecek. Bu tür çok yönlü ilişkiler bu ülkenin tarihinde görülmemiştir. Batılı ajansların Arap ülkelerinde yaptığı anketler o coğrafyada ABD’nin itibarının yerlerde süründüğünü gösteriyor. Obama nefreti Bush’a duyulan öfkeyi de aşmıştır. Batı, İslam dünyasında bitişin eşiğindedir.
Safari Kulübü nedir?
“Safari Kulübü” adında bir organizasyon duymuş muydunuz? Bu küresel kontrgerilla, 1976 yılında CIA ile İran, Mısır, Suudi Arabistan, Fas ve Fransa istihbarat servislerinin ortak olarak oluşturdukları tarihin en tehlikeli kontra-terör örgütlerinden biridir. Bu örgüt ilk olarak Afrika’daki eylemlerde kullanıldığı için “Safari” (sürek avı) adını almış, fakat uzmanları ve ajanları daha sonra özellikle Ortadoğu’da kullanılmıştır. Safari Kulübünün 40’ıncı yılında duruma baktığımızda, örgütte CIA’nın Fransızlar ve Sisi’nin adamlarıyla yalnız kaldığını görüyoruz. Yakında Mısır da çizgisini değiştirir ve hatta Fransızlar da ABD’ye kafa tutmaya başlarsa, bölgedeki huzur ve barış için son derece önemli bir adım atılabilir.
Tarih yazılıyor
İslam polis örgütü ve İslam ordusu kuruluyor. Başkanlığını 3 yıl için Türkiye’nin üstlendiği İslam İşbirliği Teşkilatı çok önemli projeler içindedir. Bundan da daha dikkate değer olan gelişme Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin yıllar sonra ilk kez ciddi bir biçimde petrol dışı bir ekonomi kurmaya yönelmeleridir. Dünyadaki Batı egemenliği üç temel üzerine dayanır: Enerji kaynaklarını kontrol, petrol ticaretinde dolar kullanımı ve silah satışı. Bu üç temel de Ortadoğu’dadır ve şimdi ABD’nin altındaki bu üç direğin üçü de sarsılıyor. Sonunda kendi güvenlik ve egemenliklerini sadece kendilerinin koruyabileceğini anlayan Araplar zincirlerini kırıyorlar. Bu durum, gizli servislerin tezgâhladıkları Turuncu Devrimlerde bağırıp çağıran “çapulcuların” sahte uyanışına benzemez ve bir duvarın yıkılışı, demir kapıların eriyişi gibidir.
Dengeler değişecek
Suudiler, ARAMCO’nun hisselerinin satışıyla oluşturacakları 2 trilyon dolarlık, yani Türkiye ekonomisinin 3 misli bir yatırım fonuyla dünyadaki dengeleri değiştirmeye hazırlanıyorlar , Türkiye’de bazı sözde enteller de Anayasaya konulup çıkarılacak şu veya bu kavramın öznesi ve nesnesini konuşuyorlar. Fatih İstanbul kapılarındayken meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans papazları gibi.
Kayahan Uygur.Güneş.28 Nisan 2016
Cumhuriyeti kuran gizli komite: Selamet-i Umumiye
Tarihimizde bu kadar büyük etki yapmış başka bir oylama var mıdır bilmiyorum ama 4 Mart 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu, toplam üye sayısı 287 olan bir TBMM’de sadece ve sadece 122 oyla kabul edilmişti dersem sanırım ne demek istediğimi anlayacaksınız.
28 Ocak 2015 Çarşamba 08:32 - Bu haber 4639 kez okundu.
Cumhuriyeti kuran gizli komite: Selamet-i Umumiye
819 0
Tarihimizde bu kadar büyük etki yapmış başka bir oylama var mıdır bilmiyorum ama 4 Mart 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu, toplam üye sayısı 287 olan bir TBMM’de sadece ve sadece 122 oyla kabul edilmişti dersem sanırım ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bırakın 367’yi, üye tam sayısının yarıdan bir fazlası demek olan salt çoğunluk bile yoktu ortada. Hem de ne için? Trafik Kanunu için değil, Türkiye’nin kaderini değiştiren bir oylama için.
Sordunuz, biliyorum: Peki bu kanun nasıl meşru kabul edilmişti?
Vallahi orasını pek karıştırmayın, zira o zamanlar Sabih Kanadoğlu olmak biraz cesaret isterdi.
İlk TBMM en sert tartışmaların yaşandığı ve bu yüzden zapt edilmesi çok çok zor olan bir meclisti. Oradan kanun geçirmek, tabiri caizse deveye hendek atlatmak gibiydi. Her üye başlı başına bir devlet organı gibi çalışıyor; mecliste çok ilginç tartışmalar, hatta kavgalar yaşanıyor; savaş yıllarında herkesin beli silahlı olduğu için ateşli tartışmalar sırasında tabancaların çekildiği bile oluyordu.
Milletvekilleri, kelimenin gerçek anlamında milletin vekilleriydi, yani bir partinin kıyağı sayesinde değil, kendi özellikleri ve güvenilirlikleriyle oraya gelmişlerdi ve seçmenlerine karşı derin bir sorumluluk duygusuyla hareket ediyorlardı. Müzakereler uzayınca kanunların çıkması gecikiyor, bu da sistemde aksamalara yol açıyordu.
İşte bu aşamada inkılap tarihi kitaplarımızda sözü edilmeyen gizli bir komite kurulacaktı. Selamet-i Umumiye Komitesi denilen bu gizli örgütün 1922-1923 döneminde demokratik hayatımızı nasıl biçimlendirdiğini ve ardından gelen yine bir gizli komite işi olduğu anlaşılan Takrir-i Sükun Kanunu’yla Türkiye’de çok sesliliğin nasıl bıçak gibi kesilip Metin Toker’in deyişiyle bir ‘mezar sessizliği’nin nasıl hakim olduğunu yeni nesle anlatmak lazım ki, tarihin tek bir çizgi halinde değil, uzaktan düzmüş gibi görünen eğri büğrü çizgilerden oluştuğunu görebilsinler.
Peki birinci meclisin bu iş bitirici gizli komitesinin mahiyeti neydi? Kimlerden oluşuyordu? Ve daha önemlisi, neler yapmıştı?
Ahmet Demirel “Birinci Mecliste Muhalefet” adlı değerli incelemesinde komitenin işlevini, önemli meseleleri meclisten geçirmek ve meclis çoğunluğunu denetim altına almak şeklinde özetliyor. Bu komite gizli görüşmeler yoluyla diğer milletvekili arkadaşlarının güvenlerini kötüye kullanarak bir “azınlık tahakkümü” meydana getirmekteydi. 1922 baharında faaliyete geçen komitenin ilk sınavı, Mustafa Kemal Paşa’ya başkomutanlık verilmesi müzakereleriydi. Öyle bir meclis vardı ki karşılarında, Mersin mebusu Selahattin [Köseoğlu] şöyle kükreyebiliyordu Mustafa Kemal’in talepleri karşısında:
“Yüksek Meclis görüşme ve tartışma makamıdır, onay makamı değildir. Buradan millete emrolunmaz. Millet, buradan isteklerini beyan eder. Böyle şeyler görüşme yapılmaksızın geçerse, o zaman Meclis yok demektir. Meclisin şahsına hürmet edilmelidir.”
İsmet İnönü hatıralarında Mustafa Kemal’in bu sıkı muhalefet yüzünden iki defa meclisi kapatmayı düşündüğünü ve “Bu iş böyle olmayacak. En iyisi meclisi kapatmak” dediğini aktarır. İşte Selamet-i Umumiye Komitesi çetin meclis denetimini aşmanın bir yolu olarak devreye sokulmuş ve millî iradeyi bazen ikna, bazen baskı ve bazen de tehditle yönlendirmiş görünüyor.
Bunun kanıtını, eski Başbakan Rauf Orbay’ın 1926 tarihli bir mektubunda ve asıl geniş bilgiyi, komitenin kurucularından Dr. Emin Erkul’un 2-3 Mart 1954 tarihli “Vakit” gazetesinde yayınlanan hatıralarında buluyoruz. Erkul, bu gizli komitenin nasıl bir derin devlet gibi çalıştığını içeriden şöyle anlatıyor:
“Birinci Millet Meclisi’nin sonlarına kadar gerek Meclis’e ve gerekse birinci gruba hakim ve nâzım rolünü ifa etmiş olan bu zümreye ancak 35 kişi iştirak etmişti. Bu 35’ler tam bir tesanüt halinde hareket ediyor ve evlerde gizli oturumlar tertip ederek Meclis ruznamesindeki maddeleri müzakereye ve neticeye bağlıyordu. Zümrede verilen kararlar birinci grup müzakerelerinden evvel yakın arkadaşlara telkin ediliyor ve grup içtimalarında müdafaa edilerek grup ekseriyetinin kararına iktiran ettiriliyordu. Bir kere grubun ekseriyeti tarafından kabul edilen herhangi bir mevzu grup toplantılarında muhalif veya müstenkif kalanlar dahi olsa disiplin kavaidi mucibince ekseriyet kararına uyarak Meclis’te ekseriyet temin ediliyordu.”
Dr. Emin Erkul’un söylediklerinden çıkardıklarımız şunlar:
1) Gizli komite 1922 baharından 1923 Ağustos’una kadar gerek Meclis’e, gerekse sonradan CHP adını alacak olan Birinci Grup’a hakim olmuş ve onu yönetmiştir. 2) Bu komite 35 kişiden oluşmaktaydı. 3) Tam bir dayanışma içerisinde önemli gündem maddeleri görüşülmeden önce evlerde gizli gizli toplanıyor, kendilerini Meclis yerine koyarak müzakerelerde bulunuyor ve Birinci Grup üyelerine telkinde bulunduktan sonra Meclis’e giriyor ve oturumlarda önceden belirlenmiş taktikleri uygulayarak istedikleri kanunu çıkartıyorlardı.
Bu gizli komitenin Meclis’te zaman zaman terör havası estirdiğini, bazı çatışma ve kavgalarda rol oynadığını ve gerekirse şiddete başvurduğunu, hem organizatörlük, hem de tetikçilik yaptığını söyleyebiliriz. Ne var ki bu ikna veya şiddet eylemleri de bir yerde işe yaramaz olunca, özellikle de Lozan’ı kabul etmeyecekleri anlaşılınca yine bu gizli komitenin baskısıyla Meclis’in kendini feshi ve seçimlere gitmesi gerçekleşecektir. İşte Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya Köşkü’nde İsmail Habib Sevük’e söylediği “Kız gibi bir Meclis yapalım” sözü tam da bu ortamda dillendirilmişti.
İkinci Meclis gerçekten “kız gibi” oldu mu, olmadı mı tartışmalı. Ancak Türkiye’de demokrasinin kesintiye uğramasında en büyük dönüm noktalarından birini teşkil eden Takrir-i Sükûn Kanunu’nun bu Meclis tarafından zoraki kabul edilmesi olayına baktığımızda bu gizli komitenin Tek Parti Dönemi boyunca bir hayalet gibi başımızın üzerinde gezindiğini söyleyebiliriz.
Kim bilir belki hâlâ o hayaleti kovamadık evimizden. Kovulacağına aklınız kesiyor mu?
Mustafa Armağan
22 Haziran 2008, Pazar
yalanyazantarihutansin.org
Last man standing
Usame, Londra’da mukim bir Filistinli. Mavi Marmara gazisi. Solcu.
Geçenlerde İstanbul’a geldi. Buluşup sohbet ettik. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bahis açılınca heyecanla “Last man standing” dedi. Türkçeye “Son ayakta kalan adam” yahut “Ayakta kalan son adam” diye tercüme edebiliriz, ama İngilizcesi kadar vurucu olmaz.
“Last man standing”, çünkü mevcut dünya düzeninin çarkına çomak sokma iradesini ve potansiyelini ortaya koyup da uluslararası sistem ağaları tarafından şu veya bu şekilde ‘hal’ edilmeyen/edilemeyen tek lider.
***
“Mevcut dünya düzeninin çarkına çomak sokma potansiyeli” çok mu iddialı bir ifade oldu?
Abartıyor muyum?
Kesinlikle hayır!
Öyle bir istidat göstermeseydi, uluslararası sistemin ağaları Priştine’den Mogadişu’ya kadar her yerde “Erdoğan’ın Türkiye’si”ni durdurmak için akla karayı seçmezlerdi.
Somali’de İngiliz kokan “Şebab” saldırılarına maruz kalıp duruyoruz, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki krize Çad üzerinden müdahale teşebbüsümüz Fransa’nın sabotajına uğradı, Suriye’de güvenli bölge oluşturma çabamız ABD ve Rusya tarafından el birliği ile engellendi, Kosova’da Batılıların finanse ettiği ne kadar gazete varsa hepsi ‘Türklerin bölgeye dönüşünün doğurduğu tehlikeler’den dem vuruyor vs, vs, vs…
Bunlar aynı resmin unsurlarıdır. Resmin konusu: Uyanıp ayağa kalkmaya yeltenen devi durdurma çabaları.
Türkiye’nin dört bir yanında patlatılan bombalar da hiç şüphesiz “mevcut dünya düzenine çomak sokma potansiyeli”ni bastırma azmini ifade ediyor.
Tunus’ta demokratik yollarla göreve gelen ilk Cumhurbaşkanı olan Merzuki’nin (o da solcu) dediği gibi: “Türkiye, Sykes-Picot anlaşmasında kendisine biçilen itaatkârlık rolünü aşarak rol modeli oldu. Türkiye, iki milyondan fazla Suriyeliye desteğinden ve onları korumasından, Arap Baharı’na, özellikle ordu ve güvenlik konularında Tunus’a verdiği her türlü destekten, ekonomik ve sosyal alanlardaki başarısından ve büyük devletlerle yarışmasından dolayı cezalandırılmak amacıyla terör saldırıları aracılığıyla hedef alındı.”
Hedef alındı, hedef alınıyor, ama dönmüyor davadan.
***
Yoluna döşenen mayınlar, kazılan hendekler, kurulan barikatlar kâr etmiyor; dünyanın bütün şeytanlarının bir araya gelip el birliği ile kurduğu en ustaca tuzaklar boşa çıkıyor; ancak Alemlerin Rabbi Allah’ın inayetiyle, rahmetiyle, bereketiyle izah edebileceğimiz müthiş bir baht ile hepsinin üstesinden gelip Erdoğan’la yürüyüşüne devam ediyor Türkiye.
Üstelik, gücünden bir şey kaybetmeden, bilakis gücüne güç katarak ilerliyor.
Sivil ve askerî altyapısını birbirinden mütwhiş projelerle geliştirerek ilerliyor.
TİKA’sıyla, Kızılay’ıyla, TDV’siyle, başta İHH olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşuyla dünyanın dört bir yanına uzattığı şefkat eli sayesinde nice memleketin gönlünü fethederek ilerliyor.
TSK’nın Bosna yahut Afganistan’da topladığı sempatiyle ilerliyor.
Milyonlarca muhacire ensar olabilmenin prestijiyle ilerliyor.
“One minute” ve “Dünya 5’ten büyüktür”ün harekete geçirdiği maşeri vicdanla ilerliyor.
İslam dünyasına verdiği birlik mesajlarıyla ilerliyor.
İlerliyor, ilerleyebiliyor, neokolonyalistlerin/emperyalistlerin nüfuz sahalarında onların nüfuzlarını kıra kıra yol alabiliyor, çünkü insanlığın selametine ilişkin makul önerilerinin boş bir retorikten ibaret olmadığını her fırsatta somut projelerle, somut eylemlerle, somut hizmetlerle ortaya koyuyor.
Hiç aklımızda olmayan devletler, emperyalist tekellerden kurtulmak için bize ‘Gelin, ülkemizde bayrak gösterin’ diye çağrıda bulunup hiç aklımızda olmayan yatırım imkânları sunuyorlar, hatta askerlerimizi de görmek istiyorlar topraklarında.
Somali ve Katar’ın talepleri üzerine bu ülkelerde askerî üsler kuruyoruz, Ukrayna ‘Biz de isteriz’ diyor…
Erdoğan’ın liderliğinde “İnsanlığın Son Adası” olduk yeniden.
***
Türk-Arap Yükseköğretim Kongresi’ndeki konuşmasında emperyalistlerin “Böl, parçala, yönet” siyasetini ve “Bir damla petrol bir damla kandan kıymetlidir” vicdansızlığını, beri tarafta da Ümmet-i Muhammed’in belini büken mezhepçi ve ırkçı akımları tel’in edip İslam Birliği’nin gereğini vurgulayan Erdoğan bir kere daha “last man standing”liğini konuşturdu.
Filistinli Usame’nin kulakları çınlasın.
Hakan Albayrak.1 Mayıs 2016
yalanyazantarihutansin.org
Hangi laiklik?
Meclis Başkanı İsmail Kahraman “Laiklik yeni anayasada olmamalı” dedi ya.
Sen misin görüş açıklayan, sen misin fikir beyan eden. Vur Allah vur.
Kimi “bak gördün mü gerçek niyetlerini açıkladılar” der, diğeri “Zemin yokluyorlar şekerim” şeklinde muhaliflik yapar.
Birilerinin Sözcüsü’nün derin tarihçi elemanı “Sicili kabarık” yazısıyla Meclis Başkanı’nın aslında birçok gösteriye katıldığını dünya âleme duyurur.
Goygoycular boş durmaz yani.
Beklerler ki, Cumhurbaşkanı, Başbakan laiklik karşıtı çıkışlar yapsın, İsmail Kahraman fikrinde dirensin, olaya cümbür cemaat herkes dalsın.
Hevesleri kursaklarında kaldı. Meclis Başkanı şahsi fikrim dedi, Cumhurbaşkanı ve Başbakan hem goygoyculara fırsat vermedi, hem de kulisçileri yalanladı.
Erdoğan Hırvatistan’da yaptığı açıklamada “Anayasada devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olması yer alıyorsa İslam vurgusuna ne ihtiyaç var. Ben bir Müslüman olarak inancımı istediğim gibi yaşayabiliyorsam, benim için olay bitmiştir. Aynı şekilde bir Hıristiyan, bir Musevi kendi inancını ateist ateistliğini yaşayabiliyorsa onlar için de bitmiştir” dedi.
Aslında laikliğin olması gereken şeklini anlattı. Goygoycular Cumhurbaşkanının yanındayız diyerek şeklen destek oldular ama onların laiklikten gerçek manada anladıkları Cumhurbaşkanının söylediği şekilde değil.
Nereden mi biliyorum?
Bu kadar goygoyun arasında konuya bilimsel yaklaşanlar yok değil. Onlardan biri de Yeniyüzyıl’da yazan Prof. Atilla Yayla.
“Laiklik masalı” başlıklı dünkü yazısında özetle laikliğin iki tarifi olduğunu anlatıyor. Atilla Yayla o tariflerden birini “Kimsenin kimsenin dinine karışmaması ve devletin vatandaşları arasında dini sebeplerle olumlu veya olumsuz ayrımlar yapmaması. Bu demokratik/özgürlükçü laikliktir” şeklinde özetliyor. Bunda bir sorun yok hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da böyle açıkladığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Laikliğin bir diğer anlayışı ise “aklın bireyin ve toplumun dinden kurtarılıp bilim yoluna sokulmasını isteyen bakış açısı” diyor Atilla Yayla hoca. Bu anlayışa göre “dinlerin ve dindarların baskı altına alınması gerekiyor” şeklinde özetliyor. “Buna Laisizm veye laisite deniyor” diye de ekliyor.
Fikir hürriyetini savunan laiklik goygoycularının burada bir karar vermesi gerekiyor. Meclis Başkanı İsmail Kahraman diyor ki “tanımını yapalım, netlik kazansın” Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ki “ben demokratik ve hürriyetçi laiklikten yanayım.”
Peki siz ne diyorsunuz?
Fransa’da çıkan ve başta Türkiye olmak üzere onun etkisinde kalan ülkelerde savunulan “dinlerin ve dindarların baskı altına alınması”nı mı savunuyorsunuz? Yoksa gerçekten demokrat ve özgürlükçü müsünüz? Birilerinin sözcüsü gazetesinde “laiklik kadındır” diyip amiyane tabirle “ara gazı vererek” olmuyor bu işler.
Hans mı Can mı?
Adın Hans sıfatın gazeteci ise devletin gizli kalması gereken bilgilerini ifşa ettiğinde yargılanırsın. Seni yargılayan devlet de güvenliğini koruyan demokratlar olur. Kimse seni basın kahramanı yapmaz, yapamaz.
Adın Can sıfatın gazeteci ve aynı suçu işlersen yine yargılanırsın. Ama sen yargılandığın için birileri gelip cezaevinin önüne sandalye atıp nöbet tutar. Ülken, özgürlükleri ihlal eden, anti demokratik olmakla suçlanır. Konsoloslar mahkemene koşar. Serbest bırakılman için çırpınır. Kanun önünde herkes eşit diyen naif muhafazakârlar bile “keşke tutuklanmasaydı” der. Baskılar ülkenin en üst yargı makamlarını da etkiler. Cezaevinden çıkarılırsın. Üstelik birilerinin gözünde basın kahramanı olursun. O Hans demez mi “Keşke adım Can, yaşadığım ülke Türkiye olsaydı” diye
Der mi der.
Murat Çiçek/Star 30 Nisan 2016
yalanyazantarihutansin.org
İslam Ordusu'nu Türkiye kurdu!
Cumhurbaşkanı Erdoğan Suudi Arabistan’da Kral Selman’la bir araya geldi. Sıradan gibi görülen ve pek önemsenmeyen bu buluşma, aslında tarihi bir görüşmeydi. Bizim malum medya bunun bile önemini kavrayamadı.
Metin Özer yazdı:
Onlar görüşmenin içeriğinden çok, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ihrama girmesi ile ilgilendiler.
Kabenin etrafında pusuya yatıp, Tayyip Erdoğan’ı ihramlı görüntülemeye çalıştılar.
Oysa o buluşmada İslam Ordusu’nun durumu ve geleceği konuşuldu.
İslam Ordusu çok önemli bir olaydı...
Osmanlı’dan sonra ilk kez müslüman ülkeler bir araya gelip, ortak bir operasyon ordusu kurmaya karar vermişlerdi.
Yılın değil, son yılların en önemli olayıydı bu.
Ama kimse bunun önemini farketmedi.
Giydiği kıyafetin şeklinden hatta renginden bile birbirine düşman olan, hatta birbirini kesen Müslüman ülkeler, ortak bir ordu kurulması kararına itiraz etmeden uydular.
Bu bile İslam Alemi için başlı başına büyük olaydır.
İslam Ordusu kuruluşu, Aralık ayının 15’in de dünyaya duyuruldu.
Suudi Arabistan’ın öncülüğünde aralarında Türkiye, Mısır, Pakistan ve Malezya’nın da bulunduğu 34 Müslüman devleti ortak bir ordu kurmaya karar verdiler.
Koalisyonda yer alan ülkeler ise şunlardı:
Suudi Arabistan, Ürdün, BAE, Pakistan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Türkiye, Çad, Togo, Tunus, Cibuti, Senegal, Sudan, Sierra Leone, Somali, Gabon, Gine, Filistin, Komor İslam Federal Cumhuriyeti, Katar, Fildişi Sahili, Kuveyt , Lübnan, Libya, Maldivler, Mali, Malezya, Mısır, Fas, Moritanya, Nijer, Nijerya, Yemen.
Teröre karşı İslami askeri koalisyonda yer almayan ülkeler ise; Cezayir, Umman, Irak ve İran’dı.
İran, İslam Ordusu yerine Komünist Ordusu’nu tercih etti.
Bu yüzden de bu orduya katılmadı.
İslam Ordusu’nun kurulma fikri Türkiye’den çıktı.
Bir hayal çaktırmadan ve büyük bir hızla da gerçeğe dönüştü.
İslam Ordusu kurulur kurulmaz Türkiye önemli bir teklifte bulundu.
İslam Ordusu’nun ilk operasyonunun Suriye olmasını önerdi.
Suriye’de akan kanı sadece müslümanların durduracağını savunan Türkiye, Amerika ve Rusya’nın bunu sağlayamayacağını bildirdi.
Teklif ve fikir olgunlaşınca; Başbakan Davutoğlu yanına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı da alarak Cidde’nin yolunu tuttu.
Tarih : 29 Ocak 2016’ydı.
Genelkurmay Başkanı’nın Suudi Arabistan’a gitmesinin perde arkasını bilmeyen laik kesim, bu seyahate çok büyük tepki gösterdi.
Onlara göre Türk Genelkurmay Başkanı’nın Suudi Arabistan’a gitmesi laikliğe vurulmuş büyük bir darbeydi.
Aman Allahım.
Kıyameti koparttılar.
“Türk paşasının Araplarla ne işi var?” diye, der der debelendiler.,
Hakikaten bizim laikleri Allah ıslah etsin.
Onların gözüne tavuk karası inmiş.
Görmesi gerekenleri görmüyorlar.
Herşeye laiklik gözlüğüyle bakıyorlar.
Ülke yararı ve milli çıkar falan umurlarında değil.Varsa yoksa laiklik.
Bunlar; Hulisi Paşa’yı Suudi mevkidaşı ile görünce de adeta çıldırdılar.
“Körolasıca AKP, Genelkurmayı’ı da kendine benzetti” diye dizlerini dövdüler.
Dövdüler dövmesine ama işin aslı çok farklıydı.
Davutoğlu ve Akar Paşa Suudi Arabistan’a tarihi bir olay için gitmişti.
O tarihi olay da; Suriye’ye yapılacak kara harekatının planlarının yapılmasıydı.
Yapılan görüşmelerden sonra komutayı Türkiye’nin alması ve Suriye’ye 5-10 ayrı noktadan hava harekatı desteği ile kara harekatı yapılmasına karar verildi.
Varılan bu mutabakat; ABD, İngiltere ve İsrail istahbarat birimleri tarafından öğrenildi.
Batı; Suriye’de ortalığın karışacağını ve İslam Ordusu’nun işin içine gireceğini görünce apar – topar bir karar aldı.
Suriye’deki Esad güçleri ve muhalifleri Cenevre ve Almanya’da bir araya getirip uzlaşı aradı.
Cenevre’den bir sonuç çıkmadı.
Almanya’daki Suriye toplantısı fiyaskoyla bitmek üzereyken, müthiş bir hamle daha geldi.
Suudi Arabistan Savunma Bakanı Müsteşarı Tuğgeneral Ahmed Asiri, uluslararası koalisyon ile beraber DAEŞ’e yönelik yapılacak muhtemel kara operasyonuna ilişkin, “Koalisyon Mart, Nisan aylarında operasyonel olacak” dedi.
Bu açıklamanın mesajı gayet açıktı:
Ya Suriye’de akan kanı durdurur bir uzlaşmaya varırsınız. Ya da İslam ordusu olarak Mart sonu Nisan başında Suriye’de operasyona başlıyoruz.
Bu rest; Rusları frene bastırmakla kalmadı, geri adım da attırdı.
Önce 34, sonra sayısı 38’e çıkan İslam Ordusu devletleri ile savaşmanın bedelinin ağır olacağını hesaplayan Rusya, Dünya savaşı uyarısında bulundu.
Arkasından da çok büyük bir sürpriz yaparak ateşkes çağrısını masaya koydu.
Sonuçta Amerika ve Rusya Suriye’de bir ateşkes konusunda uzlaştı.
Peki mesele bitti mi?
Tabi ki bitmedi.
Bu olayla görüldü ki;
İslam Ordusu’nun adının bile pek çok soruna neşter olacağı ortaya çıktı.
Türkiye sonuçta; Suriye satrancında yaptığı son akıllı hamleler ile Rusya’ya “şah” çekmiş oldu.
Bundan sonrasını önce Rusya sonra İran düşünecek.
IŞİD’i bahane ederek Esad muhaliflerini temizlemeye kalkan bu ikili, karşısında Türkiye’yi buldu.
Türkiye’nin Suriye’ye kara harekatı fikri bile, Rusya ile İran’ın buz kesmesine neden oldu.
İşte büyük devlet böyle olunur.
Büyük devlet olmak için büyük oynamak icab eder.
Etliye –sütlüye karışmadan, tribünden maç izlemekle büyük devlet olunmaz.
Büyük devlet olmak istiyorsan topa gireceksin.
Sen topa girmezsen, birileri gelir senin sahana girer.
Molla destekli Rus sarhoşu bile, gelip sana gol atmaya kalkar.
O sana gol atmadan sen ona şut atacaksın.
Bu kara harekatı meselesi ister gerçek, ister blöf olsun sonunda maksat hasıl oldu.
Molla ile sarhoşun havası çabuk söndü.
Habervitrini
yalanyazantarihutansin.org
Daha yolun başındayız!
Soyadıyla müsemma Kahraman abimizin yaptığı durum tesbitinden ders almalıyız!
Devletin içindeki en büyük virüsü ve uru Meclisin başkanı olarak röntgenleyerek teşhir etmesi takdire ve tebrike şayandır!
Ancak; bu büyük ve ağır ameliyatın ne zaman ve ne şekilde yapılması, sahasında uzman doktorlarımızın görevidir!
Yükümüz ağır, virajlı yolumuz uzun!
Mayınlarla döşenmiş bir siyaset arenasında mücadele ediyoruz.
Vatan gemisini süren kaptan ve ekibine yardımcı olmalıyız!
Gemimizi yolculara göre değil, yola ve devasa dalgalara göre sürmeye devam etmeliyiz!
Çünkü “Vasıtalar yolcuya göre değil, yola göre sürülür!”
Heyecana kapılarak erken doğuma sebep olmadan, davaya hamal olanların süper güç, devlet olma hayali ve hedeflerimize bilmeden engel olmamalıyız!
Bu gemiyi yeniden ele geçirmek isteyen korsanlara fırsat vermemeliyiz!
Etrafımız ateş çemberi! Henüz beli kırılamayan yılanların kuyruk acısı ağır olur!
Şah damarı kesilen hayvanların sert tekmelerinden kendimizi ve davamızı korumalıyız!
Ticaret ehli üretmeli, ilim ehli nesil yetiştirmeli, hitabet ehli korkusuzca uyandırmalı ve siyaset ehli ise dikkat ve rikkatle yönetmeli! Herkes sahasında koşmalı!
Dünyanın en kıymetli ve en kritik bölgesinde yaşadığımızı unutmayalım!
Tüm insanlığın ikinci anayurdu Anadolu’da mukim olduğumuzu bilerek davranmalıyız!
İktisadi, ilmi, sanayi, hukuki vs. sahalarda henüz yolun başında olduğumuzun bilinciyle şımarmamalıyız!
Dışa bağımlı bir ekonomiyle ve savunma sanayisiyle, henüz millileşemeyen Merkez Bankasıyla, düşürülemeyen faiz belasıyla, milli olmayan civciv yasasıyla, hayırsız, saygısız, hoppala ve hapçı nesil üreten millisiz eğitimiyle, pilli ve zilli medyasıyla hastalanan bir toplumun tedavisi için henüz daha yolun başındayız!
Karşımızda sahipsizlikten dünyayı bölüşen beşli çete canavarlarının yüz yıldır devam eden katliamları ve işgalleri varken nasıl oyunda oynaşta olabiliriz?!
Nasıl ortada ganimet bile yokken paylaşım gafletine düşebiliriz?!
Yeniden Büyük Türkiye’nin temelleri atılırken nasıl bu temelleri sabote edenlerin safında olabiliriz?!
Şimdi birlik, dirlik zamanı!
Şimdi kardeşlik ve dayanışma zamanı!
Şimdi milli diriliş için umumi seferberlik zamanı!
Şimdi mazlumların acılarına ve üzüntülerine ortak olma zamanı!
Şimdi, hırs ve hasedlerinden dış güçlerle paralel haraket eden gafil topluluklardaki kardeşlerimizi ihanetlerinden kurtarmak için uyarma zamanı!
Vatan gemisi delinirse beraber batacağımızı tüm vatandaşlarımıza anlatma zamanı!
Evet daha yolun başındayız! Kucaklaşarak, çalışarak şımarmadan, gururlanmadan, ehil, emin ve sadık kadrolarla dikkat ve rikkatle süper güç Türkiye idealini Başkanlık sistemiyle gerçekleştirmek ve tamamen milli bir anayasa hedefine ulaşmak için yola devam inşallah!
Bu uğurda çalışan Tayyib kadrolara ve isimsiz Kahramanlara selam olsun!
Allah (c.c), hak ve adaleti hakim kılma mücadelemizde daim yar ve yardımcımız, Hz.Muhammed (a.s) daim örneğimiz ve önderimiz olsun!
Tatil olması dileğiyle Cuma Bayramımız mübarek olsun!
Selam, sevgi ve duayla.
Salı Akşamı saat 20:30’da, Akit TV (Kanal 34) ile Kocaeli TV’nin ortaklaşa yayınladığı “MİLLİ DİRİLİŞ” programının canlı yayınında buluşmak üzere Yaratıcımız, Yöneticimiz ve Yaşatıcımız Allah (c.c)’a emanet olunuz.
Şevki Yılmaz/Yeni Akit.29 Nisan 2016
yalanyazantarihutansin.org
Kavga başladı
BURASI Türkiye; Her şeyi açık ve net bir şekilde konuşamazsınız, yazamazsınız!
Zaten ekranlara ve yazılanlara baktığınızda ÖZ'e seyahat anlamında pek bir şey bulma şansınız yok. Üzerinde hassasiyetle durulması gereken isimlere baktığınız zaman da HALKIN ANLAYACAĞI gibi net konuşmuyorlar. Konuşmazlar da zaten!KUTUPLAR arasına gider gelir mesajlar. Ama işinde gücünde olan sade vatandaşlarNE KONUŞULDUĞUNU ANLAMAK ŞÖYLE DURSUN FARKETMEZ BİLE...
"Açın o zaman!" dediğinizi duyar gibiyim! Kolay değil! Ama bir iki küçük adım atalım...
Bu topraklarda asla ve kat'a tesadüfen bir şey olmaz. Kesinlikle ve kesinlikle bir temeli, bir nedeni vardır. Bursa'da kendini patlatan kadın canlı bombanın da 27 Nisan e-Muhtırası'nın da, LAİKLİK tartışmalarının da cemaatlerin de bir hesabı vardır. Bunları yöneten bir de akıl vardır. Dedim ya biz bilmeyiz!
Alın size bir örnek!
1960 darbesi sonrası 1962-1965 yılları arasında Milli Türk Talebe Birliği'nde Tiyatro Müdürlüğü yapan Metin Akpınar, Milli Türk Talebe Birliği için "Mübalağa etmiyorum. Bir iki saatte sokağa 50 bin kişi çıkarırdı. Bu çok önemli bir etkinlik. Bugün 50 bin kişiyi toplayamazsınız" diye konuştu.
"Evet, bunu söyleyip söylememe noktasında tereddüt ediyorum. Biz Milli Türk Talebe Birliği'nde, Kıbrıs'a 115 tane mücahit yetiştirdik ve bizim aşağıdaki spor salonumuzda kara kuşak karateci yardımıyla, Ercan Çitlioğlu kulakları çınlasın; hocamın da katkılarıyla orada bu arkadaşlar ciddi çalışma yaptı. Bu arkadaşlar yakın dövüş ve beden eğitimlerini bizde yaptılar.
Silah eğitimlerini başka yerde yaptılar.
MTTB'nin böyle de ciddi bir katkısı vardır. Bunu da övünerek söylüyorum." Metin Akpınar DERİN BİR GÜÇ MÜ? Bilmiyorum. KONTRGERİLLA mı? Bilmiyorum! Ama yapılan şey sıradan değil! Daha fazla detaya girmek istemiyorum.
Hiç ummadığınız insanlar, hiç ummadığınız işlere imza atar! Şaşırıp kalırsınız. Ve bu nedenle bu topraklarda KANDIRILMA ve YANILMA çok yaşanır! Zaten insanlarınBEYANINA bakan, YAPTIKLARINA kafa yormayan bir yapımız var! Yani ALDATMAçok zor değil!
Bursa'da kendini patlatan CANLI BOMBA saat 17:25'te pimi çekiyor.
Tesadüf mü? Elbette hayır... Amerikan Büyükelçiliği kendi vatandaşlarını uyarırken merkezlerden, turistik yerlerden uzak durulmasını istiyor.
Adamlar kendi vatandaşlarını koruyacak.
Bundan daha doğal bir şey yok! Bunu da açık açık yapıyorlar. Genelde de dedikleri oluyor! Yani istihbaratları yanıltmıyor!
Bir de canlı bomba 27 NİSAN'ı seçti! Bu da bir tesadüf olarak bakılacak bir hadise değildi! Daha rahat anlaşılması için açalım... Askerin son sözünü söylediği olay 27 Nisan e-Muhtırası'dır.
"CUMHURİYET'in DEĞERLERİNE SÖZDE DEĞİL ÖZDE SAHİP ÇIKAN" ifadesi zihinlere kazındı.
Hepimizin aklında. Ancak ne gariptir ki bu kadar asker ERGENEKON'da, BALYOZ'da, Casusluk Davası'nda içeri alınırken dönemin Genelkurmay Başkanı BÜYÜKANITPAŞA'ya bir şey olmadı! İlginç değil mi! Yapılması düşünülen DARBEDEN insanlar yattı çıktı!
Ama resmi olarak ortada duran UYARININ gereği yapılmadı!
Yapılamadı!
Neden?
27 Nisan'daki askerin tavrı bence Sayın Abdullah Gül Bey içindi! Asla "Asker haklıydı!" demiyorum. Demem!
Ama analiz ettiğimiz zaman ortaya çıkan tablo bu! Askerin sözlerinin içi dolu mu?
Pek değil! Abdullah Bey bunları hak edecek biri mi? Bence hiç değil! Ama asker, kendisinin CUMHURBAŞKANI olmasını istemedi. Bunu da ismini vermeden gösterdi. O tarihte de bugün de asker ile Erdoğan arasında sorun yoktu. Mesela Erdoğan hasta yatağında Ergin Saygun Paşa'yı ziyaret ediyordu!
Hatırlayın! Paşa, 13 ay GATA'da kaldı.
18 yıl hapis cezası aldı!
'e-Muhtıra'yı verenin Saygun Paşa olduğu çok konuşulan bir şehir dedikodusuydu! Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ içeri alınırken, muhtıranın verildiği dönem Genelkurmay Başkanı olan Büyükanıt'ın dışarıda kalmasını başka nasıl açıklayabilirdik!
Benim bildiğim Amerikalılar Abdullah Bey'i pek istemezdi. Bu "Muhtıra'nın altında biraz o var gibi.
Amerika ile Avrupa arasında büyük mücadele olduğu için ve bu kavga TÜRKİYE TOPRAKLARINDA amansız bir şekilde sürdüğü için olaylara bu pencereden bakmayı bilmeyiz.
Bilmeyince de anlamayız! Türkiye'nin kaderine etki eden isimlerin bir GÜCÜN yanında olmasından daha doğal bir şey yok. Bu çoğu zaman Avrupa, bazen de Amerika olur! Bir üçüncü güç çıkarsa emin olun onun da izlerini ve ittifakını buralarda görürüz. Dünya koca bir köy sonuçta. Herkes attığı adımın getirisini götürüsünü hesap etmek durumunda. Türkiye gibi kilit bir ülkede de EKOLLERİN MÜCADELESİ çok ama çok anlaşılır... Büyük güçler de GÜÇLERİNİ devam ettirmek için Ankara'yı her zaman yanında görmek ister... Bu da anlaşılır bir şey!
Son günlerde Ankara, MÜLTECİ konusunda AVRUPA ile büyük bir yakınlık içinde. Göçmenler Avrupa'yı dağıtacak. Bu sır değil. Başta Merkel olmak üzere pek çok Avrupalı liderin korkusu büyük. Bu nedenle Ankara'ya sarılmış durumdalar. İşte Avrupa geldiği zaman ve cömertlik göstereceği zaman bilin ki AMERİKA devreye girer.
Kesinlikle... Tersi de olur!
CANLI BOMBA bu nedenle 27 NİSAN'ı seçti. Amerika ya da CIA adına iş yapan bir oluşum bombayı patlattı! Nasıl 27 Nisan bildirisiyle AVRUPA'nın öne çıkması istenmediyse ULU CAMİİ'de de bombayla AVRUPA İLE YAKINLIĞA İTİRAZ EDİLDİ!
Kendini patlatarak...
Daha da ileri gitti.
Aynı gün RIZA SARRAF davasını 16 HAZİRAN'a atarak 17-25 Aralık üzerinden Ankara'ya mesaj verdi. Dediler ki; "Eğer Avrupa ile yan yana olmaya devam ederseniz her yerden gelip sizi aşındıracağız. Zarar vereceğiz. Bunu bilin...Bir an önce işler daha da karışmadan Avrupa ile aranıza mesafe koyun..." Bütün bunlar olurken ve ülke BAŞKANLIK için hazırlanırken TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman çok iyi niyetle sadece ve sadece kendi görüşlerini açıklayıp LAİKLİK tartışmasının başlamasına yol açtı!
Tamamen iyi niyetle atılan bir adım.
Konuşulana katılmasanız da samimi üç beş cümle...
Ama bir anda olay büyüdü! Bu iki CÜMLEYİ NOT EDENLER şimdi STADYUMLARA, SPOR SALONLARINA bunu taşıdı.
Taşıyacak da...
Her yerde "Türkiye laiktir laik kalacak" sözlerini duyacaksınız...
Bu iklimde, BAŞKANLIK için atılan her adımı iyice zorlaştıracak. Yeni sistemi anlatırken insanları ikna etmek hiç kolay olmayacak. Tamamen samimi edilen birkaç cümle olayı yönetilemez bir boyuta taşıyacak. Sanki birileri de samimi konuşmanın içinden çekip aldığı "LAİKLİK" ile ilgili TEST sürüşü yaptı gibime de geliyor! ENazından insanların sinir uçlarının hassas olduğu anlaşıldı...
"BAŞKANLIK GELİRSE ŞERİAT DA GELECEK Mİ?" soruları zihinlere kazındı! İçten içe konuşulanlar bunlar.
Bir süre sonra bunu daha da artıracaklar.
Göreceksiniz... Bir cümleye sahip çıkanların operasyonu tuttu! Kim mi yaptı? Bilemem! Ankara'da bir etkili grup belki de gruptan çok daha büyük bir güçBAŞKANLIK istemiyor.
Sadece siyasi partileri kastetmiyorum.
İstanbul'daki çok önemli bir işadamının "Birkaç ay sonra Erdoğan yok!" dediğini de biliyorum. Bizler gibi sıradan insanlar günlük hayatlarıyla uğraşırken birileri muazzam bir operasyon için anlaşmış durumda! İsimlere ben de giremem!
Bundan ötesini yazmak kolay değil.
Sonuçlarını hesap edemezsiniz!
Ben gazeteciyim. Ve olayları DIŞARIDAN BAKARAK çözmeye çalışan biriyim. Siz de öyle yapın.
BÜYÜK KAVGA BAŞLADI.
Taraflar da, isimler de, sayıları da, güçleri de, cisimleri de arkalarındaki de belli...AVRUPA ve AMERİKA burada bir kez daha kapışacak... Ama sahneye koşanlar hep bizim bildiklerimiz olacak...
Burası TÜRKİYE... İyi izleyin.
İçi boş sloganlarla ve TÜRKİYE'nin yanında gibi durup DIŞARIYA çalışanlara dikkat edin! Bu işin siyasi yönü, finansal yönü, bürokrasi yönü olduğu gibi medya yönü de var!
BENDEN SÖYLEMESİ!
İşim bu! Dedim ya hiçbir şey tesadüf değil... Laiklik tartışması, Rıza Sarraf'ın duruşması, Bursa'da bombanın 17:25'te patlaması, 27 Nisan'ın seçilmesi ve daha neler neler! Ülkemize sahip çıkmak istiyrsak uyanık olalım... Ve insanların hangi kamplara ait olduğunu artık öğrenelim...
Ergün Diler/Takvim 29 Nisan 2016
Abonnieren
Posts (Atom)